@yaziyoruzbacimm
|
8* BU YALANA KİM İNANIR Karar vermek kapı eşiğinden geçmeye benziyordu. Biliyordum ki o eşikten geçersem geriye dönüp bakacaktım. Pişmanlık mı yaşardı insan yoksa böylesinin daha iyi olduğuna mı kanaat getirirdi? Hayat çok garipti, ya iyi ki olacaktı ya da keşke. Ortada bir ip, biz cambaz. Kim ilk düşerse, kim kurtulursa... Sonra özlemler de dahildi bu cambazlığa. Hayatımın onsuz daha iyi ilerlediğini düşünmek gibi bir yalana kapılmıştım. Ama bu yalana kim inanır? Ben bile inanmazken... ** '' Eee, tabii gide gele alışmışlar herhalde bir baktım nişanları var. Ay Firuze bir görsen havalara uçmuş mutluluktan!'' Elimde ki fincanı daha sıkı kavrayıp üşüyen ellerimi ısıttım. '' Ne güzel işte, mutluysa gerisi önemli değil'' '' Firuze'' dedi konuyu açmak istercesine. Hoş, yaklaşık iki haftadır da konuyu hiç açmıyordu. Ya da açmasına ben izin vermiyordum. '' Nazlı lütfen başlama yine neyin var nutuklarına! Ben çok iyiyim. Gayet iyiyim. Öyle gönül işleri hiç bana göre değil!'' Bu yalana kim inanırdı? Köpek gibi merak ediyordum Alpaslanı ve o kadar özlüyordum ki, aşina olduğum yerlerde hep onu arıyordum. Bu süreçte sadece Nazlıdan iyi olduklarını öğrenmiştim. Yerlerini bilmiyordum, Nazlıda bilmiyordu. Muratın gizililik ihlali yapmayacağını biliyordum zaten. Onsuz iki haftayı bitirmiştim şimdi üçe yuvarlanıyorduk. İlk başlarda üstümden büyük bir yük kalktı gibi oldu ama sonra o yük omuzlarıma bir kamçı misali geçmeye başladı. Artık onunla iken tepinen fillerim, omuzlarıma çökmüştü. Tüm bunlara göğüs gererken Borayı da hayatımdan tamamen çıkarmıştım. Bir kaç kere yazıp özür dilese de onu her yerden engellemiş, ulaşmamasını sağlamıştım. Annemle aramız eskisi gibi şen şakrak değildi, daha doğrusu artık ne o ne ben iyi rolü yapmıyorduk. Tunç ile de görüşemiyorduk neredeyse bir aydır mesai yapıyordu. Hatta iş yerine yakın bir yerde ev tutacağını söylemişti. Çınar, o ise çok değişmişti o kavgadan sonra. Annemin tarafındaydı. Evliliğine de az kalmıştı. Martın son demlerini yaşıyorduk şimdi, havalar en azından gündüz ılık, ama yine de akşam buz gibiydi. Aylin sık sık gelir gider olmuştu bize. Annemin gözdesiydi. Kınayı bir kır bahçesinde, düğünden vaz geçmişler nikahtan sonra Venediğe balayına gideceklerdi. Nikah tarihleri ise Nisanın yirmi beşi gibiydi. Sık bir nefes alıp kalktım. Fincanı masaya bırakıp dolaptan dondurma çıkardım. '' Yer misin?'' '' Yerim, Firuze babam yarın gece dönüyor'' dedi. Babası gitti gideli bizdeydi. Beni yalnız da bırakmamıştı bu süreçte her ne kadar amacımızı dışımıza vurmasakta. '' Yaa sevindim Eee Murat?'' '' Murat yok, babamın burada acil işleri varmış'' Murat ve Nazlı bu sürede çok yakınlaşmışlar, geceleri görüntülü konuşmadan uyuyamıyorlardı. Nazlı ise düşünüp taşınıp Murat ve kendisine bir şans vermek istediğini söylemişti. Murat ise ondan hoşlandığını itiraf etmiş, ama bir ilişki için erken olduğunu en azından bu aralarında ki çekime, dönünce ad konulması gerektiğine karar vermişti. Nazlı içinde bu güzel bir haberdi, en azından flört evresinde olursa olurdu olmazsa ikisi de bırakırdı bu ilişkiyi başlamadan. Tabii bu sürede Murat ile mükemmel bir dostluk kurmuştuk. İyi geliyordu gerçekleri konuşmak. '' Kızlarım'' Dondurmaları kaselere koyarken babam kapıda dikildi. '' Baba, gelsene'' '' Yok kızım bir arkadaşla görüşeceğiz annenle çıkacağız şimdi geç geliriz haber vereyim dedim'' '' Oooo emekli ve hızlı diyorsun Tarık amcam'' Babam Nazlının yalandan saçını çekti. '' Dalga geçme densiz! Ev size emanet aman, bir sakatlık yapmayın'' Tebessüm ederek uzanıp öptüm onu yanağından. '' Merak etme çık sen hadi'' Annem de yazmasını düzeltip montunu giyerken yanıma geldi. '' Ocakları kapatın, sakın açık bırakmayın'' '' Çocuk muyum ben? Kapatırım'' Annem sıkıntılı bir nefes alıp sesini etmedi. Babam ise ortamdaki garipliği annemi alarak dağıttı. Onlar çıkarken Nazlı da aramızda ki rahatsız çekimi dile getiriyordu. '' Annen, iyice manyadı. İyi misin sen?'' '' İyi miyim bilmiyorum tek istediğim uzaklaşmak! İnan bana tahammül seviyem zorlanıyor bu evde. Kimse de ses etmiyor çünkü ne Çınar ne Tunç, evde yoklar ve annemin bu uyumsuz halini görmüyorlar.'' '' Sakin ol sen kuşum, hadi gel terasa çıkalım bu gece'' Dondurmaları ve hazırladığım salepleri alıp terasa çıktık. Henüz çıkılacak bir hava olmadığından battaniyeleri de alıp çiftli koltuğa geçtik. '' Firuze diyorum ki bir yerlere tatile mi gitsek?'' '' Aslında güzel- Titreyen telefonumu aldım cebimden. Başhekim Uzay: Firuze iyi akşamlar, bu saatte yazmak istemezdim ama acil bir toplantımız var yarın sabah. Haberlerden duymuşsundur eminim ki, destek talep edildi. Ama bu bir görev bu sefer gönüllülük esas değil maalesef. Sabah yedi de hastanede olur musun? Yüreğim de o an bir kıpırtı oldu. Anlayamadığım ama en azından berbatta olmayan bir his. '' Haberleri açsana'' dedim o telefonunu çıkarıp canlı yayını açarken. '' Evet sayın seyirciler, teröristlerin düşürdüğü uçakta sayısız yaralanan mülteci yolcular için Suriye sınırında kırmızı alarm verildi. Şu an için pek bir bilgi elimize ulaşmasa da çok sayıda hamile ve kadın yolcunun da olduğu uçağın koordineleri bulunmaya çalışıyor. Gelen bilgilere göre de sınır komutasında ki dört askerimizin de şehit düştüğü bilgisi verildi.'' Nazlı ayaklandı hemen. '' Muratlar nerede ki! Lanet olsun'' Telefonu kulağına koyduğun da bende eş zamanlı kalktım. '' Nazlı bir durur musun!'' '' Alo? Murat! Murat!'' Omuzlarını okşarken telefonu kulağından alıp hoparlöre verdi. '' Murat duyuyor musun?'' '' Yavrum ses kesiliyor burada telefon çekmiyor burası biraz karışık ben sana gece mesaj atacağım'' '' Murat iyi misin?'' Alpaslanı sormak için nelerimi vermezdim ama yok, yok soramazdım. '' İyiyim, iyiyiz. Merak etmeyin Nazlı hepimiz iyiyiz. Bizim görev süremiz uzadı güzelim, gece uyuma beni bekle. Lütfen artık üzülme'' '' Murat! Acil toplantıya!'' Onun sesini duydum, iliklerime kadar gelen ürperti ile titrek bir nefes verdim. Ben onu o kadar çok özlemiştim ki göz pınarlarımda hali hazırda tuttuğum göz yaşlarımı akıttım. Nazlı bir bana bir telefona bakarken sakin bir tonda; '' Murat Firuze de göreve gidiyor'' dedi. Murat sıkıntılı bir nefes aldığın da telefondan hışırtılar gelmeye başladı. '' Nazlı, Na-zlı dinle beni duyuyorsan işim bitince yazıcam seni seviyorum'' Telefon kapandığın da Nazlı beni kolumdan çekip sardı göğsüne. '' Şşş, lütfen tutma artık içinde ağlar mısın, hüngür hüngür ağla Firuze ama içine atma haftalardır ruh gibisin. Ev iş arası mekik dokudun durdun. Herkesi sildin, güzelim yapma gerekirse arar Alpaslanla konuşurum'' '' Hayır!'' dedim hıçkırıklarım arasından. İnsanoğluyduk işte, gurur içimize işlemişti zehirli bir ok gibi. '' Beni istemeyeni ben hiç istemem.'' Saçlarımı okşadı. '' Tamam kuzum, tamam hadi gel artık içeriye geçelim'' Nazlı etrafı toplarken terasın kapısından odama geçtim ve kendimi sıcak yatağımın içine attım. Sesin duymak, onca şeyden sonra onca araya giren haftadan sonra nasıl da iyi gelmişi. Gece boyu sıkıntı üzerimde oldu hep, Nazlı uyumadı, Muratla saatlerce telefonda konuştu. Tabii Murat arada beni soruyor, Nazlı ise fısır fısır konuşuyordu. Artık kendimi uykuya teslim ettiğim de en azından düşünce fonksiyonumu kesmekten memnundum... 🍃 '' Eğer isterseniz, bir ekip kurar onları yollarım. Siz zaten bir çok görevde yer edindiniz ama Jale hanımın ekipte kalması gerekiyor'' Sabahın altısında uyanmış yerimde duramayınca da çıkmıştım. Şimdi ise acil toplantıdaydık. '' Hiç bir görevden kaçmadım, kaçmam da. Bu görevde gönüllülük esas değilse baş hemşire olarak Jale hocaya eşlik etmek isterim'' '' Firuze, izin alabilirsin hiç iyi görünmüyorsun'' dedi Cihat bana doğru. Kafamı olumsuz anlamda salladım. '' Pekala Firuze, nasıl istersen. Jale hanım ile birlikte listeye yazıyorum sizi. Madem ikiniz sorunsuz bir şekilde gönüllü de oluyorsunuz e o zaman imzalarınızı atın artık yol için çalışmalara başlasın. Bu gece için hastane önünde. Size askeri bir ekip çoktan hazırlandı.'' Yüreğimden geçen isimle içim kıpır kıpır olsa da bir acaba vardı, olabilir miydi derken Uzay beyin kırıcı sesi ile kendime geldim. '' Ankaradan ekip gelecek sizinle. Hem korumanızdan görevli olacak, hem de ekip olarak hareket edeceksiniz'' Nazlı gideceğimi biliyordu ve bana tam destek vermişti. Ama aynısı annem için geçerli değildi. Duyduğun da kıyametleri koparmış, gidemezsin de kapı kilitlerine kadar her şeyi söylemişti. Babam ve Tunçta beni desteklemiş, Çınar ağabeyim ise artık bu tarz görevler için yaşımın uygun olmadığını, anneme acımadığımı söyleyip beni azarlamıştı. Ben de tabii ki yaşımın verdiği cesaretle kimseyi dinlememiştim. O gün gündüz için eve dönmüştüm. Nazlı da toparlanmama yardım etmiş gitmeden de yemek yemiştik hep beraber. Aylinde bu akşamki yemeğimize katılmıştı. '' Kuzum evde mi kalacaksınız yoksa?'' '' Ev için uygun bir alan yok baba, konteynır evler var. Hepimizi oraya yerleştirecekler.'' '' Allah'ım yarabbim! Sıcacık yatağın varken!'' '' O insanlar da sıcak bir yatağı hak etmiyorlar mı anne?'' dedi Tunç öfkesini kusarak. '' Türkiye de bir hemşire Firuze mi kaldı? Hayır diğer görev süresi belliydi, bunda nasıl bekleyelim?'' '' Beklersin anne. Firuze küçük bir kız değil kendi kararlarını verecek yaşta! Gitmek istiyorsa tutamazsın!'' Çınar ağabeyimin ima dolu sesi ile Aylin onun elini sıktı. '' Firuze için hepimiz endişe ediyoruz fakat o çok başarılı azimli bir hemşire. Gurur duymalısınız'' '' Gurur duyuyorum ben zaten!'' dedi Tunç. '' Ne ima ediyorsun lan sen eşşek herif!'' Ağabeyim bir hışımla kalkınca Tunç elinde ki fincanı fırlattığı gibi duvarda parçalandı. Annem bir çığlık atarken babam girdi aralarına. '' Senin derdin ne lan! Derdin ne bizimle?'' Çınar babamı itmeye kalkınca Tunç onu gitti. '' Dokunma lan babama!'' '' Ben senin ağabeyinim benimle düzgün konuş it!'' ''Hii, Çınar!'' Aylin onun kolunu tutarken Nazlı sakince oturan bana bakıyordu. '' Hep senin yüzünden! Çocuklarıma neler yaptın böyle!'' Annem elleri titrerken Nazlı annemi havada yakalayıp oturttu. '' Düzgün bir yemek bile yiyemiyoruz! Git nereye gidiyorsan git!'' Güldüm, kahkaham hepsini durdurup bana çevirdi. Usulca kalktım ayağa. Bavulum zaten kapının önündeydi. Ceketim sandalyeye asılıydı. Sofranın örtüsünü elime takıp bir hışımla yere boylattım hepsini. Annem şok olmuş bakarken tabakların kırılma sesleri dindi. '' Alın, şimdi güzelce akşam yemeklerinizi yiyin lütfen. Merak etmeyin dönsem bile bu eve adımımı atmayacağım bir daha.'' Nazlıya kafamı gelmesi anlamında salladım. O peşimden gelirken Tunç ve babamda arkamdan geldiler. '' Firuze!'' Babamın sert sesi ile durdum. Arkamı döndüğümde koşup sarıldı bana. '' Seninle gurur duyuyorum bunu asla unutma, sen benim canımsın, ciğerimsin. Seni evimizde bekliyor olacağım kuzum. Allaha emanetsin'' Babam benden ayrılırken göz yaşlarımı silip Tunça sarıldım. '' Daima yanımdaydın, teşekkür ederim'' '' Kardeşim, seni çok seviyorum. Sakın, sakın üzme kendini ben varım!'' Bahçe kapısında ki hareketlilik ile gözlerim Selma teyzeye kaydı. Elinde ki ufak bir saklama kabı ile geldi çekinerek. '' Kızım, duydum ki gidiyormuşsun'' '' Selma teyze, neden zahmet ettin?'' Saklama kabını elime tutuşturdu. '' Ne var canım bir iki dilim kek. Acıkırsan yersin. Güle güle git gel, bilirim beklemeyi. İnşallah kazasız belasız yavrum'' Kek, basit bir kek parçası bile canımı acıtıp bana onu hatırlatabilir miydi? Yapardı. '' Teşekkür ederim, Azra nerede?'' '' Bir misafirimiz var da, onunla'' dedi gözlerini benden kaçırarak. '' Allaha emanetsiniz hepiniz'' dedim Selma teyzenin kollarından ayrılıp arabaya binerken. Nazlı götürüyordu beni. '' İyi misin?'' dedi çekinerek. İyiydim, onları ardımda bırakıp hastaneye geldiğimiz de araç hazırdı bizim için. Nazlı ile sarılıp vedalaştıktan sonra artık gitmek için hazırdım. İçimi kaplayan huzursuzlukla bindim araca, kim bilir dönmek belki nasip olmayabilirdi ama, bir adım atmıştım işte... 🍃 '' Firuze Hanım'' Rüzgarın izin verdiği kadar dağılan saçlarımı gözümün önünden çektim. Uzun bir yolculuk sona ermiş, geleli iki saatten fazla olmuştu. Buranın oldukça donduran bir soğuğu vardı. '' Buyurun'' dedim üzerinde ki kalın polarlı adama. Uzun boylu, kumral oldukça kalın kaşlı bir adamdı. İri omuzları, geniş kalıbı ile Alpaslandan olmasa da o da iri kıyım sayılırdı. Alpaslan ne alaka! Kendime hemen gelip uzattığı elini kavradım. '' Yüzbaşı Oktay Saraç. Güvenliğinizden ve çevrenin komutasından sorumlu komutan benim'' dedi zariflikle. Sertti ama bakışlarında ki yumuşaklık sıktı.. '' Baş hemşire Firuze.'' Gülümsedi inci gibi dişleri ile. Bir erkeğe göre fazla bakımlıydı. Saçları Alpaslanın aksine uzundu. Onu hatırlamaya bir kez daha lanet ederek düşüncelerimden arındım. '' Memnun oldum Firuze hanım.'' '' Lütfen sadece Firuze'' Gülümsedi, aynı tonda eşlik ettim. '' Pekala Firuze, ekibinin isimlerini verebilir misin?'' '' İki kişiyiz. Ben ve kadın doğumcu Jale hanım. '' '' Süper. Karşı ekip kalabalık ama bir grup hemşire. Baş hemşiremiz sensin. Karşı gruptan komuta olan bir grup şu an yolda. Ama ancak üç dört güne gelirler. Yol üstü görevleri var. O yüzden şimdilik bu civar konteynır dan ben sorumluyum. Sonra komuta ikiye bölünecek.'' '' Bilgilendirme için teşekkür ederim. Karşı grubun doktoru var mı?'' '' Olmaz mı, tanıştırmak için can atıyorum çünkü mükemmel bir kadın'' '' Kadınlar matinesi gibi desene'' dedim keyiflenerek. Güldü ve cebinde ki anahtarı çıkardı. '' Jale ve diğer doktor hanım için tek daire talep edilmiş. Sizin için ise hemen yanlarında ki konteynır daire var. Yalnız kalmaktan hoşnut isen sana göre bir daire'' Elindeki anahtarı alıp etrafa baktım. Bakışlarımdan bakışlarını çekti ve sisli havaya baktı. '' Burası oldukça soğuk ve yağışı bol bir bölge. Yağışta en iyi şey kahve, sever misin?'' '' Severim'' '' Seni çok rahatsız ederim o zaman. '' Gözlerinde her hangi bir sulantı ifadesi yoktu ve naif bir adama benziyordu. '' Neden olmasın, içeriz birlikte kahve'' Tabii ki hava da kalmamıştı bu sözler. O gün sağlık konteynırını gezmiş, dairelerimize yerleşmiş, yemek işini de çözmüştük. O akşam Oktayı hiç görmemiştim. Bir kaç gün içinde de getirilen hastaları tedavi etmiş, ortama ayak uydurmaya çalışmıştım. Hatta, Jale hanım doğuma hazır olan bir hastayı sabaha karşı doğurtmuştu. Minik bir kız çocuğu olmuştu. Tabii o günün akşamı diğer grubun nöbeti devreye girmiş bizde Oktayla birer kahve içmiştik. Yağmur vardı şansa ve konteynırın arkasında ki şeffaf çadırdan yağmur damlaları akarken kahvelerimizi hoş bir sohbet eşliğinde taçlandırmıştık. Aslında Oktay Matematik öğretmeniymiş ama yolu nasıl olduysa düşmüş askeriyeye. Ailesi ile Ankara da ikamet ediyormuş. Evin tek oğlu olduğundan annesi sürekli arıyordu onu. Üstelik çok naif bir adamdı. Dışarıya karşı sert görünümün altından altın gibi bir kalp vardı. Üstelik bu sürede bana hiç sulanmamıştı bile. Onunla sohbet edebiliyorduk. Hatta bu derin sohbet artık buradaki bir hafta mı devirirken Alpaslana gitmişti. Ona Alpaslandan bahsetmiştim. Komutan yada meslek değil de ismen biliyordu Alpaslanı. O yüzden içim rahattı anlatırken. O ise bu tarz adamların sevdaya yüreklerinin yetmediğini, kendilerine güvenmedikleri için vatana olan sevdalarını bahane ettiklerini söyleyip duruyordu. Oktaya göre aşk, her şeyin üstünde gelirdi çünkü. Evdekilerle bu bir hafta içinde üç kez konuşmuştuk. Annem arayamayınca ağabeylerimi aratıyordu, babamı aratıyordu hatta Aylin bile arıyordu gün aşırı. Nazlı ile zaten vakit buldukça konuşuyorduk. İyiler di Muratlar, ama dönmemişlerdi hala. Şimdilik haberle yetinmeye bile hevesleniyordum kendime kızsam da. Yine kahvemi yudumlamış, yağan yağmur eşliğinde bedenimi dinlendirirken çadırın kapısı açıldı. '' Firuze, müsait misin?'' '' Müsaidim Oktay komutanım gelsene'' Ona başta komutanım demek acı verse de alıştırmıştı, hala aklıma geliyordu ona şaşıyordum. '' Vay yine ortamımdayım diyorsun hemşirem'' dedi gülerek. '' Komutanım ya, bir kahve molası dedim. Çok mu ettim?'' dedim gülüşüne eşlik ederek. Askeri beresini çıkarıp yanıma geldi masaya bereyi koyarken. '' Bu gün komuta çiftleniyor. Giriş yaptılar diğer asker komuta'' '' İyi, desene yükün hafifliyor'' '' Vallahi yüküm mü artacak hafifletecek mi bilmem. Gelen komuta biraz tuhafmış dediler.'' '' Gelecekleri varsa görecekleri de var Oktay, neyi dert ediyorsun'' '' Yok canım ne dert edicem. Ne diyecektim sana, yarın gelsene bana. Şu yediğimiz makarnadan yaparız. Canım çok sıkılıyor. Belki kahve bile yaparız'' '' Olur, hem şu dediğimiz filmi bile izleriz ya. Ama internet kopup duruyor'' Cebinden çıkardığı flashı gösterdi. '' Oktaycell var hemşirem'' dedi kahkahası arasından. Gülerek kaptım flashı. '' Arakçı! Kimden aldın?'' '' Boş ver onu'' Son yudumumu da alıp çıktık çadırdan beraber. Ben sağlık çadırına doğru ilerlediğim de beyaz önlüğü ile koşturdu ufak, minyon bir kız. '' Firuze hanım, yardımınıza ihtiyacımız var'' Oktay kafasını kaldırıp kıza baktı. '' Nedir durum?'' '' Firuze hanım bu gün ikinci komuta geldi ama yolda kaza yapmışlar. Bir askerin kolu yaralı ama izin vermiyor bakmamıza. Sorun çıkarıp duruyor. Nil hanımda inatçı tedavi etmeden diğerlerine geçmeyeceğim diyor.'' Nil, Nil hanım çok tatlı orta yaşların da bir dahiliye uzmanıydı. Kızın elinde ki serumu alırken Oktaya döndüm. '' Senin ikinci yüzbaşı gelmiştir. Git hadi sen. Ben de şu adamla ilgileneyim. Konuşuruz sonra'' '' Kolay gelsin'' İçimde ki tuhaflık dolu hislerle, sağlık çadırına girdim. Bakalım bana da sorun çıkarabilecek miydi bay ukala... ** YAZARDAN/ BÖLÜM SONU** '' Komutanım, burada ki işimiz bitmiştir. Artık sınırın içine girebiliriz.'' Alpaslan sızlayan kolunun acısını gizlerken Murata anladığını ifade eden bir baş selamlaması yaptı. Tek sızlayan kolu değildi. Allah biliyordu ya bu bir aydır yüreğin de fenalık onu her gece uykusundan uyandırır olmuştu. Sığamıyordu hiç bir yere sığamıyordu. Tunceli deki görevleri bitmiş artık ikinci görevleri için yola çıkmaya hazırlardı. Bu bir aydır sesini bile duymadığı Firuzeyi nasıl özlemişti bir bilse! Onun da göreve çıkacağını öğrenince sığamamıştı bu cihana sanki. Her gün deli gibi ediyordu Firuzeyi. Ne yedi, nerde, ne yapıyor kimlerle diye diye meraktan ölmüştü. Muratta bilmiyordu nerede olduğunu. Nazlı söylemiyordu. Kızgındı Alpaslana kızı ortada bıraktığı için ama Murat komutanı olmasa ilk gün duyduğun da ağzına çarpardı da işte komutanıydı. Dua etsindi. Tabii sonra yine dayanamamış dertleşmişler ve Alpaslanın içinde ki sıkıntıyı pişmanlığı görmüştü. Aşık olmuşsun oğlum dedi de Alpaslan bunu geç farkına varmıştı işte. '' Çıkalım koçum'' dedi kolunu tutarak. Buraya gelmeden önce ufak bir kaza yapmışlar, kolunu sıyırıp geçmişti araba kapısı. O da bunu umursamayarak yola çıkmışlardı. Saatler saatleri kovalarken sonunda gelmişlerdi. Murat sağlık çadırına ilerleyip Alpaslanın kolunu söylemişti. Murat karşısında ki tesettürlü, oldukça inat kadına söylediğine pişman da olmuştu vallahi. Çünkü Alpaslan muayene olmak istemedikçe Nil denen kadın olması gerektiğini söylüyordu. '' Komutanım lütfen zorluk çıkarmayın! Lütfen bakın diğer hastalar da bekliyor'' '' İyiyim diyorum anlama zorluğunuz mu var?'' dedi kadına doğru. Bu ona Firuze ile ilk karşılaşmalarını anımsatmıştı. '' Baş hemşireyi yakaladık Nil hanım geliyor'' dedi beyaz önlüklü kız. '' Bakalım ona da böyle söyleyecek misiniz!'' dedi Nil en son pes edip karşısında ki dikilen askere bakarak. '' Çıkalım Murat'' dedi Alpaslan. Ama onlar daha arkalarına dönemeden tanıdık bir kadın sesi sardı çadırı. '' Eda askeri sedyeye al, serumu elimde. Kolu için de hemen gerekli malzemeleri getirin'' Alpaslan duyduğu bu tınıya emin olmak için kafasını kaldırdı. Nice hemşire görmüştü Tunceli de, hatta birini durdurup Firuze demiş sonra kızın sadece benzediğini görüp öfkelenmişti. Ne bekliyordu, Firuzeyi mi? İşte şimdi gerçek Firuzeyi görüyordu. Firuze elinde ki serumla kimseye bakmadan direk boş sedyenin oraya gidip eldivenlerini takarken oldukça sert bir tonda; '' Sizi bekleyemeyiz beyefendi! Onca hasta var serumları takılacak. Oturup bir kaç saat dinlenecek ve sonra da gideceksiniz! Çocuk gibi uzatıp durmayın! Moda oldu bu askerlerde de muaeyene olmama istekleri! Anladık en delikanlısı sizsiniz'' diyerek arkasını dönüp hedefine kısarak baktığı gözleri aldı. Dumura uğramıştı. Alpaslan mıydı o? '' Alpaslan'' diye fısıldayabildi sadece kendinin bile duymaya zorlandığı fısıltı ile. '' Firuze'' dedi Alpaslan hasret dolu bir sesle. Ah, kızın öfkesi gömdüğü topraklarda sulanmadan filizlendi. Aklına geldi Alpaslanın densiz densiz konuşmaları. Onu orada bırakıp gidişi, o anki buhram... Bir aylık kasvetli havası şimdi gözünün önünden geçti saniyelerce. Alpaslan ise onca aradan sonra onun artan güzelliğine şaştı kaldı. Hiç mi değişmezdi. Şimdi ikisi de aylar önce ki ilk tanışıklık mertebelerindeydi ama hisler aynı değildi. Firuze öfkesinin harlandığı gözlerini Alpaslandan aldı. '' Geçin sedyeye'' dedi Alpaslana. '' Firuze'' dedi Alpaslan. Nil hanım şaşkın bakışlarını gezdirdi ikisinde. '' Tanışıyor musunuz?'' '' Komşu kızıyım Nil hocam. Annesi komşumuz yani'' dedi ılıman bir tonda. İşte şimdi gerçekten komşu kızı olmuştu, bu Alpaslanı incitmişti yalan yok. '' Murat, nasılsın'' dedi Alpaslan sedyeye uzanırken Firuze ona sarılarak. '' İyiyim Firuze, seni burada görmek şaşırttı ama rahatladım. Gözümüzün önünde olursun'' '' Bende şaşırdım gördüğüme seni'' Alpaslan yoktu bu muhabbet içinde. Firuze Alpaslana bakmadan serumu takıp kolunu sıyırdı. Sürtünmüş derisi kalkmıştı. Etil alkol karışımı macunla mikrobunu kırıp kısa sürede tedavi etti kolunu. Elinde ki eldiven ikinci bir deri gibi olsa da hissetti sıcaklığını Alpaslanın. Gözlerinde ki yorgunluk hat safhadaydı. Öyle ki kıpkırmızıydı gözbebekleri. Uyuyamamış mıydı hiç? Kıyamadı ama öfkesi de dinmedi hiç. '' Bugün su değdirme, yarın gelirsin pansumana. Bir şey yok. Serumun hızlı yirmi dakikaya toparlarsın'' dedi ve yüzüne dahi bakmadan döndü. '' Jale hocanın yanındayım oradan da çıkarım ben hocam'' '' Tamamdır kuzum teşekkürler iyi akşamlar'' Yirmi dakika Alpaslan için ölümdü. Firuzeyi neredeyse bir aydır görmemişti ama şimdi on dakika gördü diye bir daha görmek istiyordu. Serumu bitip toparlanınca kalktı sedyeden. Montunu giyinip karargaha geçmek için dışarıya çıktı. Muratı aradı gözleri ama bulamadı. Firuzeyi gördü uzaktan. Şimdi tutup onu çekip kenara konuşmak için tam vaktiydi. Bir adım, iki adım üçüncü adımda durdu. Firuzenin gülen suratı ile nereye baktığına döndü. Bu, Hulusi komutanının bahsettiği Yüzbaşı Oktay değil miydi? Fotoğrafını görmüştü. Firuze adamın yanına ilerledi. Alpaslan ise onların yanına. '' Firuze!'' dedi öfke tınısıyla. Şayet Oktayın ve Firuzenin birbirine gülen yüzlerle bakması öfkelendirmişti onu. '' Bitti mi serum?'' dedi. Kafasını salladı Alpaslan. '' Tanışmadık, Oktay ben sizde ikinci kıdemli yüzbaşı?'' Alpaslan uzatılan ele baktı bir süre, istifini bozmadan elini uzattı ve göz dağı için sıktı elini adamın hatrı kalır bir acısıyla. '' Alpaslan!'' dedi sert bir tonu hakim kalırken. Oktay Alpaslan ismini duyunca acaba bu Firuzenin bahsettiği Alpaslan mı diye içinden geçirse de soru işaretini bir kenara bıraktı. '' Komutayı devrediyorum size, benim mesaim buraya kadar. Yarın bir toplantımız var sekiz gibi. Artık detayları orada konuşuruz'' dedi onun gibi mesafeli bir tonda. Bu adam kendisine neden böylesine kinle baktığını anlayamamıştı. '' Konuşuruz yüzbaşım!'' dedi. Oktay kafasını olumlu anlamda salladı ve ikisi arasında mekik dokuyan ela gözlere döndü. '' Çıkalım mı?'' '' Nereye!'' dedi Alpaslan. Firuze suratında ki öfkeyi ona göstermekten çekinmiyordu. '' Hesap mı vereceğim sana? Serumun bittiyse çok kalkıp gitmek istiyordun git şimdi nereye gidersen!'' dedi ve Oktayla birlikte ondan uzaklaştılar. Alpaslanın zehir zemberek gözleri bu ikisi arkasında öylece bakarken dank etti şimdi kafasına. Firuzeye aşık olmuştu. Bunun başka açıklaması yoktu olamazdı! Böylesine derin bir buhram içinde kalması ancak onun için aşk olabilirdi. Kızın elalarına resmen hasretti. Murat her gece Nazlıyla konuşup moralini diri tutarken kıskandı Alpaslan, anası dışında onu bekleyen kim vardı ki? İstedi, ilk defa ona olan duygularını görsün, onu beklesin, yareni olsun istedi. Yok, vaz geçmeyecekti Firuzeden. Gerekirse adamlığına bok sürdürtecek ama ondan vaz geçmeyecekti. Tabii ki onlar için her şey geç değilse. Firuze yüreğinde ki özlemi sonun da dindirse de öfkesi bir türlü dinmiyordu. Vaz mı geçiyordu bu adamdan. Çok dedi kendisine 'asla asla barışmam, hem zaten adam beni istemiyor, zaten olamayız' ama on on beş dakika önce onu görmesiyle 'şimdi gelse konuşsa, affet dese affetmez miydi' düşünceleri arasında gel gitliydi. Oktay ise hala şaşkındı. Firuzenin bahsettiği adam Alpaslan mıydı? Tamam yalan yok Oktay Firuzenin elalarından etkilenmişti ama kız bir adım atmazsa atmazdı tövbe billah. Firuze alımlı, etine dolgun güzel çekici bir kadındı. Yalan yok bir hoşnutluk vardı ama kızın içinde ki o ismi anlatmasıyla örmüştü duvarlarını. Arkadaş sıfatı adı altında ihanet etmekte istemediğinden Firuzeye gerçekten bir dost edasıyla yaklaşıyordu. Üçü de birden kader onlar için ağlarını örerken habersizce savruldular. Firuzenin gönlü Alpaslanda, Alpaslanın yüreği Firuze de Oktay ise arkadaşlık adı altında derinleşen duygulardan habersiz bir rüzgardalardı. Biri yada birilerinin kapılıp gideceği kesindi. Ama Alpaslan şundan emindi, buradan Firuzeyi almadan gitmeyecekti..
** UH! SÜRPRİZ! Bugün onca işimin gücümün arasında bir bölüm yazma isteği ile yanıp tutuştum. İşlerimi halletikçe aklım Alpaslan ve Firuzedeyken öyle kuru kuruya affettirmek olamazdı! Sürünsündü Alpaslan! Biliyorum sarı yellozu merak ediyorsunuz.. Şimdilik esenle kalın...
|
0% |