Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Giriş

@yaziyoruzing.com

3 Eylül 1999. Yer: Nevşehir, Saat: 06.05

“Hayır, yapma! Benim bir kızım var!”

Minik Vera aşağı kattan gelen çığlık sesine uyandı. Neler olduğunu anlayamamıştı. Odasına bakınınca tuhaf birşey göremedi, her şey yerindeydi; şatosu, bebekleri, oyuncakları, Ligtning McQueen arabası... her şey yerinde gibi duruyordu. Minik ayaklarıyla odasındaki kocaman pencereye yöneldi, dışarıda yaptığı kardan adam da duruyordu, hala lapa lapa kar da yağıyordu. O zaman bu çığlık da neyin nesiydi?

“Anne...? Baba...?” dedi Minik Vera merdivenleri inerken. Gözlerini ovuşturuyordu, hiçbir şey anlamıyordu; neden kimse ona cevap vermiyordu? Neden annesi ve babası onu duymuyordu? Yoksa babası evde değil miydi, yine nöbetçi olarak seçilip sabah 8’e kadar çalışacak mıydı? Bazen babası keşke doktor olmasaydı diye düşünüyordu. Çok başarılı bir doktor olduğu için hep nöbet tutuyordu.

Aşağıdan gelen çığlık sesleri durmak bilmiyordu; sanki birisi birini anestezi yapmadan ameliyat etmişti, onu acı çektirerek, kan kaybettirerek öldürmeye çalışıyordu. Sahiden, evine birisi mi girmişti? Evi bir sitenin en köşesindeki dairede, en üst kattaydı. Zaten onların kapısına gelen ziyaretçiyi umursamıyorlardı; onların umursadığı başka “önemli” insanlar oturuyordu bu sitede.

Sesler mutfağa geldikçe gürleşiyordu, daha korkutucu oluyordu. Peki, Minik Vera bu karmaşanın ortasında bugün onun 6. doğum günü olduğunu nereden anlayacaktı? Evet, Vera 3 Eylül 1993’te doğmuştu. Dün aslında çok heyecanlıydı... Bugün hayatının en kötü günü olacağını ve hep kendi doğum gününde o çığlıkları duyacağını ve hep o kanlı sahneleri kabuslarında göreceğini bilmiyordu ki.

Minik Vera mutfağın kapısına gelmişti, tam kapı kulbunu çevirecekken oldukça kalın, normal bir erkek sesinden daha farklı bir notada çıkan bir ses duydu. Evlerine biri gelmişti. Davetsiz misafirdi.

“Dünyanın nasıl çalıştığını benden iyi biliyorsun, Sera. Hadi ama, bu kuralları sen koydun bizim aksimize. Şimdi kendi koyduğun kuralları resmiyetleştirip, tek harfine inkar edenleri öldürürken, böyle günlerin geleceğini hiç düşünmedin mi? Ben sadece intikam alırım. İntikamı severim. Ne zaman geleceğini bilemezsin ama geldiğinde de buz gibi tadına katlanmak zorunda kalırsın. Isıtmazlar o yemeği, soğuk servis ederler ki can çekişsin. Benim mesleğim bu. Ben, bir vampir ve halkın ağzından düşmeyen o seri katil, bunlara inanır mıyım sanıyorsun? Çok komiksin Sera ama ben işimi yapıyorum. Sizin gibi şerefsiz, kendini insanlardan büyük gören o insan olmayan kesimi öldürüyorum. Bunu benden başka yapabilecek kimse de yok. Şimdi, sen söyle, bana o belgelerin yerini söyleyecek misin yoksa kapıyı mı açayım?” Bir dakika. Sera da kim?

Ama Minik Vera, Sera’nın annesi olduğunu bilmiyordu ki...

Kapı mı? Hayır hayır, bu adam, pardon adam tasviri yanlış olur, bu varlık kapının arkasındaki kendisinden mi söz ediyordu?

“K- Kapı mı?” diye sordu Sera, kapı kelimesinden ne anlaması gerektiğini anlamamıştı. Sesi de çıkmıyordu, Minik Vera onu duyamamıştı. Minik Vera tam sokak kapısına gelmişti, kapıyı açacaktı ki Sera denilen kadının, “Ka-kapıyı açar mı-mısın?” diyen güçsüz sesini duydu. Bu kadın kimdi, neden bu kadar salaktı; o herifin Minik Vera’nın içinden geçmekle kalmaz, hayatını bitireceğini öngörememiş miydi? Ama doğru duymuştu, Sera’nın “Kapıyı aç” dediğini kapının gıcırdamasından anlamıştı. Sera denilen kadının, hayatında yaptığı en kötü seçim olduğunu birazdan anlayacaktı. Minik Vera, Sera onu görmeden çekip gitmeliydi.

Sera baygın gözlerle neden Vera’nın adını bilmediği adamın ona böyle bir seçenek sunduğunu anlamak için açık kapıya baktı. Ağlaması uzun sürmedi. Ama Minik Vera gelmeden önce ağlamıyordu, şimdi neden ağlıyor? Yüzündeki kan, gözlerinden akıyor gibi gözüküyordu. 6 yaşındaki bir çocuğun kaldırabileceği bir manzara değildi. Sera’nın üstü başı yırtık, sandalyeye bağlı, bilekleri mosmor olmuştu. Eline cam batmıştı. Arkasındaki adam anneme ne yapmıştı? Bacaklarına kadar her yerinde mor ve sarı karışımı lekemsi şeyler vardı. Sera, sen nasıl bir bok çukuruna battın? Kendi çocuğuna senin adın olmayan bir isimle nasıl tanıttın?

Minik Vera annesinin solgun tenine odaklanınca annesinin tir tir titrediğini ve üşüdüğünü anlamıştı. Hemen odaya koşup annesinin üstüne evdeki en kalın battaniyeyi sarmıştı. Annesine o an kurduğu son cümlenin farkında değildi. Annesine, “Anne, buz gibi olmuşsun... Bir daha asla üşümeyeceksin!” demişti. Vera onu ısıtacaktı, asla üşümesine izin vermeyecekti. Arkasındaki adamın, “Hazır mısın?” diyen sesiyle Minik Vera karanlığa çekilmişti. O günden sonra bir daha ne annesini, ne de o garip adamı görmüştü. Kalktığında odasındaydı; yanı başındaki saate baktığında saatin öğlen 12.30 olduğunu gördü, doğduğu saatti. Artık resmiyen 6 yaşındaydı. Babası yanı başındaydı, dağılmıştı. Minik Vera o zaman anladı, annesini bir daha göremeyecekti, duyamayacaktı. Yataktan kalkıp babasına sarılıp, “O iyi.” dediğinde babası daha çok ağladı. Babasının aslında neye ağladığını yerdeki neon pembe, üzerinde “Günlüğüm” yazan defteri gördüğünde anlamıştı. Babası onun günlüğünü okumuştu. Kızının hayallerini okumuştu. Okurken kızının bir bir nasıl yıkılacağını anlamıştı. Vera’nın güzel günlüğü... artık nerede olduğunu bilmediği günlük. Vera’ya annesinden kalan tek hatıraydın, nereye gittin? Vera seni unutmak üzere... kimle olduğunu söylesen?

Yoksa o kendini ‘seri katil’ olarak adlandıran, annesini kaçıran adam mı aldı günlüğünü?

3 Haziran 2016. Yer: İzmir, Saat: 08.00

Alarmım çalıyordu. Neden alarmım çalıyordu, bugün cumartesi değil miydi? Şakasın, hayır, işe geç kaldım! Bugün cumartesiydi, evet, doğru ama bugün işim yarım gün çünkü imzalamam gereken belgeler vardı. Kendimin salak olduğunu bir kez daha anlamış bulunmaktayım.

Acaba işi assam mı? Ben ne saçmalıyorum, kendine gel Vera! Hay ben imzalamadığım o belgelerin ağzına edeyim!

Sızlanmak yaramıyor ya. Aha bekle, ben belgeleri dün akşam imzalamış mıydım? Salak Vera, daha dün ne yaptığını hatırlamıyor musun, geri zekalı!

Hemen koş ve o masanın üstünde olup olmadığına emin olmadığın belgere bak, hemde şu anda, şu saniyede!

Hemen koşup çalışma odamın kapısını çatküt açtığımda belgelerin okunmuş ve imzalı olduğunu gördüm. Yaşadığım 23 yıl 8 ay boyunca ilk defa kendine hayırlı bir iş yaptın Vera, artık geri uyuyabilirim! Hemen yatağa fırladım. Yatar yatmaz uykuya daldım. Dün akşam ne yorulmuşum be. Sahiden, dün akşam ne olmuştu? Ben niye bu kadar yorgunum? Kesin B12 lazım bana.

2 Haziran 2016. Yer: Kordon/İzmir, Saat: 22.00

Kordon’a, belge imzaladıktan sonra hava almak için gelmek gibisi yok. Bence çok güzel bir mola oldu. Hemen yandaki balık restorantlarından birine oturup bira tabağı söyledim. Ben kaç saattir belge imzalıyordum? Sanırım 4 saat oldu. Vay be, 4 saat belge mi imzaladım? Kendimi tebrikk ediyorum, aferin Vera, rekorunu kırdın. Artık kendini ödüllendirebilirsin.

Garsonlardan biri bira tabağını getirirken bana bakakaldı, tabii ben fark etmedim ama bu gelen en yakın arkadaşım Selin’di. Selin’in, “Vera? Burada ne işin var?” diyen sesini duyunca kadamı kaldırdım. “Asıl senin burada ne işin var? Yoksa geçen girdiğin işten atıldın mı?” sırıttım. Tabiikide suçlanmayı sevmediği için “Yok ondan ben ayrıldım. Müdürüm sandalet ve çorapla işe geldi. Kadın sandalet ve çorapla işteydi. Cinnet geçirdim Vera, sandalet ve çorapla holding binasına gelinir mi? Böyle mükemmel zengin özel okul veledi kesimini anlamıyorum.” Ters ters bakmaya başladım. Küçükken aynı özel okuldaydık ve sınıfın en şımarığı oydu, başkalarına bunu söyleyecek yüzü nereden buluyor? Ciddi misin Selin? Kadın sandalet ve çorapla geldiği için işten mi ayrıldın? Ne kişilikler var arkadaş!

Selin bira tabağını önüme koydu ve sohbet etmeye başladık. En son 5 gün önce görmüştüm kızı, başına gelmeyen kalmamış anladığım kadarıyla..?

“Ya o adamı görecektin sen. Var ya o herif benim cüzdanımı yolun ortasında çaldı dibinde de polis vardı, hemen tutuklandı! Sonra ifademi falan aldılar şikayetçiyim dedim, adam cüzdanımı çaldı başkasınınkine yapmasın diye şikayetçi oldum, sonra adamı gözaltına aldılar derken...” Biri bu kıza susması gerektiğini söylesin. “...bir de ne gördüm biliyon mu şen? Ben Mehmet Abi’yi gördüm, adam mahkemelik olmuş. Neyse başlatmayalım Mehmet Abisine, adamı gözaltından çıkardılar falan yarın mahkeme var anladığım kadarıyla adamın sicili zaten ohoooo, yaz yaz bitmezliktenmiş ondan büyük ihtimalle hapiste. Veracakcekcıkcikcokcökcukcüğüm, bir hayırsızdan daha kurtulduk. Eeee senden n’aber?” Bi dakika, ne dedi bu salak?

Veracakcekcıkcikcokcökcukcüğüm. Vay anasını sayın seyirciler.

“Selinciğim, dediğini tekrar eder misin?”

“Veracakcekcıkcikcokcö-” kıza şimdi oturdu.

Selin hemen savunmaya geçerek, “Ay ben özür dilerim...” dedi. Ben kızı suçlamadım ya, ne özürü! Kesin bir şeyler dönüyor.

“Kızım ben sana kızmadım, hadi anlat bir şey olmuş çok belli.” Selin ben hemen bunu söyledikten sonra gözlerini kaçırdı. Neden gözlerini kaçırmıştı? Selin bunu tanıştığımızdan beri 3 kez yaptı. İlkinde ailesini katletmişlerdi ve nedenini sormuştum. İkincisinde de benim annem kaçırılmıştı, beni teselli edemeyeceği zaman yapmıştı. Şimdi, ya birileri öldürüldü ya kaçırıldı veya... ah hayır. Düşünmek istemiyorum.

Selin ne düşündüğümü anlayarak hemen beni teselli etmeye çalıştı. “Canım düşündüğün gibi bir durum yok. Kimseye bir şey olmadı, merak etme. Bundan sonra olmasına izin vermem, veremem. Başka bir şey oldu. Ben...” Selin duraksadı, konuyu değiştirdi. “İçki lazım bana. Biraz içki almaya gidiyorum, bak senin hesabına yazarım yoksa benim maaşımdan keserler. Bunu söylemek için sarhoş olmam lazım. Seinin de unutmak için sarhoş olman lazım. Ben viski ve biraz daha alkol alırken sen burda söylediğin ve emekle yaptığım güveci yiyeceksin, tamam mı?” Başımı sallamakla yetindim.

Selin gideli ne kadar olmuştu bilemiyorum ama bira tabağını bitirmiştim, hatta bitireli yarım saat olmuştu. Selin nerede kalmıştı? Mutfakta kafasına mı dikmişti içkileri? Cevabımı Selin sallana sallana neredeyse kusacak bir ifadeyle ağzına kadar dolu 3 içki şişesi ve bomboş bir viski şişesi ve iki bira şişesi getirince anladım. Viskiyi kafasına dikmişti. Bu kız günde 5 vakit namaz kılan hatta “Neden 6. vakit yok?” diyen imanlı insanlardandı. Bu kızın bu kadar içmesi için en yakın arkadaşlarından birinin asacak kadar büyük bir şey olmuş olması lazım. Sıkı ağzı beni şaşırtıyor doğrusu.

“Selin... neden bu kadar abarttın?” dediğimle gülmekle yetindi, sonra, “Hesabın 2.000’den daha yüksek gelecek, sana ödemeyeceğim. Söyleyebilecek kadar...” duraksadı, ağaca baktı ve tekrar devam etmeyi denedi “sarhoş olursam... nedenini anlarsın.”

Selin’in neden ağaca bakıp duraksadığını anlamak için kafamı döndüğümde hiçbirşey göremedim. Selin neyden bahsediyordu tam olarak? Yoksa ben mi kıtım ki anlayamıyorum?

Hemen Selin’e bakıp, “Sorun değil canım, benim sana çok borcum var zaten. Ödemiş oldum sayalım, olur mu?” dedim. Selin başını sallayıp kendini adeta sandalyeye fırlattı. Mekan tıklım tıklım olmuştu. Selin’in sandalyesinin arkasındaki sandalye doluydu, yanlışlıkla adamın sandalyesini ittirdi. Adam dönüp Selin’e baktı, sonra bana döndü. Erkeklerin “Güzel Parça” olarak adlandırdıkları kadınlardan olmalıyım ki hoşnut birkaç mırıltı çıkardı. Sonra tekrar Selin’e baktı, Selin’i süzüp bana döndü. “Bir ezik garsonla arkadaşlık mı yapıyorsun? Çok sarhoş bu, daha kaliteli arkadaşların olabilir. Mesela ben. Beraber kalite zaman geçirebiliriz bebeğim. Sen ve ben. Ben sarhoş da olmam, insanların sınırları içerisine de girmem.” Bana hoşnut bakışlar atmaya devam ederken dışarıdan nasıl göründüğümü merak ettim. Acaba benim umursamaz ve iğrenme dolu bakışlarımı görüyor ve anlıyor muydu?

Adamı cevapsız bırakıp Selin’e baktığımda adamın kafasını itmişti ve adam yerine kendisi görünüyordu. Bir açıdan bakınca Selin’in adamın dediği kadar sarhoş olduğunu anladım. Haytında ilk defa bu kadar sarhoştu. Adam bunu bile bilmiyordu. Selin’i kırmıştı ama adamı görmezlikten gelip Selin’e “İyi misin?” diye sordum. Olumlu bir cevap bekliyordum ama kafasını can sıkıcı bir yavaşlıkla sağa sola sallayınca neden kendini bile bile bu kadar sarhoş ettiğini merak etmemek elde değildi.

Selin, canım, sen ne öğrendin?

Selin’in söyleyeceğini sadece benim körkütük sarhoş olduğumda ve yarın, bugün olanları hatırlayamayacak kadar sarhoş oluncaya kadar bana anlatmayacağını biliyordum. Bu yüzden hemen masadaki viskiyi alıp normalce içmek yerine bir bardağa doldurup kafama diktim. Yanlış seçimler yapmayı bırakmalıyım.

Selin bir anda kahkahalarla gülmeye başladı. “Öğrenmek için bu kadar hevesli olduğunu sanmıyordum. Öğrendükten sonra pişman olacaksın Veracığım, bence vazgeç.” Selin bu kelimeleri söylerken ikide bir duraksıyor ve kelimeler birbirine giriyor, harfleri yutuyordu. Körkütük sarhoş olmuştu Selin, yarın hiçbir şey hatırlamayacaktı, istese de istemese de.

Sanırım viski beni de çarpmaya başlamıştı, zaten çok alkol içen biri değildim, Selin gibi arkadaşlarım sağ olsun bir yudum içemiyordum. “Selonciiiik, anlatacak...” Sanırım kusacağım.

Öf hayat, daha bir bardak içmiştim!

Selin’e benim de körkütük sarhoş olduğum düşünce duraksadı, sonra öncekinden daha sesli bir şekilde gülmeye başladı. Bende kahkaha atıyordum. Herkes neden bize bakıyor ya?

Selin’e sarhoş olduğumu daha çok inandırmak için bu sefer viski şişesinin çeğreğini diktim. Kafam gitti desem yeridir.

Selin ben viskyi dikerken mümkünmüş gibi daha sesli gülmeye başladı. Ben de mide fesatı geçirirken öylece masaya bakıyordum. Jeton bana geç düştü, Selin’inkiyle yarışır şekilde kahkaha atmaya başladım.

Eyy hayat, bana böyle imanlı ve neşe dolu bir kul arkadaş verdiğin için bin şükürler olsun! Sanırım kusacağım.

Bir anda Selin gülmeyi bıraktı ve aklına bana söyleyeceği şey geldiği için hüzün oturdu bakışlarına. Anlayamıyordum, anlamak istemiyordum. Ne söyleyecek bu kız? Hayatımda kızı 3. ciddi görüşüm desem yeridir ama önceki ikisini, gözlerini kaçırdığı zamanı açıkladığım gibi açıklamayacağım. Hadi kıyamadım, belki sonra söylerim.

Selin bakışlarını kaldırdığında gözlerinde neyi görmeyi umut ettiğimi bilmiyordum ama bana hayatın benden nefret ettiği ve insanlar tarafından söylenen sözlerin gerçek olmadığını söyler gibi bakmasını beklemiyordum.

“Selin...? Hayırdır kızım, muhteşemliğim karşısında donmuş kalmış gibisin.” Kıkırdadım. Gergin ortamı bölmek istemiştim ama daha da gerilmişti Selin. Gözlerinde ne gördüğümü biliyordu, buna rağmen aptala yatıp ortamı gevşetmeye çalıştığımı da biliyordu.

Selin’in, “Vera...” diyen sesini duyunca kendime geldim. Sesi titremişti. Selin, bana karşı her konuda her zaman dürüst olmuştu, duyguları dahil. Selin’e ne olmuştu? Bana ne söyleyecek, bana ne olacak? Öğrenmek istemiyorum.

“Vera... Ben... bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum.” Sarhoş gibi konuşmuyordu. Az önce körkütük sarhoş değil miydin sen Selincik ya?

“Selin. Söyle gitsin.” Güven vermek için elini tuttum.

Selin derin bir nefes aldı. Alt dudağı titriyordu, hüngür hüngür ağlayacaktı. Selin bir derin nefes daha aldı ve yerinde titredi. Yerinde titremesi içimde bir yerleri parçaladı. Ufacık, kürdan gibi olduğunu yeni fark ettim. Çok zayıflamıştı, hemde çok. “Vera...” bir derin nefes daha çekti içine. “...ben annenin nerede olduğunu öğrendim. Benimkinin de nerede olduğunu öğrendim. Vera, hiçbir şey sandığın gibi değil. Seni arıyor. Her yerde. Milim milim. Serkan’a ulaşmayı başarmış, bulamadığı şeyler sadece çalıştığın yerin adresi, evinin adresi, telefon numaran, şifrelerin ve yakın çevren. Beni de arıyor. Burayı terk etmemiz lazım, Vera. Doğduğun hastaneye kadar öğrendi. Sadece sıraladıklarımı bilmiyor ve onlara da yakında ulaşır. Evine çok yakın bir yerde ev tutmuş, seni görmediğin için şanslısın. Valizini topla, yarın onun aklına bile gelmeyecek bir yere, Gümüşhane’ye gidiyoruz.”

Kalbime bir ağırlık oturdu. Kimden bahsettiğini o da ben de biliyorduk.

Loading...
0%