Yeni Üyelik
12.
Bölüm

Bölüm On İki

@yeagereen

(Kitabın kapağını güncellemek istedim sonra foto yüklenmeyince saçma bir hâle geldi nolcak bilmiom)

Üzgün ve ruhsuz bir selamla hoşgeldiniz

∞∞∞∞∞

 

Salonun buz gibi zeminine yatarak yapbozla uğraşırken kafam öylesine doluydu. Ayrıca parcalar ya çok koyu ya da bembeyaz olduğu için birleştirmek gerçekten zordu. Yapamamak ayrı bir sinirime dokunuyordu.

Dün akşam babamla konuşmamızdan sonra uykum var diyerek yukarı çıkmış bay çok gizliyi sorar bakışlarıyla aşağıda bırakmıştım. Sabahtan ise kahvaltı için kapımı tuklattığında uyanık olmama rağmen ses vermemiş saatler sonra odamdan çıkıp yapbozun başına geçmiştim.

Babamla konuşmak iyi gelmişti ne yapmam gerektiğini öğrenmiştim evet, ama nereden başlasam bilemiyordum. Kişiliği hakkında pek bir bilgiye sahip değildim, emin olduğum tek şey onunla aynı çatı altındayken birşeyleri saklayabileceğim biri değildi. Adam beni bir kitapmışım gibi okuyor, aramıza çekmeye çalıştığım duvarları yerle bir ediyor, ağzımdan çıkacak her kelimeyi ise zaten biliyor gibi bakıyordu.

Hızla merdivenleri çıkarak kata ulaştığımda banyodan duyduğum mekanik sesle hemen koşup kapıyı tıklattım. Anında "Gel" cevabını alırken şaşırsamda kapıyı aralayıp kafamı boşluktan soktum sadece.

Gözlerim hafif buharlı banyoda gezindiği sıra lavabonun önünde gördüğüm şeyle donakaldım. Mirza çırılçıplak üstüyle beqlava şov yaparken asıl şovun görünmemesi adına belini sıkı sıkı saran gri bir havlu bağlamıştı.

Bakışlarımı havludan uzaklaştırıp yüzüne ulaşması için çabalarken yaptığı işle 'ben burdayım' diye bağıran kol kaslarına takılmıştım bu kez. Lakin onlara baktığım an edepsiz rüyamın ateş bastıran sıcaklığı yanaklarıma vurmuştu.

O iri heybetinin hakimiyeti bedenimde bir yıkım başlatırken yaşadığım hazzı, içimi nasıl dolduruşunu, göğüslerime yaptığı tatlı işkenceyi hatırlamak uçlarımdan ayak parmaklarıma kadar sızlatmıştı. Yüzüne bakamayacağımı anlayarak bakışlarımı mermer zemine indirdim. "Çıplaksan niye gel diyorsun sen!" diye kızarak gözlerimi kırpıştırdığımda ilk kelimemde kekeleyeceğim diye korkmuştum.

Mirza yanaklarında gezdirdiği traş makinesinin hareketini durdurarak oldukça yapay bir tepkiyle bedenini bana çevirdi. "Ah ben seni Yavuz sandım, afedersin."

At yalanını seveyim inananı.

Bayağıda biliyordu ben olduğumu. "Uydurm-MA!" diye ona dönecekken zor tuttum kendimi.

Tasvir edilemeyecek bir kıkırtıyla güldüğünde sinir tepeme tepeme zıplıyordu. "Tamam, aynadan tepkini izliyordum ama banyodayken çıplak olabileceğimi düşünerek kapıyı tıklattığını sanmıştım."

Anlamlı anlamlı konuşmasıyla sinir olmuştum. "Yahu ya sabır" diye söylenirken adımı seslendi. "Ilgın"

"Ne var?"

"Oraya bir koltuk mu döşesek?"

"Ne diyon be!"

"E ayakta kaldın güzelim, tabi içeri gelip bana yardım edesin varsa o ayrı"

Haklıydı. Ben neyin derdime dikiliyordum burada. Kapıyı hızlıca kapatım giderken ağzımda birşeyler gevelemiştim. "Üstünü değiş gel"

Garip bir dejavu hissiyle sulanan beynimi anlayamıyordum. Ayrıca ne zamandan beri zirveyi taşıyan bir azgınlığım vardı? Ona baktıkça rüyam aklıma geliyordu.

Basamakları hızlı hızlı inerek aşağı indiğimde kendime gelme umuduyla bedenimi koltuğa attım. Bir süre söyleyeceklerimi düşünürken boş bakışlarımla tavanı seyrettim öylece.

Merdivenden gelen ayak tıkırtılarıyla geldiğini anlarken bu kadar hızlı gelmesi şaşırtmıştı. "Eee, ne oldu da benimle konuşasın geldi bakalım?" demesiyle yüzümü ona çevirdiğimde üzerine gri, bisiklet yaka bir sweatshirt, altına da siyah bir eşofman giymiş, saçlarının ıslaklığıyla uğraşmadığını belli eden haliyle L koltuğun diğer ucuna oturmuş olduğunu gördüm. İkimizde benzer şekilde giyinmiştik. Düz ev haliydi işte.

"Yemek yiyelim. Sonra alışverişe gidip kişisel eşyalarımı tamamlayacağım. Ayrıca odamın kapı anahtarı da yalnızca bende olmalı, sınırını aşmadığın sürece sohbet edebiliriz. Hatta bana kendini anlatırsan çok sevinirim." diye sıra sıra isteklerimi söylerken aklımdakileri yokladım. "Unuttuğum bir şey olabilir, hatırlarsam eklerim."

Geniş kollarını rahatça iki yandan koltuğa bırakmışken kaşlarını kaldırıp ima ile baktı gözlerime. "Ne o, gitmek için ki çabaların son mu buldu?"

"Evet." Amacıma ulaşmak için bana olan zaafını kullanacak, bilgi toplayacaktım. Bu sırada onunla ilgili zihnimdeki tozları silkelemiş olurdum belki. Bir taşla iki kuş.

Yüzünden hiç eksilmeyen gülüşü ürkütücü tabirine uyacak boş bakışlarıyla birleşirken koyu kahveleri yüzüme çıktığında "Sebep?" dedi.

"Babam." dedim hiç uzatmadan. "Ne yapmam gerektiğini söyledi.

"Hım öyle mi?" diye mırıldanır bir sesle konuştuğunda kafasını kucağına eğdi, ardından kaldırıp merakla sordu. "Ne söylemiş sevgili baban?"

"Uygur geldi seni kaçırdı, bir süre daha orada kal, bilgi topla. Kendine dikkat et. Öncesinde aldığın görevlere benzemez, Uygur tehlikeli, demekti. Yani kısaca seni tanımam, döndüğümde öğrendiğim tek şeyin herkesten gizlediğin o 'yakışıklı' yüzünün olmaması gerekiyor." diye soluksuzca konuştuğumda babamın şifreleyerek söylediği şeyi ona açıkça dememe inanmıyor gibi bakmıştı. Ama ne düşünmek isterse istesin söylediklerim harfiyen doğruydu.

"Hımm, beni tanımak istiyorsun?" diye mırıldandı daha çok kendi kendine.

"İstemek denemez tam olarak." diye burun kıvırdım.

Dudağının sağ kenarı kıvrılırken "Yani çok istiyorsun" dedi pişkince.

"Hayır görevim be-" diye itiraz ederken lafımı keserek söylediğiyle boş bakışlarım yüzüne ulaşırken içimden sıralı küfürlerimi saydırarak gözlerimi üzerinden çektim. "Anladım benim için ölüp bitiyorsun."

Konu bitip giderken kafamdaki tilkilerle hülyalara dalmıştım. Taki tekrar konuştuğunu işitene dek. "Halılar çok mu güzel?"

Anlamaz bir ifadeyle kaşlarımı çattım. "Ne?"

"Az önceden beri üç saniyeden fazla yüzüme bakmıyorsun giyindim işte takılma bu kadar" diye içtenlikle söyledi.

"Ne alakası var? Sanki hiç mi kas görmedik." diye savunmaya geçerek cümlesinin aksini kanıtlarcasına acı kahvesi gözlerinin içine içine bakmıştım hemmen.

"O zaman ne? Yoksaaa," diye koltuktan destek alan iri kolunu kaldırıp baş parmağını çenesine koydu düşünür gibi. Bir kaç saniyenin ardından birden başını kaldırdığında. "Hakkımda yetişkin içerikli şeyler mi düşünüyorsun?"

"Ne? Ha-hayır! Saçmalama." diye aptal bir panikle karşılık verdiğimde yine bana o gözlerle bakıyordu. Tozlanmış bir kitapmışımda, hafifçe üfleyerek cümlelerimi okuyor gibi.

Mirza tam üç kez kırpıştırdı kirpiklerini şaşkın şaşkın. Sonrasında "Şaka yapıyordum, ama, sen gerçekten düşünmüşsün" dediği gibi koca bir kahkahayı saldı ortamıza. Karşımda deli gibi gülerken sinir oluyordum. Ayrıca neden düzgün konuşamıyordum onun yanında.

Gülüşlerinin arasından "Ne oldu rüyana falan mı girdim?" diye eklediğinde direkt "Hayır" hayır demiştim. Az önce zorlukla dindirdiği kahkahasını bu kez gözle görülür şekilde tutmaya çalışırken elini dudaklarına bastırıp bir süre bekledi.

Nihayet ciddileşeceğimizi düşünürken söylediği cümle kanı beynimde zıplatmıştı. "Üç gün uyuman ondan mıydı?"

"Hıhı aynen ondan." diye terslediğimde arkasına yaslanarak sırıttı. "Bende gördüğün potansiyel egomu okşadı papatya ama emin misin üç gün konusunda? Ölebiliriz de"

"Azer Mirza Uygur!" diye ilk kez adını seslendiğimde tam gözlerime baktı. Deja vu hissi bugün ikinci kez benliğimi sararken devam ettim. "Sus artık!"

"Hiç değişmemişsin" demesiyle ona atabildiğim en uyuz bakışı fırlattığımda tepkime nahoş bir ifadeyle gülümseyen dudaklarına eliyle yapay bir fermuar çekti.

"Ne değişeceğim be, neysem oyum." diye ettiği cümlesine altta kalmamak için ters bir cevap vererek salonun ucundaki yapbozuma yürüdüm. Bir süre daha buralarda olacağım görünüyordu, yapmazsam içimde kalırdı. Ortaya ne çıkacak merak ediyordum.

.

.

.

Mirza mutfağa girdiğinden beridir neredeyse yarım saat geçmişti ve ben bir parça bile yapamamıştım. Üstelik çok acıkmıştım. Ve sanırım acıktıkça kokular burnumda tütüyordu. Koskoca dört gündür ancak yaptığım bir kaç parçaya ters bakışlar atarak oturduğum yerde geriye doğru belimi kütlettim. Çıkan kütürtüler bir "Ohh" çekmeme sebep olurken üflediğim nefesim hızla bir engele çarptığında yüzüme geri dönmüştü.

Hızla gözlerimi araladığımda yine sınırlarımda at koşturan Mirza tersten yüzüme eğilmişti. Sabır çekercesine bir soluk verip sırtımı bacaklarının arasından yere atıp sağ ayağımla bir tekmeyi savurduğumda hızlı bir hamle yaparak ayağa kalkarak doğrulmuştu. Lakin tekmemin hedefi zaten kafası değildi. Bacağımı biraz kendime çektiğimde kasıklarına yediği darbeyle iki büklüm eğilmişti.

Uzandığım parkede kayarak ondan uzaklaştığımda "Mesafeni koruman gerektiğini ne zaman öğreneceksin acaba?" diye söylendim ondan yana asla bakmazken.

Muhtemelen malum bölgesinin acısından geberirken "Pa-pat-ya" dedi hece hece. "Bu yaptığın kendi bacağına sıkmak değil mi?"

Cümlesinden ilk başta bir anlam çıkaramasam da ettiği imayı anladığımda hızla ona dönüp yumruğumu sıktım. Yok bu adam dayak arsızıydı.

Havaya kaldırdığım elimi tutup çekerken "Gel" dedi. Boynuna astığı lacivert mutfak önlüğüne baktığımda kahvaltının hazır olduğunu anlamıştım. Elimi ondan kurtarıp mutfağa girdiğimde pek de enteresan bir görüntü yoktu. Mafyalardan beklentim çay, kızarmış ekmek, menemen ve patatesli yumurta değildi. Zaten adam uzaylı, sen yiyebil diye özel yemek hazırladı bu herif.

İç sesimle ufak bir hasbihal yaparken sandalyemi çekip oturmuştum. O da karşıma yerleştiğinde çayından bir yudum almıştı önce. Bende tam içecekken durup göz ucuyla onun bardağına baktım. Kendi bardağımı önine bırakıp onunkini alırken bakışları kısılmıştı hafifçe. Ama bir tepki de vermemişti.

Menemeni tabağına aktarmak yerine direkt ortadan yediğinde bende aynısını yaptım. Yumurtayı da aynı şekilde yemeye başladığımızda Mirza derdimi çoktan anlamış gibiydi.

Yemek epey sessizce ilerlerken içim kıyılmıştı sıkıntıdan. Şöyle bir mutfağa göz gezdirdiğimde tezgahta duran tabletle bakıştım. Ayaklanıp masaya getirdiğimde ikimizinde görebileceği bir açıda ayarlayıp ekranda halihazırda açık olan canlı haber yayınına tıkladım.

Bir kızarmış ekmeği krem peynir ve reçel kombosu yaparak büyük ısırıkla şereflendirdiğimde "Yine gündemi sarsan bir kadın cinayeti," diye konuşmaya başlayan kadın ile lokmam ağzımda kalmıştı. Yine kelimesi, bu duruma alışılmış, neredeyse normalleşmiş olması kanımı donduruyordu.

Mirza'nın tablete uzandığını fark ettiğimde "Kapatma, dinlemek istiyorum." diye konuştum dolu ağzımla. Israr etmeden yemeğine döndüğünde onun da lokmalarının yavaşladığını hissettim.

Dirseklerimi masaya yaslayarak habere kulak kabarttım sessizce. "Vücudu parçalanarak vahşice katledilen iki genç kızın ve ailelerin acı çığlıklarının ardından intihar eden katil zanlısının ardından öğrendiğimiz bu yeni habere inanmak oldukça güç sayın izleyiciler."

Ağzımda durdukça büyüyen ekmeğe katlanamıyor ama tüküremeyeceğimden de ondan çaldığım çayıma uzanıp yutmamı kolaylaştırması adına birkaç yudum içmeyi denedim. Bu sırada karşımdaki adamın keskin ve ilgili bakışları her bir hareketimi pür dikkat takip ediyordu.

"Tüm bu vahşet yetmezmiş gibi üstüne bir canilik daha ekleniyor. X ilinin x ilçesinin x köyünde gerçekleşen bu olayda kurbanımız iki yaşında bir bebek. Doğru duydunuz, bebek. Şiddet sebebiyle hastaneye getirilen bebeğin cinsel istismara uğradığı tespi-" sunucu kadının titrememek için direnen sesiyle anlattığı bu hadisenin ardından bir öğürtü boğazımdan kaçtığında iki elimi de hızla ağzıma bastırarak ayaklandım hızlıca.

Üst kat. Lavabo. Lavaboya gitmem gerek.

Mutfaktan çıkmak için hareketlendiğimde bir kuvvetle kolumdan çekildiğimde bahçeye çıkan balkon kapısından dışarıya ilerlerken bir öğürme daha geldiğinde az önce yediklerimin ağzıma gelmesi uzun sürmedi. Çıplak ayaklarıma değen çimler ile kendimi bırakıp yere çöktüğümde tırnaklarımı toprağa geçirmiş, içimde ne var ne yok çıkarmıştım.

Kusmanın etkisiyle dolu gözlerim bir buğuya sahiplik ederken omzumda hafif bir baskı hissetmiştim. Yanıma eğilerek bedenimi yana çevirip ne zaman getirdiğini bilmediğim sürahideki suyu avuçlarıma döktüğünde yavaşça yıkadım ellerimin kirini. Su bittiğinde bir kaç hışırtının ardından bir ıslak mendili yüzüme sürttüğünde benim için beklenmedik olmuştu. Kendim de yapabilirdim.

Düz ifadesiyle şaşırtıcı şekilde tiksinmeden yüzümü silen adamın gözleriyle kendiminkileri bağladığımda elinin hareketi durdu. "Bakma şöyle, bana olmadık şeyler yaptıracaksın."

"Be... Bebek dedi. Ben yanlış duydum değil mi?" diye öyle olmadığını bile bile sordum.

Bir cevap alamazken elindekini atıp yeni bir mendil çıkardı. Duyduklarından zerre etkilenmemiş gibi dimdik duruyordu halen, benim aksime.

Aklımda yolunu şaşıran düşünceler çılgınca koşuştururken koskoca bir kördüğüm oluşmuştu. Benim görevlere gitmem gerekiyor. İşimi yapmam gerekiyor. İçimi rahatlatmam lazım. Vicdanıma kayıtsız kalamıyordum.

Yakama damlayan lekeyi silerken "Eve gitmem gerekiyor." dedim dan diye.

"Mümkün değil." dedi taviz vermeyen bir tonla. Mendili sertçe sürtüp kenara attığında ayağa kalkmam için elime uzandığında ilk kez geri çekilmeyip tutundum ona. Yürüyebilirdim elbette ama biraz yakınlık ikna olmasını kolaylaştırabilirdi.

"Seni ifşa etmeyeceğim, söz veriyorum." diye ısrar ettim.

"Bunu onu kaçırdığımı iddia eden kadın diyor." diye ağzının içinde gevelediğinde sözümün etkisi olmadığını anlamıştım.

Adım atmayı kesip durmamızı sağladığımda "Geri döneceğim." dedim. "Fişini çekeceğim adamların dosyalarını alıp döneceğim."

Bakışları kısıldığında ikna olduğunu düşünürken sözleriyle tam bir hayal kırıklığı yaşamıştım. "Olmaz Ilgın, oraya gidemezsin. Ne kadar döneceğini söylersen söyle, onlar seni bırakmazsa hiç bir şey yapamazsın."

Konuşmanın devamını merak etmediğimden küçük bir öksürükle tatsız boğazımı temizledim. "Ama ben yapabilir miyim demedim." İlk kez insan gibi konuşmayı denemiş ve başarısız olmuştum. Üstelik... Üstelik ona, ondan izin aldığımı düşündüren neydi anlayamıyordum. Çenemi kaldırıp yüzüne baktığımda sert bir tavırla konuştum. "Sadece yapacağımı söyledim. Oldukça anlaşılır değil mi?"

Bana bezgin bir bakış attığında istemeye istemeye konuştu. "İşte bunu diyeceğini de bildiğim için seni tutmam. Ama bana beni ifşa etmeyeceğinin teminatını vermeni istiyorum."

Direkt en mantıklı fikri sundum. "Anlaşma imzalayalım?"

"Ya da şöyle yapalım, eğer ifşa ettiğini öğrenirsem seni gerçekten kaçırır hiç hoşlanmadığın cezalara baş vururum ve inan bunu yaparken hiç çekinmem. Ama sorunsuz bir şekilde dönersen sorduğun her soruya cevap vereceğim." dediğinde cezadan kastının ne olduğunu düşünmeye çalıştım.

"Yalnız buna anlaşma değil tehtit denir."

Hafif güler gibi olduğunda "İşine gelirse." dedi.

Elimi uzatıp "Onaylandı." derken o da elini uzatıp belli bir ciddiyetle sıktı. "Oldukça makbul."

Anlaşmayı halletiğimize göre hazırlanmam gerekiyordu. Elimi halen sıkan parmaklarına baktığımda kurtarmaya çalışırken birden üzerime eğilmeye başlayınca "E imzaları atalım." diyerek dudaklarıma yaklaştı.

Hemen kenara kayıp parmak ucumla yüzünü ittiğimde "Söz senettir, imzaya ne gerektir?" dedim. "Yok sana imza."

 

∞∞∞∞∞

Son bir kaç gündür olanlar gerçekten can yakıcı. Bizim birey olarak bir başımıza yapabileceğimiz bir şeyler var elbette ama bu yeterli değil. Yetkililerin yapması gerekenler var. Mesela işlenen suçların cezası bir iki ay hapis değil, olmamalı. Kimi uygun bulur, bulmaz bilemem ama benim görüşüm: Cinayet mi işlendi? Aynı şekilde idam. Tecavüz mü var? Hadım. Şiddet mi? Misliyle şiddet. Kısaca, kısasa kısas isterim.

Yok içici, bağımlı, akıl hastası falan filan. Bunlar bahane. İçiciyse hastaysa onların yeri sokaklar değil, hastaneler, psikoterapiler var. Yeterli değilse akıl ve ruh sağlığı için yatılı hastaneler var. Var da var yani.

Çözüm bence hep var, lakin bir türlü icraat yok.

Belki gerçek hayatta değil ama en azından kitabımda bir şeyler yapabileyim istedim.

Ve bunu yazacağımı hiç düşümezdim ama

BU BÖLÜMDE GEÇENLER GERÇEK HAYATTAN ESİNLENİLMİŞTİR LAKİN KİTAPTA GEÇEN KİŞİLER VE KURUMLAR TÜMÜYLE BİR HAYAL ÜRÜNÜDÜR. HİÇBİR ŞEKİLDE GERÇEĞİ YANSITMAZ

Loading...
0%