Yeni Üyelik
3.
Bölüm

BİR ÇORBANIN VERDİĞİ SICAKLIK

@yektavaveyla_11

Elimdeki şiirde gözlerimi tahmini yarım saattir gezdiriyor, okuyor, anlamıyor ve tekrar okuyordum.

 

Dün akşamdan sonra kendimi sabah yatağımda, başımda bir bardak su ve dörde katlanmış bir A4 kağıdına yazılmış şiirle uyanmıştım.

 

Sabah uyandığımda komodinin üzerinde duran kağıdı görmeseydim kesinlikle gördüklerimi ve dün yaşanan olayları rüya olarak yorumlardım ama gördüklerim bile bana tam tersini söylüyordu.

 

En son olanlara ise benim bile inanasım gelmiyordu. En son hatırladığım şey ise ben yere düşerken kapıdan, karanlıkta, ay ışığının altında görünen yeşil gözlerin sahibiydi.

 

Sadece beni kucağına aldığını hatırlıyordum ve sonrası sonsuz bir karanlıktı.

 

Derin bir nefes alarak elimdeki kağıdı komodinin üzerine rastgele fırlattım ve üzerimdeki örtüyü savurarak ayağa kalktım.

 

Dün arka arkaya iki gün nöbette kaldığım için bugün izin günüm sayılırdı. Ayrıca iki gün evde kalmazdım, evde ne idüğü belirsiz biri vardı ve nereden nasıl girdiğini bir türlü anlamamıştım.

 

Eğer evde bulunmuş olsaydı illaki fark ederdim yani bu da demek oluyor ki evde kalmıyor, eve dışarıdan giriyor.

 

Koridorda hızlı adımlarla mutfağa girdiğimde her şey yerli yerindeydi ayrıca dün yediğim makarnanın tabakları ve çatalı yoktu.

 

Hemen yanımda duran bulaşık makinesinin kapağını açtığımda tabağın oraya yerleştirilmiş olduğunu fark ettim, bir kaç kirli tabak ve çatal kaşık gibi kirli vardı ama dün yediğim tabağın üzerinde de siyah kiraz çiçeği motifi olduğu için hemen anlamıştım.

 

Başımı ocağa çevirdiğimde tencerenin orada olduğunu gördüm ayrıca kapağı da kapalıydı.

 

Etrafa tekrar göz attım kenara kıyıya köşeye not ya da kağıt iliştirmiş mi diye; sonuç hüsran.

 

Kapımın üzerine vuran tokmak sesini duyunca beklemeden arkamda kalan koridorda kapının yanına varır varmaz delikten baktığımda alt komşum Derin Teyze'nin elinde bir tabakla ağzı kapatılmış başka bir tabak ile kapının önünde dikildiğini gördüm.

 

Bu kadın ölse buraya gelmez, hayırdır İnşallah.

 

Kapıyı açmamla teyzenin bana gülümsemesi bir oldu.

 

"Hoş geldin Derin Teyze, bir şeye mi ihtiyacın var?"

 

Kadın beni biraz süzdükten sonra başını iki yana salladı ve elindeki tabağı bana doğru uzattı.

 

"Hoş buldum canım, bir şeye ihtiyacım yok, hayır dağıtıyorum da sana da getirdim. Rahmetli kocamın hayrı."

 

Başımı sallayarak elindeki tabağı aldım ve içeriyi işaret ettiğimde gözlerini kapatarak kafasını 'hayır' anlamında kaldırdı.

 

"Yok ben gelmeyeyim hem daha üst komşuya ve mahalleye dağıttıktan sonra akrabalar var. Çok işim var kızım haydi görüşürüz." Elini kaldırarak iki yana salladı ve arkasını dönüp merdivenleri inmeye başladı.

 

"Allah kabul etsin." Arkasından seslenmemle bir şeyler mırıldanıp aşağı inmeye devam etti. Bu kadın çok odundu ama beni de ilgilendirmezdi.

 

Derin Teyze 55 yaşında dul bir kadındı, kocası o daha 45 yaşında vefat etmişti bunun arkasından da kadın bir süre kendine gelememiş, kendini evlere kapatmıştı. Zaten benle samimiyeti o zaman kesmişti. Kocası öldükten sonra sık sık bir araya gelip konuşamadığımız için samimiyetin baş harfi bile kalmamıştı.

 

Aslında çok tatlı bir teyzeydi, işim dolayısıyla pek oturup konuşamasakta beni kendi kızı gibi görür nöbete kaldığım zamanlarda oğlu ile yemek gönderir, arayıp beni sürekli nasıl olduğumla ilgili darlardı. Kendisini çok severdim ama bu aralar birbirimizi gördüğümüz zamanlar bile selam vermişliğimiz olmazdı.

 

Kapıyı tek elimle kapatarak elimdeki porselen tabakları iki elimle dikkatlice tutarak mutfağa girdim ve tezgahın üzerine bıraktım. Maalum kırmamalıyım tabakları.

 

En üzerindeki tabağı kaldırıp baktığımda içinde tavuklu pilav vardı. Başımı salonda asılı duran saate çevirdiğimde saatin on bir olduğunu görüp derin bir nefes verdim.

 

Bir anda aklıma sabah komodinin üzerinde bulduğum şiir geldi. Orada ne demek istediğini ise hiç anlamamıştım, şöyle diyordu şiirde;

 

Çerçevenin içindeki anılar canlanır gözümde,

Tutsak kalmış yüreğimde,

Pusulanın içindeki bozuk saati,

Göstermez kalbimdeki emareleri.

 

Evet, tam olarak bu yazıyordu, anlamamıştım yani o karşıma çıkıp anlatmazsa da anlamazdım.

 

Başımı kaşıyarak buzdolabının bulunduğu kısma çevirdiğimde sağ kanadında buzdolabı süsleri ile tutturulmuş eski, rengi solmuş bir kağıtta bir şeyler yazıyordu.

 

Çok sık bir şekilde mi şiir yazıyordu acaba?

 

Bu sefer şiiri okumaya cesaretim olmadığı için bu seferki şiiri okumamaya karar verdim. Nasıl olsa istediğim bir zamanda okurdum.

 

Evde yapacak bir işim olmadığı için tekrar yatağa girmeye karar vererek odaya gittim, nasıl olsa bugün izin günümdü ve çok yorgundum. En kötü polise haber verirdim ama yüksek ihtimal dahilinde eve girmememi söyleyerek evi kontrol edip çıkacaklardı. Bir kağıt parçasıyla ve silik bir anıyla onlara kanıt sunamazdım o yüzden yarın nöbete kalacak ve eve kamera yerleştirecektim. Bu sayede onu bulabilir ve kurtulabilirdim.

 

Hızlıca yatağa girerek sırt üstü yattım ve kendimi uykunun kollarına bıraktım.

 

 

 

 

 

 

10 Saat Sonra.

 

 

 

Başımın ağrısına katlanamayarak gözlerimi açtığımda şakaklarımdan başlayan ağrı beynimi resmen zonklatıyordu.

 

Saat kaç ki?

 

Başımı kaldırarak komodinin üzerinde duran telefonuma uzanıyordum ki komodinin üzerinde duran, dumanı üzerinde bir kâse mercimek çorbası görmek beklediğim bir şey değildi.

 

Elim havada donmuş bir şekilde sıcak olduğu belli olan çorbaya bakıyordum. Kim koydu bunu diye sorgulama gerek yoktu, kimin koyduğu bariz ortadaydı.

 

Ama kim? Kimdi bana bu şiirleri yazan, kutuyu balkonuma bırakan, bu çorbayı yapan? Kim?

 

İstemeden de olsa içim sıcacık olmuştu.

 

Tanımadığım hatta hatırlamadığım birinin bana, hasta halime çorba yapmış olması içimde tarifi olmayan bir sıcaklık hissiyatı vermişti.

 

Hazır alınmış olamazdı çünkü normal porselen bir kâsedeydi ve bu kâse benimdi. Bence hazır alsa boşu boşuna porselen kâseye geçirmezdi.

 

Dikleşerek elimi telefon yerine şaşkınlıkla yan tarafta bulunan kağıda uzattım.

 

Yok, yok, hayır benim buna tarih atıp kenara koymam lazımdı. Hiç açmamam lazımdı.

 

Kağıdı tekrar kenara bırakıp çalışma odama gittim ve bir tükenmez kalem alıp geri geldim. Gelir gelmez kağıda bugünün tarihini atıp bulduğum saati yazdım ve o notu alarak geçen gün balkonda bulduğum kutunun içine bıraktım.

 

Başımın ağrısı feci arttığı için hızla odama gidip çekmeceleri karıştırdım ve elime ilk gelen kutuya baktığımda tok karnına içilecek bir ağrı kesici bulmuştum.

 

Off nasıl unuturum, zaten benim bütün ağrı kesicilerim tok karnı...

 

Sırf hastayken ve normal bir zamanda yemek yeme alışkanlığımı arttırabilmek için böyle bir yöntem bulmuştum.

 

Çok saçmaydı evet, ama ben ne zaman hasta olsam bir yere gitmeye üşenen, yerinden kalkacak mecali olmayan, onu geçtim ağzımı açmaya üşenen biri olurdum.

 

Bu yüzden mecbur o çorbayı içecektim.

 

Yatağa girerek bağdaş kurmuş ve kaseyi aynı zamanda yanında bulunan kaşığıda alarak kaşığı mercimek çorbasıyla doldurarak ilk kaşığı almıştım.

 

Sakince sıcak çorbanın ikinci kaşığını alırken çorbanın neden bu kadar lezzetli olduğunu düşünüyordum. Çorba kabullenmek gerekirse gerçekten çok lezzetliydi.

 

Bir süre sonra bütün kaseyi bitirmiş ve ağrı kesiciyi içtikten sonra kendimi tekrar yatağa bırakmıştım. Saat zaten akşamın dokuzuydu ve sabaha kadar umarım bu baş ağrım geçerdi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%