@yeliz_.esan
|
Elif ve Alessandro’nun ilişkisi tam üç yıla yaklaşıyordu. Birbirlerine olan sevgileri her geçen gün daha da derinleşmiş, yaşadıkları her anı birbirlerine adeta kazımışlardı. Alessandro, Elif’in hayatında güvenli bir liman, sığınabileceği bir kalp olmuştu. Elif de onun yanında, kendini en mutlu hissettiği yerdeydi. Ancak o soğuk Şubat sabahında, her şeyin değişeceğinden habersizdi. Şubat ayının kasvetli soğuklarından birinde, Elif yorganına sımsıkı sarılı bir şekilde gözlerini araladı. Kış ayları Elif için her zaman huzur demekti; soğuğun verdiği dinginlikle içini saran sıcaklık, ona garip bir mutluluk verirdi. Gözlerini açar açmaz her sabah yaptığı gibi elini telefonuna uzattı, Alessandro’dan gelen mesajları kontrol etmek istedi. Ancak bu sabah farklıydı; ekran bomboştu. Alessandro’dan tek bir mesaj bile yoktu. Elif önce küçük bir şaşkınlık hissetti. Üç yıldır ilk kez böyle bir şey oluyordu. Alessandro her sabah onu uyanmadan önce tatlı mesajlarla selamlardı. "Belki işlerle ilgili yoğun bir gün geçiriyordur," diye düşünerek kendi kendine gülümsedi. İlk mesajı bu kez o atmaya karar verdi, ne de olsa küçük bir şaka her zaman ilişkinin heyecanını diri tutardı. "Günaydın canım! Ne o, cicim ayları bitti mi? Artık mesajları ben mi atmak zorundayım? 😊" yazdıktan sonra telefonu kenara koydu. Hızlıca üzerine bir şeyler geçirip kahvaltı masasına inmek için merdivenlere yöneldi. Ancak masaya oturduğunda, anne ve babasında fark edilebilir bir gerilim vardı. Sessiz ve durgun bir şekilde oturuyorlar, ağızlarını bıçak açmıyordu. Normalde babası espriler yapar, annesi onu azarlayarak susturur, kahvaltı boyunca evde şen bir hava olurdu. Ama bugün hava, karanlık ve sıkıcıydı. Elif bu garipliğin farkına vararak çayından bir yudum aldı ve sessizliği bozdu: “Neyiniz var? Yüzünüz beş karış. Bir şey mi oldu?” diye sordu endişeyle. Ancak anne ve babası ona baksa da sessiz kaldılar. “Baba, yine şu adamla mı ilgili? Hani geçenlerde anlaşamadığın biri vardı, ondan mı gerildin?” Babası rahatsızca yerinde kıpırdadı ama yine de çok konuşmak istemiyor gibiydi. “Hayır kızım, onunla ilgisi yok. Kahvaltını yap, sonra konuşuruz.” Elif, babasının bu sessiz ve gergin hali karşısında şaşkındı. Babası genelde sabahın bu saatlerinde bile enerjik ve neşeliydi. Bugünse hem o hem de annesi sessizlik yemini etmiş gibiydi. Yine de olacaklardan habersiz bir şekilde sessizce kahvaltısını bitirdi. Bir yandan gözü hala telefonda Alessandro’dan gelecek bir mesaja odaklanmıştı, ama beklediği mesaj bir türlü gelmiyordu. Bir süre sonra masadan kalkarken, "Şey... Ben doydum, size afiyet olsun," dedi. Fakat babasının sesindeki gerilim artmıştı: “Beş dakika sonra yanımıza gel, seninle konuşmamız gereken bir şey var.” Bu sözler Elif’in içinde bir gerilim yarattı. Babasının sesindeki ciddiyet, odaya ağır bir hava vermişti. "Ne oluyor burada?" diye içinden geçirdi. Onun ne demek istediğini anlamasa da odasına doğru hızlı adımlarla yürüdü. Odaya varır varmaz telefonunu eline aldı ve Alessandro’yu aramaya başladı. Telefon çalıyor, ama sürekli meşgul sinyali veriyordu. Elif’in içini garip bir huzursuzluk kapladı. Aklında bin bir senaryo dönmeye başlamıştı. Odasında bir o yana bir bu yana yürüyüp dururken, aşağıdan annesinin sesi yankılandı. "Elif!!" “Geliyorum anne!” diye seslenip telefonu yatağına bırakarak koşar adımlarla aşağı indi. Salona varır varmaz, ilk dikkatini çeken şey, birkaç bavul oldu. “Nereye gidiyorsunuz?” diye sordu, kafası karışmış bir halde. “Birkaç günlüğüne İtalya’ya gitmemiz gerekiyor, ailecek. Annen senin için bavulunu hazırladı. Üstüne rahat bir şeyler giy ve hemen çıkalım.” dedi babası, Elif’in saçlarını okşayarak. Elif şaşkındı ama bu haber onu bir anda heyecanlandırdı. İtalya’ya gitmek? Bu ani planın nedenini tam anlamasa da içindeki heyecanı bastıramıyordu. Hemen odasına gidip üstünü değiştirdi ve aşağı indi. “Neden daha önce söylemediniz ki? Daha iyi hazırlık yapardım!” diyerek gülümsedi. Havaalanına doğru yola koyulduklarında, Elif’in içindeki heyecan büyüyordu. Alessandro'ya hiçbir şey söylememişti, ona sürpriz yapmayı planlıyordu. Yolculuk boyunca Alessandro’dan bir mesaj bekledi ama hiçbir şey gelmedi. Yine de bu durumu büyütmemeye çalıştı. Yaklaşık üç saatlik bir uçuşun ardından Milano’ya vardılar. Elif, derin bir nefes alıp etrafı inceledi. Hayatında ilk kez bu şehre geliyordu ve her şey gözünde adeta parıldıyordu. Bir taksiye binip Alessandro’nun evine doğru ilerlediler. Evin önüne geldiklerinde Elif, gördüğü manzara karşısında şaşkına döndü. Bahçede pek çok lüks araba vardı. Eve adım attıklarında içerideki büyük kalabalık Elif’i ürküttü. Salonun ortasında bir peder, dua ediyordu. Ve tam o anda gözleri, salondaki tabutu fark etti. Kalbi hızla çarpmaya başladı. O an dünyanın başına yıkıldığını hissetti. Soluğu kesildi, dizlerinin bağı çözüldü ve olduğu yere yığıldı. Her şey, karanlığa gömüldü. Saatler sonra Elif kendine geldiğinde, yanında annesi ve babası vardı. Doktor, şoktan bayıldığını, fiziksel bir sorunu olmadığını söyleyerek gitmişti. Ancak Elif hâlâ sessizdi. Konuşmuyor, ağlamıyordu. Bu durum, ailesini daha da endişelendiriyordu. Annesi onun yanına yaklaşıp yavaşça seslendi: “Elif? İyi misin kızım?” Hiç birşey söylemeden yataktan kalktı ve salonun ortasına doğru ilerledi. Elif'in dizleri, ağır bir taş gibi yere çöktü. Etrafındaki kalabalık bulanık bir sisin içinde kaybolmuş gibiydi; pederin konuşmaları, kulaklarında yankılanan bir uğultuya dönmüştü. Gözleri, odanın merkezindeki o soğuk tabuta sabitlenmişti. İçindeki boşluk büyüyor, nefes almak bile acı veriyordu. Alessandro’nun orada, tabutun içinde yattığını kabullenmek, zihninde ve kalbinde parçalar bırakıyordu. Kalabalığın arasından bir adım ileri attı, dizlerinin titrediğini hissederek. Kafasında dönen tek bir düşünce vardı: “Bu gerçek olamaz.” Babası, yanına yaklaştığında hafifçe koluna dokundu ama Elif donmuş gibiydi, babasının varlığını dahi fark etmiyordu. Gözyaşları durmaksızın yanaklarından süzülüyor, dudakları titriyordu. Yutkunmaya çalıştı ama boğazına bir yumru oturmuştu sanki. Babası onu kaldırmaya çalışırken, Elif hışımla kolunu babasının elinden sıyırdı. “Bırak beni!” diye haykırdı, sesi odadaki sessizliği bıçak gibi kesti. "Son bir kez... lütfen... Son bir kez sarılmak istiyorum ona! Açın tabutu! Lütfen!" Babası, Elif'in çığlıklarını sakinleştirmeye çalışarak, onu nazikçe tutmaya devam etti. Elif çırpındıkça babası onu sıkıca tuttu, ama kalbinin kırık olduğunu gözlerinden görebiliyordu. O, kızını korumaya çalışıyordu ama bu acının önüne geçemezdi. Hiçbir şey Alessandro’yu geri getiremezdi. Elif tüm gücüyle çabaladı, fakat babasının kolları onu sıkıca sarıyordu. "Bırak beni baba, lütfen… O benim! Alessandro benim... Onunla vedalaşmama izin ver!" Nefesi hıçkırıklarla kesiliyor, gözyaşları sıcak bir nehir gibi yanaklarından süzülüyordu. "Beni bırak, son bir kez dokunmak istiyorum... Lütfen, sadece bir kez daha…” Babası onu kaldırıp biraz geriye çektiğinde, Elif tamamen kontrolünü kaybetmişti. Onun dokunuşunu, kokusunu, sesini... Her şeyi kaybettiğini fark etmek, içinde büyüyen o dipsiz boşluğu daha da derinleştiriyordu. "Alessandro... Neden? Neden bunca insan varken sen gittin?" diye fısıldadı. Sesi, soluğu kadar zayıftı. Her kelime, kalbinden kopan bir parça gibiydi. "Beni böyle bırakıp gittin... Seni affetmeyeceğim. Sadece bir mesaj... Bir veda... Neden bana bir şans bile vermedin?" Gözyaşları, gözlerini daha fazla görmesine izin vermiyordu. "Sana o kadar çok şey söylemek istiyordum ki" diye devam etti titrek sesiyle. "Tüm gün senden mesaj bekledim. Ama... sen... sen... ölmüşsün..." Son kelimeler, kalbinde birer hançer gibi saplanıyordu. Elif'in gözleri artık bakmıyordu, sadece Alessandro'nun yokluğunu hissediyordu. "Özür dilerim... Gittiğini anlayamadığım için... Özür dilerim, son günümüz olduğunu bilseydim, asla telefonu kapatmazdım... Çok özür dilerim..." Bu sözler onun için sonsuz bir çaresizliği temsil ediyordu. Gözyaşları kuruduğunda bile içindeki fırtına dinmemişti. Toprağa gömülmekte olan tabut, onun için her şeyin sonu gibiydi. Alessandro’nun sesi, gülüşü, kolları... Hepsi sonsuza dek kaybolmuştu. Cenaze töreni sona ererken, Elif mezarın başında tek başına kalmıştı. Yüzündeki gözyaşları donmuştu, ama içindeki yangın hâlâ dinmiyordu. "Birlikte hayal kurduğumuz her şey... Hepsi yarım kaldı," diye fısıldadı mezarın üzerine eğilerek. "Sensiz nasıl devam edeceğim? Nasıl? Bana nasıl böyle bir acıyı bırakıp gidebildin?" Ellerini mezarın kenarına koyup, toprağın soğukluğunu hissetti. Onun sıcak ellerini bir daha asla tutamayacağını düşündü. O ellerin, artık soğuk toprağın altında olduğunu bilmek, hayatının geri kalanında taşıyacağı en büyük yük olacaktı. |
0% |