@yeliz_.esan
|
Kafenin açılışına dair her detay, haftalar süren sıkı çalışmanın ardından tamamlanmıştı. Dekorasyon son halini almış, menü üzerinde yapılan son düzenlemeler bitirilmiş ve Elif iki yeni çalışanını bile işe almıştı. Artık beklenen gün gelmişti: “Açılış Günü.” Elif o sabah heyecanla uyandı. Kendi kafesini açacağı gün nihayet gelip çatmıştı. Bu, hayatının belki de en önemli anlarından biriydi. Açılışı duyurmak için günlerce Milano sokaklarında broşür dağıtmış, çevre esnafa uğrayıp kafenin haberi vermiş, hatta sosyal medya üzerinden küçük bir kampanya bile düzenlemişti. Artık tüm bu çabaların meyve vermesini bekliyordu. Kafenin girişine, misafirlerin rahatça alabileceği leziz atıştırmalıklarla dolu bir ikram standı hazırlamıştı. Tatlı şefi Esma, Elif’in heyecanlı hallerine dayanamayıp hafifçe gülümsedi. “Yerinde dur artık Elif,” dedi Esma, mutfakta bir yandan son hazırlıkları yaparken. Elif yerinde duramıyordu, sürekli etrafa bakıyor, gelen giden var mı diye kapıya göz atıyordu. "Nasıl durayım Esma abla? Kimler gelecek, kaç kişi olacak? Ya kimse gelmezse?" diye kaygıyla sordu. Esma, sakin bir tavırla, “Merak etme, kapı kapı broşür dağıttın. Elbette gelirler, biraz sabırlı ol,” diyerek onu sakinleştirmeye çalıştı. Elif derin bir nefes alarak kafenin içindeki sandalyelerden birine oturdu. Ancak içindeki o kıpır kıpır heyecanı dizginlemek mümkün değildi. Saatler ilerledikçe stres de artmaya başladı. Kafenin ilk saatleri geçmiş, ama hâlâ gelen giden pek yoktu. "Kimse gelmiyor işte!" dedi Elif, stresle tırnaklarını kemirerek. Gözleri sürekli kapıya kayıyor, umutla açılan her boş anı takip ediyordu. “Gelirler Elif, sabırlı ol. İnsanlar yavaş yavaş gelir,” dedi Esma, bir yandan ikramları düzenlemeye devam ederken. Dakikalar sonra, kafenin kapısından birkaç kişi girmeye başladı. Elif yerinden fırlayıp onlara heyecanla selam verdi. Gülümsemesi yüzünden hiç eksik olmuyordu. Misafirler içeri girdikçe, kafenin önü yavaş yavaş dolmaya başlamıştı. İkramlar dikkat çekiyor, gelen herkes kafenin samimi atmosferinden övgüyle bahsediyordu. Elif tam da hayalini kurduğu o anı yaşıyordu. Kafenin kalabalıkla dolup taşmasını izlerken, mutluluğunu saklayamıyordu. Elif’in bu anı kutlaması ve kafenin kurdelesini kesmesi gerekiyordu. Herkesin dikkatini toplamak için öne çıktı ve günlerce üzerinde çalıştığı açılış konuşmasını yapmaya başladı. Ellerinin hafifçe titrediğini fark etti, ama heyecanını belli etmeden konuşmasını sürdürdü: “Burada, hayalini kurduğum bu mekânda, sizlerle birlikte olmak bana tarif edilemez bir mutluluk veriyor. Bu kafe, sadece bir iş yeri değil; benim hayallerimin somut bir yansıması. Beni destekleyen ve buraya gelerek yanımda olan herkese sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Umuyorum ki, burada daha nice güzel anılar paylaşacağız. Hepiniz tekrar tekrar hoş geldiniz ve her zaman bekleriz!” Elif konuşmasını bitirip son cümlesini coşkuyla vurguladıktan sonra elindeki makası havaya kaldırdı ve kırmızı kurdeleyi büyük bir hevesle kesti. Kurdele kesilir kesilmez, kalabalıktan gelen alkışlar havayı doldurdu. Elif’in içi tarifsiz bir gurur ve mutlulukla doldu; bu an, yıllardır hayalini kurduğu kafenin açılış anıydı. İnsanlar, alkışlar eşliğinde tekrar kafeye girip etrafı gezmeye, özenle hazırlanan ikramlardan tatmaya başladılar. Elif, köşeden olanları izlerken gözleri parlıyordu. Hayalini gerçeğe dönüştürmenin verdiği huzurla derin bir nefes aldı ve bu özel anın tadını çıkardı. Saatler ilerledikçe kafe, akşam saatlerine doğru yavaş yavaş boşalmaya başladı. Elif, günün yoğunluğundan sıyrılarak derin bir nefes aldı. “Sonunda bitti,” diye içinden geçirdi. Kafenin açılışı heyecanlı ve yorucuydu. Hem hazırlıklar hem de müşteri ilgisi tüm herkesi yormuştu. Bu yüzden kafeyi erken kapatma kararı almışlardı. Herkes birer birer evlerine giderken, Elif’in aklında bambaşka düşünceler vardı. Alessandro’nun mezarını ziyaret etmek istiyordu. Bugün de onu unutmamıştı; aksine içindeki özlem gün geçtikçe büyüyordu. Yola çıkmadan önce birkaç güzel çiçek ve bir balon aldı. Yolculuk kısa sürdü. Mezarlığa vardığında kalbindeki derin duygular yüzüne yansıyordu. Sessizce Alessandro’nun mezar taşının yanına oturdu. Ona anlatacak çok şeyi vardı. Uzun uzun konuştu; kafenin açılışını, bu başarıda onun büyük bir payı olduğunu anlattı. Sanki o da Elif’i dinliyormuş gibi hissetti. Sonunda vedalaştı, mezarına bıraktığı çiçeklere son bir kez baktı ve ağır adımlarla mezarlıktan ayrıldı. Eve dönmek için apartmanın önüne geldiğinde, çantasını karıştırmaya başladı ama anahtarını bulamadı. Kafede unutmuş olabileceğini düşünerek yeniden yola koyuldu. Kafenin bulunduğu sokağa vardığında bir şeylerin ters gittiğini fark etti. Kafenin camından içeriye bakmaya çalışan biri vardı. Usulca yaklaşıp tedirgin bir sesle sordu: "Yardımcı olabilir miyim?" Adam, Elif’e doğru döndü ve hafifçe gülümsedi. "Elif, değil mi?" Elif afalladı. Bu yabancı adamın ismini bilmesi, onu bir an için duraksattı. "Evet, buyurun?" diye temkinli bir cevap verdi. Adam elindeki eski bir telefonu ona uzattı. "Size bunu vermek için geldim," dedi sakin bir sesle. "Neden?" diye sordu Elif, şaşkınlıkla adama bakarken. "Bunu, bir motosiklet kazasında yaralanan bir genci hastaneye yetiştirmeye çalışırken yanıma almıştım. O genç adam Alessandro’ydu. Telefona bir şekilde sahip oldum ve daha sonra iade etmeyi unuttum. Uzun bir süre bende kaldı." Elif, kafasındaki soruları toparlamaya çalışarak konuştu: "Peki, neden polise vermek yerine bunca yıl beklediniz?" Adam, bu soruyu bekliyor gibiydi. Gülümseyerek cevap verdi: "Uzun süre boyunca hayatınızı anlatan mailler gönderdiniz. Yanlış anlamayın; başta onları okumamak için çok direndim, fakat zamanla merak etmeye başladım. Yazdıklarınızı okurken çoğu zaman sizinle aynı duyguları paylaştım. Eğer polise verseydim, bu telefon size muhtemelen ulaşmazdı. Bu yüzden, bende olan bu emaneti size teslim etmenin en doğrusu olacağını düşündüm." Elif, yavaşça telefonu aldı ve incelemeye başladı. Yıllarca bir yabancının maillerini okumuş olması onu rahatsız etmişti ama Alessandro'nun özel eşyasına sahip olduğu için de adama minnettar hissediyordu. Bir yandan da kafasında karmaşık duygular dolaşıyordu. "Kafeyi açalım. Size bir kahve ikram edeyim," dedi, adamın gösterdiği nezakete karşılık olarak. "Leo diyebilirsiniz," dedi adam gülümseyerek. "Ve burası gerçekten harika görünüyor. Tam hayal ettiğiniz gibi." "Teşekkür ederim," dedi Elif, kahve hazırlarken. "Evet, bugün açılışımız vardı. Çok yorucuydu." "Broşürlerinizi birkaç yerde gördüm. Onlar sayesinde burayı buldum diyebilirim," . Elif, kahveyi fincana doldururken bir an duraksadı. "Her ne kadar özelimi okumuş olsanız da, telefonu bana getirdiğiniz için teşekkür ederim," dedi içtenlikle. Leo hafifçe güldü. "Sapık değilim, merak etmeyin,sadece yazdıklarınız beni çok etkiledi ve aslında işlerim için bir ilham kaynağı oldu." "Ne iş yapıyorsunuz?" diye sordu Elif, merakını gizleyemeyerek. "Ressamım," dedi Leo. "Kendi tablolarımı yapıyorum, fakat henüz bir sergi açma fırsatı bulamadım." Elif, bu itirafa gülümseyerek karşılık verdi. "Umarım bir gün o fırsatı bulursunuz." "Umarım,biraz müzik çalabilir miyiz?" "Tabii, ne tür müzik seversiniz?" "Sizin tercihiniz olsun," dedi Leo kibarca. Müzik açıldı, kahveler fincanlarda hazırdı. Sohbet ilerledikçe zaman su gibi akıp gitmişti. Elif, eve vardığında ilk işi telefonu kurcalamak oldu. Tüm uygulamalara tek tek göz attı, Alessandro’ya dair ne bulabilirse bulmaya çalışıyordu. Telefonun arama kayıtlarına girdiğinde, Alessandro’nun ona gönderdiği sesli mesajların hâlâ telefonda durduğunu fark etti. Mesajları dinlemeye başladı, birer birer, Alessandro’nun sesini tekrar duyduğunda gözleri doldu. Yıllar sonra ilk defa onun sesini işitiyordu. Ancak mesajların arasında kaza günü gönderilemeyen bir sesli mesaj dikkatini çekti. Elif mesajı açtı ve dinlemeye başladı. Kulağına inanamadı. Mesajı tekrar geri sardı, tekrar dinledi. Her dinleyişinde tüyleri diken diken oluyordu. Alessandro’nun konuşmasının ardından gelen korna ve kaza sesleri açıkça duyuluyordu. Alessandro'nun son söylediği kelime ise onu tamamen sarsmıştı: "Elif..." Telefon Elif’in elinden düştü. Alessandro’nun sesi, beyninde yankılanıyordu. Gözleri doldu, boğazı düğümlendi. Hızla banyoya gidip yüzünü soğuk suyla yıkadı. Aynaya bakarak titrek bir sesle fısıldadı: "O gün ne oldu?" |
0% |