@yeliz_.esan
|
Layla, büyük bir şehri geride bırakıp Londra'nın sessiz kasabalarından biri olan Blackthorn'a doğru yola çıkarken, kafasında pek çok düşünce vardı. Şehirdeki gürültü, kalabalık ve iş dünyasının talepleri artık ona çok ağır gelmişti. Gazeteciliğin ona yüklediği sorumluluklar, her geçen gün daha da boğucu bir hale geliyordu. İnsanlar arasındaki karmaşa, içindeki yalnızlıkla birleşerek ona daha da derin bir boşluk hissettirmişti. Yıllarca süren yoğun çalışmanın ve başarısızlıklarla dolu son birkaç ayın ardından, Layla bir çıkış yolu aramak zorunda kalmıştı. Şehirden uzaklaşmak, sakin bir yaşam sürmek, belki de kaybolmuş huzurunu yeniden bulmak istiyordu. Kasabaya doğru yola çıkarken, yüzüne vurduğunda serin rüzgar, ona bir nebze de olsa rahatlama hissi vermişti. Ancak içindeki huzursuzluk hala devam ediyordu. Kasabaya birkaç saatlik bir yolculuktan sonra nihayet ulaşabilmişti. Yol boyunca, kasabanın etrafını saran yemyeşil tarlalar ve doğanın sessizliği, ona yabancı gelse de bir şekilde huzur veriyordu. Ancak bu huzurun ne kadar süreceği belirsizdi. Uzun taşlı yolu geçerken, satın aldığı eve doğru ilerliyordu. Ev, kasabanın hemen dışında, daha izole bir noktada yer alıyordu. İçinde yeni bir başlangıç yapma düşüncesiyle bir yandan arayışına devam ederken, kasabanın sakin atmosferi yavaşça içinde bir yerlerde bir şeyleri değiştiriyordu. Kafasında evin içini nasıl dekore edeceğini, burada nasıl bir yaşam kuracağını düşünürken, yol kenarındaki çiçekler ve evlerin tuhaf siluetleri gözlerinin önünden geçiyordu. Yavaşça evine yaklaşıyor, kasabanın yabancısı olmaktan çıkmaya başladığını hissediyordu. Ama bir yandan da geride bıraktığı hayatını ve tüm sorumluluklarını unutmak ne kadar mümkün olacaktı, bunu sorguluyordu. Layla arabasını evinin önüne park ettikten sonra, motoru kapatıp, güneş gözlüğünü çıkararak yavaşça dışarıya adım attı. Uzun bir yolculuktan sonra kasabaya ulaşmış, artık yeni evine odaklanmıştı. Ev, dışarıdan biraz harabe görünse de, içini düşündükçe biraz rahatladı. Birkaç yıllık bir yaşam alanı, özellikle bu fiyatla satın alınabilecek bir ev için oldukça uygun görünüyordu. Özellikle, ona huzur veren bir şey vardı. Gerçekten bu kadar basit bir yerden ne kadar mutluluk alabileceğini bile bilmiyordu ama bu değişimden umutluydu. Bavulunu alıp taşlı patikada evinin kapısına doğru yürürken, arkasından gelen ses onu aniden irkiltti. “Demek geldiniz, ben de gelmeyeceksiniz sandım.” Layla hemen sesin kaynağına döndü. Bu ses, evin eski sahibi Bayan Haper'a aitti. Yaşlı kadının gülümsemesi, Layla'ya tanıdık gelmişti. Haper, gözlerinde yılların birikimiyle sanki her şeyin farkındaymış gibi bir bakışla ona yaklaştı. "İşlerim uzadı, bu yüzden geç kaldım," dedi Layla içten bir gülümseme ile. Bayan Haper, Layla'nın gözlerine dikkatlice baktı ve sanki gülümsediği kadar sabırlıymış gibi bir ses tonuyla tekrar konuştu: "Eşyalarınız bu kadar mı?" diye sordu. Layla, elindeki tek bavula göz ucuyla bakarken, yüzünde biraz pişmanlık vardı. Eşyalarını taşımaktan hiç hoşlanmazdı ve birkaç kutu, bir valizle gelen biri olarak kendini çok sıradan hissediyordu. "Evet, bu kadar. Eşyalarımı taşımaktan pek hoşlanmam," diye yanıtladı, içten bir gülümseme ile. Bayan Haper, onu dikkatlice izlerken, bir anda yumuşak bir tavırla devam etti: "Bir sorun olursa hemen şu evde yaşıyorum, çekinme gel." Sözlerini söylerken, Layla'nın kolunu sıvazladı. Haper’ın bu hareketi, bir yandan garip gelse de, kasabaya yeni gelen Layla için sıcak ve samimi bir karşılama gibiydi. Bayan Haper, yavaşça uzaklaşırken, Layla karşısındaki kasvetli, eski evine bir kez daha bakarak, derin bir nefes aldı. Yeni bir başlangıç yapma arzusuyla, anahtarını cebinden çıkardı. Kapıyı açar açmaz, içeriye yayılan toz ve eski havanın kokusu yüzüne çarptı. Birkaç saniye boyunca öksürük krizine girdi ve burnundan derin nefesler alarak odanın içine adım attı. Evin her tarafı uzun süredir terk edilmiş gibiydi. Koyu renkli duvarlar, toprak rengi halılar, kararmış pencere kenarları ve tozlu raflar. Zamanın burada yavaş geçmesi, her odada bir hüzün bırakmış gibiydi. Layla, her adım attığında, eve adım atarken taşıdığı yeni umutla birlikte, geçmişin karanlık izlerini hissediyordu. Birden aklına, bu evin geçmişteki sahibiyle ilgili birkaç söylenti geldi. Seri katil, burada yaşamıştı. Belki de bu evde kan dökülmemişti, ama burası o kadar karanlık bir yerdi ki, evin içinde hapsolmuş bazı sırların olduğu kesindi. Seri katilin geçmişi, Layla'nın zihninde canlanmaya başlamıştı. Bu ev, katilin planlarını yaptığı, tuzaklar kurduğu ve son derece soğukkanlı bir şekilde kurbanlarının sonunu hazırladığı yerdi. Birçok masum insanın hayatı bu evde sonlanmıştı. On kişinin hayatını sonlandırmış, onları burada hazırladığı korkunç oyunlarla tuzağa düşürmüştü. Layla, bir yandan içini kasvetli bir korku sararken, bir yandan da merakının daha da arttığını fark etti. “Belki burada hiç cinayet işlenmedi, ama katilin bu duvarlarda geçirdiği saatler, bu odalarda yaptığı hesaplar ve kurduğu planlar her zaman onun ruhunu taşıyor olabilir,” diye düşündü. Layla, eve adım attıkça, üzerindeki huzursuzluk daha da yoğunlaşıyor, sanki geçmişin ağır gölgesi onu sarıyordu. Evin içindeki her eşya, yılların birikimiyle ağırlaşmış, toz tabakalarıyla kaplanmıştı. İçeriye atılmış eski mobilyalar, duvarlarda asılı soluk fotoğraflar ve kenara yığılmış antika eşyalar, bir zamanlar burada yaşayan insanların hayatlarına dair ipuçları sunuyordu. Layla, bu eşyalara dokundukça, adeta geçmişin derinliklerine bir yolculuk yapıyordu. Evdeki her odayı, her köşeyi inceleyerek işe koyuldu. Geceyi geçireceği odayı temizlemeye karar verip, eski eşya ve aksesuarları bir kutuya toplamaya başladı. Küçük el aynaları, paslanmış eski kolyeler, solmuş fotoğraflar... Layla, kutuya koyduğu her bir eşyada geçmişten bir parça hissediyor, zihninde o eski günlerin kasvetli izleri canlanıyordu. Ev, geçmişin izleriyle dolu bir zaman kapsülü gibiydi ve Layla bu kapsülün derinliklerine indikçe ürperti duyuyordu. |
0% |