36. Bölüm

BÖLÜM 19: DÜNYA'NIN SONU GELİRSE

Yellow Wheat
yellowwheat

Önceden de Ilgaz'dan şüphelendiğim zamanlar olmuştu. Benden bir şeyleri hatta birçok şeyi saklıyordu. Uraz'la konuşurlarken ya da sorularımı geçiştirmeye başladığında buna çok kez şahitlik etmiştim. O zamanlar şüphelenmenin gereksiz olacağını düşünmüştüm çünkü en fazla ne olabilirdi ki? Canım mı yanardı? Kalbim falan mı kırılırdı? Daha önce de oldu. Böyle düşünmüştüm. Ilgaz kimdi ki benim canımı olduğundan daha çok yakabilirdi? Bir insanın kalbi en fazla kaç kez kırabilirdi? Bu sorunun cevabını bulamamış olmam sonumu getirecekti. Hâlâ saymaya devam ediyordum. En son kaçıncıda kalmıştım?

 

İlk önce insanlara güvenimi verirdim ki bir an önce gerçek yüzlerini görebileyim. Şu kısacık hatırladığım hayatımda bile insanlar onlara güvendiğimi hissettikleri anda bunu bozmak için ellerinden geleni yapmışlardı. Ben de buna izin vermeyi öğrenmiştim. En kısa sürede maskeleri düşsün ki benim de vaktimi harcamasınlar. Bu seferki fark ise Ilgaz'a elimde kalan bütün vaktimi vermek istememdi. Hepsi onun olabilirdi. Bütün saatlerim, dakikalarım, saniyelerim...

 

Bana neden böyle hissettirdiğini bilmiyordum. Gözlerine bakınca beynimi ele geçiren tanıdıklık hissi, izinsizce bana ulaşan fısıldamaları ya da rahatlatıcı soğukluğu olmasa hâlâ böyle hissedebilir miydim?

 

İçimde bir yerler onu tanıyorlardı. Bir sonraki hamlesinin ne olacağını, nasıl tepki vereceğini tahmin edebiliyordum. Ve bu oldukça korkunçtu.

 

Dün yine Ilgaz'la beraber pratik yapmıştık. İçimdeki sıkıntı biraz olsun azalmıştı çünkü yarışmaya yetişemeyeceğimize dair düşüncelerim yok olmaya başlamıştı. İkimiz de zindeydik ve hareketler kesinlikle mükemmel bir şekilde bize uymuştu. Gerçi ben kendi kendime bir diyet kararı almıştım. Şu geçtiğimiz birkaç günde şuursuzca hazır gıda tükettiğimden kendimi ağır hissediyordum. Daha sağlıklı beslenmeye başlayacaktım.

 

Yarın da Umut Hoca bizi izlemeye gelecekti. Bunun için hazırdık. Ilgaz da ben de elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorduk. Ocağın ortalarında yapılması planlanan yarışmanın tarihi de resmi olarak belli olmuştu. 5 Ocak 2028 gününün sabahında heyecanla sahne arkasında bekliyor olacaktık.

 

Ilgaz'ın da benim kadar hevesli olduğunu biliyordum. O da dans etmeyi seviyordu ve insanlar sevdikleri şeylerle ilgilenirlerken gerçekten muazzam görünüyorlardı. Ona duyduğum hayranlığın bir gün olsun sekteye uğramaması tuhaftı. Hatta daha da artıyormuş gibiydi. Ondan şüpheleniyordum ki birçoğunu dans pratiklerine başladığımız ilk gün süpürüp atmıştı. Neredeyse ona inanmam için yalvarmıştı ve ben gözlerine baktığım her saniye kendimi sorgulamaya başlamıştım. Lider'in kesin konuşması da bu konudaki katı duruşumu yerle bir etmiş olabilirdi.

 

Çaresizce inanmak istiyordum. Dün beraber İkra'nın doğum gününde söylemek için şarkı seçerken de böyle düşünmüştüm. Bir şekilde beni inandırmayı başarıyordu. Bana bir şarkı dinletmişti. Eğer beğenirsem bunu beraber söyleyecektik. O kadar anlamlıydı ki... Böyle güzel şarkılar dinleyen bir insan, birini hayal kırıklığına uğratabilir miydi?

 

Özellikle canının yanma sebebi o kişinin yokluğuysa... hiç bilmezler.

 

Tamam demiştim. Hemen ilk nakarat kulaklarıma dolduğunda bu şarkıyı söylemeyi kabul etmiştim. Ilgaz'ın gözleri öyle bir ışıldamıştı ki asıl kuzey ışığının kendisi olduğunu düşünmüştüm. Önemli değildi. Kısacık ömrümde yarısını hatırlamıyorken yanında huzurlu hissettiğim kişinin yanında olmak istiyordum. Tamamen boş vermiştim.

 

Boris'in bana anlattıklarını kafamda döndürüp durduğum şu üç günün bana kattığı tek şey kafa ağrısıydı. Ne yapacaktım bana yalan söylüyorsa? Ilgaz'dan uzak mı duracaktım? İmkânı yoktu. Boris kendi doğrularını alıp def olup gidebilirdi. Ben mutlu olduğum yerde kalacaktım. Hangi yolu seçersem seçeyim her iki durumun da bir sonu, bir bitişi vardı sonuçta. Önemli olan sondu. O sonun iyi ya da kötü olması değil.

 

Kadının bana gösterdiği sandalyeye oturmak için ayaklandığımda bir diğer görevli elimdeki dergiyi almış, özenle dizdikleri rafa geri yerleştirmişti. Kadının üzerime hafif kumaşı geçirmesini izledim. Kırıklarımı aldıracaktım. Akşam İkra'nın doğum günü olduğundan kendime çeki düzen vermeye çabalıyordum. İlk iş mısır püskülüne dönmüş saçlarımı yeniden canlandırmaktı.

 

Kadın işini yaparken boş gözlerle aynadan kendimi izliyordum. Bu sıralar hit olan bir şarkı gürültülü bir şekilde çalıyordu. Büyük ihtimalle astıkları küçük televizyondan geliyordu. Az önce dergiyi yerine yerleştiren görevli telefonumu önüme koyduğunda az sonra isteyeceğim şey konusunda kararsızdım. Ama bu kararsızlık yalnızca beş saniye sürdü.

 

"Bir de kâkül keselim lütfen."

 

"Tabi. Ilgın oradan kakül kataloğunu getir bakalım." Kadın yanındaki asistana seslenmişti. Televizyonda çalan şarkı değişti, parmaklarım sayfaları çevirmeye devam etti.

 

"Bu olsun." dedim kadın kırıklarımı almayı bitirdiğinde. Çok ince bir kaküldü. Tül gibi dökülüyordu modelin alnına. Gerçekten hoşuma gitmişti. "O zaman başlıyorum." dedi kadın. Kafamı aşağı yukarı salladım. Önüme geçip hemen işine başlamıştı. Hep istemiştim böyle bir şey ama cesaret edememiştim. İkra'nın doğum günü bahanem olmuştu.

 

Sıkılmaya başladığım sıralarda makas saçlarımdan ayrıldı ve onun yerini kurutma makinesi aldı. Kuaför saçlarıma güzelce bir fön çekti ve kestiği kakülü de silindir tarakla şekillendirdi. Aynadaki görüntü hoşuma gitmişti. Sanki daha şirin duruyordum.

 

Büyük bir ayna yardımıyla saçlarımın arka kısmını da gördüğümde yüzümde sevecen bir gülümseme belirdi. Açıkçası öylesine girdiğim kuaförden böyle bir performans beklemiyordum. Kadın hesabı için fotoğraf çekmek istediğinde ona izin verdim. Teşekkür ettikten ve ücretini ödedikten sonra ayrılmıştım oradan.

 

Sırada kıyafetler vardı. Ne giyeceğim hakkında bir iki fikir edinmiştim aslında ama bazen mağazalarda bulmak zor olabiliyordu. Hazar'la sözleştiğimiz yerde buluştum. "Hazırmış." dedi heyecanla.

 

"E hadi o zaman." Bir an durdu. Gözleri yüzümde gezindi şüpheyle. "Yakında suratına çuval geçireceğim." dedi düz bir ifadeyle. "Sen bana iltifat mı etmeye çalıştın az önce?" Hazar önden önden yürürken koşar adım ona yetişmeye çalışıyordum.

 

"Yo. İnsanların gününü çirkinliğinle mahvetme diye söyledim." dedi alayla. Büyük alışveriş mağazasından içeri girdiğimizde Hazar kolunu benim için uzattı. "Bir gün çarpılıp kalacaksın yalandan. Haberin yok." Yürüyen merdivenlerde bir basamak arkamda durdu.

 

Bir anda suratı düştüğünde dudaklarını büzmüş, "Öf evet ya." diye hayıflanmaya başlamıştı. "Sırf bir tarafların kalkmasın diye benim şu güzelim yüzüm tehlikeye giriyor." Bu konuyu ciddiye almış olması komiğime gitti. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Şu an morali bozulmuş gibiydi ve güldüğümü fark ederse hiç iyi şeyler yaşanmayabilirdi. Sesimi çıkarmadan yürüyen merdivenin beni üst kata çıkarmasını bekledim.

 

"O zaman sen hediyeyi al ben de kıyafet bak..."

 

Arkamda beni takip eden biri olmadığını fark edince sözüm yarım kaldı ve etrafta Hazar'ı aramaya başladım. Sonunda kalabalığın içinde saçlarını düzeltmeye çalışan biri gözüme takıldı. Yeşil gözleri mağazanın camına kilitlenmiş parmaklarıyla saçlarını düzeltiyor, bir yandan da yüzünü inceliyordu. Az önce yürüdüğüm mesafeyi gerisin geri tekrar tamamladım. Parmaklarım Hazar'ın ceketine tutundu.

 

Onu çekiştirmeye başladığımda üzerimizdeki bakışları umursamamaya çalışıyordum. "Hazar valla çarpılmamışsın. Hadi gidelim artık."

 

"Dur bir." dedi ciddi yüz ifadesiyle. Sonra bakışlarını camdan çekip bana döndü. "Bak sanki burnum hafif yamulmuş gibi." Telaşla burnunun kemikli bölümünü işaret ediyordu. "Saçmalamayı keser misin? Yok öyle bir şey." Yorulmuştum. Gerçekten iki saniyede yormuştu beni.

 

"Peri beni bir saniye ciddiye alır mısın? Yamulmuş diyorum sana." Ellerimi dudaklarıma bastırıp gülmeye başladığımda ciddi bakışları asla değişmedi. Bu daha çok gülmeme neden olmuştu. "Hazar..." dedim gülüşlerimin arasından. Sonra bir anda ciddileştim. "Burnun yamulmamış ama eğer hediyeyi bir an önce almazsan Baha o güzelim burnunun şeklini zevkle değiştirecektir."

 

Dehşetle gözleri açıldı. "Eyvah." dedi bir anda. Bilmiş bilmiş ona baktım. Telefonu çalmaya başladığında daha da bir telaş yaptı, muhtemelen Baha arıyordu. Telefonu açmadı. "Ben kıyafet bakacağım." diye bilgilendirdim onu. Şu an beni takmıyordu. Gözleri telefonuna kilitlenmişti. Zil sesi tekrar duyulduğunda Hazar yavaş hareketlerle cevap verdi aramaya. Ekranı kulağına yaklaştırdığı an hemen geri çekmişti.

 

Ne söylediğini bilmiyordum ama sevgili eniştem bugün ekstra gergin olduğundan sabahtan beri birçok defa yaptığı gibi Hazar'a yine bağırmış olmalıydı.

 

Hazar hızlı adımlarla yanımdan ayrılmadan önce "Senin sevgilinse benim de arkadaşım." diye cevap verdi. Sonra da "Bağırıp durma bana." demişti gürültülü sesiyle. Bugün herkes gergindi. Zaman azaldıkça telaş daha da artıyordu. Ada bile bir sürü mesaj atmış ne giyeceğimi sorup durmuştu. Kimseyle aynı renk giymek istemiyordu. O mor giyecekti ve ben de ona göre alışveriş yapacaktım. İlk iki mağazadan elim boş çıkmış ancak üçüncüsünde aradığımı bulabilmiştim. Kuaförde de fazlaca zaman harcadığım için şu an saat altıya geliyordu. Hazar'ın mağazadan ayrıldığını öğrendiğimden tek başıma yürüyerek eve dönüyordum.

 

Plan basitti. Baha İkra'ya aldığı elbiseyi verip onu güzel bir akşam yemeğine çıkaracaktı. Biz de onlardan önce, hazır olan mekâna geçecek ve pastayla beraber İkra'yı bekleyecektik. Çok sürpriz gibi değildi çünkü İkra çoktan her şeyi anlamış görünüyordu. Kahvaltıda telefonuma gelen tonlarca mesaj bile anlaması için yeterliydi. Baha bir mesaj grubu kurmuştu, hâlâ daha telefonum titremeye devam ediyordu.

 

Eve vardığımda Baha çoktan gelmişti. Salonun ortasında büyük bir kutuyla dikiliyordu. Elimdeki poşetleri odama bıraktıktan sonra yanına indim. Kumaş bir pantolon ve mavi jilet gibi bir gömlek giymişti. Saçları da hiç olmadığı kadar özenli gözüküyordu.

 

Kendimi koltuğa atarken "Neyi bekliyorsun?" diye sordum.

 

"Sevgilimi." dedi heyecanla. Tam bir aptal âşıktı. Onlara mahremiyet tanımak adına mutfağa çekildim. Kendime yeşilliklerle dolu bir kâse hazırlandım. Bir süre böyle beslenecek gibi gözüküyordum. İçeriden İkra'nın heyecanlı sesi duyuldu. Muhtemelen elbiseyi görmüştü. Gürültülü adımlar merdiveni çıkmaya başladı. Telefonumdaki bildirimleri kontrol ederken salatamı kaşıklamaya devam ettim.

 

"Biz çıkıyoruz Peri." dedi İkra mutfağın kapısına geldiğinde. Üzerindeki siyah kırmızı çiçekli elbise bedenini sarmış, kızıl saçlarıyla onu tam bir doğum günü kızına çevirmişti.

 

"İyi eğlenceler." dememe kalmadan gitmişlerdi bile. Odama çıkarken gruba kısa bir mesaj yazdım. Grubun adı beni gülümsetiyordu çünkü yaklaşık 4 yıllık arkadaşlığımızda hep beraber kutladığımız 17. doğum günüydü ve bunu saymış olmamız bile komikti.

 

DG OPERASYONU 17

 

Peri: Çıktılar. 19.21

 

Hızlıca üzerimi giyinmem gerekiyordu. Bugün satın aldığım beyaz ipek gömleği giydim önce. Altına da siyah mini bir etek almıştım. Yırtmacındaki gümüş püsküller hoşuma gitmişti. Boynuma zarif bir kolye takıp aynada kendime bir göz attım. Saçlarımı olduğu gibi bıraktım çünkü zaten kuaförden yeni çıkmıştım ve gayet güzel duruyorlardı. Kakül kirpiklerimle hafifçe temas ediyordu ama bunu sevmiştim.

 

Makyajıma başlayacağım sırada bir mesaj aldım. Grup benden sonra sessizleşmişti zaten ama bu seferki Ilgaz'dı. Direkt bana yazmıştı. Ne renk giydiğimi soruyordu. Sorusunu garip bulurken fazla düşünmeden "siyah beyaz" yazdım sadece. O da bana haplardan yutmam için bir hatırlatma göndermişti. Dediğini yaptım. Acele etmeliydim.

 

Çok dikkat çekmeyen bir rujla makyajımı noktaladım. Eş zamanlı olarak kapı çalmıştı. Merdivenleri koştur koştur indim. "Hoş geldiniz." dedim Ada ve yanındaki Ufuk olduğunu düşündüğüm sarışın çocuğa.

 

Ufuk içeri girdikten sonra bana elini uzattı. "Merhaba siz Peri olmalısınız. Ben Ufuk." Sırtındaki enstrüman çantasını yeni fark ederken elini sıktım. İlk izlenimim nazik biri olduğu yönündeydi. Ve kesinlikle iyi görünüyordu. Beyaz bir tişört renkli, bir kolej ceketi ve siyah pantolon giymişti. Hazar gibi sarışın olduğunu biliyordum ama ikisini asla aynı kefeye koyamazdınız. Hazar'ın altın sarısı tutamları ile Ufuk'un küllü sarı saçları arasında dağlar kadar fark vardı.

 

"Birazdan gelirler." dedi Ada telefonuna bakarken. "Kim gelecek ki daha?" Ben Ada ve Ufuk'la beraber taksiye bineceğimizi sanıyordum. "Ilgaz ve Uraz gelecek. Hazar'ı almışlar şimdi. Buraya geliyorlar." Uraz'ın geleceğinden haberim yoktu.

 

"Dışarıda bekleyelim o zaman." dedim. "Üzerime ceket alıp geliyorum. Sana da getirmemi ister misin?" Üzerindeki mor saten elbiseyle üşüyebileceğini düşünmüştüm ama o kafasını iki yana salladı. Hızlı hareketlerle hemen geri döndüm. Ada ve Ufuk çoktan dışarı çıkmışlardı. Ayakkabılarımı giydiğim gibi kapıyı kilitledim. Bir korna sesi dönüp sokağı kontrol etmeme neden oldu.

 

"Vay vay vay." dediğini duydum Hazar'ın. Ama hemen sonra susmuştu. Ilgaz'ın siyah arabasının arkasında bir de gri bir araç duruyordu. Sürücü koltuğundaki Uraz'la göz göze geldiğimde o arabada Hazarların oturduğunu fark etmiştim. Hazar'ın yanında kumral bir kız oturuyordu ve bu hiç iyi değildi. Ada'ya baktım. Henüz fark etmemişti.

 

Ilgaz öndeki arabadan inip arkadaşlarım için arka kapıyı açtı. Ben de onları takip ettim. Ilgaz'ın neden bana öyle bir mesaj attığını şimdi anlıyordum. Siyah v yaka kazağının içine beyaz bir gömlek giymiş, kollarını da yukarı kıvırmıştı. Böyle uyumlu görünüyorduk. Kumaş siyah bir pantolon bacaklarını sarıyordu. Onu dikkatle incelediğimin farkında olduğundan yüzünde alaylı bir gülüş yer edindi.

 

Parmakları elime dolandığında soğukluğun beni ele geçirmesine izin verdim. Sırada burnuma dolacak bir lavanta kokusu bekliyordum ama yoktu. Onun yerine tıraş losyonu kokuyordu. "Beyazdan pek hoşlanmazdım aurora ama bundan sonra en sevdiğim renk bu." Dudakları sağ elimin üzerine dokundu. Birinin ıslık çaldığını duydum. Şaşkınca gözlerimi kırpıştırırken Ilgaz yanaklarını çukurlaştıracak şekilde gülümsedi. Ilgaz'ın etki alanına girmiş bulunmaktayız.

 

Açtığı ön kapıdan içeri girdim. Yolculuk Ada ve Ufuk'un kendi aralarında konuşmaları eşliğinde sona erdi. İkisi iyi geçiniyorlardı ve illa ki gülümseyecek bir şeyler bulduklarını gözlemlemiştim. Ilgaz'la pek bir şey konuşmadık. Sadece nasıl olduğumuzu sormuş, yol boyunca gözlerini bana dikip durmuştu.

 

Uraz'ın aracı otoparka girdi, biz de onu takip ettik. Alan tamamen bomboştu. Bu yüzden Ilgaz rahatça arabayı park etmişti. İnmek için hareketlendiğimde bileğimdeki parmaklar beni durdurdu. "Bekle bir saniye." dedi Ilgaz. Ada ve Ufuk arabayı terk ettiklerinde parmaklarını da çekti.

 

"Sadece bir dakika istiyorum." diye mırıldandı usulca. Gözleri yüzümde gezindi. Sadece izliyordu. Kirpikleri ağır ağır hareket ederken bekledim. Bir dakika benim için hiçbir şeydi. Bir dakika değil bir saat boyunca bile orada öylece oturabilirdim ama benim canım arkadaşım Hazar aradan yarım dakika bile geçmeden camı tıklatmaya başladığında mecburen bu andan kopmak zorunda kaldım.

 

"Hadi sizi bekliyoruz iki saattir." Ilgaz'ın bakışları hâlâ üzerimdeyken acele etmeden indim araçtan. "Kemerim sıkışmış." diye bir yalan attım ortaya. Koltukta oturduğum için yukarı kıvrılan eteğimi düzeltirken arkadaş grubumun üzerindeki gerginliği yeni fark edebilmiştim.

 

Otoparkın ortasında öylece dikiliyorduk. Ada gözlerini Hazar'ın yanındaki kıza kilitlemişti. Bu kaçıncı seferiydi? Kaç defa Hazar'ı böyle başka kızlarla görmek zorunda kalmıştı? Ufuk "Hadi." diye seslenip Ada'yı belinden tutarak yönlendirmese bu bakışmanın daha süreceğine emindim. Önceleri Hazar'ın sevgililerini asla merak etmezdim ama şimdi durum farklılaşmıştı. Ada ve Ufuk yanımızdan ayrılırlarken ona elimi uzattım. "Ben Peri." dedim kısaca. "Hazar'ın arkadaşıyım."

 

Kesinlikle güzeldi. Kumral saçlarını sıkıca tepeden toplamış, rahat kıyafetler tercih etmişti. Buna rağmen fiziğinin oldukça sağlam olduğunu görebiliyordum. Böyle bir vücuda sahip olmak için çok fazla çalışmış olmalıydı. "Gökçe. Hazar'ın kız arkadaşıyım." Sevimli bir gülümsemesi vardı. Diğer arkadaşlarımla da tanışmıştı ve cana yakın biri olduğunu belli etmişti. Hazar'ı kontrol ettim. Özel günlere genelde yalnız geldiğini biliyordum. Bu kızın özelliği neydi?

 

Tanışma faslı sona erdiğinde hep beraber mekâna ilerledik. Nedensizce fazla yüksek katlı bir bina olmasına rağmen asansör yoktu. Katları zorlanarak çıkmıştım. "Senin geleceğini bilmiyordum." dedim Uraz'a. Açıkçası davet etmek aklıma gelmemiş değildi fakat çekinmiştim. Son yaptığım hareketten sonra aramızın nasıl olduğunu kestirememiştim çünkü.

 

İçerideki süslü püslü sahnenin hemen önünde bulunan devasa masaya doğru ilerlerken Uraz hafifçe bana doğru eğilip "Bazı durumlar var da. Sürekli merak etmek yerine gelmeyi tercih ettim." diye fısıldamıştı. Cümlenin tercümesi şuydu: Arkanızı kollamaya geldim.

 

Anladım anlamında kafamı sallarken bu olayları konuşacağımız doğru zamanın şu an olmadığı açıktı. Bugün arkadaşımın doğum günüydü. Eğlenmeme bakacaktım. Gözlerim etrafta dolaştı merakla. Dekorasyon gerçekten iç açıcıydı. Görevliler iyi iş çıkarmışlardı. Ada'nın tam karşısına oturdum çünkü burası cama en yakın olan yerdi. Ceketimi çıkarırken Ufuk'un sahnedeki gitaristle bir şeyler konuştuğunu gördüm.

 

"Geldiler, geldiler." Hazar'ın uyarısı üzerine hepimiz ayağa kalktık. Görevliler hareketlendi ve çok geçmeden ideal büyüklükte bir pastayı sahnenin hemen önüne yerleştirdiler. İkra'nın sorgulamaları duyulmaya başladı, ışıklar tamamen söndü. Ilgaz'ın soğukluğunu hissettiğimde elimi tuttuğunu yeni fark ediyordum. Şu an o hapı yutmamış olsaydım bu karanlık ortamı masmavi ışıltılarla aydınlatıyor olurdum. İstemsizce bunu gören bir arkadaşımın nasıl tepki vereceğini merak ettim.

 

"İyi ki doğdun!" Işıklar hızlıca açılırken hep bir ağızdan bağırdık. İkra hemen yanında patlayan konfetiyle irkilmiş, kocaman gözlerle etrafı incelemeye başlamıştı. Baha ona pastanın olduğu yere kadar eşlik etti. Yanağına küçük bir öpücük kondurmadan önce "Dilek tut sevgilim." diye mırıldandığını duydum. İkra dolu gözlerini hepimizin üzerinde gezdirdi.

 

"Ağlama makyajın akacak." dedi Gökçe. Ve İkra bir damla yaşını akıttı. Ona asla ağlama dememeliydiniz çünkü o kelimeyi duyduğu an zaten hüzünlüyse hemen ağlamaya başlıyordu. Hazar birçok kere onun bu özelliğini kullanarak ağlamasına sebep olmuştu.

 

Baha İkra'nın gözyaşlarını sildi. Suratımda gururlu bir gülümsemeyle ikisini izliyordum. Ilgaz omuzlarıma ellerini yerleştirince yavaşça ona yaslandım. "Yanımdaki bu muhteşem adamla birlikte sağlıklı bir ömür diliyorum." dedi İkra beraber kutladığımız her doğum gününde söylediği gibi. Mumlar bir bir söndüğünde hepimiz alkışladık doğum günü kızını. Yaşlı gözleriyle tek tek hepimize sarıldı.

 

"Şimdi lütfen herkes yerlerine otursun." Baha'nın sesi mikrofon aracılığıyla bize ulaştığında onun ne ara sahneye çıktığını bile bilmiyordum. Yine de az önce oturduğum geniş koltuğa geri döndüm. Ilgaz hemen yanıma yerleşirken, Ada da sahneyi görebilmek için arkasını dönmüştü.

 

"Senin için ne yapabileceğimi çok düşündüm ve aklıma bu geldi. Benim sesimden duyduktan sonra artık sevmeyeceksin belki ama... En sevdiğin şarkıyı söylemek istedim."

 

Arkadaki bateristin hareketlendiğini gördüm ve gitar şarkıya giriş yaptı. Baha "Yıldızları say benim için."¹ derken şarkıya gülümseyerek eşlik ediyordum. Arka vokal Baha'yı destekliyordu ve eniştemin buna fazlaca çalıştığını biliyordum. İkra ellerini çenesinde birleştirmiş, hayranlıkla sevgilisini izliyordu. Sahneye en yakın yer onundu.

 

Baha gözlerini İkra'dan asla çekmedi. Âşık olmak böyle bir şey miydi? Gözlerini ondan alamamak mıydı? Ya da Baha'nın İkra'ya baktığı gibi bakmak mıydı birine? Şefkatle, hayranlıkla ve hafif bir hüzünle...

 

Bakışlarım benden bağımsız olarak yanımdaki kişiye yönelirken onun beni izlediğini biliyordum. Ben Ilgaz'a nasıl bakıyordum? Dalgalı tutamlarından biri kirpiklerini örtüyordu. Yüzünde kocaman bir gülümseme... Şu an kırgın çocuk yoktu. Her zaman gördüğüm o buruk bakışlar yok olmuştu şimdi. Mutlu musun, dedim fazlasıyla odaklanıp sözcükleri ona ileterek.

 

Çok. Sesi birkaç kez zihnimde yankılanıp beni terk etti. Parmaklarım saçlarından ayrılan dalgalı tutamı geri itti. Yine her zaman taktığı kolye boynundaydı. Ucundaki küçük yuvarlak bana hiçbir şeyi anımsatmıyordu ama içindeki küçük çizgileri fark edebiliyordum. Neden sürekli takıyordu?

 

"E, yeter ama artık." Hazar'ın sesiyle odağım değişti. Şarkı çoktan bitmişti sanırım ve İkra Baha'ya ufak bir öpücük vermişti. "Sana ne?" dedi Ada keskin sesiyle. Tam karşımda olduğundan sinirli yüz hatlarını net bir şekilde görebiliyordum. Bugün için olan heyecanını tamamen kaybetmiş gibiydi. "Her seferinde karışmaktan vazgeç artık."

 

Hazar şaşkın bakışlarla onu izliyordu. Bir şeyler söylemesini, Ada'ya bulaşmasını bekledim ama tek bir kelime etmedi. Sakince önüne dönmüştü. Ufuk da ikisi arasındaki gerginliği anlamaya çalışıyordu. Onları çözmesi zaman alacaktı çünkü ben bile hâlâ Ada'nın Hazar'a âşık olduğu gerçeğini kabullenemiyordum. Sinir bozucu bir şekilde fazlasıyla iyi gizliyordu.

 

"Beğendiniz mi?" diye sordu Baha ortamdaki gerginliği görmezden gelerek.

 

"Sanırım artık şarkının normal hâlini dinleyemeyeceğim. Bu hâlini daha çok sevdim." İkra sonra telaşla çaprazında oturan Uraz'a döndü. "Çektin değil mi hepsini?" diye sordu. Uraz kafasını salladı ve telefonunu ona uzattı.

 

"Açsanız pastadan önce bir şeyler yiyelim." dedi Baha.

 

Hazar moralini geri toplamış olacak ki "Evet." diye atladı hemen. Baha bunun üzerine menüleri istemişti. Ufuk ve Ada'nın telefona bakarak bir şeylere güldüğünü duydum. Artık Ada'nın rol yapıp yapmadığını anlayamıyordum. Gerçekten takmıyor muydu yoksa çok fazla önemsediği için gizlemeye mi çalışıyordu? Ufuk uzaklaşınca gülüşü solmuştu ve bende sorumun cevabını almıştım. Çok fazla önemsiyordu.

 

Menü önüme konulduğunda kendime sadece bir portakal suyu almayı düşünüyordum. Gelmeden önce evde yemiştim zaten. "Denemediysen mutlaka denemelisin Ada. Tavuk ve köri inanılmaz yakışıyor." Ufuk kendi menüsünü Ada'ya uzattı ve söylediği şeyi göstermeye çalıştı.

 

"Ada köri sevmez." Konuşan Hazar'dı ama bakışları çok önemli bir şey okuyormuş gibi önündeki sayfalardaydı. Söylediği doğruydu ve söyleyiş tarzı ortamı tekrar germeye yetmişti. "Bilmiyordum." Ufuk'un Hazar'ı takmadığı belliydi. Davranışları aşırı rahat ve özgüvenli olduğundan onunla çakışmaları normaldi. Ada hiçbir şey söylemedi. Tamamen ifadesizdi.

 

"Burada böyle yemekler satıldığını bilmiyordum." dedi Gökçe konuyu değiştirmeye çalışarak. Onu Baha devam ettirmişti. "Evet. Ben de tahmin etmiyordum ama çok yönlü bir mekân olması bizim için iyi oldu."

 

Garson sırayla siparişleri almaya başlayınca hepimiz susmuştuk. Hazar ve Ada yüzünden gergin hissediyordum. "Şarkı konusunda bana Ufuk yardımcı oldu. Elektrogitar çaldığını biliyor muydunuz?" Baha'nın söylediklerine hem şaşırmış hem de şaşırmamıştım. Bugün de çalacak olmalıydı ki yanında bir enstrüman getirdiğini görmüştüm. "Öyle mi?" dedi Gökçe heyecanla. "Ben de ilgileniyordum fakat araya bir sürü şey girdi."

 

"Sesin de güzeldir kesin." dedim konuya dahil olmak için.

 

"Amatör bir rock grubunun baş solisti." dedi Baha. Bu sefer şaşırmıştım işte. "Şu an şarkı söylemek konusundaki özgüvenimi yavaş yavaş kaybediyorum." Ilgaz'la aynı fikirdeydim. Şu an rock söyleyen biriyle aynı ortamdaydım ve muhtemelen az sonra hiç de güzel olmayan sesimle bir şarkıyı katledecektim. "O zaman daha fazla özgüveninizi kaybetmeden sizi sahneye alalım." dedi Baha. Kafamı iki yana salladım. Hazır değildim.

 

"Herkes bugün şarkı mı söyleyecek?" İkra şaşırmıştı. Sevgili eniştem neden böyle saçma bir sürpriz fikri bulmuştu ki? "Hayır ya. Kulak tıkaçlarımı getirmeyi unuttum." Benim hakkımda böyle konuşan tek bir kişi olabilirdi ve o da tabi ki Hazar'dı. Ilgaz'ın elini tutarak masadan kalkerken "Yüksek yüksek notalara çıkayım da gör sen." diye cevap verdim alayla.

 

Hazar dilini çıkardığında ben de aynısını yaptım. Masadakilerin gülüşlerini duyabiliyordum ancak sahneye yaklaştığım her an gerginliğim artıyordu. Üç basamaklı merdiveni tamamlayıp sahnenin tam ortasına yürüdüm ve ayaklı mikrofonu kendime göre ayarladım. Bu sırada görevliler de Ilgaz'a başka bir mikrofon getirmişlerdi. Parmaklarımı dudaklarımın önünde duran mikrofona yasladım. Bütün arkadaşlarımın gözleri bizim üzerimizdeydi. İkra'nın ıslık çaldığını duydum. Gerildiğimin farkındaydı.

 

Ilgaz arka vokalle ve enstrüman çalan kişilerle söyleyeceğimiz şarkı hakkında konuşuyordu. Normalde şarkının melodisi piyano notalarından oluşuyordu ama burada piyano olmadığından gitar bize eşlik edecekti. Önceden bildirdiğimiz için bir problem olmamıştı.

 

Ilgaz da mikrofonun başına geçerken dikkatle onu izledim. Hiç karşıya bakmadan direkt bana odaklandı. Sadece bana bak olur mu? Cümle zihnime sakince ulaştığında sadece kafamı sallamakla yetindim. Ortaya elini uzattı. Sıkıca tutundum ona. Şu an oldukça sakindim. Ilgaz yapıyordu.

 

Gitarın sesi sakince kulaklarıma dolmaya başladı. İlk kısmı Ilgaz söyleyecekti. Parmaklarını daha çok sıktım. Dudaklarını araladı ve gözlerini üzerimde tuttu.

 

²I was distracted. (Dikkatim dağılmıştı.)

 

And in traffic. (Ve trafikteydim.)

 

I didn't feel it, when the earthquake happened. (Deprem olduğunda hissetmedim.)

 

But it really got me thinkin'? (Ama beni gerçekten düşündürttü.)

 

Were you out drinkin'? (Dışarıda içiyor muydun?)

 

Were you in the living room? (Salonda mıydın?)

 

Chillin' watchin' television? (Sakindin, televizyon mu izliyordun?)

 

It's been a year now. (Şimdiden bir yıl oldu.)

 

Think I've figured out how, how to let you go and let communication die out. (Sanırım anladım, nasıl gitmene ve iletişimimizin kopmasına izin verdiğimi.)

 

Kırgınlığı geri gelmişti. Bu şarkıyı tamamen bana söylüyordu. Beni kurtaramadığı için, gittiğim için kızgındı. Ben de öyleydim. Sesinin tonunu seviyordum ama şarkı söylerken nasıl olacağını hiç düşünmemiştim. Arka vokali neredeyse duymuyordum çünkü Ilgaz'la oldukça yakındık ve benim için sadece o vardı. Şarkı söylerken bu kadar güzel görünmesi yasa dışıydı. Bana bakan gözleri; dalgalı, kirpiklerinin önüne dökülen saçları, bana uymak için giydiği siyah kazağı ve beyaz gömleği... Hepsi onu daha da mükemmel göstermek için birlik olmuşlardı sanki. Avcumu tutmayı bırakıp parmaklarıyla tamamen benimkileri sardığında sakinliğini tenime aktarmaya devam ediyordu. Sıranın bana geldiğini bildiğimden yutkundum ve derin bir nefes aldım. Bu şarkıyı gözlerinin içine bakarak söylemek çok mu fazla olurdu?

 

Ilgaz'ın sesine kendiminkini de kattım.

 

I know, you know, we know you weren't down for forever and it's fine. (Biliyorum biliyorsun, biliyoruz. Sonsuza dek -ilişkimizin bittiği hakkında bir yanılgıya- düşmedin ve bu iyi.)

 

I know, you know, we know we weren't meant for each other and it's fine. (Biliyorum, biliyorsun, biliyoruz. Birbirimiz için yaratılmadık ve bu iyi.)

 

Herkes susmuştu. Nefes alınmıyor, kalpler çarpmıyor gibiydi. Kesinlikle bu şarkıyı gözlerine bakarak söylememeliydim. Ama başka yere bakabilecek gibi de hissetmiyordum kendimi. Eğer Ilgaz'a bakmayı kesersem ya da gözlerimi fazladan bir saniye kırparsam bunun için daha sonra kendime kızacaktım.

 

But if the world was ending you'd come over, right? (Ama dünya sona eriyor olsaydı, gelirdin, değil mi?)

 

You'd come over and you'd stay the night. (Gelirdin ve gece boyunca kalırdın.)

 

Would you love me for the hell of it? (Beni sonuna kadar sever miydin?)

 

All our fears would be irrelevant. (Bütün korkularımız anlamsızlaşırdı.)

 

But if the world was ending you'd come over, right? (Ama dünya sona eriyor olsaydı, gelirdin, değil mi?)

 

The sky'd be falling and I'd hold you tight. (Gökyüzü düşerse seni sıkıca tutardım.)

 

And there wouldn't be a reason why. (Ve bunun bir nedeni olmazdı.)

 

We would even have to say goodbye. (Birbirimize veda bile edebilirdik.)

 

But if the world was ending you'd come over, right? (Ama dünya sona eriyor olsaydı, gelirdin, değil mi?)

 

You'd come over, you'd come over, you'd come over, right? (Gelirdin, gelirdin, gelirdin, değil mi?)

 

Gitar son notasını tamamladı. Ilgaz'ın dudakları kapandı. Kulaklarıma alkış sesleri ulaştı. Ben bu sahnede takılı kaldım. Ilgaz'ın açık kahve gözlerinde, yatıştırıcı teninde, zihnime ulaşmaya çalışan sesinde... Öylece dondum, kaldım.

 

Dünya'nın sonu geldiğinde, gök yarılmadan hemen önce bana gelir miydin Ilgaz? Belki hâlâ son bir gecelik zamanımız olurdu ve o gece sen bende kalırdın. Bana son kez aurora diye seslenirdin, ellerimiz sıkıca birbirini sardığından yüzünde dolaşan mavi ışıltıları bile görebilirdim.

 

Önemli olan sonun nasıl geldiği değildir, sonun ta kendisidir.

 

Birleşik ellerimizle birlikte öne çıkıp seyircimiz karşısında eğildik. Arkada gitar çalan genç kıza ve vokaliste teşekkür ettikten sonra da sahneden inmiştim. Boğazım kurumuştu. Garsondan bir bardak su istedim.

 

"İyi ki unutmuşsun değil mi Hazar?" dedi İkra alayla. Bizi deli gibi alkışladığını görmüştüm. Bu gösteriyi onun için hazırlamıştık ve beğenmesine sevinmiştim. "Neyi?"

 

"Kulak tıkacını."

 

Hazar İkra'yı takmayıp "Onun yerine simsiyah bir gözlük iyi olurmuş." diye söylenmeye başladı. "O nedenmiş?" diye sordum. İpek gömleğimin yakasını düzeltip yerime oturdum. Ilgaz garsondan aldığı bardağı önüme bıraktı. "Romantizmden gözlerim kamaştı da ondan." Kaşlarımı alayla havaya kaldırdım. Bu çocuğun rahatsız olmadığı bir şey var mıydı?

 

"Sevgilinin yanında böyle şeyler söylememelisin Hazar." Sözün doğruluğu dışında bunu söyleyen kişi şaşırtmıştı beni. Ada elindeki kolayı pipetiyle höpürdetirken Hazar'a bakmamıştı bile. "Benim için sıkıntı yok." dedi Gökçe. Aralarındaki gerilimle pek ilgileniyor gibi görünmüyordu. Başlarda konuyu dağıtmak için çabalamıştı ama şimdi tamamen umursamaz davranıyordu.

 

Ada pipetle biraz daha gürültü yaptıktan sonra pek yavaş olmayacak şekilde bardağı masaya bıraktı. "Okuyor musun Gökçe?" Sorusu ve ilgili hâli ben dahil masadaki herkesi şaşkına çevirdi. Yüzündeki gülümsemenin içtenliği korkutucuydu. Kızın ismini bilmediğini sanıyordum çünkü onunla tanışırken yanımızda değildi ve masada da hiç adının açıkça söylendiğini hatırlamıyordum.

 

"Yok bitirdim ben okulu. Şimdi eğitmenlik yapıyorum." Önündeki yemeği hiç de iştahlı yemiyordu, oyalanmak için bahanesiymiş gibiydi sadece. Arkama yaslandım. Okulunu bitirdiyse Hazar'dan büyük olmalıydı. Tabi benden de. Şöyle bir bakınca gerçekten de büyük duruyordu.

 

Ilgaz koluma dokunduğunda gözlerimi Gökçe'den çektim. Sanırım bana bir şey söyleyecekti. Masadakiler Ada'nın tavırlarına odaklandıklarından kimse bizim nereye gittiğimizi sorgulamadı. Uraz da bizimle birlikte masadan kalkınca merdivenlere doğru yürüdük.

 

ADA

 

"Ne eğitmenliği?" dedi İkra. Bana uyarıcı bakışlar atıyordu fakat umursadığım söylenemezdi. Sadece bu gecenin bir an önce sona ermesini diliyordum. İşkenceden farksızdı benim için. Ufuk da huzursuzluğumu fark ettiğinden beni neşelendirmeye çalışıyordu. O da olmasa burada sabrımın son kalan damlasıyla bir rezalet çıkarabilirdim. Şu ana kadar Hazar'ı başkalarıyla görmeye alışmış olmam gerekmez miydi?

 

"Genel dövüş sanatları. Başlangıç düzeyi için eğitimler veriyorum."

 

"Hazar'ın kulübündesin herhâlde. Orada tanışmış olmalısınız." Masaya Peri'nin portakal suyu gelmişti. Garsona seslendim ve bardağı benim önüme koymasını sağladım. Az önce kola içtiğim pipetle bu sefer de meyve suyumu yudumladım. Beni oyalayacak bir şeylere ihtiyacım vardı.

 

"Ada sen iyi misin?" Ufuk bana yaklaşıp fısıldadı. Bugün için neden bu kadar çok heyecanlanmıştım ki? Her zamanki arkadaş buluşmalarıydı işte. Benim için bol kalp sıkışmalı, gecenin sonunda da özenle sürdüğüm maskaramın akmasına neden olan saatlerdi sadece. Üzerimdeki güzel mor elbiseyi bu gece giyerek heba etmiş gibi hissediyordum. Saatler önce hazırlanmaya başlamıştım. Saçlarımın daha canlı görünmesi için bir sürü şey sürmüştüm mor tutamlarıma, yüzüme de öyle. Ama dünyanın en güzel kızı olsam bile etki etmeyecekti, biliyordum.

 

Kördü bir kere. Her detayı gören gözleri bir beni fark etmiyordu. Kendimle çeliştiğimi biliyordum. Hazar'ın beni görmezden gelmesini istiyordum çünkü küçük bir çocukla konuşur, şakalaşır gibi davranıyordu bana. Arkadaşça olan temaslarının benim için ne ifade ettiğini bilse benimle el bile sıkışmazdı. Aynı zamanda da beni görsün istiyordum. Arkadaşça tavırlarının beni ne kadar rahatsız ettiğini anlasın, ben gizlemeye çalışsam bile gözlerimdeki duygunun farkına varsın istiyordum.

 

Ancak tamamen çaresiz kişiler benim gibi davranabilirlerdi. Ne yapacağını, hangi yöne ilerleyeceğini bilmeyenler... Tümüyle kaybolanlar...

 

Gözlerim masanın cilalı yüzeyindeyken "Mükemmelim." diye mırıldandım. Evinden kaçarcasına çıktığım günden sonra o konunun bahsi bile açılmamıştı. "Neden öylece gittin?" diye sormasını beklemiştim. Ne zaman Hazar'a olan beklentilerim son bulacaktı? Ne zaman akıllanacaktım?

 

"O, değil mi?" Ufuk'un mavi gözleri endişeyle bana bakıyordu. Dikkatimi çekmeyi başarmıştı. Zeki biri olduğunu biliyordum. Her şeyi anlamıştı. Ona karşı kendimi kötü hissetmeliydim belki de. "O." dedim boğazıma takılan yumruyu geçirmeye çalışırken.

 

Derin bir nefes aldığımda kolunu omzuma attığını hissettim. Destek olurcasına sol eli omzumu sıvazladı. "Dik dur." dedi kulağıma doğru. "Unutmak için önce umursamamayı öğrenmelisin." Verdiği komut öncesi çökmüş bir şekilde oturduğumun farkında değildim. Parmakları omzumu sıktığında belimi dikleştirdim. İkra masada bir şeyler anlatıyordu ama yine de sesimin duyulacağını hesaba katarak Ufuk'a biraz daha yaklaştım. "Unutmak istediğimden emin değilim." diye fısıldadım.

 

Ufuk çok komik bir şey söylemişim gibi gülmeye başladı. Masadaki bütün gözler bize döndüğünde ne yapacağımı şaşırmış bir hâldeydim. Geçen dakikalar boyunca asla bana bakmayan Hazar'la göz göze geldim. Kaşlarını çatmış, bir bana bir Ufuk'a bakıyordu.

 

"Neden bu işlere hiç bulaşmadığımı bir kez daha hatırlamamı sağladın." dedi Ufuk gülüşlerini durdurduğunda. Ne söylediğini duymuşlardı. "Bu tamamen mazoşistlik."

 

"Çok değerli felsefi konuşmanızı bölmek istemem." Hazar dudaklarını ıslattı. "Fakat merakıma yenik düştüm." Ellerini birbirine geçirmiş, dirseklerini de masaya yaslamıştı. Neden birden İstanbul Türkçesiyle konuşmaya başladığını merak ettim.

 

"Ada'nın arkadaşısın sanırım." Sonra adını imalı bir şekilde telaffuz etti. "Ufuk."

 

"Bilmem." Ufuk rahatça arkasına yaslanmış omzuma koyduğu elini de çekmişti. "Biri için ne ifade ettiğimi tam olarak bilemem sonuçta."

 

Gözlerimi sıkıca yumdum. Saçlarım yüzümü gizledi. Cümlesi göğsümün tam ortasına yerleşmişti. "Ada'ya soralım o yüzden." Ufuk bugün neden ekstra rahat davranıyordu? Onunla boş vakitlerimde buluşmaya çalışmıştım, oldukça özgüvenli ve konuşkan biri olduğunu da tanıştığımız süre boyunca anlayabilmiştim. Ama ilk defa gördüğü kişilere karşı olan bu tavrı beni şaşırtmıştı. Belki de ben çok geriliyordum. İnsanlar gerilmeme neden olacak kadar önemliler miydi ki?

 

"Evet. İkra aracılığıyla tanıştık." Gülümseyerek Hazar'a baktım. "Sizin fakültede. Makine mühendisliği okuyor."

 

"Seni daha önce görmedim." dedi Hazar Ufuk'a. Bütün kampüsü tanıyor bile olabilirdi. Popüler bir kişiliği vardı. Her aktiviteye de balıklama atlardı. "Pek sosyal biri değilim." dedi Ufuk. Her ne kadar rahat olsa da sosyal yaşamı pek sevmiyordu, çok fazla ders çalıştığından vakit bulamadığını söylemişti bir keresinde. Bugün yanımda olduğu için şanslı mıydım yoksa şu anki gerginliğimin sebebi o muydu bilmiyordum. Onu gerçekten sevmiştim. İyi bir insan olduğunu düşünüyordum ve kafa dengiydi. Yeni biriyle tanışmak, kendimi baştan anlatmak iyi gelmişti.

 

"Ortak bir dersimiz var. Ada ile iyi anlaşacaklarını düşündüm. Yakışmıyorlar mı ama?" Böyle bir cümleyi kurabilecek tek bir kişi vardı: İkra. Yüzümü buruşturdum ve dudaklarımı oynatarak "Ne yapıyorsun?" dedim kızgınca. Omuzlarını silkti. Bu sırada az önce masadan ayrılan Ilgaz, Peri ve Uraz üçlüsü geri dönmüşlerdi. "Bir şey kaçırmadım değil mi?" dedi Peri karşıma otururken.

 

Gökçe lafa atladı. "Yok. Sadece benim eğitmenlik yaptığımı, Ufuk'un makine mühendisliği okuduğunu ve nasıl tanıştıklarını konuştuk. Şimdi de ne kadar yakıştıklarından bahsediyorduk." Bu kızla bir alıp veremediğim yoktu. Aksine biraz daha az sevecen biri olmasını tercih ederdim. En azından ondan hoşlanmamam için geçerli bir nedenim olurdu. Vücuduna rağmen sevimli bir yüzü vardı, Hazar'ın onu çekici bulmaması için hiçbir neden yoktu.

 

"Ben arkadaş olduğunuzu sanıyordum." dedi Peri şaşkınlıkla.

 

Yanlış anlaşılmayı düzelttim. "Arkadaşız. İkra'nın boşboğazlığı işte."

 

Peri olayı hemen anlamış, daha fazla bir şey sormamıştı. Sahnedeki görevlilerden biri Ufuk'u çağırdığında gitarıyla ilgili sorunun çözüldüğünü düşünmüştüm. "Sevgilime boşboğaz dediğin için şarkının nakarat kısmını sen söyleyeceksin." dedi Baha.

 

"Ne? Asla olmaz." Herkes yüzümdeki dehşet ifadesine gülüyor olmalıydı. Ufuk istediği için oldukça zor bir şarkı seçmiştik ve nakarat kısımlarını asla söyleyemezdim. Ben birkaç satırlık kısa bir bölümü seslendirecektim. Hiç çıkmasam daha iyiydi çünkü bu Ufuk'un şovuydu ama ısrar etmişti.

 

"Hazırız." dedi neşeyle mikrofona doğru. Beni çağırdığını biliyordum. Görevliden bir tane sandalye istemişti. Sesini ısıtırken bir taraftan da elindeki kâğıtları bateriste ve arka vokale dağıtıyordu. Bunun için heyecanlıydı.

 

Ufuk'un yanına ulaştığımda getirilen sandalyeye oturmamı işaret etti. "Senin söyleyeceğin yerlerin altını çizdim." dedi önümdeki nota standına kâğıdı yerleştirirken. Kafamı salladım. Beraber bir kez çalışmıştık ve onda da arkada müzik aletleri yoktu. Önemli olan ben değildim zaten. Yavaş kısımları söyleyecektim.

 

Ufuk gitarın askısını boynundan geçirdi ve sesini birkaç kez kontrol etti. Havalı görünüyordu. Saçları giderek şekillerini kaybediyorlardı ama onun için sorun değildi. Hâlâ gayet iyi görünüyordu. O ayaktayken benim oturmam biraz garip olmuştu, şovu uzun süreceğinden öylece dikilmemi istememiş olmalıydı.

 

Stanttaki kâğıdı kontrol ettikten sonra mikrofona doğru konuştum. "Ufuk Alaca tarafından kulaklarınızın pasının silinmesine hazır mısınız?!"

 

Büyük bir alkış koptu. Ilgaz'ın ıslık çaldığını gördüm. Yüzümdeki gülümsemeyle sandalyeye yerleştim. "İyi dinleyin çünkü bir daha böyle bir sesi bulmanız zor olacak!" Ufuk'un utangaç bir şekilde gülümsediğine tanık oldum. Sözlerimden sonra penasıyla tellere birkaç kez vurdu. Gitarın sesi gerçekten güçlüydü. İkra "Ay heyecanlandım." dediğinde Uraz çoktan kayda başlamıştı. Bugün kameramanımız oydu sanırım.

 

"Hazır mısınız baş solistim?" diye sordum Ufuk'a. Gitarın kablosunu düzelttikten sonra kulağına elindeki şeyi taktı ve baş parmağını gösterdi bana. Kurumuş dudaklarımı ıslattım. Kısık çıkan ses tonumu mikrofon yükseltti. İlk iki söz benimdi.

 

³I'm not afraid of the war you've come to wage against my sins. (Günahlarıma karşı başlattığın bu savaştan korkmuyorum.)

I'm not okay, but I can try my best to just pretend. (İyi değilim ama rol yapmak için elimden geleni denerim.)

 

Mikrofondan uzaklaşıp Ufuk ve hemen arkasındaki bateriste baktım. Ufuk ciddiyetle tellere elindeki penayla dokunurken kendi sırası geldiğinde mikrofona yaklaştı. Hem çalıp hem söylemek oldukça zor olmalıydı. Baterist şarkıya girdiğinde Ufuk'un dudakları aralandı.

 

So will you wait me out? (Beni bekleyecek misin?)

Or will you drown me out? (Yoksa boğacak mısın beni?)

So will you wait me out? (Beni bekleyecek misin?)

Or will you drown me out? (Yoksa boğacak mısın?)

 

Bu kısım şarkının o muhteşem bölümünden önceki son yavaş kısmıydı. Heyecanla nakaratı bekliyordum. Kulaklıkla dinlemeye benzemiyordu kesinlikle. Ufuk'un sesi büyüleyiciydi. Kapalı gözlerini araladığında parmaklarının müthiş bir hızla hareket ettiğini gördüm. Bateristinkiler de o kadar hızlıydı ki göremiyordum bile. Beklediğim kısım geldiğinde ağzımı kapalı tutmak için gerçekten çaba göstermem gerekmişti.

 

I can wait for you at the bottom. (Seni cehennemin en dibinde bekleyebilirim.)

I can stay away if you want me to. (Eğer istediğin buysa senden uzak da durabilirim.)

I can wait for years if I gotta. (Gerekirse yıllarca bekleyebilirim seni.)

Heaven knows I ain't getting over you. (Tanrı biliyor ki seni hiçbir zaman aşamayacağım.)

 

Bu nakarat kısa sürdü. Boğazı acımıyor muydu gerçekten? Arkadaşlarıma baktım. Onlar şaşkınlıklarını gizlemek için benim kadar uğraşmıyorlardı. Hiç kimsenin böyle mükemmel bir performans beklemediği açıktı. Ben önceden sesini duymuş olmama rağmen bu kadar şaşırmıştım. Ayrıca yaptığı sadece şarkı söylemek değildi. Omzuna astığı elektrogitarın her bir notası ahenkle ulaşıyordu kulaklara. Kendi kısmım için hazırlandım. Gözlerimi hep bakmak istediğim kişiye kilitledim. O da hayran kalmıştı ama bakışlarımı fark edince gözlerini bana çevirdi. Çok mu cüretkârdım? Umursamıyordum. İlk defa Hazar hakkında bir şeyi önemsemiyordum.

 

I know the pain that you hide behind the smile on your face. (Gülüşünün arkasına sakladığın acıyı biliyorum.)

And not a day goes by where I don't think I feel the same. (Ve seninle aynı şeyleri hissettiğimi düşünmediğim tek bir gün yok.)

 

Ufuk az önce söylediği nakaratı tekrarlamaya başlamadan önce gözlerimi Hazar'dan çektim. Çok bile kalmışlardı. Saçlarımı arkama atıp kağıdımı kontrol ettim. Şimdi beraber söyleyeceğimiz bir kısım vardı. En son da Ufuk elektro gitarıyla notaları biraz değiştirerek hızlı bir solo çalacaktı. Arka vokal sadece ben söylerken destek çıkıyordu çünkü aksi takdirde Ufuk'un sesinden onunkinin duyulması imkânsızdı ve gerek de yoktu zaten. Ufuk kendi bölümünün sonuna yaklaşırken olduğundan daha yüksek bir notaya çıktı ve tam o kısımda ben melodiye dahil oldum. Ondan yarım saniye sonra söylüyordum ve böylece sesim kaybolmuyordu.

 

We'll try again. (Tekrar deneyeceğiz.)

When we're not so different... (Aramızdaki farklar azalmaya başladığında...)

We will make amends. (Telafi edeceğiz.)

Till then I'll just pretend. (O zamana kadar sadece rol yapıyor olacağım.)

 

Şarkının son kısmına kadar geriye kalan yer Ufuk'a aitti. Parmaklarını takip etmeyi bıraktım çünkü başım dönmüştü. Elektro gitarı sıkıca kavramış, belini hafifçe geriye atmıştı. Şovunu yaptı. Dediğim gibi kulaklarım hak ettiği değeri şu an görüyordu ve Ufuk'un amatör oluşunu saçma buluyordum. Gözleri kendi parmaklarındaydı. Baterist son kez vuruşunu yaptı, parmaklar yavaşladı. Ufuk'un o muhteşem sesi kesildi ve bana baktı. Bir süre sessizliğin oluşmasına izin verdim. Baterist ziline vurmadan hemen önce usulca araladım dudaklarımı. Sandalyeden bir bacağımı sarkıttım ve kısa elbisemin etekleri tenimin çok az bir kısmını örttü. Parmaklarımı mikrofona sardım.

 

Weigh down on me. (Ağırlığını bana ver.)

Stay till morning. (Sabaha kadar kal böyle.)

Way down, would you say I'm worthy? (Cehennemdeyken, benim değerli olduğumu söyler miydin?)

Weigh down on me. (Ağırlığını ver bana.)

Stay till morning. (Sabaha kadar kal.)

Way down, would you say I'm worthy? (Cehennemdeyken, benim değerli olduğumu söyler miydin?)

 

Sözler ve melodiler son bulduğunda mikrofonu bıraktım. Ortam... sessizdi. Birinin "Vay canına." dediğini duydum. Kim olduğunu bilmiyordum çünkü Hazar'ın yüz ifadesini anlamaya çalışıyordum. Beğendiğinin farkındaydım ama bu asık suratlılığının sebebini çözemedim. Aslında asık suratlı da denemezdi çünkü hiçbir duygu yoktu şu an yüzünde.

 

Ufuk gitarıyla beraber yanıma geldiğinde ayağa kalktım ve uzattığı elini tuttum. Beraber kısa süreli olarak seyircilerin karşısında eğildik. Saçlarım önüme döküldüler. Bir sürü gürültü duydum. Ayrıştıramıyordum ama. Kafamı kaldırdığım an nereye bakmam gerektiğini biliyordum. Hep ona bakardım ben. O nerdeyse, nereye bakıyorsa benim gözlerim de o yönde olurdu. Bu kez şaşkındım. Çünkü yeşil küreler hiç görmediğim bir duyguyla bakıyorlardı. Sinirli miydi? Hazar'ı hiç sinirli görmemiştim. Arada bazı şeylere kızardı ama sinirli olmak bambaşka bir şeydi.

 

Yüzümdeki gururlu gülümsemeyle merdivenlere yöneldiğimde ayağımdaki topukluların canımı yaktığını daha yeni fark ediyordum. Bu yüzden yavaş adımlar attım. İkra hemen yanıma gelmiş, kolunu omzuma atarak bir şeyler söylemeye başlamıştı. Duymuyordum. Kulaklarım uğulduyordu kalbimin gümbürtüsüyle. Çek artık gözlerini Hazar.

 

"Teşekkür ederiz Ufuk." dedi en son İkra. "Buraya kadar geldin benim için. Sesin gerçekten inanılmaz." Sessizce yerime oturdum. Üzerimdeki ağır bakışlar yerime sinmeme neden oldu. Arkadaşlarım Ufuk'la konuşuyorlardı. Ilgaz telefonundan bir şeylerle ilgileniyordu. Gökçe sahneye çıkmış gitarı incelemeye başlamıştı. Birkaç tele dokunup gitardan ses çıkmasına neden oldu. Ufuk sorulara cevap verirken yanıma oturdu, konuşmaya devam ediyorlardı. Onları durduran şey Uraz'ın garip sorusuydu.

 

"Hazar." dedi bir anda. "Seninle daha önce karşılaşmış mıydık? Tanıdık geliyorsun."

 

Hazar bir süre düşündü. Gökçe gitarla işini bitirmiş olacak ki geri gelmiş, sevgilisinin yanına oturmuştu. Bu yüzden Hazar'ı görebilmek için biraz daha eğilmem gerekti. "Uraz." Sesinin tonundan alay edeceğini anladım. "Benimle yakınlaşmak için böyle bahanelerinin olmasına gerek yok." Gözlerimi devirdim. Ciddi bir soru sormuştu çocuk ve hâlâ da ciddi duruyordu. Aldığı karşılık sonrası konuşmadı. "Tanıdık geliyorsam tanışırız bebeğim. Sorun yok." Uraz'ın da güldüğünü gördüm. Hazar sıra dışı biriydi ve genelde insanlar onu fazla samimi ve garip bulurlardı.

 

Masa bir an sarsılınca irkildim. Hazar'ın canı yanmış gibi görünüyordu. Bacağını ovuşturmayı bırakıp sinirle Peri'ye baktı. "Ne vuruyorsun be?"

 

"Hatırlatmamı yapayım dedim. "Hazar huzursuzca yerinde kıpırdandı. Bu sırada ne ara masadan ayrıldığını bilmediğim Baha, İkra'nın önünde hafifçe eğilmişti. Eş zamanlı olarak romantik bir şarkı kulaklarıma doldu. Onlar dans etmeye kalkarken saati kontrol ettim. On bire geliyordu. Ilgaz ve Peri de İkra'nın ısrarları sonucunda masadan ayrıldılar.

 

Ufuk bana doğru döndüğünde amacını anladım ama lavaboya gitmem gerekiyordu. Müzikten beni duymayacağını düşünerek kulağına doğru konuşmuş, beni anladığını görünce de ayaklanmıştım. Sanırım ayakkabım ayağıma vurmuştu ve kanıyor olmalıydı. Topallaya topallaya tuvaletlerin olduğu kısma geçtim. İşimi hızlıca hallettikten sonra topukluları çıkardım. Sağ ayak bileğimin arka kısmı hafif soyulmuştu ama kan yoktu. Uygun bir peçete parçasını özenle yerleştirdim yaranın üzerine. Biraz etkisi olurdu umarım. Makyajım düzgündü ama rujum biraz dağıldığından onu tamamen silmek zorunda kaldım.

 

Fazla oyalanmıştım. Son kez üzerimi düzeltip çıktım kapıdan. Masaya dönüp buraya geldiğimden beri yaptığım tek şeyi yapacaktım. Kös kös oturacaktım. Tabi karşımda bu adamı görmeseydim... öyle yapacaktım.

 

"Uzun süre gelmeyince merak ettim." Sırtını çıktığım kapının hemen yanına yaslamış, kollarını da göğsünde birleştirmiş öylece duruyordu. Maskemi taktım. Gülümsemem dudaklarımda yer edindi. Ona arkadaşça yaklaştım. "Arkadaşını da merak edermiş..." dedim parmaklarım yanaklarını sıkarken. Hiçbir şey anlamayacaksın Hazar. İzin vermeyeceğim.

 

Güzel kıyafetler, ışıltılı gülümsemeler, yarım saat uğraşılmış saçlar... Hepsi onun için olabilirdi. Fark edilmek için olabilirdi. Yüzsüzün, gurursuzun önde gideniydim. Görünüşüm onun için olabilirdi fakat içimi görmesine izin vermemenin bir başka yoluydu bunlar sadece. Dışım ne kadar süslüyse içim de bir o kadar harabeydi.

 

Hazar bileğimi tuttuğunda ve parmaklarımı yüzünden uzaklaştırdığında temasından kurtuldum ve bir adım geri gittim. Ayağım acıyla sızladı. "Biraz konuşabilir miyiz?" Şu an ne düşünüyordu, ne hissediyordu bilmiyordum.

 

"Olur." Sırtımı onun tam karşısındaki duvara yasladım. Tenim çıplak olduğundan soğuk duvar ürpermeme neden oldu. Yutkunduğunu gördüm. Bulunduğum yer tam üstümüzde duran otomatik ışık yüzünden fazlasıyla aydınlıktı.

 

"Neden söylemedin?" dedi dikkatle ayakkabılarını incelerken. Ellerini ceplerine attı. Gülümsememi yüzümde tutmaya devam ettim. Bunu bana sen öğrettin Hazar. Şu iki parça pembelik biraz olsun kıvrılsa bile bütün her şeyi saklar öyle değil mi? Benim aşkımı bile...

 

"Anlamadım?" Gerçekten de anlamamıştım. Ne hakkında konuştuğumuzun farkında değildim. Sadece zamanımı iyi kullanmaya çalışıyordum. Hafızamdaki görüntüsünü yeniliyordum. Uzamış kıvırcık sarı saçlarını, ışık yüzünden parlayan yeşil gözlerini, burnunun üzerindeki minik beni ve yanağındaki küçük kızarıklığı... Hepsini kazıyordum zihnime. Boynunu kapatan siyah kazağa bile kızamıyordum çünkü ona çok fazla yakışmıştı.

 

"Biriyle görüştüğünü bana neden anlatmadın?" İşte şimdi masadaki bütün tavırları anlam kazanmıştı. Görmezden gelinmekten nefret ediyordu. Ona göre arkadaşsak anlatmalıydım. "Her şey birkaç günde oldu. O yüzden pek vakit bulamadım." dedim sakince. Onunla kavga etmeyecektim. "Neden sen bana hiçbir şeyi anlatmıyorken ben sana anlatmak zorundayım?" demeyecektim. Bundan sonra daha temkinli olacak, açık vermeyecektim.

 

Hazar şaşırdı. Ondan hesap sormamı beklemişti. Tabi günlük kavga dozumuzu almazsak yaşayamıyorduk. Buraya bunun için gelmişti. Muhtemelen romantiklikten sıkılmıştı ve benim onu eğlendirmemi bekliyordu. İstediğini vermeyecektim.

 

"Üstelik önemli değildi. Ufuk, arkadaşım ve sen de öyle olduğuna göre bunda bir sorun görmedim. Tanışsanız iyi anlaşırsınız bence." Anlaşamazlardı. İkisi de baskın kişiliklere sahip olduklarından sürekli takışacaklarını biliyordum.

 

"O gün sana öyle davrandığım için üzgünüm." Maskem düştü. Gözlerimi panikle ondan kaçırdım. Cevap verecektim ama kekelemekten korkuyordum. Ayaklarım buradan ayrılmak için harekete geçti. "Sorun değil. Gitmemi istiyordun, ben kabalık ettim." dedim hızlı hızlı. Arkamı döndüm. "Masaya döneceğim, merak ederler." Yüzümü buruşturarak bir iki adım attım.

 

"Ceyla! Kes şunu." Ayaklarım durdu. Arkamı dönmedim. Otomatik ışık kapandı. Artık her yer karanlıktı. Gözlerimi kapatıp parmaklarımla saçlarımı arkama attım. "Böyle düşünmediğini biliyorum." Derin bir nefes aldım. Sinirliydi. Neden?

 

"O ismi kullanmıyorum." dedim sakince. Hazar'a döndüm. Işık tekrar yandı. Tam önümde duruyordu. "Benim ne düşünüp düşünmediğim hakkında hiçbir fikrin yok senin." Bağırmıyordum ama çığlıklar duyuyordum. Düşüp kırılan bir şeylerin sesini duyuyordum.

 

Konuşmadı. Ben devam ettim. "Kavga etmek mi istiyorsun? Eğlence mi arıyorsun kendine?" Gülümsüyordu. Hazar'ın gülüşlerini severdim. Gülerken kısılan gözlerini, içe doğru büzülen dudaklarını... Ama sevdiğim şeylerin bana zarar vermeyeceğinin garantisi yoktu. Hatta en çok onlar yakardı canımı değil mi?

 

"O gün gitmemi istedin Hazar. Hiç boşuna yalan söyleme. Yalnız kalmak istedin ve ben de arkadaşıma izin verdim." Ellerimi iki yana açtım. "Bu kadar." Susuyordu. Bu sefer gülmüyordu, kaşları çatık öylece yüzümü izliyordu. Onu sevmek yorucuydu, kırıcıydı ve en önemlisi vazgeçilemezdi. Bu tamamen mazoşistlik.

 

Bir şeyi ya da kişiyi sevmekle ona bağımlı olmak arasında dağlar kadar fark vardı. Ve ben artık Hazar'a karşı hissettiğim bu şeyin bağımlılık olup olmadığından emin değildim. "Bana bir daha öyle seslenme!"

 

"Hitap şekilleriyle alıp veremediğin ne?" Bana doğru bir adım attı. Kütüphaneden çıkıp onu gördüğüm gün hafızama doldu. "Ada Ceyla Özmen." dedi kısık sesle. "Adın bu değil mi?" Sıkıntılı bir nefes verdim. "Ne istiyorsan onu yap Hazar." dedim sonunda. Pes etmiştim. Hazar'la baş edemezdim. Önce hafifçe gülümsedi, gözleri gözlerime değdi. Sonra yavaş yavaş aşağı doğru kaydı bakışları.

 

"Ne istediğimi bilsen böyle konuşmazdın." İmalı sesi yutkunmamı sağladı. Her sözünü kendime çekmeye oldukça müsait bir zihnim vardı, kendime olan kızgınlığım yüzünden birazdan hırçınlaşmaya başlayacaktım.

 

"Benimle oynama Hazar. Sevgilinin yanına dön. Bugün seninle uğraşacak havamda değilim." Bu sefer gerçekten gidecek ve bu saçma diyaloğa bir son verecektim. Onunla konuşmaya devam ettiğim her saniye kalbimin umutlu çırpınışları artıyordu. Kanatlarının etrafına ne kadar zarar verdiğinin farkında olsaydı keşke.

 

Ensemdeki esintiyi hissetmesem çoktan bu işkenceden kurtulmuş olurdum. Sevdiğim kişinin yanında olmayı işkence olarak adlandırmak ne kadar acınasıydı. Nefeslerinin boynuma değdiğini bilmek ve bunun için neredeyse ağlayacak olmak... Sol tarafım durana kadar yumruğumu oraya vurmak istiyordum. Sana bir kalp ağrısından başka bir şey vermeyen bu adamı ısrarla sevmeye devam etmek ne kadar da aptalcaydı.

 

"Gökçe senin kadar eğlenceli değil." Dişlerimi birbirine geçirdim. Utanmaz herif. Bunu gülerek söyleyebilmesi bu kişinin gerçekten Hazar olup olmadığını düşündürtmüştü bana. Aklımdaki şeyi yapmayacaktım. Hayır. Sadece sessizce gidecektim.

 

Öne doğru bir adım attığımda sesi beni durdurdu. "Bekle. Çözülmüş." Arkamda olduğunu biliyordum ama parmakları elbisemin sırt kısmındaki iplerle temas ettiğinde bana ne derece yakın durduğunu yeni algılayabilmiştim. O iplerin elbiseme hiçbir etkileri yoktu. Çözülmüş olsalar bile önemli değildi ama Hazar onları sıkıca bağladı.

 

Avuçlarım kaşınıyordu. Hazar'ın utanmazlığı, umursamazlığı, saygısızlığı yüzünden... Sonunda onda sevmediğim bir şeyler bulabilmek şaşırtıcıydı. Ama şu an midem çalkalanırken sevdiğim Hazar'ın arkamdaki kişi olmadığını biliyordum. Farklı davranıyordu. Bir şeyleri kanıtlamaya çalışıyormuş gibiydi. "Bahse girerim." dedi işini bitirdiğinde. "Ben de Ufuk'tan daha eğlenceliyimdir."

 

Ne yapıyordu şu an? Neyi ima ediyordu? Cümle normal bir karşılaştırmayı çağrıştırıyor olabilirdi ama sesindeki ima rahatsız ediciydi. Saf ya da salak değildim. Üstelik Hazar'ı tanıyordum. Hayır yapmayacaktım. Bu aşılamaz olurdu. Tırnaklarımı avcuma batırdım.

 

"Değil mi?" Susmuyordu. Gökçe senin kadar eğlenceli değil. Sakin kal Ada. Yapma. Şu an kendinde değil. Onu kast etmedi. Yapma...

 

Parmaklarım Hazar'ın yanağına indi. Yanlış anlayıp anlamamam önemli değildi. Rahatsız hissetmiştim. Hızlı vurduğum için, ki Hazar da böyle bir şey beklemiyordu, başı sol tarafa doğru dönmüştü. Kıvırcık saçları gözlerini örttü. Şaşkınlığı geçince duruşunu düzeltmeden bana baktı. Sırıttığını gördüm.

 

"Sakın karşıma çıkma Hazar." dedim sinirle.

 

"Şakadan hiç anlamıyorsun." dedi utanmazca. Ve ekledi. "...arkadaşım."

 

Savunması yaptığı şeyden daha berbattı. "Senin şakanı..." Sustum. Çünkü öyle gerekmişti. Onu orda öylece bıraktım. Hızlı hareket ettim. Ortadaki arkadaşlarımın arasından geçerken, masaya bıraktığım çantamı alırken ve merdivenlere yönelirken soruları görmezden geldim. Ufuk arkamdan gelmese buradan çoktan çıkmış olurdum.

 

"Midem bulanıyor biraz. Taksi çağırdım." dedim başka bir şey sormasına izin vermeden. Yaptığım şey saygısızcaydı, onu ben getirmiştim buraya. Şimdi yalnız bırakmam doğru değildi fakat o an bunları akıl edemedim. Dışarı çıkarken neredeyse eşiğe takılıp düşüyordum.

 

Önüme gelen saçlarımı hışımla geriye attım. Ne bekliyorsun Ada? Hâlâ ne istiyorsun o adamdan. Yetmedi mi bu kadarı?

 

Telefonumu çıkarıp her zaman aradığım taksi durağını aradım. Hâlâ yürüyordum ama. Bu yüzden biraz ilerdeki otelin adresini verdim. Oraya varana kadar taksi gelirdi. Sinirim geçmişti. İyiydim. Mükemmeldim. Ayağım acımıyordu. Üşümüyordum. Hava şahaneydi çünkü.

 

Araç geldiğinde bindim. Nefes aldım ve nefes verdim. Gözlerimi bir sarsıntı hissedene kadar 97 kez kırptım. "Kusura bakma abla. Lastik patladı." Her zaman başıma gelir, önemli değil. Aksilik işte.

 

Adama parayı verdim, indim sonra. Nasılsa hava soğuk değildi, ayağım da acımıyordu. Yürümek güzel olacaktı. Evime de az kalmıştı. Bir adım, iki adım, üç adım. Dikkatimi dağıtan bir çocuk... Bu saatte dışarıda ne işi var?.. Bileğim burkuldu. Sorun değil, canım acımadı.

 

Topukluları çıkarırsam iyi olur. Bakayım, peçete hiçbir işe yaramamış. Yara kanıyor. İşte şu an canım çok yandı. Neden kanıyor ki şimdi? Neden gözyaşlarım akacak kadar acıtıyor bu yara? Sırf topuğu kanıyor diye ağlar mıydı bir insan? Ben ağlıyordum.

 

Hava güzel değildi. Donuyordum. Çöküp kaldığım bu kaldırım buz gibiydi. Gök gürüldüyordu. Sinirliydim. Mükemmel falan hissetmiyordum. Topuğum kanıyordu. Ayakkabı çok fazla acıttığından ağlıyordum. Başka bir nedeni yoktu.

 

Öyle canım yanmıştı ki kaldırıma oturmuştum, ellerim dizlerimi sarmıştı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Maskaram aktığından siyah siyah benekler görüyordum. Parmaklarım saçlarıma dolandı. Uçları mor saçlarıma, her defasında özenle boyattığım, dökülmesinler diye bin bir türlü bakım yaptığım saçlarım... Şimdi parmaklarıma dolanmışlardı. Birkaçı elime döküldü.

 

Yağmur yağıyordu. Yoksa kar mıydı? Öyleyse neden kaldırımlar kuruydu? Niye sadece ben ıslanıyordum?

 

Gözyaşlarım akıyordu. Neden? Şimdi hatırladım. Topuğum kanıyordu. Canımı yakıyordu yara. Daha çok ağladım. Hıçkırıklarım buz gibi rüzgâra karıştı.

 

Ayakkabılarımı elime aldım. Canımı yakan şeyleri yanımda taşımaya bayılırdım çünkü. Islak ayaklarım kuru kaldırımlarda ilerledi. Yağmur yağdığı falan yoktu. Saçmalıyordum. Sağ elimle yüzümü sildim. Tenim simsiyah oldu. Ne kadar da adi bir maskara? Asla doğru olanı seçemiyordum. Bu işte berbattım.

 

O çocuk niye bu saatte dışarıdaydı? Tehlikeli olduğunu bile bile neden dolaşıyordu yalın ayak? Niye okşuyordu başını o kedinin? Az sonra tırnaklarıyla ona zarar verecekti. Göremiyordu. Farkında değildi. Neşeyle gülümsüyordu. Canını yakacaktı çocuğun, onu bu kadar sevmeye değer miydi?

 

Gözyaşlarım durdu. Kedi çocuğun koluna tırnaklarını geçirdi ve gitti. Başından beri gitmek istiyordu zaten. Çocuk olmasa çoktan gitmiş olurdu. Sevgisiyle mâni olmuştu gidişine. Oğlan durdu öylece. Canı yanmıştı. Çığlığını duymuştum. Ancak hâlâ gülümsüyordu. Kedinin ona zarar vermesi umursamamasından daha iyiydi. Böyle düşünüyordu. Yazık.

 

Eve gelmiştim. İçeri girdim, ayakkabılarımı özenle yerleştirdim. Kanama durmuştu. Ama bu acının da geçtiği anlamına gelmiyordu. Deli gibi acıyordu hem de. Uyusam geçerdi. Tenim o zamana kadar kabuk tutardı.

 

Sevgi garip bir duygu değil mi çocuk? Tek taraflıyken boğazına dolanan bir halat, karşılıklıyken ise... Bilmiyorum. Karşılıklıyken nasıl olduğunu... Belki bir yardım elidir.

 

Ben asla o halattan kurtulamayacağım çocuk. Israrla o parka gideceğim. O kediyi bulacağım ve tırnakları tenimi delene kadar başını okşayacağım.

 

Sırtım kapıya yaslandı. Bacaklarımda güç kalmamıştı. Kapıdan kayarak yere oturdum. Gözlerim kapandı. Belki de o kediyi alıp eve getirmediğime şükretmeliydim.

 

,

 

¹2027 yılında alternatif rock türünde "Yıldızlar Senin İçin." başlığıyla çıkan bir şarkı.

 

²JP Saxe ve Julia Michaels'in "If The World Was Ending" adlı şarkıları.

 

³Bad Omens grubunun "Just Pretend" isimli metalcore tarzındaki şarkısı.

 

 

Bölüm : 16.02.2025 19:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...