
19 Aralık 2027. İkra'nın ona doğduğu söylenilen gün. Bir saat sonra ayın 20. gününe giriş yapacağız. Ada'nın gidişinin üzerinden yarım saat geçti. Onu kaç defa aradım, bilmiyordum. Ufuk da bize durumu açıklamaya çalıştıktan sonra peşinden gitmişti ve geri gelmemişti. Numarası olmadığı için onu da arayamıyordum. Endişeliydim.
İkra'ya midesi bulandığı için gittiğini söyledik. Öyle olmadığını belliydi gerçi. Morali bozuktu zaten gece boyunca. Gökçe'yi fark ettiği an heyecanı uçup gitmişti. Ada lavabolara giden uzun koridordan koştura koştura çıkıp gittikten sonra peşinden Hazar gelmişti. Gülüyordu. Yanağındaki kızarıklık bana olanların gerçekten vahim bir hâl aldığını söylüyordu. Ada'yı öyle görünce Hazar'ın diğer yanağına da ben patlatmak istemiştim bir tane.
Ama hatalı tarafın kim olduğu hakkında tam bir bilgim yoktu. İkisi de arkadaşımdı bu yüzden tarafsız davranmaya özen gösteriyordum. Hazar'ın davranışları bazen şüpheli görünmese her şey daha kolay olurdu. Bazı zamanlar sanki her şeyi biliyormuş da salağa yatıyormuş gibi geliyordu. Umarım öyle değildir. Bu kadar cani olamaz. Olmamalı.
"Oturmak ister misin?" Ilgaz kafasını eğmiş bana bakmaya çalışıyordu. Öylece durduğumu fark edince tekrar hareketlendim ve yavaş hareketlerle sağa sola sallandım. Ilgaz bana uydu. "Biter zaten birazdan." dedim. Aklım Ada'daydı. Öyle görünmese bile çok fazla kafaya taktığını biliyordum. Hazar'ın yeni bir sevgilisinin olduğunu öğrendiğinde nasıl da ağlamıştı. Şaşırmıştım çünkü Ada'nın hiç öyle hüngür hüngür ağladığını görmemiştim. O gün her şey üst üste gelmiş olmalıydı. İçinde tutamamıştı belki de.
Şarkı sonunda bittiğinde ellerimi Ilgaz'ın omuzlarından indirdim. Yerime geçene kadar Ilgaz elimi bırakmadı. "Hediye zamanı!" Baha da olmasa geceyi yöneten kimse yoktu. Hazar hızla sahnenin yan tarafına geçerken yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Kucağına alabildiği kadar hediyeyle geri döndü. Süslü paketlerin hepsini İkra'nın önüne yığına kadar da durmadı. Bu kadar hediyeyi kim almıştı?
Ben Ilgaz'la, Ada da Ufuk'la ortak almıştı. Aklıma tek bir kişi geliyordu. "Evde açarsın." dedim hemen. Geçen sene açtığı her pakette duygulanmıştı ve ertesi gün gözleri şiş şiş uyandığından söylenip durmuştu. İkra kafasını sallayıp "Haklısın." diye onayladı beni. Baha'nın omuzları düştü. İkra da bunu fark ettiğinden sadece onunkini açmayı kabul etti.
Kadife kutunun içinde bir takı seti vardı. Haftalar öncesinden hazırlatmaya başlamıştı bunu. "Baha..." dedi İkra ağlamaklı sesiyle. "Çok güzeller." Takılara bakmamıştı bile. Sadece sevgilisine bakıyordu.
İkra ona sarılmadan önce "Sensin güzel olan." dedi Baha. İkra tabi ki ağlıyordu. Geri çekilince Baha'nın dudaklarına bir öpücük kondurdu. "İyi ki varsın." diye fısıldadığını duydum. Telefon zil sesi doldu kulaklarıma. Aynı zamanda "Daha sürprizlerim bitmedi." demişti sevgili eniştem. Biliyordum.
Baha telefonu açtı ve kaçıncı kat olduğunu söyledi. Kimse bir şey anlamadı, Savaş Amca kapıda belirmeden hemen önce Ilgaz'a kulaklarını kapatmasını işaret ettim. Son anda kendiminkileri korumaya alırken İkra büyük bir çığlık kopardı.
"Baba!" diye bağırdı Savaş Amca'ya doğru koşarken. Hayatta baba kelimesinden daha hüzünlü ve garip bir kelime var mıydı? Kimileri büyük bir neşeyle söylerdi, kimileri de gözlerindeki bulutlar eşliğinde tam olarak telaffuz edemezdi bile. İkra birinci grupta olduğundan şanslıydı. Çok şanslıydı hem de.
Savaş Amca İkra'yı upuzun kollarıyla sarmaladı. Saçlarının üzerini öperken "Benim güzel prensesim." diye mırıldandığını duydum. Gözlerimi onlardan çektikten sonra boğazımdaki anlamsız sıkışıklığı geçirmek için yutkundum. "Naber evlat." Baha ve Hazar'la selamlaşıyordu. Savaş Amca'nın yanında küçülmüş gibi duran arkadaşlarım komik görünüyorlardı.
İkra'nın babası zaten kalıplı bir adamdı ama şu an üzerinde bulunan resmi üniforma onu daha da yapılı göstermişti. Sıra bana geldiğinde, bunu bana şefkatle bakmasından anlamıştım, kollarını açtı. Bir iki adımda başım göğsüne yaslandı. "Nasılsın bakalım Peri?" Sağ eli saçlarımı karıştırdı. Dudaklarımın arasından kaçan birkaç kıkırtıya engel olamadım.
"İyiyim." dedim kısaca. Dikkati, hemen arkamda duran Ilgaz'a kaymıştı. "Baba biliyor musun?" İkra hemen araya girdi. "Peri ülke geneli bir yarışmaya hazırlanıyor." Babasının yanına gelip Ilgaz'ı işaret etti. "Ilgaz... Peri ile performans sergileyecekler." Ilgaz saygıyla bir baş selamı verdi. "Memnun oldum efendim." dedi elini uzatırken.
"Gurur duydum." Ilgaz'ın elini kocaman bir gülümsemeyle sıktı. "Başarılar dilerim çocuklar. Fırsatım olursa mutlaka izlemeye geleceğim." Sonra yarışma hakkında bazı sorular sormaya başladı. Bense dudaklarımı kemiriyordum. Hayat bana kaldıramayacağımdan fazlasını yüklemez öyle mi? İnandığım şey buydu öyle mi? Peki şimdi olan neydi, kaldıramıyordum işte. Bir cümleye bu kadar muhtaç olmayı kaldıramıyordum.
Gurur duydum.
Ayaktayım diye mi oluyordu bütün bunlar? Dimdik duruyorum diye hiç dizlerim kanamadı mı sanıyorlar? Tenimi hiç çıplak görmüşler mi ki?
Ilgaz sıkıca tuttu ellerimi. Savaş Amca'nın masaya oturduğunu görmemiştim bile. Hazar'a Ada'nın nerede olduğunu soruyordu. O sırada köşede telefonla konuşan Uraz bizim yanımıza geldi. "Çıkmam gerekiyor. Malzemeler gelmiş." Ilgaz kısaca kafasını salladı.
Uraz "Dikkat et." diyerek arkadaşını uyardıktan sonra hızlı adımlarla çıkıp gitmişti. "Biz de gidelim mi? Geç oldu." dedim. Gerçekten de saat geç olmuştu, yarın da erken kalkacaktık.
"Savaş Amca senin bu damadın var ya..." Hazar yine rahat durmuyordu, şimdi neyi şikâyet edecekti acaba? Baha vakit kaybetmeden kolunu omzuna atıp biraz kuvvet uygulayınca hemen susmuştu.
"İkra'nın yanında kalmak istemiyor musun?" diye sordu Ilgaz.
"Babası gelince gözü kimseyi görmez onun." dedim gülümseyerek. Ilgaz tamam deyince Savaş Amca'ya durumu açıklamış, gitmek için izin istemiştim. Bana bir kez daha sarıldı. Gece bizde kalacağından daha da görüşecektik. İkra şu an havalara uçuyor olmalıydı. Babasının seferleri yüzünden çok görüşemiyorlardı. Hele doğum günü... İmkânsız gibi bir şeydi.
Eşyalarımı toplarken Hazar "Gel sen beni dinle." dedi. Bu cümleyi Savaş Amca'ya kurduğunu anlamam zaman almıştı. "Çulsuz bu. Çulsuza kız mız verilmez." Baha Hazar'ın kafasına bir tane patlattı. İkra ve babası birbirlerine sarılmışlardı. Belki de onları duymuyorlardı bile. "Geçen hafta cimriliğinden arabasını bile sattı. Neymiş çok yakıyormuş, neymiş yakıt çok pahalıymış. Yürü o zaman amele gibi." Bu konuda gerçekten sinirli gibiydi. Gökçe karnını tutuyordu gülerken.
"Hazar tepemi attırma." dedi Baha. "Benden çok sen biniyordun. Bir günden bir güne benzin aldın mı sen?"
"Vay be." dedi Hazar hüsranla. "Vay be şimdi böyle olduk kardeşim öyle mi? Üç kuruşluk benzin için dostunu kırıyorsun." Kafasını dramatik bir şekilde sallıyordu. "Benim sana ihtiyacım yok. Tamam mı? Ilgaz kardeşim atıyor artık beni caddeye."
Daha bir kez bırakmıştı ama şimdiden umutları büyüktü sanırım. Ilgaz'a sessizce "Sen yandın." dedim. Yanına ilerlediğimde "Yapma ya." diye karşılık verdi üzgünce. Hazar'ın eline bir kere düşmeye görün...
Hazar bizi fark etmeden usulca çıkmaya başladık mekândan. Merdivenlerin başına geldiğimizde Baha'nın "Bak bakalım Ilgaz kardeşin var mı buralarda?" dediğini duydum. Alacağın olsun enişte.
Ilgaz'a tam koşmamız gerektiğini söyleyecekken sırtımda delici bakışlar hissettim. Yavaşça arkamı döndükten sonra "Hazar?" dedim neşeyle. "Biz de tam gidiyorduk." Ilgaz gülmemek için dudaklarını sıkıyordu.
"Onu fark ettim Periciğim." Ürkütücü görünüyordu. Arkasından Gökçe de geldiğinde "Ilgaz kardeşim, sen bu cadıya niye uyuyorsun?" diye devam etti Hazar. Ilgaz bir süreliğine bana baktı. "Cadılar bu kadar güzel olunca kanıveriyorsun işte." dedi. Kaşlarımı çattım ve işaret parmağımı ona doğru salladım. Hazar da yüzünü buruşturmuştu. "Bu tavırlarınızla beni kaçırmaya çalışıyorsanız nafile." Tüh bu da işe yaramadı.
"Hadi bırakayım sizi." dedi Ilgaz. Bu sözden sonra Hazar içeri koşmuş, aynı hızla yanımıza geri gelmişti. Nerede beleş oraya yerleş prensibiyle yaşayan bir insandı ve şimdiye kadar hayat prensiplerine böylesine sıkı tutunan birini görmemiştim.
Hazar kendi şarkısı için ne kadar hazırlandığından ve Savaş Amca'nın gelişiyle bütün emeklerinin boşa gittiğinden yakınırken hep beraber otoparka indik. Gökçe ve Hazar arkaya oturdular. Ben de Ilgaz'ın yanına yerleştim. Hazar durgunlaştı. Az önceki ruh hâli tamamen kaybolmuştu. Gökçe ise dışarıyı izliyordu. İkisi biraz gariplerdi. Ben bilemezdim tabi fakat ikisi arasında duygusal bir şeyler olduğunu düşünmek güçtü.
Ilgaz onları tarifler sonucu bir apartmanın önünde bıraktı. Hazar sakince teşekkür edip indikten sonra Gökçe de onu takip etti. Ilgaz tekrar gaza bastığında "Biraz yavaş sürer misin?" dedim ve arka camdan Hazarları izledim. Kapının önünde konuşuyorlardı. "Dur."
Ilgaz sorgulamadan ara sokağa dönüp durdu. Hızlı hareketlerle indim ve onları görebileceğim bir yere geçtim hemen. Ilgaz da arkamdaydı. Uzun bir süre telaşlı bir şekilde konuştular. Tartışmıyorlardı, birbirlerine dikkatle bir şeyler anlatıyorlardı. Arabaya geri dönecektim. Böyle gizlice izlemek yanlıştı. Fakat lüks bir araç tam o evin önünde durunca biraz daha beklemeye karar verdim.
Arabadan inen üniversiteden tanıdığım biriydi. Hazar'ın dövüş kulübündeki arkadaşlarındandı. Oğlan Hazar'ın elini sıktıktan sonra Gökçe'ye yaklaştı. El ele tutuştular ve arabaya bindiler. Abisi olduğunu düşünmek istiyordum. "Gidelim." dedi Ilgaz lüks araç hareket ettiğinde.
Kafamı salladım. Hazar neden böyle davranıyordu? Her ay yanında farklı biri olurdu ama kişiliğinin öyle olmadığını biliyordum. Hiçbiriyle de yakın olduğunu görmemiştim. Eskiden bunları umursamazdım ama Ada beni bu yönde düşünmeye itmişti.
"Söyle hadi." Başımı koltuğa yaslayıp gülümseyerek Ilgaz'a baktım. Birkaç dakikadır kıvranıp duruyordu. "Dikkatin dağınık gibi." dedi yola odaklanmışken. Beni nereye götürdüğünü bilmiyordum. Artık ne demeye çalıştığını anlayabildiğimden "Sanırım konuşmamız gerekiyor." dedim.
"Öyle."
Konuşmak için beni sahile getirdi. Tanıştığımız yere. Tam o bankın önüne.
Hava aralık ayına göre sıcak sayılırdı ama yine de ceketimi aldım. Banka oturmadım. Biraz daha ilerleyip kumların üzerine bıraktım kendimi. Bacaklarımın üzerine ceketimi örtüp ayakkabılarımı çıkardım.
Ilgaz da hemen yanıma oturduğunda beklemeden "Boris'in söyledikleri tamamen yanlış değil." diye konuşmaya başladı. Kollarımı bacaklarıma sarıp tam karşıma, dalgalara baktım. "Babam..." dedi tereddüt ederek. Gözlerimi ona çevirdim. Bana ailesinden mi bahsedecekti?
"O laboratuvarda çalışıyordu. Tıbbi sekreter olarak..." Dudaklarını ıslattı ve kafasını eğdi. Zorlanıyor gibi görünüyordu. Anlatmak zorunda olmadığını söylemek için dudaklarımı araladığımda dizlerimin üzerinde duran elimi tuttu ve kumların üzerine bastırdı. "Biz hastaneye gidecektik. 16 yaşındaydım. Hastaydım aurora. Doktora gidecek ve tedavi olacaktım."
"Babam anneme akşam erken geleceğini söyledi. Böylece randevuya yetişebilecektik. Ama işi uzamış. Bizim laboratuvara gelmemizi söyledi. Arabamızla oradan hastaneye gidebilirdik."
Gözlerini birkaç kez kırpıştırdı. Çok kötü şeyler olmuştu. O laboratuvarın içinde olduğu hiçbir olay iyi sonuçlanamazdı zaten. Dikkatle onu dinledim ve hiçbir şey söylemedim. Anlatmasına yardımcı olmak için elinin üzerini usul usul okşadım. "Neden randevuya sadece annemle gitmediğimi bilmiyordum. Hâlâ da anlamıyorum. Akis'te babamı beklerken bir kadın geldi yanımıza. Benimle sohbet etmeye başladı. Annem bana o kadınla kalmamı söyledi. Hemen babamı alıp gelecekti."
Derin bir nefes aldığını gördüm. Gökyüzüne baktı. "Gelmedi aurora." dedi buğulu sesiyle. Öne atılıp kollarımı ona doladım. Söyleyecek teselli cümleleri bulamıyordum ama tenimin sıcaklığından, ona sıkıca sarılışımdan yanında olduğumu anlamasını istiyordum. Dizlerimin altındaki kumlar canımı yakıyor olmalılardı fakat Ilgaz'ın hissettikleri bana ulaşırken bu oldukça önemsizdi. Kendini suçluyordu; neden orada beklemişti, neden annesinin peşinden gitmemişti?
Elleri saçlarımı omzumdan çekti ve çenesini oraya yasladı. "Büyük bir gürültü duydum sonra. Patlama olmuş." Daha fazla konuşmadı. Onun yerine acılarının, atılmamış çığlıklarının sesini dinledik beraber. Parmaklarımın arasındaki uzun dalgalı tutamları okşadım yavaşça. Üzerinden zaman geçmiş olmasına rağmen bu kadar acı çekiyor olması normaldi. Yıllardır yanan ateşler içinde en çok kül barındıranlardı ve ben Ilgaz'ın bu gri dumanın içinde nasıl bir güçle ayakta kalabildiğini görüyordum.
İçindeki o kötü his azalmaya başladığında kalbimdeki ağırlık da kalktı. Gerçekten de ne hissediyorsa aynısı bana geçiyordu. Bir an nefessiz kalacağımı düşünmüştüm.
"Doktora gidemedim. Hastalığımın ne olduğunu hiçbir zaman öğrenemedim. Her duyguyu aşırı yaşıyordum ve kolay kolay da geçmiyorlardı. İlk önce bipolar sandılar. Ama bu hastalıkla benimkinin aşırılık dışında bir benzerliği yoktu. Sonra bana sanki bir hazineymişim gibi bakmaya başladılar." Benden uzaklaştı. "Onlara izin verdim." Gökyüzüne baktı.
"Yardım ettim. Görev babadan oğula geçti anlayacağın." Yönüm ona bakacak şekilde oturdum. Ne hissettiğini, nabzının dakikada kaç defa attığını, ne sıklıkla nefes aldığını... Hepsini anlıyor, görüyor, hissediyordum bu sessiz yerde. Sıra dışıydı. Ne kadar zaman geçerse geçsin şaşırmaya devam edecektim.
"Boris de senin onlara hizmet ettiğini düşünüyor." dedim onu anladığımı belirtmek için. Önündeki kum yığınına anlamsız şekiller çiziyordu. "Ben öyle düşünmesini sağladım." Az önceki hüzünlü ruh hâli kayboldu. Boris'in adını duyduğu an öfkelenmiş, kararlı duruşu geri gelmişti. Aklımdaki soruyu sorup sormamak arasında gidip geliyordum. Çok bencilce mi olurdu?
"Bu olayı..." Sesim kısık çıktığından hafifçe öksürdüm. "Aileni, bana önceden anlatmış mıydın?"
"Hayır." dedi hemen. Eskiden bütün hatıralarını beraber oluşturduğu küçük Peri'ye bile anlatmamıştı. Peki şimdi neden açıklıyordu? Ona güvenmemi sağlamak için miydi bütün bunlar?
"Peki ben anlattım mı sana? Kazanın nasıl olduğunu..." Ilgaz'a söylemek istiyordum. O bu konuda ne söylerse ben de bundan sonra öyle düşünecektim. Beni anlayacak tek kişi oydu. "Sadece araba kazası olduğunu biliyorum. Sen hiçbir zaman açık açık söylemedin ama." Kayıtlardan izlemiş olabilirdi. Hepsine buzluktaki o devasa ekranlardan ulaşabilirdi.
"Annem bana nasıl öleceğimi bilebileceğimi söyledi." dedim aniden. Ilgaz merakla "Nasıl bilecekmişsin?" diye sordu. Omuzlarımı silktim ve tekrar denize doğru oturdum. "Hissedecekmişim."
"Biliyorsun, ben hissedemiyordum ve annem böyle söylediğinde benimle dalga geçiyor sanmıştım. Ama öyle olmadı. O geceden sonra arabaya bindiğim ilk an nefes alamıyor gibi hissettim. Kalbim avuçlarımın arasına düşecekti neredeyse. Peki ben ne yaptım biliyor musun?"
Ilgaz dikkatle beni dinliyordu. "Gülümsedim." dedim tıpkı o gün olduğu gibi dudaklarım yukarı doğru kıvrılırken. Ilgaz araya girip "Ne var bunda?" dedi çok normal bir olaymış gibi. "Ben senin yanındayken hep böyle hissediyorum." Gülümsemem büyüdü. "Romantiklik olsun diye söylemiyorsun değil mi?" Hemen itiraz etti. "Hayır. Ciddiyim." Gerçekten de öyleydi. "Hâlâ öyle mi hissediyorsun arabaya binince?" diye sordu. Kafamı aşağı yukarı salladım. Bu yüzden senelerdir psikoloğa gidiyordum.
"Sonra ne oldu?"
"Sonra..." Sıkıntılı bir nefes bıraktım. "Ben sürekli arabaya binmek istedim. Sadece orada bir şeyler hissedebiliyordum çünkü. İkinci binişimde kaza yaptık."
"Suçluluk duyduğunu söyleme sakın bana." dedi Ilgaz şaşkınlıkla. "Öyle" diye cevap verdim. "Benim ailemi de Akis'te şu an denek olarak kullanılan kişilerinkini de...B ütün iyileşenlerin ailelerini Akel yok etti. Çoğu bu kadar zekice olmasa bile bir şekilde ortadan kaldırıldılar Peri."
Fikrimi değiştirmek için çırpınıyordu. Tahmin ediyordum zaten. Bu kadar çocuk... Hiçbirinin de kimsesi yok. Ayak bağlarını ortadan kaldırmıştı. "Beni keşfettikleri andan beri seni arıyorlardı. Böylece o muhteşem tedavi yöntemlerini hayata geçirebileceklerdi."
"Peki teyzem?" diye sordum. "O beni hiç aramadı mı bir yıl boyunca? Sonra gerçek dünyaya dönünce nasıl kabul etti beni?"
"Sence bütün bunları yapabilen biri senin yerine başka birini koymakta zorlanır mı?" diye sordu Ilgaz. "Kazadan sonra bir yıl boyunca komadaydın. Teyzen böyle biliyor. Doğru düzgün yanına giremedi bile." Bir an aklına bir şey gelmiş gibi aniden bana döndü. "Kadın o kadar takıntılı ve kontrolcü ki şu an gittiğin psikoloğu bile o ayarlamış, hatta eskisini bilerek şehir dışına yollatmış ki ayağına bağ olmasın."
Dudaklarım aralandı ama Ilgaz konuşmaya devam etti. "Merak etme." dedi. "Ben o psikiyatri ile olan bağlarını kopardım." Bir süredir gitmiyordum zaten. Bana iyi gelmediğini çoktandır biliyordum yine de ilaçların biraz yardımı olur sanmıştım.
Gerçekten, artık şaşırmıyordum. Yapılanlar cani kelimesiyle bile ifade edilemeyecek kadar berbattı. Ve hâlâ bunları sürdürmeye devam etmesi, akıl alır gibi değildi. Ilgaz'a sormak istediğim başka önemli bir konu daha vardı. Bir süre düşündüm.
Beni nasıl izlediklerini soracaktım. "Kontrollerin olduğu zamanlar beni nasıl görebiliyorsun?" Birkaç gündür aklıma takılıp kalmıştı bu konu. "Ryalar sayesinde ben cihaza bağlandığım an senin sadece yaşam bulgularını görebiliyorlar. Nerede olduğunu, ne hissettiğini, nasıl göründüğünü sadece ben izleyebiliyorum." diye açıkladı.
Oldukça enteresandı. Ayrıca bazı şeyleri sadece Ilgaz'ın görebilmesi onlardan bilgileri saklamamızı kolaylaştırıyordu. "Senden ilacı içmeni istemiştim hatırlıyor musun?" Kafamı salladım. "Eskiden sadece sen uykudayken gidiyordum kontrollere ama o gün ilk kez sabah yapmak istediler. Biz de onların planlarını aksattık. Çünkü yapmaya çalıştıkları daha tehlikeliydi."
Bu zamana kadar izlendiğimin farkında değildim ve bu gerçekten korkunçtu. Akel ve grubuyla ilgili her şey dehşet vericiydi aslında.
"Sence de Akel'e çok fazla açık vermedik mi?" İyileşenlerin bu yapılanmayı yok etmek için ne tür bir yol izlediklerini bilmiyordum ama benim öylece ortalıkta gezmem bile tehlikeliydi. Kadın beni birçok kez açıkça tehdit etmişti ve Ilgaz ile Uraz'ı da yaralamıştı. Amacının ne olduğu tartışılırdı.
"Onun bizi bulacağı yoktu. Ona izin verdik sadece. Lider böyle istedi." Bu konuda pek emin değil gibiydi. "Çok yakında bütün bunlar yok olacak. Çökecekler." Savaş yakındı o zaman. Bu işte kendime yer edinmek istiyorsam eğitimlere bir an önce başlamalı ne bilmem gerekiyorsa hepsini öğrenmeliydim.
Ilgaz ayaklandığında "Bekle, geliyorum." dedi ve hızlı adımlarla arabaya ilerlemeye başladı. Bagajı açtı, eline iki tane teneke kutu aldığını gördüm. Arabayı kilitledikten sonra aynı hızla yanıma geri döndü. "Al bakalım." dedi elindeki soğuk kahveyi bana uzatarak. Gülümsedim. Yine bu sahil, yine bu bank yine bir soğuk kahve...
Teneke kutuyu biraz fazla gürültü yaparak açtıktan sonra bir yudum aldım. Bagajdan aldığı için ılık sayılırdı. "Daha kaç tane var bunlardan?" Kollarını kıvrık dizlerine yasladı, elindeki kahve işaret ve baş parmağı arasında sallanıp duruyordu. "Bir kasa." dedi rahatça. "Ayık kalmamı sağlıyor."
"Ayık kalayım derken kansızlıktan ölme de." dedim alayla. Bünyesi için zararlıydı.
"Sen varsın ya." dedi gülerek. Anlamamıştım. Kaşlarım çatıldı. "İyileştiriverirsin beni hemen." diye açıkladı. Güncel hastalıklarına da iyi geliyordum sanırım. Ateşi çıktığı gece ellerimin iyi geldiğini söylemişti.
Konudan bağımsız "Kaç yıl aradın beni?" diye sordum. Madem burada oturmaya devam edecektik ben de sorularımı soracaktım. Gerçi bunu Ilgaz ayarlamıştı, çok fazla çelişkiye düştüğümün farkındaydı.
Ilgaz'ın gülümsemesi silindi. Kahvesinden bir yudum aldığını gördüm.
"3 yıl." dedi düz bir ses tonuyla. Üç koca yıl sadece bir sene boyunca yanında olduğu Peri'yi aramıştı. Neden bu kadar zorlanmıştı acaba? Sonuçta üye olduğu toplulukla aynı şehirdeydim. 3 yılda hiç mi denk gelmemiştik?
"Seni duyabiliyorum şu an." dedi bir anda. Ilgaz'a baktığımın farkında bile değildim. "Seni başka bir şehirde sanıyordum. Daha çok Akel'in oyununa kanmıştım. Uzunca bir süre buraya dönemedim. Buzlukta da halledilmesi gereken işler vardı. Hem seni aramak hem de Akis'in açıklarını araştırmak kolay olmadı." Sonra aniden "Boş ver." dedi. Durumun anlattığı kadar basit olmadığını anladım. "Çok karanlık yıllardı." Tahmin edebiliyordum fakat benim tahminlerim Ilgaz'ın gözlerindeki duyguyu açıklayamazdı.
"3 yıl aradın ve karşıma bir kahve dükkanında çıkmaya karar verdin öyle mi? Hem de buzlu bir americano satın alarak."
"Seviyorum..." dedi imayla karışık. Sonra elindeki kutuyu gösterdi. "Americanoyu yani."
"Onu anladım zaten." Sıra dışı bir insandı. Dün buğulu gözleriyle anlattığı duruma bugün gülebiliyordu. Soğuk bir rüzgâr esince bacaklarımı örten ceketi düzelttim. Kesin yarın karnım ağrıyacaktı. Ama şu an o kadar rahattım ki kalkıp gitmek hiç istemiyordum. Denizin dalga sesleri kulağıma ulaşırken saçlarımı dalgalandıran rüzgâr yosun ve tıraş losyonu kokuyordu.
"Senden önce burada buluştuğum kişi laboratuvardan mıydı?" Şiş yanakları yutkunmasıyla yok oldu. Kafasını aşağı yukarı salladı. "Senin onunla görüşmeyeceğini düşünmüştüm." dedi hayal kırıklığıyla. Sonra gözlerini bana dikti.
Omuzlarımı silktim. "Bilmem. Akşamları buraya gelmeyi severim ve bir arkadaş hiç de fena olmamıştı." Ilgaz üstündeki kazağını başından çıkarırken "Asıl sorun senin o çocuğu nasıl ikna ettiğin." dedim imayla. Şimdi anlıyordum ne kadar ihmalkâr davrandığımı. Hava kararmış, senin yanına da genç bir çocuk oturmuş, sohbet etmişsiniz. Şu an korkunç gelmişti işte. Dünyada olup bitenlerden habersiz bir kız çocuğu gibi davranmıştım.
"Çok şüpheci davranıyorsun." dedi kazağını katlayıp kumların üzerine bıraktığında. Şimdi beyaz bir gömlekle oturuyordu. "Şüphe iyidir." diye cevap verdim. "Seni olası hayal kırıklıklarından korur."
"Hayal kırıklığına uğramaktan korkuyor musun?" Gözlerime bakıyordu. Düşüncelerimi okumadan önce ona hızlıca cevap verdim.
"Senin tarafından hayal kırıklığına uğratılmaktan korkuyorum."
Cümlemi uzunca bir sessizlik takip etti. Gözlerini kaçıran ilk kişi ben oldum. Ilgaz'ın bana yaklaştığını hissettim. "Düşündün mü aurora? Yoksa hâlâ bana inanmıyor musun?" dedi fısıltıyla. Yüzünün hemen yanağımın orada olduğunu görmezden geldim. "Boris'in sözlerine inanmasam bile, senin benden sakladığın her sır aramızda bir duvar olarak durmaya devam edecek."
"Sakladığım her sır bizim geçmişimizle ilgili aurora." Fısıldamaya devam ediyordu ve bizim geçmişimiz derken kullandığı tonlama tüylerimi diken diken etmişti. "Ama haklısın, artık buna bir son vereceğim." Neden uzaklaşmıyordu?
"Yavaş yavaş hatırlamanı istiyordum beni, fakat komplekslerimden vazgeçmeye karar verdim." Merakla gözlerimi ona çevirdim. Bana yakın durduğu için neredeyse burunlarımız birbirine değecekti. Konuşmaya devam etti. "Sana bütün anılarını geri vereceğim. Eğer kabul edersen."
Bakışlarımı gözlerinde tutmaya özen göstererek "Nasıl olacakmış o?" diye sordum. O yalnızca gözlerime bakmak için benim kadar çaba harcamıyordu. Bakışları aşağı kayıp duruyordu ve buna acilen son vermeliydi. "Önce vücudundaki ryaların yerlerini ve işlevlerini tespit edeceğiz. Sonra da küçük bir operasyon geçireceksin."
Yöntemlerini sürekli güncelleyip duruyorlardı. Bugün bile Uraz küçük bir ışıma gördüğünü söylemiş, hemen masadan kalkmamızı sağlamıştı. Haplar aramızdaki enerjiyi bastırmaya yetmiyorlardı artık. Uraz böyle söylemişti. İlaçları da güncellemek zorunda kalacaklardı. İşlevselliklerini yavaş yavaş kaybediyorlardı çünkü.
Bu operasyon işleminin de ameliyat türü bir şey olduğunu tahmin ediyordum. "Bu konuyu buzlukta daha detaylı konuşalım." dedim. Ilgaz şu an odaklanmamı zorlaştırıyordu. Ve en kötüsü ne düşündüğünü duyabiliyordum. Duyamasam bile gözlerinin kayıp durduğu yerden bunu kolaylıkla anlayabilirdim.
Ilgaz'ın az önce bana söylediği gibi "Seni duyabiliyorum şu an." dedim. Neden lavanta kokusunu alamıyordum? Eve uğramamış mıydı? Omuzlarını silkti. Umurunda değildi.
Hâlâ bana yakından bakmaya devam ederken "Gitsek mi artık?" diye sordum. Sorum isteğimden çok çok farklıydı. Ilgaz hemen ayağa kalktı. Daha çok yeni yeni kendine geliyormuş gibiydi. Benden uzaklaştığında hoş soğukluğunu da yanında götürdü. Uzattığı eli yardımıyla ayağa kalkarken mavi ışıltıların geri geldiğini gördüm. Uraz'ın uyarısı üzerine bir tane daha hap yutmuştum fakat etki süreleri oldukça azalmış olmalıydı.
Ceketimi de yerden aldım ve ilerlemeye başladım. "Arabayı kullanmak ister misin?" dedi anahtarı bana göstererek. Sanırım beni cesaretlendirmeye çalışıyordu. Önden yürümeye başlamadan önce cevabımı beklemeden arabanın anahtarını bana doğru fırlattı. Son anda yakaladım.
"O anahtardan çok hoşlanmadığını biliyorum ama bugünlük idare et." Bana olanları anlatmadıklarından arabadan inemesinler diye bunu camdan aşağı bırakmıştım. Anahtarın yuvarlak kısmını parmağıma geçirdim. Ilgaz çoktan aracın yanına varmış, çöplerimizi biraz ötedeki kutuya atmıştı.
"Hadi şoför hanım. Bakalım ne kadar hız seviyorsunuz?"
***
Ayakkabılarımı çıkarıp onun yerine çoraplarımı giydiğimde Umut Hoca da telefondaki işini bitirmiş görünüyordu. "Başlayalım." dedi kapının yanına koyduğu sandalyeye oturarak. Elindeki sekreterlik dosyasıyla tıpkı bir jüri gibi durmuş, dikkatle bizi izliyordu.
Ilgaz'a baktım. Hazır olduğumu görünce arka odadaki bilgisayar sistemine bağladığı telefonundan şarkıyı başlattı. Ben yerimi alırken cihazı aynanın önüne yerleştirmişti. Saçlarımı düzelttim ve derin bir nefes aldım.
Yarışmada da saçlarım açık olacağından alışmak adına böyle bir çözüm bulmuştum. Dansa başladık. Aynanın kaybolduğu kısma yaklaşırken şimdiye kadar hiç hata yapmamıştık. Ilgaz bileğimden tutup yere bastırdığında ben de elimi omzuna yerleştirdim. Sonra hemen yer değiştirdik, Ilgaz kolumu gözlerimin önüne sürükledi. Bu yüzden bir süre etrafı göremedim. Koreografi gereği elimi öne doğru uzattım ve Ilgaz bana biraz yaklaştı. Bir taklayla ayağa kalktım.
"Bu kısımda bir buse istiyorum."
"Ne?" Şarkı yüzünden Umut Hoca'yı tam olarak duyamamıştım.
"Ilgaz'ın yaklaştığı kısımda boynuna bir buse kondurmasını istiyorum." diye tekrarladı tok bir ses tonuyla.
Şaşkınca Ilgaz'a baktım. Omuzlarını silkti. Az önce gözümü kapattığı kısmı tekrarlamak için pozisyon aldım. Ilgaz kolumu gözlerimin önüne getirip tekrar çekti ve birkaç hareketten sonra boynumun sol tarafında dudaklarını hissettim. Birbirimize dokunduğumuzda oluşandan daha ürkütücü bir soğukla karşı karşıya kaldım. Gerçekten bunu sadece sanat olarak görmeye çalışmıştım ama tüylerimin diken diken olmasına engel olamadım.
Dansa bir son vererek ayağa kalktım. "Buna pek gerek olduğunu düşünmüyorum." dedim itiraz dolu bakışlarımla. Soğukluk dikkatimi dağıtıyordu sadece.
Umut Hoca beni takmadı. Sandalyede oturmuş kağıdına bir şeyler karalıyordu. "Ben gerekli gördüm." dedi gülümseyerek. Bu gülümseme biraz korkutucuydu çünkü itiraz istemediğini görebiliyordum. Ilgaz'ın eli omzuma dokunduğunda Umut Hoca "Devam edelim." dedi. Şarkıyı geriye sardık.
Sesimi çıkarmadan yerimi aldım. Bu işe çok fazla duygusal yaklaşmaya başlamıştım ve bu benim iyiliğime olan bir durum değildi. Profesyonel davranmalıydım. İki et parçasının benim boynuma dokunması önemli değildi. Hele de Ilgaz'ın bunu yapması hiç değildi. Dansın geri kalanı neyse ki sorunsuz ilerledi. Başım Ilgaz'ın omzunda dinlenirken melodinin bitmesini bekledim.
Bir alkış sesi odayı kapladı. "Bayıldım çocuklar." dedi Umut Hoca. Sonra ben daha ne olduğunu anlamadan içeri bir grup insan girdi. Ellerinde mezuralar, askılar ve bir sürü ismini bilmediğim eşyalar getirmişlerdi. Ilgaz da benim gibi şaşırmış olacak ki öylece etrafına bakınıyordu.
Umut Hoca "Sahne kıyafetleriniz için ölçüleriniz alınacak." diyerek bizi bilgilendirdi. Bir kadın yanıma geldiğinde Ilgaz'ın da benimle aynı durumda olduğunu gördüm. Koluma, belime ve bacaklarıma mezura tutulurken Umut Hoca da dekorlarla ilgili şeyler anlatıyordu. Benim için tek önemli olan sahnede kullanacağımız aynaydı bu yüzden anlattıklarına çok fazla odaklanamadım.
"Saçlarınızı kaldırabilir misiniz?" Görevlinin dediğini yaptım. Boynumun çevre ölçüsüyle ne yapacaktı bilmiyordum. O kadın işini bitirdiğinde bu sefer başka bir görevli bana büyük ekranlı tabletinden birkaç elbise modeli gösterdi. Rengi beyaz olacaktı. Hemen dizlerimin üzerinde biteceğini düşündüğüm elbiseyi beğenmiştim. Kumaşı seçmemde de bana yardımcı oldular.
Her şey on beş dakika içinde olup biterken görevliler hızlıca salonu boşalttı. Umut Hoca eşyalarını toplamayı bitirdiğinde "Böylece kostümleriniz de aradan çıkmış oldu." dedi. Çok aceleci davrandığı kesindi fakat bu tavırlarını heyecanına veriyordum. Sonrasında da büyük bir coşkuyla bize sarılmasından anlayabilmiştim bunu.
"Bunlar seni zorluyor gibi görünüyor." Ilgaz elleriyle kendi alnını gösterdi. Sanırım kaküllerimi kastediyordu. Terleyince alnıma yapışıyorlardı sadece ve çok fazla zorlukları yoktu. "Sıkıntı yok." dedim çantamı omzuma geçirirken. Umut Hoca çoktan gitmiş olmalıydı. Uykusuzluktan biraz dalgın hissediyordum kendimi. "Hem sevdim ben."
"Ben de sevdim zaten de ona lafım yo..."
Güldüğümü görünce sustu ve kurduğu cümlenin farkına vardı. Dudaklarını birbirine bastırdığını gördüm. "Hadi gidelim. Bugün eğitimim başlıyor." dedim onu bu zor durumdan kurtarmak için. Gözlerini kaçırdı. Gülüşümü durduramıyordum.
Odadan ilk ben çıktım. Beraber buzluğa gidecektik. "Peri." Ilgaz'a döndüm. Elindeki kartı bana doğru uzatıyordu. "Buzluk için. Bununla istediğin yere giriş yapabilirsin. Cebimde kalmış." Kartı aldım. Sıradan bir kredi kartına benziyordu fakat üzerindeki işaretlerin ne anlama geldiğini çözemedim.
Çok düşünmeden kartı cebime sıkıştırıp önden ilerleyen Ilgaz'a yetiştim. "Arabayı ben kullanayım ister misin?" dedim alayla. Hemen ellerini kaldırdı itiraz etmek için. "Kalsın." dedi. "Sayende bir aylık kazancımı trafik cezasına yatırmak zorunda kalacağım." Kazanç demişken Ilgaz geçimini nasıl sağlıyordu ki? Bunu daha önce hiç düşünmemiştim ve birden sormak da kabalık olacağından aklıma takılan bu konuyu es geçtim. Onun yerine şu an konuştuğunuz konuya odaklanmaya çalıştım.
Dün biraz gaza gelmiş olabilirdim. Ben hızlandıkça Ilgaz yan koltukta bağırıp duruyordu ve bu durum hoşuma gittiğinden daha çok hızlanmıştım. O anki görüntüsü aklıma gelince kıkırdadım. Trafik cezası yeme ihtimali yüksekti tabi ama şehir içinde çok fazla radar yoktu. Ilgaz sadece bu konuda söylenmeyi sevmişti bana göre. Omuzlarımı dikleştirip "Ben sadece arabaya hak ettiği değeri verdim." dedim gururla.
"Korkuyorum, korkuyorum diye dolaşıyorsun ortalıkta. Ne bileyim ben senin öyle kullanacağını. Bariyerlere çarpacaktın az kalsın." Asansörden indik ve Pandia'dan çıkış yaptık. Araba biraz ileride ara sokağın girişinde duruyordu. "Abartma Ilgaz. Hazar'la takıla takıla ona benzemeye başladın." Ilgaz kaşlarını çattı. Bugün yüz ifadeleri bana fazlasıyla tatlı görünüyordu. "Ayrıca arabadan korkuyorum demedim. Bana ölümü hatırlatıyor dedim." Arabanın ön kapısına uzandım. "İkisi çok farklı şeyler."
Az önceki cümleme bir cevap vermezken "Oraya oturma." diye uyardı beni. "Dün su döktüm de kurumamıştır daha." Biraz gerilmiş görünüyordu. Onu onaylayıp arka koltuğa geçtim. Bana bir hap uzattı. Artık etki süreleri kısaldığından günde iki defa almak zorunda kalıyorduk. Bunun zararlı olduğunu söylemişti Uraz. Ama mecburduk.
Hapı ağzıma atıp erimesini beklerken Ilgaz'ın kapımı kapatmak için öylece dikildiğini gördüm. Göz göze geldik. Hayır Ilgaz. Düşünceleri bana ulaşmaya başladığında şiddetli bir baş ağrısıyla karşı karşıya kaldım. Kulaklarım çınlıyordu. Ellerim şakaklarımı buldu. Hayır Ilgaz, bunu bana yapamazsın. Görüşüm bulanıklaşmaya başlamış, Ilgaz'ın eli ensemde yerini bulmuştu. Kafamın yavaşça yumuşak bir yere bırakıldığını hissettim.
Karanlık beni içine çekerken zihninden milyonlarca kez tekrarladığı cümleyi bu sefer sesli olarak dile getirdi. "Özür dilerim aurora."
Ilgaz bilmiyor muydu; özürlerin en büyük yalan, affedişlerin ise en aptalca kararlar olduğunu...
Bilmiyor muydu; bir gülüşle işlenen ihanetin, silahlarla işlenenlerden daha çok can yaktığını...
Demek ki bilmiyordu.
Ve artık ben de bilmiyordum.
,
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.45k Okunma |
141 Oy |
0 Takip |
31 Bölümlü Kitap |