44. Bölüm
Yellow Wheat / Dünyanın Sonu Gelirse / BÖLÜM 27: BENDEN ÇALINAN

BÖLÜM 27: BENDEN ÇALINAN

Yellow Wheat
yellowwheat

ADA

 

Önümde iki tepe vardı ve hangisinin ardında uçurum olduğunu, hangisinin beni açıklığa çıkaracağını bilmiyordum. Sadece pişmanlık duymak istemiyordum. Yaptığım seçim kalbime mâl olsun istemiyordum. Ellerimi yastığımın süslerinden çekip onun yerine sarı saç tellerine dokundum. Birkaçı çarşafa dağılmıştı, kafamın içindeki düşüncelerin de tıpkı bu tutamlar gibi kıvır kıvır olup birbirlerine dolandıklarını hissettim.

 

"Ne kadar çok yemiştim o gün. Ertesi gün karnım çok ağrımıştı."

 

"Benim de." dedim sakince. Okuldan yeni gelmiştim, sırtım soğuk duvara yaslı yatağımda uzanıyordum. Son birkaç gündür olduğu gibi onu burada gördüğüme sevinmiştim. Yüzümde tatlı bir tebessüm, gözlerim ha kapandı ha kapanacak... İşte aradığım tam olarak buydu. Huzur tam olarak buydu.

 

Hazar sırtını benim yatağıma yaslamış, yerde oturuyordu ve sürekli hatırlayamadığım olaylardan bahsediyordu. Kucağına aldığı sarı oyuncağımın kafasıyla oynamasını izledim. "Sanırım başka bir şehre gideceğim." dedi bu sefer farklı bir konuya atlayarak. Bu sene mezun oluyorduk. Her ne kadar gelecek planlarını dinlemek hoşuma gitse de içimde büyüyen endişeye engel olamadım.

 

Tepkimi görebilmek için kafasını arkaya atıp yatağa yasladı. Yüz ifadesi böyle komik görünüyordu, ellerim tutamlarından uzaklaşırken gülümsedim. "Nereye peki?" diye sordum. Omuzlarını silkti ve gözlerini tavana dikti. "İkimiz karar veririz diye düşünmüştüm."

 

Yatmaktan vazgeçip doğruldum, saçlarım yastık yüzünden elektriklenmişlerdi. "Hile yapıyorsun." diye söylendim. Hazar ne demek istediğimi anlamış, hatta bir de kahkaha atmıştı ama yine de sordu. "Ne yaptım ki?"

 

Kollarımı göğsümde bağladım. "Amacını biliyorum. Beni kalpten götürüp başından atacaksın değil mi?" Sürekli ikimiz hakkında bir şeyler planlamasından şikâyetçi değildim sadece alışkın olmadığımdan korkutucu geliyordu. Bana doğru döndüğünü gördüm. "Doğru tahmin." dedi parmağı hafifçe burnuma dokunurken. "Bu planımı biraz hızlandırsam mı?" Yaklaşmaya çalıştı ama alaylı gülüşü kıkırdamamı sağlamıştı. Başımı eğdim ve omuzlarına tutundum. "Bugünlük ziyaretçi kabul süremiz doldu." dedim alayla. "Kuaföre gideceğim." Aslında okuldan çıktıktan sonra direkt geçebilirdim fakat görmek istemiştim. Bugün de gelip gelmediğini, sonunda vazgeçip geçmediğini görmek istemiştim. İşte buradaydı. Yeşil gözleri benimkilerde karşımda duruyordu.

 

"Çok sürer mi?" diye sordu az önceki yerine geri otururken. Hazar'a şans değil, izin vermiştim. Yakınımda durabilmesi, kendini kanıtlayabilmesi için izin vermiştim. Sadece bu ikisi arasındaki farkı anladığımda çok geç olmamasını umuyordum. Hazar kalbimi parmaklarıyla sarmıştı ama ufalaması bir saniyesini bile almazdı. "Saçlarını kestireceğim. Çok sürmez." Bir anda hevesle ayağa kalktı. "Ben yapayım mı?" dedi gözlerini kocaman açarak.

 

"Ne?"

 

"Ben yapabilirim. Sonuçta dümdüz keseceğim değil mi? Annem hep bana yaptırır."

 

Aslında pek emin olamadım. Ama yapmak istiyorsa izin verecektim. Başımı salladığımda gerçekten mutlu olmuş gibiydi. "O zaman sen saçlarını ıslat, ben de kızlardan makas falan isteyeyim." İtiraz etmeden banyonun yolunu tuttum. Saçlarımı yıkayıp güzelce taradım. Odama geçerken Hazar'ın bir sandalyeyi taşıdığını gördüm. "İşte." dedi gururla. "Gel otur." Yere genişçe eski bir çarşaf sermiş, sandalyeyi de tam ortasına yerleştirmişti. Dediğini yapıp sandalyeye yerleştim.

 

Yatağın yanındaki küçük masanın üzerinden bir makas ve tarak aldı. Sıla evde yoktu, Beren ona yardım etmiş olmalıydı. Hazar boynuma başka bir kumaşı bağladığında dimdik oturmaya devam ettim. "Bu kadarı yeterli mi?" diye sordu saçımın uç kısmını göstererek. "Hayır." diye cevap verdim. Parmağım boyanın sonlandığı noktada durdu. "Buradan keselim." Saçlarım yıpranmaya başlamıştı ve artık renkli olmayı o kadar da sevmiyordum. Bu yüzden mor kısım kesilecekti. Hazar'ın yüz ifadesini göremiyordum ama "Emin misin?" dediğini duydum.

 

Kafamı aşağı yukarı salladığımda "Tamam." diye cevap verdi. "Kımıldama." Islak saçlarımı güzelce taramaya başladı. Ön tarafa geçip tutamların görüşümü kapatmasına neden olunca ellerimi izlemeyi bıraktım. "Hazar?" diye mırıldandım.

 

"Efendim?"

 

"Görevin bitince ne olacak?"

 

Bir süre cevap vermesini bekledim. Ama o konuşmadı. Belki bilmiyordu, belki de bilmemi istemiyordu. Gözlerimin önündeki bir tutam ayaklarımın ucuna düştü, sonra da diğerleri. Saçlarım omuzlarıma ulaşırken Hazar'ın fısıltısını duydum. "Sana ihtiyacım var Ada." Elinde makası, yerde mor tutamlarım, omuzları çökmüş bir oğlan... Bana ihtiyacı olduğunu söylüyor. Yardım çığlıklarını duyuyorum ama ne için olduğunu bilmiyorum. Kimi seçeceğim, bilmiyorum.

 

Dizlerimin önünde yere çökmüş bu adamın sevgisinin sadece bir çaresizlik hissi olduğunu düşünüyorum. Yardıma ihtiyacı olan birinin sevildiği yerde durmak istemesi çok doğal... Ona kızmıyorum fakat kızabilmeyi diliyorum. Ellerimi tutan ellerini sıkıca sarıyorum, kalbine de aynısını yapmayı umuyorum.

 

Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu kavrayabilecek yaşta olduğumu sanırdım. Artık öyle değildi. Ne yapılması gerektiğini kestiremiyordum. Hissettiğim yerde kalmam gerekiyordu.

 

Hazar ben konuşmayınca ayağa kalkmıştı, telefonu çalıyordu ama açmadı. Her yeri toplayıp düzenledikten sonra "Teşekkür ederim." dedim. Bana gülümsedi. "Çok güzel oldun." diye cevap verdi. Henüz aynaya bakmamıştım fakat o böyle söylüyorsa buna gerek de yoktu. Parmakları yanağımda oyalandığında gözlerimi kırpmadım. Ellerimi pantolonuma bastırdım, ancak o zaman ne kadar üşüdüklerini fark edebildim.

 

Onun sevgisi ellerimi ısıtmıyordu belki ama yeterince terletiyordu.

 

Bir süredir çalan telefonu tekrar çalmaya başlayınca Hazar benden uzaklaştı. Cihazı kulağına götürdüğünde hiç konuşmadı, karşı taraf onun yerine de konuşmuş gibiydi. Bir süre dinledikten sonra "Tamam." diye net bir sesle konuştu, kaşlarını çatmıştı. "Kötü bir şey mi oldu?" diye sordum.

 

"Hayranlarım beni çağırıyor." dedi alayla. Sonra yüzündeki garip ifadenin yok olmasını izledim. "Gitmem gerek." Onu göndermek istemiyordum. Her nereye gidecekse orası Hazar'ın gülüşlerini solduruyordu. Bundan nefret ediyordum.

 

"Gitmek zorunda mısın?" Sesim neredeyse yalvarır gibiydi. Kendi soruma gerekçeler uydurmaya başladım. "Yanında kalacağım. Gitmek zorunda değilsin."

 

Hazar yanıma geldi ve gözlerimin içine baktı. Kollarını bedenime doladığında asıl ona ihtiyacı olan kişinin ben olduğumu fark ettim. "Sadece benden çalınanı geri alacağım." dedi gözleri dolu dolu. Hazar'dan çalınan mı? Neyden bahsediyordu?

 

"Yarın da burada olacağım, ertesi gün de..."

 

"Ben de." diye cevap verdim kolları uzaklaşırken. Hazar'la konuşmamız gereken konular vardı. Ama dönen olayların benim sevgimden daha karmaşık olduğunu anladığımdan beri onları göz ardı ediyordum. Tıpkı Hazar'ın sevgisine olan güvenimi göz ardı ettiğim gibi...

 

İkinci defa Hazar'ın evimden çıkıp gitmesini izledim. Gözlerim ayaklarımın dibindeki mor tutamlara takıldı, tekrar kapıya baktığımda Hazar'a verdiğim sözden artık o kadar da emin değildim.

 

***

 

PERİ

 

Daha önce de birkaç defa bulunduğum bu dikdörtgen masada yine aynı yerimde oturuyordum. Sağımda Uraz, solumda da Ilgaz vardı. Tam karşımda Lider'e hararetli bir şekilde bilgi veren birinci ekibin sözcüsü Ezgi bulunuyordu. Kızın hareketli ellerini izledim. Davranışlarına büyük bir tedirginlik ve heyecan hâkimdi. Ilgaz, Lider'e diğer laboratuvarın var olma ihtimalinden bahsettiğinde ilk çıkan gruptu birinci ekip. Diğerleri henüz dönmemişti ve şu an için elimizde kayda değer hiçbir bilgi yoktu. Umutlu olduğum söylenemezdi çünkü arama alanı fazlasıyla genişti. Üstelik iyileşenler kesinlikle bu şehirde olduğunu düşünüyorlardı. Akel şehri avcunun içine almıştı, bu doğruydu. Başka bir şehirde bunu yapmak onun için daha zahmetli olurdu. Açıkçası Lider'in başka şehir ihtimalini bile değerlendirme kapsamına almadığının farkındaydım. Beni şaşırtan da buydu. Fazla kesin konuşuyordu.

 

Lider'in avcunu masaya yasladığını gördüm, belini esnetmeye çalıştı. Toplantı başlayalı ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum ama ayak parmaklarımın uyuştuğunu hissediyordum. Rahatsızca yerimde kıpırdandım. Bu oda biraz havasız olmaya başlamıştı.

 

"Pek fazla seçeneğimiz yok." diye net bir sesle konuştu Lider. "Yeni gelenler biraz ara versin. Selim'in ekibi geldiğinde daha detaylı konuşuruz." Herkes kafalarını salladı. Baktığım her yüzde o tükenmişlik hâlini görebiliyordum. Gün geçtikçe neyin peşinde olduğumuzu bile unutuyormuş gibiydik. Yine de sırtımda onca insanın acılı çığlıklarını hissetmek kararlı duruşumu korumamı sağlıyordu. Uraz kolumdan o çipi çıkarıp yerine yenisini yerleştirmeden önce olup bitenlerin tam olarak farkında değildim. Şimdi ise her gece Akis'teki o dar odada yatarken ıssız duvarlardan yankılanıp bana ulaşan sesleri hatırlıyordum. Kolundan sürüklenen çocukları, sedyeyle taşınan bedenleri gözlerimin önüne getiriyor; amacımı taze tutmaya çabalıyordum. Boşa kürek çektiğimiz falan yoktu, sadece biraz yavaş ilerliyorduk o kadar.

 

Masanın köşesinden bir elin kalktığını gördüm. Lider ona başıyla işaret verdi. "Bir diğer husus..." dedi benden daha genç duran bir oğlan. "Akis'in yok edilmesine yönelik çalışmalara ara mı verelim?" Lider kaşlarını çattı ve önündeki tablette parmaklarını gezdirdi. "Aksine..." diye mırıldandığını duydum. "En kısa sürede çalışmaların tamamlanmasını istiyorum. Diğeri bulunsun ya da bulunmasın orası artık yok olmak zorunda."

 

Sonra gözlerini pür dikkat Ilgaz'a dikti. Uzun sayılabilecek bir süre boyunca öylece kaldı. Daha çok düşünüyor gibiydi. "Her ihtimale karşı ajanlarımızı geri çekelim." İhtimaller her zaman vardı ama şu an Lider'in de bu konuda endişe duyduğu görüyordum. İyileşenler arasında hep konuşuluyordu. Akel'in buzluğun varlığından haberdar olduğu bir gerçekti, bizse ne zaman harekete geçeceğini bilmek istiyorduk. Ya da nasıl harekete geçeceğini... Artık bu oyundan sıkıldığını söylemişti. Eğer amacı iyileştirme yöntemlerini tıp tarihine yazdırmaksa yaptıkları bu amacını biraz aşıyordu.

 

Buzluktakilerin çoğu Akel'in çıkarlarına hizmet edemeyecek duruma gelmiş kişilerdi. Bir kısmı sinirlerini yitirmişti, bir kısmı da Akel'e göre sıradan hastalıklara sahiplerdi. Hepsini bir şekilde sağlıklarına kavuşturmuştu ama o daha ilgi çekici, daha orijinal bir şeyler arıyordu. Ilgaz ve benim gibi... Zıt hastalıklardan doğan bir denge ve müthiş bir soğukla birlikte mavi parıltılar... Bir an yüksek bir platformda Ilgaz ile el ele durduğumuzu gözlerimin önüne getirdim. Koca bir salon insanın önünde mavi ışıltılar yayan iki genç fazlasıyla rağbet görürdü. Akel'in bunu kaç defa hayal ettiğini merak etmeden duramadım.

 

"Harekete geçmesinin yakın olduğunu mu düşünüyorsunuz?" diye sordu Uraz. Üzerindeki beyaz gömleği kırış kırıştı. Yine burada, Ilgaz'la vakit geçirdikleri bölmede sabahladığı belliydi. Yine de o güne nazaran biraz daha toparlanmış gözüküyordu. Onunla geçirdiğim her vakit ne kadar güçlü bir yapısı olduğunu daha iyi anlıyordum. Aynı şeyi ben yaşasam... Bırakın bir amaca tutunmayı, hayata devam etmeyi bile reddedebilirdim. Üstelik o Akis'e bizden daha çok katlanmak zorunda bırakılmıştı. Ve daha bizim bilmediğimiz tonlarca kötülüğe maruz kalmıştı.

 

Lider, Uraz'ın sorusuyla beraber "Tedbirli olmak lazım." diyerek direktiflerini sıralamaya başladı. "Sığınaktaki depoların kontrolünü sağlayalım." dedi ilk önce. Bakışları Ertan'ın üzerinde durdu. "Yanına bir iki kişi al. Geçen hafta hazırlıklar bitmişti ama tekrar bir kolaçan et." Onu izlediğimi fark edince yüz ifadesi değişmedi ama gözlerindeki nefreti artık tanıyordum. Kendine suçlu birilerini arıyordu ve Ilgaz ile ben bu iş için biçilmiş kaftandık. Yine de eskiye nazaran daha sessiz bir nefrete bürünmesi beni rahatlatıyordu. Önemli olan iyileşenlere hizmet etmesiydi. Lider de Ertan'ın faydalarını göz ardı edemeyeceğinden onu buzlukta tutuyordu. Aksi takdirde bir dakika bile ortamda yarattığı gerginliğe anlayış göstermeyeceğini biliyordum.

 

Ilgaz masanın üzerindeki elime uzanıp parmaklarıyla sardığında gözlerimi Ertan'dan çektim. Onun yerine soğukluk tenimin altına sızarken gürültüyle açılan kapıya çevirdim başımı. Buzluğa girip çıkarken gördüğüm, çoğunlukla kapının yanında bir şeylerle meşgul olan çocuktu bu. Benden büyük gösteriyordu ve oldukça uzundu. Bu yüzden de elinde taşıdığı cihazla kapıdan geçerken eğilmek zorunda kalmıştı. "Yeni bir haber var." diye bildirdi. Lider'in oturduğu kısma ilerleyip elindeki telsiz benzeri ekranı onun önüne bıraktı. "Şehrin çıkışına doğru, geri dönüşüm tesislerine iki kilometre uzaklıktaki arazide mavi, mor fosforlara rastlanmış." Nefesimi tuttum. Rüyamda gördüğüm duvarlardaki aydınlatmaların kaynağını fosfor olarak tanımlamışlardı ve şimdi de bu maddeyi gördüklerini söylüyorlardı. Bu da demek oluyordu ki yakındık. Az kalmıştı. Ilgaz'ın parmaklarımı sıktığını hissettiğimde ona baktım ve bir süre yüzündeki mavi ışıltıları seyrettim.

 

Lider bir süre dikkatle önündeki cihazı izledi. Sanırım giden ekiplerden biri bu cihaz aracılığıyla bir metin yollamıştı. Akel'in kolunun nerelere uzandığını bilmediklerinden iletişim için çeşitli araçlar üretmişlerdi. Hatta artık Ilgaz'ın bana verdiği hattı bile sık kullanmamaya gayret ediyordum. Çoğunlukla beraber vakit geçirdiğimizden önemli konuları yüz yüze konuşmaya çalışıyorduk. "İrtibatta kalın. Sakın tek başlarına harekete geçmesinler. İstediğim şey sadece konum." Uzun boylu oğlan kafasını görev bilinciyle salladıktan sonra "Anlaşıldı." diye karşılık verdi. Kolundaki saate bir şeyler mırıldanırken Lider de ayağa kalkmıştı. "Bu günlük toplanma bitmiştir." diye duyurdu. "Ilgaz, Peri ve Uraz... Siz benimle geliyorsunuz."

 

Hızlı adımlarla yürüyen Lider'e eşlik ettik. Ilgaz odaya varana kadar elimi bırakmadı. Buradaki her şeye alışabilirdim ama üzerime dönen gözlere hiçbir zaman alışamayacaktım. Çoğunlukla herkes işlerine odaklanırlardı fakat ben olsam da yanımdan mavi ışıklarla parıldayan birisi geçtiğinde dönüp bakardım.

 

"Rüyaların ne durumda?" Lider'in geçip koltuğuna oturmasını izledim. Arkamızdan bizi takip eden Uraz kapıyı kapattı. "Bir anormallik yok." diye bilgilendirdim. Lider kafasını salladı. "Anlaşılan sadece orayı görmeni istedi. Zamanımın çoğunu onunla geçirmiş olsam da ne düşündüğünü hiçbir zaman anlayamazdım. Şimdi de beni çektiği tuzağa balıklama dalmaya hazırlanıyorum."

 

"Başka seçeneğimiz yok." dedi Ilgaz. "Önceliğimiz bu olmalı.

 

Lider "Hayır." diyerek itiraz etti. "Önceliğimiz güvenlik olmalı."

 

"Merak etmeyin. Önlemlerimizi aldık, herhangi bir sorun çıkmayacak." Uraz'ın kendinden emin konuşması içime su serperken endişelerimi arka plana atmaya çalıştım.

 

"Şu yaptığınız operasyon... Çip yerleşme işi... Bir sorun var mı?"

 

"Peri gayet iyi hatırlıyor efendim. Hiçbir sorun yok." dedi Uraz.

 

"Tamam. Bu bir süre gizli kalsın. Diğerlerinin illegal deneylerle uğraştığımızı düşünmesini istemiyorum." Dijital bir bildirim sesi gelene kadar bilgisayarıyla ilgilenen Lider'i bekledik.

 

"Uraz, senin Akis'in veri tabanına iyice sızmanı istiyorum. Ne var ne yoksa ikinci Akis'e yönelik bütün bilgileri topla. Tüm yetkiyi sana verdim. Eğer ikinci laboratuvarı yakında bulabilirsek siz üçünüzü görevlendireceğim. O yüzden tetikte olun ve benden haber bekleyin." Üçümüz kafalarımızı salladık. "Çıkabilirsiniz." dedi Lider. Ardından kâğıtlara gömüldü. Başının fazlasıyla sıkışık olduğunu görebiliyordum. Kendi kendimize belirlediğimiz süre azaldıkça sorumluluklar gibi endişe de artıyordu.

 

Merdivenlerden inip Uraz'ın vakit geçirdiği odanın önünde durduğumuzda Ilgaz "Sana yardım edebiliriz." diye bir öneri sundu. Ona destek vermek için "Evet." dedim. "Bugün önemli bir işim yok. Kalabiliriz." Uraz gülümsedi ve ellerini ikimizin omuzlarına koydu. "Hallederim. Hem bütün bunlar beni meşgul ediyor." Ne dersek diyelim kabul etmeyeceğini biliyordum yine de Ilgaz ona uzunca bir süre dil döktü. Buzluktan çıkıp da ayakkabılarım çamura bulandığında sıkıntılı bir nefes verdim. "Dünyada bütün bunlar olurken bizim gidip bir dans yarışmasına hazırlanmamız ne kadar doğru?"

 

"İşte, sırf bu yüzden yapacağız." dedi Ilgaz. Elimi tutarken baş parmağı tenimde gezindi. "Bir şeyler için çok geç olmadan hayallerimizi gerçekleştireceğiz." O sahneye çıkıp özgürce hareket etmeyi ne kadar istediğimi düşündüm. Sonra da kırmızı alevler o hayalimin üzerini gölgeleyip küle çevirdi. "Sen de hep ister miydin?" diye sordum. "Böyle bir yarışmaya katılıp yeteneklerini göstermeyi..." Ilgaz'ın korkuyla parlayan gözlerini görünce bir an duraksadım. "Bundan sana bahsetmiştim." diye mırıldandı ürkek bir tonla. Dudaklarımı birbirine bastırıp burnumu kırıştırdım. "Ah evet. Şimdi hatırladım." Öyle düşünmeden onu konuşturmak için sorulmuş bir soruydu ama bu aralar düşünmeden konuşmasam iyi olurdu. Ilgaz'ın korkusunu anlıyordum. Her an tekrar onu unutabileceğimden endişe duyuyordu. Haklıydı. Ilgaz beni unutsa... Bunu düşünmek bile istemiyordum ama işte o bunu bizzat yaşamıştı.

 

Önden önden yürüdüm "Annenin bale eğitmeni olduğunu söylemiştin."

 

"Keşke o da gösterimizi izlemeye gelebilseydi." dediğini duydum. Arkamdan gelmediğini fark etmem uzun sürmedi. Başımı çevirip Ilgaz'ın nerede olduğuna bakacağım sırada ağaçların arasında bir karaltının hızla hareket ettiğini sandım. Gözlerimi kırpıştırdığımda artık o siyahlık yoktu. Gitmişti. "Bir şey mi oldu?" diye sordu Ilgaz. Çoktan yanıma gelmiş, benim baktığım yöne bakıyordu. "Başım döndü biraz. Kahvaltıda az yemiştim." dedim. Söylediklerim doğruydu. Odamda gördüğüm kişiye karşılık bu çok da gerçek değildi. Gerçi artık onun da gerçek olduğundan o kadar emin değildim. Ilgaz pek bir şey bulamamıştı ve benim tarafımdan da unutulmaya yüz tutmuştu. Hâlâ gözlerimin önünde siyah gölgelerin dolaştığını görebiliyordum. Bir an tansiyonum düşmüş olmalıydı.

 

"Arabaya az kaldı. Arkaya uzanabilirsin." Kar sularının balçığa dönüştürdüğü toprak yoldan çıkana kadar Ilgaz kolumdan tutup beni yönlendirdi. Araba biraz daha aşağıda kalan çakılla kaplı ağaçlık alana park edilmişti. Ilgaz arka kapıyı açıp oturmama yardım etti ve bir şişe suyu dudaklarıma yasladı. Küçük yudumlar aldım. "Daha iyi misin?" diye sordu. Kafasını eğmiş, sevimli gözlerle beni izliyordu. Gülümsedim. Parmaklarım yanağına dokunduğunda Ilgaz bana biraz daha yaklaştı. Dudaklarımı yanağına bastırırken tıraş losyonunun kokusunu daha iyi aldım. Baş parmağım dudaklarımın temas ettiği noktayı okşadı. "Şimdi daha iyiyim." diye mırıldandım. Kirpiklerini kırpıştırdı.

 

"Ben de."

 

"Ne?"

 

"Şimdi, ben de daha iyiyim."

 

Elim yanağından ensesine ulaştı, saçları uzadığından parmaklarım tutamlarına gömüldü. Ilgaz öylece durmaya devam etti. Tenim ensesine baskı uyguladığında alnı benimkine yaslandı. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldığını gördüm. "Dünyada bütün bunlar olup biterken seni bu kadar sevmem doğru mu?" diye fısıldadım.

 

Ilgaz sağ elini kaldırıp kalbimin biraz üzerine yasladı. Parmaklarının ucu boynumda gezindi. "Bu... Dünyadaki en doğru şey." Alnının yerini dudakları aldı. Parmakları kakülümü hafifçe kenara çekmiş, sıcak dudaklarının baskısı tenimi kaplamıştı. Gözlerimi zar zor açık tutarken "Seni seviyorum." dediğini duydum. "Ve bu dünyadaki en doğru şey."

 

"Korkarım şimdi başım daha çok dönmeye başladı." diye itiraf ettim. Gülüşleri kulağıma ulaştı. Kolları benden uzaklaşmaya başladığında yavaşça arkama yaslandım. "Bu akşam seni bir yere götürmek istiyorum. Belki yeni tanışan Peri ve Ilgaz ikinci randevularına çıkarlar." Parmak uçları az önce dağıttı kakülümü zarifçe düzeltti.

 

İsimlerimizi söyleyiş şekline çok takılmamaya çalıştım. "Biraz hızlı gidiyoruz sanki." dedim alayla. "Üstelik daha tanışalı ne kadar oldu ki?" Ilgaz'ın dudaklarından daha önce görmediğim yaramaz bir gülüş geçti. "Tanımak için buluşmamız gerek hatırlatırım." İkinci hayatımız hakkında konuşmak garip hissettiriyordu ama eğlenceli olduğunu inkâr etmeyecektim. Ilgaz'ı böyle neşeli görmek hoşuma gidiyordu.

 

"Birazdan Hazar'la yemek yiyeceğim. Akşama doğru haberleşiriz." Ilgaz beni onayladıktan sonra geri çekilirken kafasını arabanın tavanına çarptı. Yüzünü buruşturduğunu gördüm. Hemen hareketlenip elleriyle tuttuğu bölgeye bakmaya çalıştım. "Önemli bir şey yok gibi." dedim. Ilgaz bu sefer yavaşça geri çekildi. Hareket ederken burnu neredeyse benimkine değiyordu. Gözlerim saniyeliğine dudaklarına kaydığında iyileştirildiğimiz ilk zamanları hatırladım. Mavi ışıltıları yeni yeni keşfediyorduk ve birbirimizi ilk öptüğümüz andı. Dudaklarımız birbirine dokununca ürpertici soğuk yanaklarımı sarmıştı ve telaşla geri çekilmiştim. Neden öyle olduğunu konuşmamıştık, şimdi de aklıma takılmıştı. Sormak istedim fakat tek yaptığım gözlerimi Ilgaz'dan kaçırmak oldu. O da kafasını tutmaya devam ederek ön koltuğa geçti. Gerçekten kötü vurmuş olmalıydı.

 

"Sen eve mi gideceksin?"

 

"Evet. Pandia'da dersim var. Üzerimi değiştirip oraya geçeceğim."

 

"Beni caddede bıraksan yeter." dedim telefonumu elime alırken. Hazar'a mesaj atacaktım, şimdi o kesin unuturdu. Camımı biraz açıp soğuk havayı içeri davet ettim. Yollar açılmış sayılırdı ama ara sokaklar için aynısını söyleyemeyecektim. Kar yağdıktan sonra böyle her şeyin kahverengiye bulanması çok kötüydü. Sanki bu şehirler bembeyaz bir varlığı çamuruyla kaplamaya hazır bekleyen canavarlardı. Sadece yağmurun yağıp bu karmaşayı temizlemesini bekliyorduk.

 

Ilgaz beni ana yolun üzerinde alışveriş merkezlerine yakın bir bölgede bıraktı. Kapıyı açıp dışarı çıkarken "Akşam görüşürüz aurora." diye seslendi. Kafamı içeriye doğru uzattım. "En güzel elbisemi giyeceğim, ona göre bir yer seçsen iyi olur."

 

"Hay hay efendim. Kuzey ışığım ne söylerse o." Araba uzaklaşmaya başladığında iki yana salladığım elimi indirdim. Montumun hışırtılı sesleri eşliğinde yürümeye başladım. Hazar'la onun bildiği güzel tost yapan bir mekânda buluşmaya karar vermiştik. Lokantaların önünden geçip giderken karnımın guruldadığını hissettim. "Ne oldu, sen neden bu kadar üzgünsün?"

 

Ceketimi oturacağım sandalyeye asıp hemen Hazar'ın karşısına oturdum. Başını ellerinin arasına almış, düşünceli gözlerle telefonuna bakıyordu. Sorumla beraber ekranını bana gösterdi. Not çizelgesine şöyle bir göz gezdirdim. "Galiba mezun olma planlarım suya düştü." Telefonu elime alıp notlarına daha detaylı baktım. Sadece bir dersinin notu sınıf ortalamasının altındaydı. "Daha finaller var, halledersin." dedim ki buna da inanıyordum. Kafasına takmaya değmezdi.

 

"Tabi sen dondurdun, söylemesi kolay." Bu konuda duyduğum üzüntünün yanında, doğru kararı vermiş olabilmenin gururu da vardı. Bütün bu karmaşanın içinde okul sınavlarıma hazırlanıp bir üst sınıfa geçebileceğime ihtimal bile vermiyordum.

 

Rahatça arkama yaslanıp "Öyle gerçekten. Kalem yok, defter yok, yaşlı hocalar yok... Oh!"

 

Hazar yüzünü buruşturdu. "Yakında ofisime gelip Hazar, arkadaşım ben sokaklarda kaldım diye ağlama da."

 

"Sen ofisinde patronlarından azar işitirken ben sahnelerde dans ediyor olacağım." diye dalga geçtim. Dansı bir kariyer kapısı olarak görmüyordum. Yarışmadan sonra da okuluma geri dönecektim. En azından planım buydu.

 

Hazar'ın omuzlarının çöktüğünü gördüm. "İnadıma beş tane tost yiyeceğim." Ben onun tavrına gülerken garsonu çağırdı ve gerçekten de kendine beş tane tost söyledi. Sonra yan gözle bana baktı. "Altı tane olsun." diye fikir değiştirdi. Beni de düşündüğü için şanslıydım sanırım. "Üç tane de ayran." Beni batırmaya ant içmiş gibiydi. Kollarımı göğsümde bağladım. "Böyle giderse sokaklarda kalmam yakındır."

 

"Üzülme, üzülme. Dans kulübünün odaları ne güne duruyor, değil mi?" Zaten yakında hiç eve gitmeden ya buzlukta ya da Pandia'da uyuyacaktım. Hatta evde İkra olmasa çoktan öyle yapmış olurdum. Garson ayranlarımızı getirince onun pipetiyle oynamaya başladım. "E, Ada'yla nasıl gidiyor?" Biraz daha sormazsam gerçekten meraktan çatlayacaktım. Bazen kafede arka kısımda gizli gizli fısıldadıklarını yakalıyordum ama tek yaptığım oradan uzaklaşmak oluyordu.

 

"Hislerimi görmezden gelmemeye karar verdim." İstemsizce elimi ağzıma kapattım.

 

"Ne zamandan beri?"

 

"Bilmem. Belki kafede tanıştığımız zamandı, belki de bana ilk sarıldığı an. Birlikte o kadar fazla zaman geçirdik ki ilk ne zaman farkına vardığımı ve engellemeye çalıştığımı hatırlamıyorum." Farkına varmak zor olmuş olmalıydı. Sonuçta arkadaşça başlayan bir ilişkileri vardı ve sürekli hislerini dostluk duygusuna yormuş olabilirdi. Beni şaşırtan buna karşı koymaya çalışmasıydı ama bu kısmın beni ilgilendirmediği de açıktı. Ada'nın bu soruları çoktan sorduğuna emindim.

 

Altı tane tostun hazırlanma süresi gerçekten uzun sürmüş olmalıydı, garson Hazar'ın önüne beşini koyduğunda o tabağı bitireceğine hiç şüphe yoktu. Tostlar küçük sayılırdı. Yarımın da yarımı gibiydiler. Bir ısırık aldım ve bununla doymayacağıma karar verip bir tane daha söyledim. Bunu bitirene kadar o hazır olurdu.

 

"İtiraf et." dedim ayrandan bir yudum aldıktan sonra. "Ufuk olmasa hâlâ yerinde sayıyor olurdun." İtirazlarına karşı çoktan siper almıştım ama o sadece "Olabilir." diye cevap verdi. Ada'nın konusu açılınca durgunlaştığını fark ettim. "Annenler nasıl?" Uzun zamandır evlerine uğramamıştım. Aslında oğullarını kaybettiklerini öğrendiğimde gitmeliydim. Doğruyu söylemek gerekirse bu gibi teselli etmem gereken durumlarda doğru kelimeleri bulmakta zorlanıyordum ve ne yapacağımı da şaşırıyordum. İşleri daha karmaşık bir hâle getirmekten korkmuştum.

 

"Abimle onlara uzun bir tatil planı ayarladık. Yarın gidiyorlar. Şimdi de muhtemelen eşyalarını hazırlıyorlardır. Annem çok heyecanlı. En azından oğlundan ayrı kalacağı için biraz üzülmesini beklerdim."

 

"Kadın bıkmıştır senden. Bırak da rahat nefes alsın."

 

"Bugün fazla risk alıyorsunuz Peri Hanım. Haberiniz olsun."

 

"Bütün paramı yedin zaten. Bu ay İkra'ya kirayı ödeyemeyeceğim." Hazar'ın güldüğünü duydum.

 

"Baha'yla evleneceğiz diye seni o evden kovduklarını düşünsene." dedi gülüşlerinin arasından. Yani onlara bu konuda pek güvenemiyordum. Yapmazlar diyemezdim. Ama bir ev bulmamı bekleyecek kadar merhamet göstermelerini umuyordum.

 

Bir süre Hazar'ın gülüşlerini engellemeye çalışmasını izledim. "Bunu daha sık yapalım." dedim. Belki de her gün beraberdik ama oturup konuşmak çok ayrı bir şeydi. Verdiği poşetleri Pandia'da geçirdiğim gece sonrası eve götürmüş, dolabımın kenarına yerleştirmiştim. Bakışlarımı onlardan çekebilmem on dakikamı almıştı. Yatağıma oturmuş, neden böyle bir şey yaptığını düşünmüştüm.

 

"Biliyorum, biliyorum. Hoşsohbetim olmadan yaşayamıyorsun." Kesinlikle öyleydi. Şu an hayatımda olan her insan, kişiliğimin, anılarımın, başarılarımın birer parçasıydılar. Onlar olmadan ben yoktum.

 

Hazar zorlanmadan tostlarının hepsini bitirmişti. "Kesene bereket." dedikten sonra arkasına yaslandı. İkinci ayranını da bitirince ellerini yıkamaya gitti. Masaya geri dönerken telefonuyla ilgilendiğini gördüm. "Benim vardiya başlayacak güzellik. Biliyorsun evde bakmam gereken bir abim var."

 

"Ben akşama doğru geleceğim." dedim rahatça. "Şimdi de çayımı içeceğim." Montunu giydikten sonra hızla arkama geçti. Saçlarımın tehlikede olduğunu anlayınca hemen ayağa kalktım. Bu sırada sandalyede asılı duran montum yere düştü. "Sakin ol. Sadece masaj yapacaktım." Kaşlarım şüpheyle havaya kalktı. Hazar yere eğilip montumu aldıktan sonra bir süre elinde tuttu. "İyilik de yaramıyor." diye söylenip ceketi bana uzattı. "Akşam görüşürüz."

 

"Görüşürüz." dedim ve yerime oturup kapıdan çıkışını izledim. Son kez arkasını dönüp bana el salladı. Çok oyalanmadım. İkram edilen bir bardak çayı bitirdikten sonra kasaya ilerlemiş, hesabı ödemiştim.

 

Mekândan çıkmak üzereyken birinin "Hanımefendi bakar mısınız?" dediğini duydum. Arkama döndüğümde bana seslenenin burada çalışan bir kız olduğunu anladım. Yere eğilip küçük bir kâğıdı aldı ve bana doğru uzattı. "Bunu düşürdünüz." dedi nazikçe. Kâğıdın tam olarak ne olduğunu anlamasam da teşekkür edip aldım. Dışarı adımlarken kâğıdı inceledim. İkiye katlanmıştı, açıp baktığımda bu yazının böyle bir kâğıda yazılmasını adaletsiz bulmuştum.

 

"Saat 15.05. Buzun alevlere yenildiği an."

 

,

 

 

Bölüm : 02.06.2025 18:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...