47. Bölüm

BÖLÜM 30: SIĞINACAK BİR YER

Yellow Wheat
yellowwheat

Ne yapıyorum ben?

 

Parmaklarım elimdeki şişeyi iyice kavradı. Düşündüğüm, olacağını ön gördüğüm şey gerçek olamazdı. Bu... Mümkün değildi. Belki sadece kafamda kuruyordum, bir tesadüf olabilirdi. Ben kötü bir bilim insanından daha fazlasıyım. Daha fazla derken bunu mu kast ediyordu? Yüzlerce belki de binlerce insanın hayatı söz konusuydu.

 

Sana bazı ipuçları vereceğim. Etrafındakilere dikkatle bak bakalım. Görebilecek misin?

 

O yüzden mi son birkaç gündür arkadaşlarım garip hastalıklarla mücadele ediyorlardı? Önce İkra, sonra da Ada... Benim anlamamı, farkına varmamı istiyor olmalıydı. Onların yaşamsal fonksiyonları kontrol edebiliyor muydu? Yapar mıydı gerçekten böyle bir şeyi? Adımlarım merdivenleri teker teker indi. Salondan gelen karmaşık, gürültücü sesleri duyabiliyordum. Herkes bir şeyler söylüyormuş gibiydi. Saat kaçtı? Güneşin havayı aydınlatmaya yetmediğini görebiliyordum. Ne yapıyorum ben?

 

Şişe birazdan parmaklarımın arasında kırılabilirdi ya da daha başka şeyleri de kırıp dökebilirdi. Bir saate yakın bir süredir dinlediğim, duyduğum cümlelerden sonra bunu yapmak için doğru zaman olduğunu düşünmüştüm. Zaten her şey yerle bir olmuştu. Artık daha fazla yalan istemiyordum. Zaman ve bazı kişiler öğretmişti bana yalanlarla mutlu olmaktansa gerçeklerle ağlamayı. İşte şimdi de gerçekleri seçiyordum.

 

Salonun kapısında belirdiğim anda bütün gözler benim üzerimde durdu. İkra ayaklanmıştı, Baha onu oturtmaya çalışıyordu. Uraz gözlerini kısmış, bir bana bir de elimdeki şişeye bakıyordu. Kafasını iki yana salladığını gördüm. Uraz'ın tereddüt etmesi beni şaşırttı. Ama geri adım atmadım. Şişeyi kaldırıp parmaklarımla pistonunu tutarken "Üzgünüm." diye mırıldandım. Samimiydim. Şu an bunu yapmak zorunda olduğum ve sonucunu bildiğim için üzgündüm. Sevdiklerim bu olaya dahil oldukları için üzgündüm. En başından beri sadece benimle ilgili olduğunu düşünmüştüm. Anlaşılan öyle değildi.

 

Bir gaz bulutu salonumuza yayılırken kolumla burnumu kapattım. Öksürük sesleri kulaklarımı doldurdu. Artık buradan geri dönüş yoktu.

 

7 SAAT SONRA

 

"Gözlerinizi kapatın lütfen." Aynadaki görüntümü izlemeyi bırakıp göz kapaklarımı birbirine bastırdım. Yarım saat, belki de daha fazla bir süredir buradaydım ve kalbimin artık normal atması gerekiyordu. Etrafımdaki koşuşturmanın sakinleşmeme pek de yardımı dokunmuyordu. Sadece kendime odaklanmaya nefeslerimi kontrol altında tutmaya çalıştım. Yüzümde ve saçlarımda parmaklar geziniyordu. Bir kişi makyajımı yaparken diğeri de saçlarıma bir tür boya sıkmakla meşguldü.

 

Tamamen beyaz olacaktım. Saçlarım dahil.

 

Kollarında bir kâğıt tomarı tutan kadın ellerini çırpıp "Biraz daha hızlanalım." deyince saçlarımla ilgilenen kız da yerini başka birine bıraktı. Sanırım boyama işlemi bitmişti. "Serbest mi bırakalım?" Kaküllerimi düzelten kıza baktım. "Evet." dedim. Saçlarıma spreyle sıkılan beyaz boyanın kuruması için biraz bekledik. O sırada kapıda dikilen İkra ve Ada'yı gördüm.

 

İkra ellerini dudaklarına örtmüş, bana bakıyordu. Ada da omzunu kapıya yaslamış, çevredeki kaosu izliyordu. İçeri girmelerini işaret ettim. Yanaklarıma son kez fırçasını sürten makyöz "Tamamdır." diye mırıldandı ve çantasını toplamaya başladı. Ona teşekkür ettim. Gergince sağ elimin yüzük parmağıyla oynadım. Çiçek şeklindeki parlak, üst üste duran taşların tenimi çizmesine izin verdim.

 

"Çok güzel olmuşsun." dedi İkra. Aynada kendimle göz göze geldim. Bembeyaz uzun saçlar, uzun beyaz takma kirpikler, dudaklarımda simli bir parlatıcı... Göz kapaklarımın üzerine de beyaz boyayla güzel bir kelebek çizilmişti. Gülümsedim ve ayağa kalkmadan önce ayaklarımın ucunda duran yumuşak terlikleri giydim. Parmaklarım yüzüğü kavrayıp bulunduğu yerden çıkardı. "Sizde dursun, kaybederim ben şimdi." dedim ve parlak yüzüğü avcuna bıraktım.

 

"Merak etme." dedi Ada. Elimi omzuna koydum. Birlikte kapıya kadar yürüdük. "Ben bir Ilgaz'a bakayım." Telefonumdan saati kontrol ettim. Yirmi dakika sonra sahne bizimdi. Koridorlarda ilerledim. Erkeklerin hazırlanma salonu bizimkinden ayrıydı ve tabelalara göre de biraz uzaktı sanırım.

 

Ilgaz'ı kıyafetlerin askılara dizili olduğu koridorda buldum. Camın önüne geçmiş, elleri siyah pantolonunun cebinde dışarıyı izliyordu. Yanında durup karşımdaki küçük binalara baktım. Yerden epey yüksekteydik. "Ne düşünüyorsun?" diye sorduğumda hafifçe irkildi. Geldiğimi fark etmemişti. Gözlerini binalardan bana çevirince yüzündeki şaşkınlık ifadesini görebildim. "Böyle..." dedi, sonra durup tekrar araladı dudaklarını. "...yapacağını bilmiyordum." Camlara vuran güneş ışıkları beni rahatsız etmeye başladığından bir iki adım geri çekildim. Ilgaz da gözlerini ayırmadan sırtını camlara dönüp benimle birlikte hareket etti. "Aklıma geldi öyle, güzel olacağını düşündüm."

 

"Güzel olmuş ama umarım eski hâline dönüyordur." Güldüm. "Merak etme." dedim. "Bu sadece sprey." Kafasını salladı ve alnına dökülen parlak dalgalı tutamlardan birini geriye attı. Saçlarını kıvır kıvır yapmışlar, birazını alnına bırakıp diğerlerini geriye taramışlardı. Yanaklarında pudra izleri gördüm. Yaklaşıp parmaklarımla onları yok ettim. "Heyecanlı mısın?" diye sordu. Kesik bir nefes aldım. "Sanırım, her şeyi mahvetmekten korkuyorum."

 

Sağ kolunu büküp bana uzattı. Elimi koluna yerleştirirken gülümsediğini gördüm. "Merak etme, ben hemen karşında olacağım. Mahvetmene izin vermem." Birlikte sessizce yarışmanın yapılacağı alana ilerledik. İki çift, devasa kapının önünde kendi sıralarının gelmesini bekliyorlardı. Köşede dimdik duran görevli bizi görünce arkadaşına bir şeyler söyledi. Komutu alan adam yerinden ayrıldı ve arka taraflarda gözden kayboldu. "İsimlerinizi alabilir miyim?"

 

"Peri Karaay." diye cevap verdim.

 

"Ilgaz Bulut."

 

"Buyurun buraya oturabilirsiniz." Az önce ortalıktan kaybolan görevli iki sandalyeyle geri geldi. Derin bir nefes alıp gözlerimi etrafta dolaştırdım. İçeride gürültüyle yankılanan alkış ve ıslıkları duyabiliyordum. Sahnedeki grubun gösterisi bitmiş olmalıydı. Sırada, en önde bekleyen çift içeri adımlamaya başlamıştı. "Sence bundan sonra ne olacak?" diye sordum. Ilgaz derin bir nefes verdi ve ayak bileklerini birbiri üstüne attı. "Sadece sayımız arttı, hepsi bu." Böyle düşünmediğini biliyordum. Sayı önemli değildi. Akel'in gücünün farkına varmıştık. Neler yapabildiğini, nerelere kadar ulaşabildiğini görmüştük. Bu da içimizdeki umudu söndürmüştü.

 

Bekleyen diğer çift de içeri girdiğine Ilgaz ayağa kalkıp salona yaklaştı. Onu takip ettim. Bizden sonra diğer gruplar da sahne alacaklardı, bu yüzden sandalyelerimizi onlara devrettik. Ilgaz'ın yanında durup gözlerimi salona çevirdim. Durduğumuz yer seyirci giriş bölümüydü. Gözlerim arkadaşlarımı aradı. En önden üçüncü sırada orta koltuklara sıralanmış olduklarını gördüm. İkra, Uraz ve Baha sahnedeki dansçıları izliyorlardı. Ufuk Baha'nın yanına oturmuş, Ada'yla sohbet ediyordu. Hazar da başını önüne eğmişti. Telefonuyla ilgileniyor gibi görünüyordu. Merdivenlerde telsizle bekleyen bir kadın bizi yönlendirdi. Sahneye giriş yapacağımız kısma doğru ilerledik. Perdelerle gizlenmiş sahne arkası, esneme ve ısınma hareketleri yapmam için idealdi. Ilgaz'ın koluna dokunup onu da yanıma çektim ve kollarımı esnettim. Ayağımdaki terlikleri çıkarıp beyaz çoraplarımla soğuk zemini hissettim. Birazdan o sahnede Ilgaz ve ben olacaktık. Kafamı yukarı kaldırdığımda bizim için hazırlanmış devasa çerçeveyi görebiliyordum. Siyah demirlerle dolu tavanda Umut Hoca'yı da birkaç personelle konuşurken gördüm.

 

Bacaklarımı tamamen açıp yere oturdum ve öne doğru uzanarak belimi esnettim. Ilgaz cebinden çıkardığı minik bir hapı bana uzattı. Onca insanın önünde mavi mavi parlamak güzel karşılanırdı aslında ama açıklamak her şeyden zor olurdu. Ayağa kalktım ve hapın ağzımın içinde erimesine izin verdim. Ilgaz parmaklarıyla elimi sardığında vücudumda yükselen bastırılmış soğukluğu hissettim. "Hazır mısın?" diye sordu. Sahnedeki çiftin inmesini ve perdelerin ağır bir yavaşlıkla kapanmasını izledim. "Sayılır." diye cevap verdim. Boynumdaki dantel kumaş bile beni terletmeye yetiyormuş gibiydi.

 

Ilgaz'ın parmaklarını ensemde hissettim. "O zaman kafanın dağılmasına yardımcı olayım." diye mırıldandı. Çok geçmeden dudaklarının soğuk baskısını dudaklarımda hissettim. Gözlerini kapattı. Kısacık durup geri çekildi. Kalbimin göğüs kafesime uyguladığı dayanılmaz baskı arttı. "Sağ ol ya." dedim biraz azarlayarak. "Çok yardımcı oldun." Gülümsedi, dudakları benden bulaşan simli parlatıcıyla parlıyorlardı. "Her zaman." diye dalga geçtiğini duydum. Bileğimde duran parmaklar aşağıya doğru süzüldü. "Yüzüğünü takmamışsın."

 

"İkra'ya verdim bir şey olur diye."

 

"Sana çok yakıştı." dedi sahneye çerçeveyi yerleştirmelerini izlerken. "Annem görse çok mutlu olurdu." Boğazımdaki yumruyu yutkunarak geçirmeye çalıştım. "Yüzük annenin miydi?"

 

"Öyleydi. Onları kaybettikten sonra evimize gitmiştim. Annemin çekmecesinde buldum. O evi de son görüşümdü zaten."

 

"Neden? Evinize ne oldu ki?"

 

"Akel beni yanına alınca orayı bir daha göremedim. O laboratuvardan çıktıktan sonra da evimizin yerinde koca boş bir arsa vardı. Babam orada da çalıştığı için Akel evi yok etmiş."

 

Dişlerimi birbirine geçirdim ve Ilgaz'ın elini sıkıca tuttum. "Ona iyi bakacağım." dedim yüzüğü kast ederek. Ilgaz gülümsedi. Gözlerimin önüne gelen beyaz bir tutamı geriye attı. "Kalbime iyi bak yeter aurora."

 

Gözlerimi ancak ismimi duyunca Ilgaz'dan çekebildim. Bir kadın bizi sahneye doğru yönlendirdi. Ilgaz çerçevenin diğer tarafında tam karşımda durduğunda parmaklarımı açıp kapattım. Perdeler kapalıydı ama az sonra açılacaktı. Sahnenin en ön kısmında, perdenin diğer tarafında olduğunu tahmin ettiğim sunucu konuşmaya başladı.

 

"Şimdi Pandia Dans Kulübü'nden Ilgaz Bulut ve Peri Karaay'ın hazırladığı dans gösterisini izleyeceğiz." Perdelerin aralanmaya başladığını gördüm. "İyi şanslar çocuklar." Son kez Ilgaz'a bakıp arkama döndüm. Dansa böyle başlayacaktık. Ilgaz'ın düzenlediği Lovely şarkısı kulaklarımı doldurmaya başladığında derin bir nefes aldım. Hadi bitirelim şu işi.

 

Yüz ifademi stabil tutmaya özen gösterip kafamı hafifçe kaldırdım ve yavaş hareketlerle arkama, Ilgaz'a doğru döndüm. Bundan sonrasını şarkının ritmi ve bedenim benim yerime halledeceklerdi. Parmaklarım önce çeneme gitti sonra Ilgaz'la ellerimizi ortada birleştirdik. Melodi o kadar gürültülüydü ki başka hiçbir şeye, hiçbir sese odaklanamıyordum. Ilgaz'ın yaydığı soğukluk beni yatıştırdı. Ellerimizin aşağı doğru süzülüşünü izledik.

 

Şarkının sözleri kulaklarıma ulaştığında Ilgaz'ın boynuna uzandım ve bir vuruş sesiyle geri çektim. Bu sefer diğer elim çene kıvrımına dokundu. Başlarımızı zıt yönlere çevirdikten sonra havadaki kolumu genişçe hareket ettirip bir yay çizdim ve aşağıda Ilgaz'ın parmaklarıyla buluşmasını sağladım.

 

Şimdi yerdeydik. Kollarım ritme uyum sağlayıp hareketlerini tamamladılar. Sağ bacağımı ileri uzattım ve ellerimi başımın üzerinde dolaştırdım. Ilgaz'ın da benimle aynı hareketleri yaptığını biliyordum. Sadece ben sol tarafa uzanıyorsam o sağa doğru hareket ediyordu ve böylece birbirimizin yansıması gibi görünüyorduk.

 

Bu kısım dansımızın en riskli kısmıydı çünkü devasa çerçevenin yukarıya doğru süzülüp ortadan kaybolması gerekiyordu. Ilgaz çevik bir hareketle çerçevenin içinden geçip koluma uzandı. Sağ elim yerle temas ettiğinde başımı eğdim ve diğer elimi de Ilgaz'ın sırtına yasladım. Çerçeve çoktan zeminle bağlantısını kesmiş, yukarıda beklediklerini tahmin ettiğim personellere yaklaşmıştı. Ilgaz kafasını kaldırdığında omzuna baskı uyguladım.

 

Sonra hızlıca yer değiştirdik. Dizlerim yerdeyken Ilgaz'ın ellerimi yönlendirip gözlerimi örtmesine izin verdim. Birkaç geçiş hareketini hızla tamamladık ve çok geçmeden Ilgaz'ın dudaklarını boynumun sol kısmında hissettim. Nefesimin kesilmesini engelleyemesem de koreografinin gereğini yerine getirdim. Ilgaz benden uzaklaştığında güzel bir taklayla ayağa kalktım. Elbisemin etekleri havada süzüldü.

 

Ilgaz arkamdaydı. Şarkının sözlerini dikkatle dinleyip zihnimin ezbere bildiği figürleri tekrarlamasını sağladım. Heyecanım uçup gitmişti ayrıca Ilgaz'ın arkamdaki varlığından başka hiçbir şey düşünemiyordum. Ensemdeki parmaklarla beraber sağa sola sallandım.

 

Billie'nin sesi yavaşladığında bizim hareketlerimiz de yavaşladı. Bacağımı savurup kollarımı yukarıda birleştirdim ve asıl kısım yaklaşırken gösterinin yavaş yavaş sonuna yaklaştığımızın farkına vardım. Hızlanan ritim kalbimle uyum sağladı. Kollarımızı açıp Ilgaz'la beraber havaya zıpladık. Birkaç adımdan sonra havada bir tur döndük. İlk önce birbirimize sonra da diğer taraflara doğru ellerimizi uzattık. Ufak bir zıplamadan sonra dizimi büküp sağa doğru hareket ettim ve Ilgaz'ın önüme geçmesini izledim. O sol taraftan ben de sağ taraftan ortaya doğru ilerledik. Beyaz saçlarım görüşümü kapattığında hızlı bir el hareketiyle onları omzumdan sarkıttım. Ilgaz arkama doğru ilerledi, tam önünde durdum.

 

Çok hızlı hareket ettiğimden nefes nefese kalmam gerekirdi ama oldukça sakindim. Dağılan saçlarımı, uçuşan eteklerimi ve yanaklarıma değen hafif rüzgârı hissediyordum. Üzgün bir surat ifadesiyle yüzüm seyirciye dönük, ellerim kulaklarımda bekledim. Bir vuruş sesiyle dirseklerim havalandı. Göğsüm inip kalkarken bana doğru yaklaşan Ilgaz'a döndüm. Dans boyunca kuramadığımız göz temasını şimdi kurduk. Parmakları enseme değmeden önce bana yaklaştı. Koreografi gereği gülümseyemezdim ama başarmış olmanın verdiği sevinç dudaklarımı yukarı kıvırdı. Seyirci benim yüz ifademi göremiyordu zaten. Yine de Ilgaz için durum öyle değildi. O üzgün görünmeliydi ve öyle de yapıyordu. Dün tam da bu kısımda beni öptüğünü hatırladım. Eve hoş geldin, demişti. Hoş buldum, diye cevap vermiştim.

 

Alnımı Ilgaz'ın omzuna yasladım. Şarkı bitti, kulaklarıma alkış sesleri doldu. Ben alnım Ilgaz'ın omzuna yaslı bir şekilde perdelerin kapanmasını bekledim. Ensemdeki parmaklar tenimi okşadı. Perde kapandı. Ilgaz yanaklarımı kavradı. "İşte bu kadar." diye mırıldandı. "Harikaydın."

 

"Ben seni göremedim bile." diye fısıldadım.

 

"Ben seni her koşulda görürüm." Gülümseyip yavaşça koluna vurdum. Yüzünü buruşturdu. Görevli sahneden ayrılmamızı söylediğinde yavaş ve sarsak adımlarla orayı terk ettik. Şimdi geriye sadece diğer yarışmacıları beklemek kalmıştı. Ardından sahnenin önünde oturan beş jüri üyesi sonuçları açıklayacaktı. Koridorlarda ilerlerken bize doğru gelen arkadaşlarımı gördüm ve hepsine tek tek sarıldım. "Baha'yı görmeliydin." dedi Hazar gülerek. "Ağzı bir karış açık kaldı."

 

"Daha önce Peri'yi dans ederken görmemiştim." diye söylendi Baha. Kolunu omzuma atan Hazar'a ayak uydurup onunla beraber ilerledim. "O hızlı kısma bayıldım. Gözümü bile kırpamadım." dedi Ufuk. Ilgaz'ın kafasını iki yana salladığını gördüm. "Bir de sen bana sor. Zemin çok kaygandı. Düşeceğim sandım." Hiç bozuntuya vermemişti ama anlaşılan o da fazlasıyla heyecanlı ve endişeliydi. Gerçi endişelenecek çok fazla şey vardı. Benim içimden bir dilek dilemem bile bütün organizasyonu mahvedebilirdi.

 

Kafeteryaya inip içecek bir şeyler aldık. Ilgaz'ın elindeki koyu renkli içeceği görünce onun yanına ilerledim. "Bunu görünce canım kahve çekti." dedim ve elindeki içecekle benim soğuk gazozumu değiştirdim. İlk önce kaşlarını çatsa da sonra amacımı anladı. Bu kadar çok kahve içerse hastalanabilirdi. "Yanağına akmış." dedi İkra saçlarımı incelerken. Terlediğimden boya yanaklarıma bulaşmış olmalıydı. Bulduğu peçeteyle makyajımın yarısıyla beraber boyayı temizledi. "Hadi!" dedim. "Gidip diğerlerini izleyelim."

 

Sonuçların açıklanmasını beklediğimiz geriye kalan zamanda geniş kırmızı bir koltukta rakiplerimi izledim. Hazar kulağıma eğilip sahnedeki dansçının yaptığı hataları söylüyordu. Benim de böyle belirgin hatalar yapıp yapmadığımı merak ettim. Hiç tökezlememiştim ama gerginliğim hareketlerimi katı göstermiş olabilirdi. Orada bulunduğum süre boyunca kendimden emin duruşum sönüp gitti. Yarışmaya katılan herkes oldukça profesyonel gözüküyordu. Sadece bir grup diskalifiye olmuştu. Saçlarını sıkıca tepede toplayan kız bir takla sonrası ayağını burkunca ağlamaya başlamıştı. Hem kız için üzüldüm hem de böyle bir şey benim başıma gelmediği için şükrettim. Ben olsam sanırım tam da bu kızın yaptığı gibi oturup ağlardım.

 

Son olarak sahneye tüylü ve fazlasıyla parlak kıyafetleriyle iki kız çıktı. Şimdiye kadar beğendiğim performanslar olmuştu, bu ikisi ise gözümü korkutmuştu. Sahnenin her karesine ayak basmışlar, hâkimiyetlerini salondaki herkese hissettirmişlerdi. Ilgaz gerildiğimi görünce elimi tuttu. Gözlerimi kısacık ona çevirdim ama hemen sonra sahneyi izlemeye devam etmiştim. Perde kapanmadan yaptıkları kapanış hareketi ben de derin bir iç çekme isteği uyandırdı. "Az kalsın düşüyordu." dedi Hazar. "Bilerek yaptı." dedim. Jüriler bunu nasıl değerlendirirdi bilmiyordum fakat nefesleri kestiği de bir gerçekti.

 

Sunucu perdelerin tekrar açılmasıyla sahnede yerini aldı. "Jürilerimizin aldıkları karar doğrultusunda bir üst tura geçmeye hak kazanan yarışmacılarımızı beş dakika sonra açıklayacağız. Şimdi bütün katılımcılarımızı sahneye davet ediyor ve katılım belgelerini almalarını rica ediyorum." Hemen ayaklandım ve avcumda duran soğuk parmaklara tutundum. Sahne arkasından birçok kişi platformda yerini alırken onları takip ettik. İlk önce toplu bir fotoğraf çekimi gerçekleşti. Gülümseyebildiğim kadar gülümsemeye çalıştım. Muhtemelen fazlasıyla dağınık görünüyordum. Yine de bunu umursayacak fırsatım olduğu da söylenemezdi.

 

Sırayla dağıtılan katılım belgeleri ve birer kırmızı karanfilden sonra nefesler tutuldu. Karanfil yerine bir avuç lavanta iyi olurdu, diye düşündüm. Sadece üç çift bir üst tura çıkacaktı ve arkamdaki topluluğa bakılırsa bugün epey kişi üzülecekti. Şu sahneden mutlulukla inmeyi ne kadar çok istediğimi fark ettim. Dans ederken hissettiğim huzuru ve özgürlüğü daha çok kişiye hissettirebilecek olma düşüncesi kalbimi çarptırdı. Kulağımda bir esinti hissettim. "Sakin ol." dedi Ilgaz fısıltıyla. "Bütün heyecanını hissediyorum, birazdan nefessizlikten bayılacak gibisin." Derin bir nefes aldığımda o da aynısını yaptı. Gerginliğimle onu da etkiliyor olmalıydım.

 

Jürilerle konuşan sunucu kadın ona uzatılan kâğıt demetini aldı. Gözlerimi tam karşımızda oturan jüride gezdirdim. İkisi kadın ve biri erkek olmak üzere üç kişilerdi. Hepsinin de yüzlerinde ciddi bir ifade vardı. O an aklıma Umut Hoca geldi. Gösteriden sonra onu bulmamız gerekirdi ama tamamen aklımdan çıkmıştı. Şimdi onun en ön sırada bacaklarından birini gerginlikle sallayarak oturduğunu görebiliyordum. Gözleri bizim üzerimizde olduğundan kafamı ona doğru çevirdiğim an göz göze geldik. Hafifçe Ilgaz'ı dürtüp Umut Hoca'yı gösterdim. Elini kaldırıp selam verdi.

 

Sunucu mikrofona doğru "Evet..." diye konuşmaya başladı. "Sonuçlar elimde gençler. Sadece üç grup üst tura çıkacak. Herkese katılımlarından dolayı teşekkür ediyor ve lafı uzatmadan sonuçları açıklamaya başlıyorum. Bu yıl ilk kez düzenlenen kulüpler arası yarışmamızın üçüncüsünü açıklıyorum."

 

Arkadaşlarımın oturduğu kısma baktığımda Uraz'ın telefonunu yan çevirmiş, video çektiğini gördüm. Kazansak da kaybetsek de yarın o videoya baktığımda güleceğimi biliyordum. Sabah buraya gelirken yaşadığım karmaşa bile hatırladığımda beni gülümsetecek türdendi. Ada da Uraz gibi erkenden bize gelmiş, İkra ile ne giyecekleri konusunda bir telaşa kapılmışlardı. Baha bile her zamankinden daha özenli gözüküyordu. Çocuklarının 23 Nisan gösterisine hazırlanan ebeveynler gibilerdi. Hazar gelirken bizim arabamıza binmişti ve geçen sefer olduğu gibi Ilgaz'la ilgili bir çocuk şarkısını söyleyip durmuştu. Sözlerin hâlâ aklımda döndüğünü fark ettim. İkra benim yanımda durmak istemişti ama Hazar'ın sesi yüzünden buna pişman olduğuna emindim. Muhtemelen dönüşte Hazar'ın olmadığı bir arabaya binerdi.

 

"Jüriler tarafında belirlenen bugünün üçüncüsü... Pena Dans Akademisi oluyor." Uğultulu gürültü yüzünden sunucunun söylediği diğer cümleleri duyamadım. Kalabalığın içinde yarışmaya dört kişi katılan bir grubun sevindiği gördüm. Üçüncü olmadığımız için sevinmemiz mi yoksa üzülmemiz mi gerektiğini anlayamadım. Sadece bekliyordum. Sunucu hiç ara vermeden devam etti. "Sıra günün birincisinde. Sonra da ikinciyi açıklayalım. Uygun mudur hocalarım?" Jüri kafalarıyla onaylayınca "Tamamdır." dedi yüksek bir sesle. Gözlerimi korkuyla kapattım ve alnımı Ilgaz'ın omzuna yasladım. Soğuk parmaklar belimde dolaştı. En son izlediğimiz ikili beni korkutuyordu. Buradaki bütün yarışmacılar gibi gecemi gündüzüme katmıştım ama yeterli olmayabilirdi. Bu aralar hiçbir şey yolunda gitmediğinden sadece bu yarışmanın yolunda gitmesini umuyordum.

 

"Eko Dans Kursu..." dedi sunucu. Omuzlarım çökerken neler olduğunu anlayamadım. "Ve Pandia Dans Kulübü temsilcileri lütfen yanıma gelir misiniz?" Ilgaz da en az benim kadar şaşkın görünüyordu. "Bu işi usulüne uygun yapalım." diye duyurdu biz öne çıkıp sahnenin önünde durduğumuzda. Eko Dans Kursu diye bahsettiği kişiler en son sahne alan kızlardı. Onlar da yanımıza gelip beklemeye başladılar. "Seyircimize soralım ilk önce. Desteklediğiniz grubu olabildiğince alkışlamanızı istiyorum." Bize neden bu işkenceyi yapıyordu?

 

İlk önce Ilgaz ve benim adlarımızı söyleyip gelen alkışları değerlendirdi. Arkadaşlarımın ellerini hızlı hızlı birbirlerine çarptıklarını görebiliyordum. Aynısını yanımızdaki grup için de tekrarladı. Aklım o kadar buğuluydu ki alkışları algılayamadım bile. Sadece sunucunun elindeki kâğıdı kapıp orda yazan sonucu görmek istiyordum. Parmaklarımla eteğime tutunup kendimi durdurmasam bunu yapabilirdim de.

 

"Sonuçlar seyircilerimizin kararıyla paralel görünüyor. Çok uzattım değil mi?" Evet, dedim içimden. Çok uzattın. "Bugünün birincisi ve gelecek tura on puan önde başlayacak grup..." Nefesimi tutup Ilgaz'ın koluna tutundum. Kulaklarım uğuldarken belimdeki kolların beni sıkıca sardığını hissettim. Çok geçmeden ayaklarım yerden kesildi. Ilgaz beni kucaklamış, etrafımda döndürürken sunucuyu çok sonra duydum. "Pandia Dans Kulübü... Ilgaz ve Peri, tebrikler çocuklar."

 

Sonunda ayaklarım yere değdiğinde mutlulukla derin bir nefes aldım. Kafamın üzerinde renkli kâğıtlar uçuşuyordu. Ilgaz'ın ışıltılı gözlerini izledim. "Her şey..." dedi benim duyabileceğim bir ses tonuyla. Parmakları yanaklarımda dolaştı. "Seninle güzel." Yaklaşıp yanağını öptüm. Sunucu hâlâ bir şeylerden bahsediyordu ama artık önemli değildi. Bize uzatılan büyük bir demet çiçeği ve gri metal bir maddeyle kaplanmış iki insan figürünü kabul ederken gülümsüyordum. Uçuşan renkli kâğıtların arasından Uraz'ı zar zor görebildim. Sahnenin önüne gelmiş, ona bakmamız için bize sesleniyordu. Elimdeki figürü Ilgaz'a uzatıp Uraz'ın kamerasına gülümsedim. Üstten çıkan kâğıdı bana verdi ve sallamamı söyledi.

 

Ardından her şey çok hızlı gerçekleşti. Yarışmacılar sahneyi terk etmeye başladığında gözlerim uzaklarda bir silüete takıldı. Sanki oraya bakmam gerektiğini hissetmiştim. Gördüğüm kırmızı saçlar beni yerime mıhlarken Ilgaz'ı uyaracak, ona haber verecek zamanım olmadı. Kalabalıktan tiz bir çığlık duydum. Herkes bir anda etrafta koşuşturmaya başlamıştı. Bir koku aldım. Beynimi bulandıran, görüşümü karanlığa gömen keskin bir kokuydu bu. Ilgaz'ın sesini duydum. Neden bu kadar uzaktan geliyordu? Ben mi uzaklaşıyordum yoksa o mu?

 

***

 

Buz gibi... Kollarım, bacaklarım, ayak parmaklarım, bütün vücudum donuyordu. Neredeyim ben? Tek düşünebildiğim şey soğuktu. Dişlerim mi birbirine çarpıyordu yoksa bir şey düzenli olarak duvarlara mı vuruyordu? Ayrıştıramadım. Ensemdeki dayanılmaz acıyı hissetim. Gözlerimi açabilir miydim? Sadece karanlık vardı. Neler olduğunu hatırlamaya çalıştım. Sahnedeydim, çığlıklar duyuyordum. Sonra boğazımda keskin bir tat belirdi. Yutkunamadım.

 

Ellerimi hissetmiyordum. Sonunda kirpiklerimi aralamayı başardığımda bir süreliğine hiçbir şey duyamadım. Ayak bileklerim bağlı mıydı? Ya da kollarım? Zihnim tam olarak berraklaşmaya başladı. Üşüyordum çünkü koca bir havuzun içindeydim. Suyun boynuma kadar geldiğini fark ettiğimde bir anlığına nefesim kesildi. Havuzun zeminine bir sandalye monte edilmişti, orada oturuyordum ama nasıl? Gözlerimi telaşla etrafta dolaştırıp "Ilgaz?" diye bağırdım. Sesim suyu dalgalandırdı. Klor kokusu genzimi yaktı. Buz gibi...

 

"Bağırmana gerek yok tatlım. Seni gayet iyi duyuyorum." Akel? Neredeydi o? Arkamda mıydı yoksa solumda mı? Boynumu döndürebilsem onu görebilirdim belki ama yapamıyordum. Vücudum taş kesilmişti sanki. Sadece gözlerimi ve dudaklarımı oynatabiliyordum. Bu bana anılarımı izlediğim zamanları hatırlattı. "Sizi ağırlama şeklimi beğendin mi Peri? Memnun değilsen senin için bir yatak da getirtebilirim?"

 

"Yine neyin peşindesin?" diye söylendim. En güzel günümü mahvetmeye çalışmak tam onluk bir hareketti. İtiraf etmem gereken bir şey vardı ki o da artık gerçekten korktuğumdu. Dünden sonra Akel'in yapabileceklerini düşündükçe kafayı yiyecek gibi oluyordum. Herhangi bir yanıt alamadım fakat dikkatim çoktan dağılmıştı. Havuzun bitişindeki nem nedeniyle damlacıklarla kaplanmış cam kapıdan birkaç kişi içeri girdi. Ilgaz'ı gördüm. Üzerinde dans ettiği kıyafetleri vardı. Siyah pantolonu tozla kaplanmıştı. Parlak, özenle yapılmış saçları şimdi gözlerinin önüne dağılmıştı. Ben ona seslenmeden o beni buldu. Öne atılacak oldu ama iki yanındaki iri adamlar kollarını hemen tutup benim sağımda kalan şezlonglardan birine oturttular onu. Suyun içinde parmaklarımı oynatmaya çalıştım. İşaret parmağım hareket ediyordu sadece. Bir tür iğne falan mı yapmışlardı uyuşmam için?

 

"Şimdi ne istediğimi konuşabiliriz." dedi Akel. Bu sefer onu görebildim. Havuzun kenarından yürüyüp yüzünü görebileceğim bir noktada durdu. Vücuduma baktım. Suyun içinde tir tir titriyordum. Üzerimde hâlâ beyaz elbisem vardı. Saçlarıma sıkılan beyaz boya akmış, havuzun yüzeyini bulanıklaştırmıştı. Parmaklarımın arasında renkli kaygan bir kâğıt olduğunu fark ettim. Zorlukla da olsa iki parmağımı hareket ettirdiğimde beyaz saçlı bir kız ve yanında elini beline atmış ona sevgiyle bakan oğlanı gördüm. Bu bir fotoğraftı. Uraz'ın o karmaşadan hemen önce çektiği anlık bir kareydi. Ben kâğıdı tutamadan su onu parmaklarımın arasından söküp aldı. Hüzünle buruşuk kâğıdın süzülüşünü izledim. Çok geçmeden üzerimdeki delici bakışlar gözlerimi havuzun dibinden çekmemi sağladı. "Biliyorsunuz ben beklemeyi pek sevmem." diye devam etti Akel. Ilgaz'ın yanına gidiyordu. "Bu yüzden artık her şeyi anladığınıza göre önümde küçük böcekler gibi durmayı kesebilirsiniz diye düşündüm." Ilgaz'a doğru eğildi. "Öyle değil mi Ilgaz?"

 

Ilgaz'ın ne hissettiğini çözemiyordum. Sadece yüzünü buruşturdu. Canı mı yanıyordu? O da vücudunu benim gibi kontrol edemiyor muydu? İşaret parmağımdaki hareketlilik baş parmağıma da geçti. Sanırım bana her ne yaptılarsa onun etkisi zamanla geçmeye başlıyordu. Nefeslerime odaklanmaya çalıştım. Yoksa su yüzünden boğulacaktım. "Sana sorduğum sorulara cevap vereceksin." dedi Ilgaz'ın yanındaki şezlonga otururken. Havadaki nemi soludum. "Yoksa güzel peri kızının boynu biraz daha suya gömülür."

 

Ilgaz cevap vermedi. Bir planı olduğunu umdum. Fakat durum hiç de öyle gözükmüyordu. Bir çıkış yolu aradığını görebiliyordum. Çıkılabilecek köşelere kaçamak bakışlar atıyordu. Ilgaz'ı getirdikleri kapıya baktım. Gürültülü sesler duyuyordum. Bir beden içeri girmeyi başardığında Akel hiç paniğe kapılmadı. Çok geçmeden gözlerini bizim üzerimizde şaşkınca gezdiren Uraz'ı Akel'e hizmet eden kişiler yakaladı. Onu da başka bir şezlonga yönlendirdiler. "Hepsini getirin de başımı ağrıtmasınlar." dedi Akel. Kimlerden bahsediyordu? Hayır, hayır onlar bu işe bulaşmamalı. Olmaz.

 

Sağ elimin parmaklarını suyun içinde hareket ettirdim. Kolum yavaşça suyun içinde yükseldi. Sadece biraz daha zamana ihtiyacım vardı, sonra bu kahrolası havuzdan kurtulabilirdim. O lanet kapıdan sırayla Baha, İkra, Ada ve Ufuk girdi. Onları benim göremeyeceğim şekilde arkama doğru götürdüler. İkra'nın sesini duydum. "Peri? Neler oluyor?" diye bağırdı. Gözlerimi sıkıca yumdum. İçimdeki çaresizlik beni boynuma ulaşan sudan daha fazla nefessiz bırakıyordu.

 

"Sustur şunu." diye söylendi Akel. Arkamda birkaç gürültü koptu. Bir şeylerin kırılma sesini duydum. "Uzak dur ondan." diye bağırdı Baha. Muhtemelen adamların birine vurmuştu. "Hanımlar, beyler." dedi Akel gür bir sesle. Sözcükler duvarlardan sekti. Sağ kolum suyun yüzeyine doğru süzülmeye başladığında onu yerinde tutmaya çalıştım. Uyuşukluk aynı zamanda ağırlık sağılıyor olmalıydı yoksa bu sandalyede oturamazdım. "Silah pek benim tarzım değildir ama kullanmaktan çekinmem." Sonra belinden siyah bir cismi çıkardığını gördüm. Onu Ilgaz'a doğrulttu. "Şimdi. Tek istediğim şey cevaplar."

 

Ilgaz'ın güldüğünü gördüm. Akel sinirlendi ve silahı Ilgaz'a daha çok yaklaştırdı. "Her şeyi düşünmüştüm ama kafama silah dayayacağını düşünmemiştim." dedi Ilgaz alayla. "Hep eski kafalı kalacaksın." Akel'in homurdandığını duydum ama ne dediğini anlayamadım. Ilgaz'ın dalga geçmelerini takmadan daha yüksek sesle konuşmaya başladı. "Birinci soru..." dedi kararlı bir sesle. "İyileşenleri nerede saklıyorsunuz?" Demek bunları soracaktı. Ilgaz'ın asla cevap vermeyeceğini biliyordum. O yüzden sanırım boğularak ölmem gerekecekti.

 

Tahmin ettiğim gibi Ilgaz dudaklarını aralamak yerine onları birbirine daha çok bastırdı. Akel'in boşluğa doğru kafasını salladığını gördüm. Orada birisi mi vardı? Çok geçmeden cevabımı aldım. Havuzun kenarlarından içeriye su dolmaya başladı. Suyun sesi kulaklarımı çınlattı. Sağ kolumu sandalyenin üzerine dayayıp boyumu yükseltmeye çalıştım ama işe yaramadı. Kollarım dışında bedenim kaskatıydı. Su çenemin yarısında durdu. En küçük bir hareketimde suya gömülürdüm. Ilgaz'a baktım dikkatle. Aramızdaki mesafe yüzünden ona odaklanmam uzun sürdü. Zamana ihtiyacım var, dedim zihnimin içinden. Vücudumun uyuşukluğu yavaş yavaş geçiyor.

 

Göz kapaklarını yavaşça hareket ettirip beni anladığını gösterdi. Korkma, dediğini duydum. Çıkacağız buradan. Zihnimde yankılanan kelimeler beni rahatlatmak yerine endişelendirdi. Çünkü bu sefer anlamıştım. Buradan çıkmak için hiçbir planımız yoktu. "Anlaşılan peri kızının hayatı o kadar da önemli değil." dedi Akel. Ilgaz cevap vermedi. "Tekrar soruyorum. İyileşenleri nerde saklıyorsunuz?"

 

"Oyun oynamayı sevdiğini sanıyordum." dedi Ilgaz. "Ne bu acele? Yakında biz seni ziyaret edecektik zaten."

 

"Siz kaplumbağa gibisiniz." dedi Akel öfkeyle. "Beklemekten sıkıldım." Ilgaz'ın yerinde kıpırdandığını gördüm. Onu tutan adamlar da dikkatli davrandılar. "Seninle bir anlaşma yapalım. Diğerlerini buradan gönder, ben de sana yerimizi söyleyeyim."

 

Akel kabul etmedi. Düşünceli gözüküyordu. "En son anlaşma yaptığımda pek de kârlı çıkmadım." dedi. "Değil mi Hazar?" Hazar burada mıydı? Ne zamandan beri? Ilgaz'ın dikkatle baktığı bölmeye çevirdim gözlerimi. Az önce Akel'in suyu yükseltmesi için işaret verdiği taraftan Hazar çıkıp geldi. Başını önüne eğmişti. "Evet efendim." diye cevapladı Akel'in sorusunu. Akel ona bakmadı bile. Elindeki silahı oturduğu şezlonga bıraktı. "Haklısın." dedi Ilgaz'a. "Hiç de eğlenceli değilmiş." Silahı kast ettiğini düşündüm. Birden ellerini çırpıp ayağa kalktı. Deli miydi yoksa psikopat mı?

 

"Aslında yerinizi kolayca öğrenebilirim." Yapamazdı. Yapabilse şu an burada donuyor olmazdım. Akel gösterişi seviyor olabilirdi ama bu onun için bile fazlaydı. "Bir saatimi bile almaz. Asıl merak ettiğim yeteneklerim konusunda ne düşündüğünüz? Biraz geç fark ettin Pericik. Seni akıllı sanırdım."

 

"Ne demeliyim?" diye sordum. Bir süre düşünüyor gibi yaptım. "Bütün şehri iyileştirmeye çalıştığın için tebrikler. Bunu mu duymak istiyorsun?"

 

"Eh, bu da idare eder." Eğer dün o kız ilacı eline almasaydı hâlâ bunu bilmiyor olacaktım. Akel bütün şehre, belki de daha geniş alanda yaşayan diğer insanlara o ryalardan yerleştirmişti. Artık bu şehirde yaşını doldurmuş ya da doldurmamış herkes bir iyileşendi. "Herkesin iyileştirilmeyi bekleyen hastalıklı bir tarafı vardır." dedi Akel kendini beğenmiş bir tavırla. Uraz'ın sesini duydum. "Söylesene, sadece bu şehir mi yoksa dahası var mı?"

 

Akel havuza doğru bir iki adım attı. "Şu anlık sadece bu şehir. Etkilendin değil mi? Senin böyle şeylere ilgin olduğunu biliyordum." Uraz güldü. "Asıl merak ettiğim bunca insanın nasıl her şeyden habersiz hayatlarını sürdürdükleri."

 

"Bence Peri'nin bu konuda bir fikri vardır. Onlarla aynı deneyimleri yaşadı sonuçta." Algıladığım şey sonucu şaşkınlığımı gizleyemedim. Herkesin... hafızasını siliyordu. Elinin değdiği herkesin hayatlarını onlardan alıyordu. Tutan bir bacağım ve kollarımla sürünerek Akel'in boğazına yapışmamak için kendimi zor tuttum. "Neden bizimkini de silmedin?" diye sordu Ilgaz. Gözlerim Hazar'ın üzerinde gezindi. Az önceki yerinde başı önüne eğik öylece duruyordu.

 

"Yapılan işlemlerin bir bedeli oluyor elbette. Hafızalar gidince ryaların performansları düşüyor. Onlara pasifler diyorum. Bana iyileştirilmiş sağlıklı bireyler lazım. Bu şehri sizin gibilerle dolduracaktım. Herkes bana onları iyileştirdiğim için minnettar kalacaktı. Ama arada sizin gibi pürüzler çıkabiliyor. Bu da işimin bir parçası. Eskiden beni durdurmaya çalışmadılar mı sanıyorsunuz?" Ilgaz'a tehditkâr gözlerle baktı. "Sizin çabanızı izlemek hoşuma gidiyor o kadar. Hiç kimse beni hatırlamazsa elime ne geçer ki?" Dişlerimi birbirine bastırdım. Amacı her ne olursa olsun bu caniceydi. Yaptığı şey katliamdan başka bir kelimeyle ifade edilemezdi. Bir de böyle gururla anlatması yok muydu?..

 

İçimde büyüyen öfke ryaların kollarıma vurmalarına neden oldu. Derim ritmik darbelerle hareketlendi. Acı yüzünden nefes almakta zorlanıyordum. Ne durumdasın? Ilgaz'ın sesini duyunca hemen ona baktım. Dikkati benim üzerimdeydi. Sadece beş dakika daha, dedim. Göğsüm nefes alışverişlerimle hareket etse de kendi isteğimle yapamıyordum bunu. Sandalyeye tutunup suyun üstüne çıkmak isteyen bedenimi dengeledim. Vücudumun uyuşukluğu kısmen düzeldiğinden ağırlığım da kayboluyordu.

 

Akel konuşmak için ağzını tekrar araladığında birkaç gürültülü ayak sesi duydum. Ada onu tutan kişiden kurtulmuş, Akel'in az önce bıraktığı silaha uzanmıştı. Koştuğunu gördüm. Nereye doğru olduğunu ise tam idrak edemedim. Her an yakalanıp geri oturtulacağını biliyordum ama öyle bir şey olmadı. Akel herkesi ellerini açarak durdurdu. Ada Hazar'ın tam önünde duruyordu. Elindeki silah Hazar'a dönüktü.

 

ADA

 

Bir silah tam kalbine doğru. Bir silah tam kalbime doğru.

 

Sevdiğim adam karşımda hiçbir şey yapmadan duruyordu. Beni çıldırtan da buydu. Neden kurtarmıyorsun onları, neden bir şeyler yapmıyorsun diye sarsmak istiyordum onu. Ama şimdi sarsmaktan daha etkili bir şey yapıyordum. Bana yalan söylediği, kandırdığı, duygularımı kullandığı her gün için hakkım olanı alacaktım. Onu baştan uyarmıştım. Benimle oynama demiştim. Ama çoktan parmaklarının arasında dolandığımı, bir kolumu kopardığını fark edememiştim. İnsan bazen kör olabiliyor, hele de karşısındaki sevgisi için ayaklarına kapandığı kişi olunca gözyaşlarından önünü göremiyor.

 

"Nefesimi bir gün senin keseceğini tahmin etmeliydim." dedi Hazar. Kafasını hafifçe yana eğmiş, yeşil gözlerini üzerime dikmişti. Artık bana bakmasını istemiyordum. Kesilen bütün nefeslerime karşılık kesilen tek bir nefesin, diye düşündüm. Ellerim titriyordu. Kalbim göğsümü dövüyordu. Hiçbir şeyin önemi yoktu. Yine ondan başka hiçbir şeyin önemi yoktu. Nefret ediyordum ama bunu istemiyordum. Artık hissetmek istemiyordum.

 

Dudaklarım yavaşça aralandı. "Geçer dedim, yıllar sevgimi de alıp götürür sandım." Ona bir adım daha yaklaştım. "Bir bakışın yetti biliyor musun?" Tabi ki biliyordu. "Vazgeçmem için de tek bir bakışın yeterli olacağını bilmeliydim." dedim kırgın çıkmasını engelleyemediğim bir ses tonuyla. "Ama keşke daha önce baksaydın bana öyle." En azından bu kadar yara almamış olurdum.

 

Hazar gülümsüyordu. Sırf o gülüşü görmemek için bile parmaklarımın altında duran tetiğe basabilirdim. Ama ben ne zaman doğru bir şey yaptım ki? Çok fazla gülüşü olan insanlar aslında gülümsemeye değer deneyimler yaşamamış olanlardır. Peki sen ne yaşadın da insanların gülümsemelerini çalıyorsun Hazar? Neden karşımda durup bana ben haksızmışım gibi bakıyorsun? Artık her şey bitti. Hâlâ neden bana böyle hissettiriyorsun?

 

"Bir gün bütün bunları hatırlatacağım sana." dedi derin bir sesle. "Pişman olacaksın." Zihnimin içinde şiddetli yağmurlar yağıyordu. Bulutlar birbirine çarpıyor, gök gürlüyordu. Yağmur damlalarından biri göz pınarlarıma süzüldü. Ben senin için sadece bir sığınaktım Hazar. Sen sadece arkanda birini bırakmak istedin. Herkes her şeyi öğrendiğinde yanında kalacak birini istedin. Benden bu kadar kalpsiz olmamı bekledin. Ama seni büyük bir kalple severken nasıl benden kalpsiz olmamı bekleyebilirsin?

 

"Pişman olmayı..." dedim az önceki sözlerine cevap olarak. "Sabırsızlıkla bekliyor olacağım." Senin için canın sıkıldığında arayabileceğin biri olmayacağım. Bir gece arayıp sevgi hakkında saçma sapan konuştuğun kişi olmayacağım. Kandırdığın, sırf sana olan bakışlarımı seviyorsun diye bana baktığın Ada olmayacağım. Sevgimi kullanmana, şefkatimi yalnız kalmamak için dönüştürmene izin vermeyeceğim. Sen sadece yanında atan bir kalp istiyordun, bense kalbimi avuçlarına bırakan bir aptaldım.

 

"Yanlış tutuyorsun." dedi gülümsemesini silmeden. "Böyle ateş edersen ıskalarsın." Seninle hiç böyle karşı karşıya geleceğimi düşünmemiştim. Hele de yanında kalmam için söylediğin sözlerden sonra... Ama hayat çok garip Hazar. Sarı kıvırcık saçlar bir gün onları seven insana artık güneş ışınları yerine boğucu rüzgâr hortumlarını hatırlatabiliyor. Yeşil gözler ucu bucağı olmayan çimlikler yerine zehirli bitkilere dönüşebiliyor.

 

"Bileğini yukarı kaldır. Silahı yüzünden uzaklaştır." Dediklerini yaptım. Belki de bu eski bir alışkanlıktı. Yaklaşık bir gün önce bırakmaya karar verdiğim bir alışkanlık...

 

9 SAAT ÖNCE

 

Bekleyemedim sabahı. Güneşin doğmasına daha vardı. Yatağımın içinde dönüp durmuş, sabaha kadar düşünmüştüm. Nasıl söylenirdi böyle bir şey? Nasıl denirdi? Ayaklarım nemli kaldırımlarda ilerledi. Arada bir, yanımdan kedi veya köpekler geçip gidiyordu ama onun haricinde sokaklar boştu. Adını bilmediğim bir kuş ötüyordu. Daha hızlı yürüdüm. Yanaklarım soğuk rüzgâr yüzünden donuyorlardı ama yanıma ne bir ceket ne de bir atkı almıştım. Üzerimde yatağa giderken giydiğim kalın bir kazak vardı sadece. En azından botlarımı giymeyi akıl edebilmiştim.

 

Parmaklarım metal kapıya vurdu. Uyuyor olmalıydılar bu yüzden pes etmeden kapıyı çalmaya devam ettim. Cebimde telefonumu aramaya başladığım sırada yan tarafımdan bir ses duydum. "Günaydın." Uraz'dı bu. Ilgaz'ın arkadaşı. Bu saatte burada ne işi vardı bilmiyordum ama fazlasıyla yorgun gözüküyordu. Gözlerinin altı siyahlaşmaya başlamıştı. Belki de Ilgaz Perilerde kalmıştı. Onu almaya gelmiş olabilirdi.

 

"Günaydın." dedim sönük bir sesle. Sonra kapı açıldı. Peri'yi gördüm. Mercekten bakmış olmalıydı ki bizi görünce şaşırmadı. Hiçbir şey söylemeden içeriyi gösterdi. Sessizce salona ilerledim. Bir süre ne yapacağımı kestiremedim. Otursa mıydım? Yok, böyle iyiydi.

 

"Ne oldu?" dedi Peri Uraz'a bakarak. O ise kafasını iki yana sallayıp koltuğa oturmuştu. Bir an önce söze başlasam iyi olurdu. "Önce Ada söylesin." dedi Uraz. Peri'ye baktım. Uykudan yeni kalkmış gibi gözükmüyordu. Hatta üzerinde siyah sade bir elbise vardı. Saçları dağınıktı o kadar. "Hazar'la ilgili..." dedim yerimde kıpırdanmayı kesip. "Onun bir kadınla konuştuklarını duydum. Bana bir şeyler anlattı. Sen ve Ilgaz'la ilgili." Peri'nin irkildiğini gördüm. Güçlükle yutkunmuş; kendini koltuğa, Uraz'ın yanına oturmaya zorlamıştı. Neyi kast ettiğimi anlamış mıydı? "Devam et." dedi sadece pürüzlü sesiyle. Parmağındaki zarif yüzükle oynadığını gördüm.

 

"Siz eskiden hastaymışsınız. O kadın da sizi iyileştirmiş. Şimdi de orayı yok etmeye çalışıyormuşsunuz." Peri parmaklarını saçlarının arasından geçirdi sıkıntıyla. "Hazar bütün bunları nerden biliyor?" diye mırıldandı kendi kendine. Uraz kollarını göğsünde birleştirdi. Gözleriyle beni işaret etti. "Dinle." dedi. "Dahası var." Peri ona kaçamak bir bakış attı ama Uraz'ın bu tavrını sorgulayacak zaman bulamadı. Sağ elimi koluma yerleştirdim ve tenimi çekiştirdim. "Hazar, o kadına yardım ediyormuş. Seninle de o yüzden arkadaş olmuş." İşte yaptım. Her şeyi söyledim.

 

Peri kafasını iki yana sallarken yüzündeki şaşkınlıkla kaplı kırgın ifadeyi gördüm. Dudakları yavaşça aralandı. "Ama..." diyecek oldu hemen sonra sustu ve gözlerini halıya dikti. Ne hissettiğini az çok anlayabiliyordum. İkisi arasında her zaman hissedilen güçlü bir bağ vardı. Hazar'ın Peri için endişelenmeleri, neşeleri, korkuları gerçek miydi bilmiyordum ama şimdi artık önemi kalmamıştı. Bütün yaşadıkları anlar şu an gözünün önünden gelip geçiyor olmalıydı.

 

Peri'nin öfkeyle parlayan gözlerini gördüm. Uraz'a baktı. "Sen de mi biliyordun?" Uraz evet derse bu evdeki her şeyin yeri boylayacağını biliyordum. Neyse ki böyle bir şey olmadı. "Hani tanıdık geldiğini söylemiştim ya." İkra'nın doğum gününü hatırladım. Seninle daha önce karşılaşmış mıydık? Tanıdık geliyorsun. Böyle söylemişti. Hazar da onu bir şakayla geçiştirmişti.

 

"Bugün Akis'teki kayıtlara bakarken hatırladım. Onu bir kez laboratuvar koridorlarında görmüştüm." Peri'nin omuzları çökmüştü. Sağ bacağını sürekli titretiyor, parmaklarını kemiriyordu. Ona su getirmek içim mutfağa yöneldim. Böyle giderse bir kriz geçirebilirdi. Ben bile öğrendiğimde üç gün kendime gelememiş, sürekli Hazar'ın Peri'ye olan davranışları düşünüp durmuştum. O kadar gerçekti ki hiçbir açık bulamadım.

 

Mutfağın kapısında duraksadım. Merdivenlerde oturan İkra'yla göz göze geldik. İşaret parmağını dudaklarına yaslayıp sessiz olmamı işaret etti. Her şeyi duymuştu. Nasıl tepki vereceğimi bilemediğimden zaman kazanmak adına mutfağa ilerleyip bir bardağa su doldurdum. Geri geldiğimde İkra hâlâ merdivenlerde oturuyordu. Yanına yaklaşıp "Sence daha fazla sırrı kaldırabilir mi?" diye sordum. Üzgün görünüyordu. Ve birçok da sorusu olduğunu biliyordum. Fakat beraber salona ilerlediğimiz süre zarfında ağzını açıp tek kelime etmedi. "Konuştuklarınızı duydum." dedi İkra mahcup bir şekilde. Peri kafasını kaldırıp bir süre bizi izledi. Gözleri kıpkırmızıydı. Uraz'ın sırtında dolaşan eli onu sakinleştirmeye yetmiyordu. Burnunu çektiğini duydum. "Baha ile Ufuk'u çağırın." dedi kararlı bir tonla. "Herkes her şeyi öğrensin artık."

 

Salonda sessizce oturduğumuz dakikalar sonrası zil sesi evi doldurdu. Kapıyı açtığımda karşımda üç kişi vardı. Ufuk, Baha ve Ilgaz. Doğan güneş evi aydınlatırken hepimiz ağzımız açık Peri'yi dinledik. Ilgaz ona sarılmıştı. Eksik kaldığı noktaları o tamamlıyordu. Vücutlarında dolaşan mavi ışıltıları gördüğümde nedenini merak ettim. İkra'nın Peri'nin mavi mavi parlayan saçlarına hafifçe dokunduğunu gördüm. Dans pratiği yaptığı gerekçisiyle kafeye gelmediği zamanların çoğunda buzluk dedikleri yerde vakit geçirmişti. Özellikle hatıralarını kazandırmak için yaptıkları işlemleri duyduğumda dehşete kapıldım. Ve son olarak dün gece yaşadıkları olay... Rya dedikleri çipler bahsettikleri ilaçtan etkileniyordu. Restorandaki herkes nefessizlik çektiğine göre...

 

Peri'nin ayaklandığını gördüm. O odadan ayrılıp merdivenlere yönelince ortama bir karmaşa hâkim oldu. Herkes bir şeyler söylüyor, öğrendiklerini tekrar gözden geçiriyordu. Benim de soracak çok sorum vardı ama bekleyebilirlerdi. Ilgaz sakince Baha'ya iyileştikleri yöntem hakkında bir şeyler anlatmaya giriştiğinde merdivenlerin sonunda tereddütle bekleyen Peri'yi fark ettim. Avuçlarının arasındaki şişeyi izliyordu. Ayağa kalkıp yanına gitmek istedim. Fakat buna gerek kalmadı. Bu sefer kararlıydı, adımları salonun ortasında durdu. Peri gözlerini hepimizin üzerinde gezdirdi. Uraz'ın kafasını iki yana salladığını gördüm.

 

"Üzgünüm." diye fısıldadı. Fısıltısı kısa sürede kayboldu. Parmaklarının pistonu sıkıştırmasını izledim. Yoğun bir gaz dumanı ciğerlerime doldu. Ellerim telaşla göğsümü bulurken nefeslerim kesildi ve şiddetle öksürdüm. Peri burnunu koluyla kapatmıştı. Aynısını yapmaya çalıştım. Sonunda az da olsa nefes alabildiğimde salondaki herkesin benimle aynı durumda olduğunu gördüm. Herkes ciğerlerindeki bu yoğun gaz bulutunu atmak için öksürmeye başlamıştı. Ya da nefes almamızı zorlaştıran ciğerlerimiz değildi.

 

Hepimiz birer iyileşendik.

 

PERİ

 

Ellerimi altımdaki sandalyeye bastırdım. Vücudum yüzeye çıkmak için çırpınıyordu ama henüz değildi. Ilgaz'ın işaretini bekleyecektim. Gözlerim keyifle arkasına yaslanmış Ada ve Hazar'ı izleyen Akel'in üzerinde durdu. "Ne kadar da acıklı." dedi yüzünü buruşturarak. "Sevdiği tarafından kandırılan küçük bir kız." Ada silahtaki tutuşunu sıkılaştırdı. Ateş etmeyeceğini biliyordum. Her ne olursa olsun böyle bir şey yapmazdı. Değil mi?

 

Onca yaşanandan sonra hiçbir şeyden emin değildim. "Hazar çok işime yaradı biliyor musun Peri?" Tek bir kelime söylememek için çenemi sıktım. Eminim öyledir. "Kardeşi için yapamayacağı şey yok." Bir Hazar'a bir de Akel'e baktım. Öğreneli bir gün dahi olmamıştı ve bunu sindirebileceğimi sanmıyordum. Saatlerce düşünmem, nerede yanlış yaptığımı; Hazar'ın davranışlarını neden öylece içtenlikle kabul ettiğimi sorgulamam gerekiyordu. Ne kadarı gerçekti ne kadarı yalandı? Bana bu soruları sorduran kişiye bundan sonra nasıl davranmalıydım? Akel'in sözlerini kafamda tarttım. Kardeşi için yapamayacağı şey yok. Onu tehdit mi ediyordu? Hem de Çağrı Abi'yle. "Son zamanlarda yufka yürekliliği tutmuş olabilir ama eğlenceme küçük bir katkıda bulundu sadece. Küçük buzluğunuza yetişebileceğini düşünmen çok acınasıydı Peri."

 

İçimde yükselen öfkeye engel olamadım. Beynimin içinde dönüp duran karmaşık düşünceleri bir kenara attım. "Notu sen mi bıraktın?" diye bağırdım Hazar'a. Sesim tahmin ettiğimden de yüksek çıktı. Damarlarımdaki ryalar canımı yaktı. Hazar gözlerini silahtan ayırmadı. Onunla tost yediğimiz, sohbet ettiğimiz gün geldi gözlerimin önüne. Boğazımda acı bir tat hissettim. Sadece... beni hatırlatsınlar istedim. Kokulu ıslak mendilleri de bana bu yüzden mi verdi? Yaptıklarından pişmanlık duyduğu için mi?

 

Hazar cevap vermeyince sabah hissettiğim o iğrenç duygular etrafımı sardı. "Konuşsana." dedim titreyen sesimle. "Konuşsana Hazar. Beni tehdit etti, mecburdum desene." Akel ayağa kalktı. Ada'nın dikkati Hazar'dan ona kaydı. Silahı daha çok sıktı. "Hiçbir şeye mecbur değildi." dedi Akel karanlık bir sesle. "Sadece ona verebileceklerimi değerlendirdi ve bir anlaşma yaptık."

 

Hazar'ın yerinde kıpırdandığını ve derin bir nefes aldığını gördüm. "Benim merhametimi gözünde fazla büyüttü sadece. Hiçbir zaman o kadar bonkör olmadım." Hazar'ın dudakları titriyordu. Saniyeler geçtikçe sakinliğin onu terk ettiğini fark ettim. Sinirle bir adımını Akel'e doğru atınca çevredeki cüsseli adamlar ona doğru ilerledi. "Onu bana geri vereceğini söyledin." diye bağırdı Hazar. "Kardeşimi geri getireceğini söyledin." Kolları arkasındaki adamlar tarafından tutulunca sendeledi. Ne yaşadın sen, neden bu kadında; alevlerin içinde aradın çareyi?

 

"Üzgünüm tatlım. Senin de pek sözünde durduğun söylenemez." Hazar sinirle öne atıldı, işe yaramadı. Ada elinde silah, kendini korumak adına bir bu tarafa bir diğer tarafa dönüyordu. Artık harekete geçmeliydim ama duyduklarım beni yerime mıhladı. "Doğu'yu kaybeden sadece sen değilsin. Bak diğerlerinin hiç sesi çıkıyor mu?"

 

"Kardeşimin adını ağzına alma." diye gürledi Hazar. Uraz'ın küfür ettiğini duydum. Bütün vücudum titriyordu. Bu sefer soğuktan değildi. Gözlerimin önünde Hazar'ın kıvırcık saçları siyaha boyandı. Doğu'nun yemyeşil gözlerini gördüm onda. Hazar'ın kaybettiği kardeşi Doğu'ydu. Zihnimde bir şeyler şiddetle çatırdadı. Ilgaz'ın sesini işittim hücrelerimde. Şimdi. Midem bulanıyor, görüşüm bulanıklaşıyordu. Anılar ani ve savunmasız bir şekilde hafızama doluştu. Şimdi olmaz, buradan çıkmam gerek. Parmaklarımın tutunmaktan karıncalanmaya başladığı sandalyeden kendimi kurtardım. Uzuvlarım hafiflemiş, beni yukarı taşımıştı. Bedenim suyun yüzeyine ulaşınca var gücümle kulaç atmaya başladım. Kalbimin sesi kulaklarıma baskı uyguladı.

 

Nemli duvarlarda tenin tene çarpma sesleri, muhtemelen şezlongların paramparça olurken çıkardığı çatırdamalar ve bağırış çağırışlar yankılanıyordu. Bense sudan çıkmaya çalışıyordum. Daha hızlı hareket etmek için kafamı suya gömüp yüzmeye devam ettim. Saçlarımdaki boya, suyu beyaz bulanık bir hâle dönüştürdü. Parmaklarım havuzun kenarıyla buluştuğunda derin bir nefes almak istedim ama ayak bileğimdeki el buna izin vermedi. Bedenimin derinlere doğru çekildiğini hissettim. Biri ismimi seslendi.

 

Ayaklarımı savurarak beni tutmaya çalışan adamdan kurtulmaya çalışıyordum. O sırada hücrelerim onlara izin vermem için yalvarıyor, tenime zarar veriyorlardı. Nefes almaya çalışırken burnumdan içeriye sular doldu. Bu acıya daha fazla dayanamayacaktım. Suyun içinde kafamı çevirip bileğimi tutan adama baktım. Gittikçe yaklaşıyordu. İzin veriyorum.

 

Bir şeyler tenimi deldi, bir şeyler suyu kırmızıya boyadı. Adamın bileğimi bırakmasını ve havuzun duvarına şiddetle çarpmasını izledim. Neler olduğunu anlamaya çalışmadım. Zamanımız yok. Nefes alabilmek için yüzeye çıktım. Öksürerek ciğerlerimdeki sudan kurtulmaya çalıştım. Ve o süre boyunca etrafıma bakacak fırsatı buldum. Ufuk, İkra ve Baha bir arada durup üzerlerine gelen adamlardan kaçmaya çalışıyorlardı, Ilgaz ve Uraz ise çoğalan adamları etkisiz hâle getirebilmek için koşuyorlardı. Hazar dirseğiyle karnına vurduğu bir adamı havuza itince kendime geldim. Onun arkasında az önce elinde tuttuğu silahı çoktan kaptırmış olan Ada duruyordu. Hazar silahı tutan adama fırsat vermeden bileğini büktü. Adam ateş etmeye çalıştı ama silah belli ki boştu. Hazar, bizim tarafımızda mıydı yoksa bu da sadece yeni göz boyama taktiği miydi? Sebebi her neyse şu an bunu düşünmenin sırası değildi. Onlara yardım etmeliydim. Bizi serbest bırak. Henüz değil.

 

Bulabildiğim en yakın havuz kenarına yüzerek sudan çıktım. Çorabım ve elbisem üzerime yapışmıştı. Bunu umursayacak vaktim olmadı. Uraz'ın kolumdan tutup beni arkasına çekmesine izin verdim. "Şu an dileklerinden birini kullansan fena olmazdı." dedi nefes nefese. Storm'a verdiğim emirlerden bahsettiğini biliyordum. Gözlerimi etrafta gezdirdim ama işime yarayacak bir şey bulamadım. Yangın çıkarma fikri şu an işime yaramazdı. Hızlı bir çözüm gerekiyordu.

 

Ilgaz'a arkasından yaklaşan bir adamı görünce ona seslendim. "Ilgaz, dikkat et." Ama sesim gürültünün içinde sönüp gitti. Adam Ilgaz'a bir yumruk salladı. İçimde bir şeyler yankı buldu. Bizi serbest bırak. Az önceki gibi mi? Baha İkra'yı arkasına almıştı ama köşeye sıkıştıklarını görebiliyordum. Hazar ise bulduğu adamı havuza atıyordu. Uraz da onu örnek almış olmalı ki birini suya doğru savurdu, son anda geri çekilip adamla beraber suya düşmekten kurtuldum.

 

İkra ve Ada fazlasıyla korkmuş gözüküyorlardı. Ufuk da şakınca etrafına bakınıyordu. Elinde beyaz bir plastiği sıkıca tuttuğunu gördüm. Muhtemelen buradaki şezlonglardan birinin ayağıydı. Onun yanına doğru ilerlemeye başladım. Vücudumda yükselen soğuğu göz ardı etmeye çalıştım. Nasıl olduğunu kestiremediğim bir anda Ilgaz'la göz göze geldik. Sanırım şu an benim hissettiğimi o da hissedebiliyordu. Zihnine ulaşıp havuza it, dedim. Sonrasını ben halledecektim. Dediğimi yaptı. Bulduğu herkesi suya doğru itmeye çalışırken yüzüne birkaç tane yumruk yemişti. Ufuk'un yanına gidip önünde durdum. "Merak etme kısa süre sonra bitecek." dedim. Ufuk kafasını salladı ama yüzündeki dehşet ifadesi silinmedi.

 

Yapmak istediğim şeyi nasıl yapacağımı bilmiyordum ama bana yalvaran hücrelere odaklanmaya karar verdim. Kalbimin atışlarını damarlarımda hissettim. Vücudumdaki soğukluk dizlerimi titretti. Az kalsın yere düşüyordum. Derin bir nefes aldım. Storm, diye seslenmeye çalıştım. Havuzu kapat.

 

Gözlerimi araladım ve havuzdan çıkmayı başaran adamları izledim. İşe yaramamıştı. Tekrar denedim. Storm, havuzu kapat. Otomatik bir sürgü sesi kulaklarımı doldurdu. Havuzun üst kısmındaki plastik paravan yavaşça ilerlemeye, suyu örtmeye başladı. Adamların boşluğa doğru yüzmeye çalıştıklarını gördüm ama kalabalık olmaları bunu imkânsızlaştırıyordu. Daha hızlı. Paravanın çıkardığı sürgü sesi arttı. Arkadaşlarımın ortada toplandıklarını gördüm. Hazar'ın sesini duydum. "Ah, hadi ama." diye sızlandı yüzüne yumruğu yedikten sonra. "Bu yüze kan bulaştırmak sence de haksızlık değil mi?" Sonra da adamı bir tekmeyle yere serdi. Kaygan zemine düşerken az kalsın kolu kapanan paravana sıkışıyordu. Ilgaz yanıma gelip elini omzuma attı. "Oradaki bölmeye gidip kapatabilirdin ama bu da akıllıcaymış." dedi. Titrediğimi hissedip hissetmediğini merak ettim. Bir sorunu halletmiştik ama şimdi daha büyüğü vardı. Zaten her zaman böyle değil mi?

 

"Etkilendim doğrusu." dedi Akel. Yüz ifadesi sözlerini doğrulamıyordu. Daha çok sinir olmuş gibiydi. Ya da ekşi bir şey yemiş gibi... Adamlarının havuzdaki paravana vurduklarını duyabiliyordum. Bir o kadarı da arkasındaydı. "Ama buradan çıkamayacaksınız." Bizi yakalaması için adamlarına izin verecekken ayaklarım benden habersiz öne doğru ilerlediler. Şu an herkes tenimdeki kabarıklıkları ve az önce izin verdiğim için dışarı çıkan ryaların arkalarında bıraktıkları kanlı izleri görebilirdi. Arkamdan biri ismimi seslendi. Beyaz elbisem kırmızı lekelerle kaplıydı, saçlarımın bir kısmı hâlâ beyazdı ama yüzüme yapışmışlardı. Bizi serbest bırak.

 

Kollarımı öne doğru uzatıp havaya kaldırdım. Mantıklı düşünemiyordum. Sadece bu kadının yüzünü artık görmek dahi istemediğimi biliyordum. Buz gibi bir soğuk yanaklarımı kapladı. Tenimin taşlaştığını hissettim. Ilgaz da buza dönüşüyor muydu? "Bence bundan o kadar da emin olma." dedim gür bir sesle. Akel'in yüzündeki şaşkınlık gülümsememi sağladı. İzin veriyorum.

 

Tenim çatladı. Kanımla kırmızı bir renk alan yuvarlaklar havada asılı kaldı. Arkamdan bir iç çekiş duydum. Ellerim mavi ışıltılarla parlıyorlardı ve muhtemelen bütün bedenim öyleydi. Sadece sarmal morluğun bulunduğu kolumda üç şerit hâlinde uzanan kırmızı parıltılar maviliğime renk katıyordu. Bu üç çizgi hatırlamam için yerleştirilen çipe karşı geldiğim, kendi anılarımı zihnime yerleştirmeye çalıştığım için oluşmuştu. Peki şimdi neye karşı geliyordum? Bir adım daha atıp beni daha net görebilmesi için ona imkân tanıdım. Akel'in etrafındaki adamlar öne doğru otomatik bir adım attılar. "Geri çekilmelerini söyle." diye uyardım.

 

"Ne yani sırf bunu yapabiliyorsun diye senden korkmam mı gerekiyor?" İfadesini sert tutmaya çalıştı ama geri çekilmeye çalıştığı kısacık süre, sesindeki korkuyu ayırt edebilmeme yetmişti. Onda sebep olduğum bu ürkütücü duygular daha önce tatmadığım bir haz hissinin zihnime sızmasını sağladı. Bunu yıllar önce sadece bir kez görmüştü. Ve o kişi çoktan ölmüştü. Şimdi göreceklerini ise asla unutmayacaktı. Kollarımı kaldırdım, ryalar havada süzülerek hızla hareket ettiler. Söylediğimin aksine Akel'in etrafında bekleyen adamlar üzerimize doğru gelmeye başladılar. Tenim soğukla katılaştı. "Şimdi ya buradan çıkıp gitmemize izin verirsin ya da..." Parmaklarımı büktüm. Ryalar Akel'in boynuna hücum etti. Bana cevap vermeyince parmaklarımı kapattım. Nefeslerim boğazıma dizildi. Gözlerim karardı. Yuvarlaklar Akel'in boğazına dolanıp nefesini kesti. Ne utanç ama...

 

"Peri, tamam." dedi Ilgaz. Gözlerim onu bulunca acı çektiğini anladım. Benim hissettiklerimin birebir aynısını hissediyor olmalıydı. "Tamam." dedi Akel kısık bir sesle. Parmaklarımı gevşettim. Akel'in vücudu sendeledi fakat ryalar onu sabit tuttu. Ellerini kanımla boyanmış boynuna götürüyor, nefes almaya çalışıyordu. Arkadaşlarımın kapıdan çıkmalarını bekledim. Ilgaz ve Uraz hâlâ iki yanımda duruyorlardı. "Hadi gidelim." dedi Uraz. "Nasıl yapıyorsan geri çek artık şunları. Yoksa kan kaybından öleceksin." Sözler kulağıma ulaştığında bitkinliğimin farkına vardım. Adımlarım geri geri gitti.

 

Omzum benim için açık tutulan kapıya yaslandı. "Bir daha arkadaşlarımı bu işe karıştırırsan nefesini kesmekle kalmam." dedim Akel'e bakarak. Elleri boynundaydı. Her an bayılabilirmiş gibi duruyordu. Arkama dönüp kollarımı indirince ryalar tenimde onlar için hazır bekleyen boşluklarına yerleştiler. Hissettiğim katlanılmaz acı yüzünden yere kapaklanmaktan beni tutan Ilgaz sayesinde kurtuldum. Akel'in yere düşen vücudunu belli belirsiz gördüm. Ilgaz'a yaslanarak kapıdan geçtim. Hazar önden ilerleyerek bizi buradan çıkardı. Tenimin saniyeler içinde kapanıp iyileşmesini izledim. Kan kollarımı kapladı. Güneş ışığına çıktığımda yanaklarımdaki katılığın giderek yok olduğunu hissettim. Yakıcı soğukluk kayboldu. Avuçlarımı güneşe doğru kaldırdım, yüzümden ellerime su ve buz parçacıkları düştü.

 

Vücudum gerçekten de buz tutmuştu.

 

,

 

 

Bölüm : 27.06.2025 22:50 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...