Yeni Üyelik
19.
Bölüm

BÖLÜM 10: HER ZAMAN KIRGIN

@yellowwheat

İKİ HAFTA ÖNCE

 

ADA

 

Oturduğum koltukta belimi geriye atarak biraz esnetmeye çalıştım. Sabah gelmiştim buraya ders çalışmak için. Şimdi ise saat 7'yi geçmek üzereydi. Bugünlük bu kadarının yeteceğini düşünüyordum. Bu yüzden kitaplarımı toplayarak çantama yerleştirdim. Ortam fazla sessiz olduğundan yavaş hareket ediyordum. Akşam yemeği saati yaklaşmıştı bu yüzden karnım hafif guruldamaya başlamıştı. İnsanları rahatsız etmemek için biraz daha seri adımlar atarak çıktım kütüphaneden. Hava biraz kararmıştı ve yağmur da yerini sert esen bir rüzgâra bırakmıştı. İçime temiz havadan derin bir nefes çektim ve evime doğru ilerlemeye başladım.

 

Evde üç kız kaldığımızdan ders çalışmak için kafamı toplamam biraz zor oluyordu. Bu yüzden genelde kütüphanelere giderdim. Son sınıfta dersler iyice yoğunlaşmıştı ve ilk dönemlerde olduğu gibi yatarak bu okulu bitiremeyeceğimi anlamam çok zor olmamıştı. Stajlar bir taraftan sınavlarım diğer taraftan derken gerçekten zorlanıyordum. Aynı zamanda da kafede çalışmak zorundaydım.

 

Gözlerim yürüdüğüm kaldırım taşlarını ilgiyle izlerken birinin adımı seslendiğini duydum. Daha bakmadan kim olduğunu anlamıştım. Nerede duysam tanırdım. Bir de bu çocuk vardı tabi. Son senemde problemlerime problem katıyordu sağ olsun. Kafam zaten doluydu ama onun hareketleri bütün sorunlarımdan daha çok karıştırıyordu aklımı.

 

"A, selam." dedim bana doğru koşturan Hazar'a. Yorgunluğumu bir kenara atmış sevecenlik maskemi takınmıştım. "Nereden geliyorsun?" Herkese mi böyle gülüyordu yoksa bana mı özeldi? Çoğu zaman dudakları kıvrık dolaşırdı ama ben bencilce sadece bana gülmesini istiyordum. "Kütüphanede ders çalıştım biraz. Sen?" Onu kafeden tanıyordum. İşe başladığımda tanışmıştık. Zamanımın büyük bir kısmını onunla geçiriyordum mecburen. Belki de bendeki bu şey sadece alışkanlıktı. Olamaz mıydı? Çoğu zaman böyle olmasını diliyordum.

 

"Ben de dövüş kulübünden çıktım şimdi." Baş parmağıyla arka tarafını işaret etti. Sanki görebilecekmişim gibi gösterdiği tarafa baktım. Amacım göz temasımızı birkaç saniyeliğine de olsa zaman aşımına uğratmaktı. "Beni bilirsin bebeğim." Kollarını kaldırarak bana kaslarını göstermeyi amaçladı ama üzerindeki kalın mont yüzünden hiçbir şey belli olmuyordu. Benim takıldığım nokta ise bambaşkaydı.

 

"Bana o kelimeyle seslenme." Yüzümdeki gülümseme yavaşça silinmiş tekdüze bir sesle konuşmuştum. Aramızdaki mesafeyi birkaç adımında kısalttı ve şaşkın bakışlarını yüzüme dikti. Sağ elim kendimi kontrol edebilmek adına çantamın sapına tutunmuştu. Parmaklarım kumaşı sıkıca kavradı. "Bir şey mi oldu? Neden kızdın bu kadar?" Onun da bütün enerjisini yok etmiştim. Bunu yapmak zorundaydım. Çünkü biliyordum. Hazar benim kalbimi ellerinin arasında un ufak edecek türde bir adamdı.

 

"O kelimeyi söyleme bir daha bana." dedim tekrar kelimeleri tek tek vurgulayarak. Dişlerim sinirden yanaklarımı kemirirken bir adım geriye gittim. Şu an sakinleşmek istemiyordum. Bu konudaki tavrımı netçe görsün istiyordum. Soğuk bir rüzgâr saçlarımı geriye savurup yüzümü dondururken Hazar montuna daha çok sarılmış ellerini ceplerine yerleştirmişti. "Neden ki?" Çünkü eski sevgiline de öyle sesleniyordun.

 

"Sevmiyorum." dedim kestirip atarak. Hazar alayla güldü. Ellerimi pantolonuma yapıştırdım tepki vermemeye çalışırken. Öfkem daha da artmıştı ama aynı zamanda gözlerimin hayranlıkla onu izlediğine emindim. Sarı kıvırcık saçları kapüşonunun altına gizlenmişlerdi. Yine de birkaçı alnına döküldüğünden görebiliyordum. Yeşil gözleri rüzgârdan dolayı sulanmıştı. Miyop olduğundan çabuk sulanıyorlardı. Ona peçete uzatmak için elim bir an çantama uzandı ama hemen sonrasında kendimi durdurdum. Şimdi sırası değil Ada.

 

"Bence şu an biraz fazla tepki veriyorsun." Neden sadece gitmiyordu ki? Tamam bir daha kullanmayacağım bu kelimeyi diyerek neden uzaklaşmıyordu yanımdan? Beni zor duruma düşürmek hoşuna gidiyordu ama bazen de beni umursamamasını istiyordum. Her gördüğü yerde bana sataşmak zorunda değildi. Görmezden gelinmek istiyordum. Belki o zaman bu kadar gözüme ve... kalbime batmazdı.

 

"Ben sadece istemediğimi söyledim. Uzatan sensin." Soğuk ifademi korudum. Asla anlamamalıydı özel olduğunu. Belli etmemeliydim. "Ben uzatıyorum öyle mi?" Sesi hafiften yükseldi. İşaret parmağı siyah montunun üzerinden göğsüne yaslanmış, kendisini işaret ediyordu. Şaşkınlıkla açılmış yeşil gözlerine bakmamaya çalıştım. "Biliyor musun, bazen gerçekten sinir bozucu oluyorsun." diye devam ettirdi sözlerini.

 

Belki de çoktan kalbim un ufaktı ellerinde. Ona baştan bu cüretti vermemeliydim. İlk günden sadece selamlaşmakla yetinmeliydik ikimiz de. İşleri bu raddeye getiren bendim. Şimdi de çekiyordum cezamı işte böyle. Dudaklarım bütün kırgınlığıma rağmen alayla kıvrıldı. Kahkahalar atabilirdim o an. Gözyaşına dönüşecek gülümsemeler saçabilirdim etrafa. Tek yaptığım bir süre onu izlemek olmuştu. Gerçekten bana bu cümleyi kurmuş muydu?

 

"Senin de bilmen gereken bir şey var." dedim adımlarımı sakinlikle ona doğru atarak. İşaret parmağım göğsüne yaslandı. "İnsanlar bir şeyi istemiyorlarsa bir sebebi vardır." Gözlerimdeki kırgınlık belli oluyor muydu bilmiyorum ama onun bütün kızgınlığı yeşillerine yansımıştı. Sen neden kızgınsın Hazar? Nedir seni bu kadar öfkelendiren?

 

Parmağım bir kere daha göğsüne çarptı. Kalbimi ona ezdirmeye hiç niyetim yoktu. Kafamı biraz geriye attım tepkisini daha iyi görebilmek için. "Ve sen bazen... Ne zaman dalga geçmen gerektiğini, ne zaman ciddi olman gerektiğini unutuyorsun." Kısasa kısas. Kırıyorsa kırılmayı da göze almalıydı.

 

Kirpiklerini kırpıştırdı bir süre. Sözlerimi idrak etmeye çalışıyordu. Ondan uzaklaşarak kendi yoluma gitmek üzere birkaç adım attım. "Sözlerinde ciddi misin?" Arkamdan sesini duydum ama ona dönmedim. En çok nefret ettiği şey şakacı karakteriyle alay edilmesiydi. Babası onu çok fazla eleştirdiği için sinir olurdu. Ben de zaten bu özelliğini fazlasıyla seviyordum ama sadece vurgulamak istemiştim. Bana hissettirdiği şeyin ne kadar iğrenç bir duygu olduğunu anlamalıydı.

 

Kafamı hafifçe arkama çevirdim. Elleri ceplerinde gözlerini üzerime dikmişti. Her zaman duygularını böyle iyi mi gizlerdin? "Sen söylediklerinde ne kadar ciddiysen ben de o kadar ciddiyim." diye cevap verdim gözlerini izlerken. Sonra da kendi yolumda ilerledim. Sen başlattın Hazar. Ben sadece karşılığını verdim.

 

Omzumdaki çantayı düzeltip daha hızlı yürümeye başladım. Soğuk rüzgâr yüzüme vurduğundan kafamı eğmek zorunda kaldım. Gözlerim hafiften dolmuştu. Dört sene boyunca onun bütün sevgililerine ve dalga geçmelerine maruz kalmıştım. Gıkım çıkmamıştı ama şimdi en ufak kırıcı cümlesinde gözlerim doluyordu öyle mi?

 

Durumun tezatlığına gülerken aynı zamanda yaşları geri göndermeye çalışıyordum. Dışarıdan gören biri delirmiş olduğumu düşünebilirdi. Belki de o kadar da büyütülecek bir cümle değildi söylediği. Okuldaki arkadaşlarımdan biri sinir bozucu olduğumu söylese ona güler geçerdim. Zaten sorun da buydu. Hazar normal bir arkadaştan fazlasıydı ki beni bu derece önemsiz bir cümleyle paramparça edebiliyordu. İnsanın sevgisi büyüdükçe sözcüklere yüklediği anlamlar da çoğalıyordu.

 

Sadece bana o sözcüğü kullanmamasını söylemiştim. Ne gerek vardı ki kırgınlığa? Öyle seslendiğinde zaten yeterince üzülüyordum. Tamam demeliydi. Bir daha kullanmam demeliydi. Konuyu uzatan oydu. Benimle uğraşmaktan keyif alıyordu. Bu durum bana özel olsa sevinebilirdim belki ama değildi. Hazar Dağlı herkesle uğraşırdı. Onda bana özel hiçbir şey yoktu. Hiçbir şey...

 

Ona olan kırgınlığım zamanla kızgınlığa dönüştü. Kafede görüyordum sadece. Fakat bu bile varlığını hissetmem için yeterliydi. Neyse ki bu aralar Peri akşama kaldığından ben de erken çıkabiliyordum. Ama aramızdaki soğuk rüzgârlar beş metre öteden bile fark edilirdi. Beni görmezden geliyordu. Bazen küs olduğumuzu unutup selam veriyordu fakat hemen sonrasında yine eski tavrını korumaya devam ediyordu. Ben zaten görmezden gelinmeye dünden razıydım. Benden uzak durmasını istiyordum. Bu olay da işime gelmiş gibiydi.

 

Onunla barışmak için ilk adımı atacak kişi kesinlikle ben değildim. Bu süre kafamı toplamamda bana yardımcı olacaktı. Belki de başka birilerini bulmalıydım ama insanları kendime yara bandı yapmak istemiyordum. İçimdeki bu duygunun tamamen yok olduğuna emin olmadan yeni birini aramamalıydım bile.

 

Şimdi de boş kafede oturmuş Hazar ve Peri'nin gelmesini bekliyordum. Kafeyi onlara devrettikten sonra staja gitmeliydim. Az önce giden iki müşterinin ödemelerini kasaya yerleştirmeye başladığım sırada kapının üzerindeki zilin sesini duydum. "Sonunda gelebildiniz. Benim hemen çıkmam lazım." dedim kasayı kilitlemeye çalışırken. Acele ettiğimden ellerim birbirine dolaşıyordu.

 

"Ne o kör randevuya mı gideceksin yine?" Bunu ona geçen sene söylemiştim sanırım. Belki bir nebze olsun değişik bir tepki alırım diye. Nabzını ölçmüştüm kısacası ama gerçekten randevuya falan gitmemiştim. Hâlâ yüzüme vurması komiğime gitse de yine küs olduğumuzu unutmuş gibiydi.

 

"Sen bana küs değil miydin ya?" Hatırlatmak boynumun borcuydu sonuçta. Önlüğümün arkasına uzandım ama çok fazla sıktığımdan düğümü açamıyordum. Neyse ki Peri çırpınışlarımı görüp yardımıma koşmuştu. "Ah doğru. Küsüm." dedi Hazar zemini izlerken. Böylesi daha iyi Ada. Birbirimizi daha az kırardık belki böyle. Ona bir karşılık vermeden eşyalarımı topladım hızlıca. Geç kalmıştım ama acelem bu yüzden değildi. Daha fazla onun üzgün ifadesini izleyemezdim. Stajıma gittim. Soğuk ifademle ortalıkta dolaştım ve yine geçmiş üç gün gibi mutsuz bir şekilde evime döndüm. Ders çalıştım. Sonra da uyudum.

 

Ertesi gün yine kafede gördüm onu. Belki de işi bırakmalıydım. Kökten çözümdü. Ama ne yazık ki bu işe fazlasıyla ihtiyacım vardı. Bu sefer Hazar'ın dersi olmadığından o da sabahtan gelmişti. Keşke ders programını falan bilseydim de o gün geç gelseydim biraz. Onu görmek her zamankinden daha zordu benim için.

 

"Kahveler bitmiş." dedi ben çatal kaşıkları kurularken. "Yani?" diye karşılık verdim ben de. Çağrı Abi masaların birine oturmuş telefonuna bakıyordu ve kafenin sahibi olduğundan kardeşine düzgün davranmaya çalışıyordum ama olmuyordu işte. Beni kovarsa başka bir iş bulmam gerekirdi, bu zamanda da kolay kolay yenisini bulamazdım. Benim şu an hâli hazırda bir uğraşımın olduğunu görüyordu. Yine de kendi yapmak yerine kahvelerin bittiğini haber veriyordu.

 

"Yani, yenilerini yapmalısın." Çocuk gibiydi gerçekten. Canı barışmak istiyordu ve yine gelip bana bulaşıyordu. "Çatalları siliyorum." dedim soğuk bir sesle. Adımlarını işittim ama pür dikkat elimdeki metallerin temizliğiyle ilgileniyordum. "Ver ben yapayım. Sen de kahveleri tazele." Parmakları tuttuğum beze uzanırken hemen geri çekildim. "Git, kahveleri kendin yap." dedim tane tane.

 

Tam dudaklarını açmış söylediğim şeye itiraz edecekken Çağrı Abi kızgın sesiyle lafını ağzına tıkadı. "Yeter. Sizin didişmelerinizi dinlemek zorunda mıyım ben?" Gür sesi beni ürküttüğünde Hazar'ın eli koluma dolandı. "Sen gelsene bir benimle." Beni çekiştirmeye başladığında hızla kolumu ondan kurtardım. "Tamam. Bırak, kendim gelirim." Hazar Bey konuşmak istiyorsa bugün konuşulacaktı. Ne söyleyeceğini merak etmiyor değildim ama üslubu sinirime dokunmuştu.

 

Yine de sakin kalmaya çalıştım. Hazar önde, ben arkada kafeden çıktık. Sokağın köşesine doğru ilerleyip bir süre sonra durdu. Ben de karşısına geçtiğimde kollarımı göğsümde bağlayarak konuşmasını bekledim. Gözleri etrafı taradı önce. O, tereddüt mü ediyordu?

 

"Ben..." duraksadı bir süre. Kaşlarımı kaldırarak hareketlerini izlemeye devam ettim. Kıvranmayı bıraktığında kıvırcık sarı saçlarını karıştırıp gözlerini bana dikti. "Özür dilerim." dedi tek nefeste. "Sana o cümleyi kurmamalıydım. Sinir bozucu falan değilsin Ada. Saçma sapan konuştum yine. Özür dilerim."

 

Ondan bir özür bekliyor muydum? Kısmen. Ama bu kadar pişman ve duygusal bir özür asla beklemiyordum. Şaşkınca onu izlerken Hazar'ın bu yönünü daha önce hiç görmediğimi fark ettim. O her zaman kendinden oldukça emin davranırdı. Bir kere bile pişman olduğunu görmemiştim.

 

"Sen benimle konuşmayınca kendimi çok kötü hissediyorum. Arkadaşlığının benim için ne kadar değerli olduğunu anladım." Arkadaşlığımın... Peki. Derin nefesler alıyordum ama hiçbiri de ciğerlerime ulaşmıyormuş gibiydi. Dudaklarımı birbirine bastırıp birkaç saniyeliğine gözlerimi ondan kaçırdım. Gözleri merakla tepkimi izliyordu ama ben de ona verilebilecek herhangi güzel bir tepki yoktu. Barışmak istiyorsa barışırdım. Yeter ki kalbimden uzak dursun.

 

"Ben de özür dilerim." Bu cümleyi gerekli bir görevi yerine getiriyormuş gibi söylemiştim. Kesinlikle samimiyetsizdi ama Hazar'ın gözlerinin ışıldamasına yetmişti. Kolları hızlıca beni sararken gözlerimi sıkıca yumdum. Elleri omuzlarımı sıcaklıkla sarmaladı. O kadar süre ağlamamışken bana arkadaşım dediği için ağlayamazdım. Hayır.

 

Kollarım havada bu gereksiz temasının bitmesini beklerken hoşlandığım çocuğa sarılıyor gibi değil de işkence çekiyor gibiydim. "Omuzlarımdan bir yük kalktı sanki." dedi geri çekilirken. O yük şimdi benim kalbimde Hazar. Kesinlikle bilmiyordu. Asla bilmiyordu. Bilmemeliydi de. Sonsuza kadar arkadaşı olarak kalmalıydım. Buna alışmalıydım da. Ve belki de en zor tarafı buydu: Alışmak.

 

Ona gülümsedim sadece. Zoraki bir tebessümdü. "Hadi artık içeri girelim." dedim gözleri benimkilere fazla odaklandığında. Kafasını aşağı yukarı salladı. Onu beklemeden içeri girdim.

 

Biz barıştık ama o bir kez daha bana o kelimeyle seslendi. Ilgaz'la tanıştığımız geceydi. Bazen Hazar'ın rol yapmak konusunda çok iyi olduğunu düşünüyorum. Benimle küsken kötü hissettiğini söylüyordu ama dışardan bakan biri için depresyona gömülmüş gibi görünen asıl kişi bendim. Çünkü o her zaman etrafa gülücükler dağıtıyordu. Acaba acısı arttıkça gülüşleri de artıyor muydu? Bu sadece bir kamuflaj şekli miydi? Hazar dünyadan kendini gülümseyerek mi koruyordu?

 

Gerçi ben de yapabilsem öyle yapardım. Çoğu zaman maskeler takardım ama hepsi de kısa süreliydi. Hazar bu konuda benden çok daha iyiydi. O gün bana bebeğim dediğinde ve ben de ona kavgamızı hatırlattığımda sadece saniyelik olarak görmüştüm gerçek tepkisini. Enerjisi bariz bir şekilde düşmüştü ama yüz ifadesi stabildi. Kırgınlığını anlık olarak yansıtmıştı gözleri.

 

İnan bana Hazar. Arkadaş olduğumuzu her vurguladığında senin gözlerindeki cam kırıklarının kat kat fazlası benim kalbime batıyor. Ben yine de ağzımı açıp tek bir kelime etmem, susarım. Sen kahkahalar atarsın, ben susarım. Ben hep susarım Hazar. Sen benim sessizliğimden anla. Gülüşlerine ara verip biraz da benim sessizliğimi dinle. Tek isteğim bu.

 

Yine de arkadaş olmamızı seviyorsan sana uyacağım. Çünkü henüz kendime bile itiraf etmedim. Korkumdan belki de. Sen beni paramparça edersin Hazar. Sessizliğim kahkahalarında kaybolur. Ama ben sessizliğimi seviyorum. Sen beni un ufak edersin avuçlarının arasında. Sadece yeşil gözlerin bile yeter. Tek bir kınayıcı bakışın koca bir yara açar vücudumda. Tek parça hâlinde kalmak istiyorsak uzak olalım. Ne benim sessizliğim gülüşlerini soldursun ne de sen benim fısıltılarımı gürültünle yok et. Biz uzaktan güzeliz. Öyle kalalım.

 

,

 

 

 

 

Loading...
0%