Yeni Üyelik
21.
Bölüm

BÖLÜM 11: ABİ KARDEŞ

@yellowwheat

Yumuşak bir yerde yatıyordum. Başımda felaket bir acı vardı. Gözlerimi hafif aralamak istedim. Ama ışıklar çok fazla olduğundan tekrar kapatmam gerekmişti. "Kendine geliyor galiba." Bu Uraz'ın sesiydi. Demek ki hâlâ buzluktaydık ya da bilmiyordum. Yer ve zaman kavramı benim için tamamen kaybolmuştu. Birkaç adım sesi duydum. Sonra da buz gibi bir el alnımda yer edindi.

 

"Peri beni duyuyor musun?" Duyduğum nazik ses beni tepki vermeye zorladı. Gözlerimi açmadan kafamı salladım. "Evet." dedim sakince. Derin bir iç çekiş duydum. "Demiştim sana oğlum. İki dakika daha izin verseydin hiçbir sorun yoktu." Uraz'ın sesi biraz boğuk çıkıyordu. Benim duyma yetimde mi bir bozukluk olmuştu yoksa onda mı bir sorun vardı çözemedim.

 

Bunu düşünmeme zaman kalmadan öfkeli bir ses beni şaşırttı. "Hâlâ konuşuyorsun Uraz. Sana dur diyorsam duracaksın!" Bu cümleden sonra bilincimi kaybetmeden önce gördüğüm görüntüyü tekrar hatırladım. Ilgaz Uraz'a yumruk atmıştı. En son gördüğümde burnu kanıyordu. "Peri neden gözlerini açmıyorsun?" Ilgaz'ın sesi tekrar eski naifliğine geri dönerken kirpiklerimi açmaya çalıştım. "Işıklar çok parlak." diye hayıflandım.

 

"Tamam. Bekle." dedi hemen. Aradan birkaç saniye geçmişti ki Uraz'ın sesi beni buldu. "Şimdi dene." Yavaşça gözlerimi açtım. Biraz karıncalı ve bulanık görüyordum ama en azından ışıklar artık gözlerimi yakmıyordu. Gördüğüm ilk şey metal rengindeki tavan oldu. Bilgisayarların ışıkları odayı yeteri kadar aydınlattığından etrafa göz atma fırsatı bulabildim. Hâlâ buzluktaydık. Deri siyah bir koltukta boylu boyunca uzanmıştım ve üzerimde bayılmadan önceki kıyafetlerim vardı.

 

"Kendini nasıl hissediyorsun?" Ilgaz benim uzandığım koltuğun hemen yanına oturmuş endişeli bakışlarını üzerime dikmişti. Uraz ise arkadaşının biraz arkasında yere oturmuş, burnuna peçete bastırmakla meşguldü. "İyiyim." dedim gülümsemeye çalışarak. Ama sadece çalıştım. Çünkü her hareket edişimde hatta gözlerimi kırptığımda bile başıma ağrılar giriyordu. "Uraz sen iyi misin?" dedim endişeyle. Elindekinden başka yerde bir sürü kanlı peçete vardı. "İyiyim iyiyim. Kardeşimden küçük bir hediye sadece." dedi boğuk sesiyle. Sonra da Ilgaz'a göz kırptı.

 

Ilgaz sinirle kafasını çevirip onu görmezden geldi. "Sen onu boş ver. Biraz doğrulmaya çalış bakayım." dedi ilgisini bana yönlendirerek. Elini başımın altına koyup kalkmama yardımcı oldu. Ağrı yüzünden yüzümü buruşturdum. "Başın ağrıyor değil mi?" dedi Uraz. Kafamı aşağı yukarı salladım yavaşça. "Normaldir." dedi bilmiş bir şekilde. "Bir de ukala ukala konuşuyor. Şimdi bir morluk da sol gözünde oluşturacağım göreceksin." Ilgaz neden bu kadar öfkeliydi bilmiyordum ama şu an ikisinin atışması bana oldukça komik gelmişti.

 

"A, ama hediye falan dedik de sen de hemen şımarıyorsun. Senin kum torban mıyım ben?" Uraz'ın cevabından sonra gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırmam gerekmişti. Yine de küçük bir kıkırdamanın dudaklarımın arasından çıkmasına engel olamadım.

 

İkisinin de gözleri bana döndüğünde kafamı yavaşça eğmek zorunda kaldım. "Peri Hanım'a da eğlence çıktı." dedi Uraz bir başka peçeteyi burnuna bastırırken. Kanama durmuş gibiydi ama yine de az da olsa bir sızıntı vardı. Ilgaz ne kadar sert vurduysa artık. "Uğraşma kızla."

 

Ilgaz beni Uraz'ın küçük çaplı saldırısından korurken görüşüm biraz daha netleşmeye başlamıştı. Oturuşumu düzeltmek adına belimi koltuğa yaslamaya çalıştığımda dişlerimi birbirine bastırdım. "Peri." Ilgaz bana seslenince ona baktım. Odanın az önceki neşeli havası bir anda dağılmıştı. Gerçi yerde kanlı peçeteler, bir adet yumruk atmaya meraklı Ilgaz ve az önce uyanmış anılarından yoksun bir kız varken ne kadar neşeli olabilecekse...

 

"Olanları hatırlıyor musun?" Uraz da bana dikkat kesilip oturduğu yerden kalkarak Ilgaz'ın yanına bağdaş kurdu. Ayaklarımın dibinde oturmuş bu iki adam şu an ninelerinden masal anlatmasını bekleyen birer küçük çocuk gibiydiler. Ilgaz'ın koyu kahve gözleri ve Uraz'ın ela bakışları merakla beni izlerken olanları tekrar detaylıca hatırlamaya çalıştım.

 

"Ben bir laboratuvardaydım. Rüyalarımdakine benziyordu." Kazadan sonra götürüldüğüm hastane gibiydi ama nedense daha farklı bir havası vardı. "Beni büyük bir odaya götürdüler, bağladılar." Sesim hafiften titremişti ama hemen sonrasında kendimi hızlıca toparladım. "Bir kadın vardı. Onu bu aralar sıklıkla görüyorum. Aslında hâlâ anımda ne işi olduğunu anlamadım." Ilgaz'ın kaşları ciddiyetle çatılmış, yeri izlerken Uraz da merakla söze atıldı. "Akel mi?" Kadının ismini hatırlamaya çalıştım. Ilgaz beni kurtarmaya geldiğinde ona böyle seslenmişti. "Sanırım öyle. Alev kırmızısı saçları vardı." Uraz da cevabımdan sonra Ilgaz gibi ciddiyetle yeri izlemeye başladı. Ben sözlerime devam ettim.

 

"Sonra sen geldin. Beni kurtarmak için." Ilgaz'ın kahveleri beni buldu. Gözlerim hafiften dolarken bakışlarımı kaçırdım. Parmaklarımla oynadım bir süre. "Başaramadın." Sesim gerçekten üzgün çıkmıştı. Eğer gücü buna yetseydi hayatım nasıl olurdu acaba? Eğer şu an bütün anılarım bende olsaydı nasıl bir insan olurdum? O hatıralarda Ilgaz benim için ne ifade ediyordu? En çok merak ettiğim kısım da buydu sanırım. Ilgaz'ın eskiden benim için ne ifade ettiğini bilmek istiyordum.

 

"Beni bir makineye yerleştirdiler. Çok fazla acı hissettim. Sonra da her yer karardı." Ilgaz'a bakamadım. Kim bilir beni kurtaramadığı için ne kadar pişmandı. Onu teselli etmek istiyordum. Sorun değil, hâlâ buradayım, hâlâ umut var... Ama bütün bunları hafızama daha yeni yerleştirmişken kendimi bile teselli edemiyordum.

 

Kazanın üzerinden nerdeyse dört sene geçmişti ve bu süre boyunca Ilgaz'ın bunları, hatta daha fazlasını hafızasında tuttuğunu bilmek beni daha da çok tüketiyordu. Bunca zaman nasıl başa çıkabilmişti? Dudaklarımı birbirine bastırdım konuşmamın bittiğini belirtmek için. Ben hâlâ parmaklarımla oynarken Uraz'ın sesini işittim. "Sen gelsene bir benimle." Oturduğu yerden kalkmış, Ilgaz'ın tişörtünü çekiştiriyordu. O sırada bir şeyi atladığımı fark ettim. "Bir şey daha var."

 

İkisi de kafalarını bana çevirdi. Ilgaz yerde Uraz ayakta söyleyeceklerimi beklediler. "Kazadan sonra beni arabadan çıkaran adamı da gördüm. Onların beni kurtardığını sanıyordum. Hastaneye götürmüşlerdi çünkü. Gözleri timsah gibi... " duraklayıp ismini hatırlamaya çalıştım. "Boris." dedim bir anda. Ilgaz'ın eli yumruk olup dizine vururken Uraz da açık kahve saçlarından parmaklarını sinirle geçirdikten sonra hızla arkasını döndü. Bir süre odada sinirli nefes alışverişlerinden başka ses duyulmadı.

 

İlk sakinleşen Uraz oldu. "Ilgaz?" diye arkadaşına seslendi. Ilgaz itaatkâr bir şekilde yerinden kalktı ve Uraz'la birlikte bilgisayarların arkasındaki yere geçtiler. Arkalarından onları izlerken isimlerinin neden bu kadar uyumlu olduğunu düşünüyordum. Bazen dikkatim çok çabuk saçma sapan şeylere kayabiliyordu.

 

Kafama takılan şeyin çok saçma olduğunu fark ettiğimde yavaşça ayağa kalktım. Sessiz adımlarım onların olduğu bölmeye doğru ilerledi. Bana bir açıklama yapmadan gitmeleri şüphelerimi körüklemişti. Biraz kulak misafiri olmalıydım. Bölmenin kapısına geldiğimde kulağımı sesleri duyabilmek için kapıya yasladım. Uraz'ın sesi kısıktı ama yine de duyulabiliyordu.

 

"Ona anlatmak zorundasın Ilgaz. Çoktan sorgulamaya başlamıştır bile." Bir süre sessizlik oldu. "İstemiyorum Uraz. Hatırlaması gerek. Ben anlatırsam garip olmaz mı sence de?" Ilgaz tereddüt ediyor gibiydi ama hangi konuda?

 

"Akel çoktan harekete geçmiş bile. Eğer sen yapmazsan ben yapacağım. Bu sefer bir yumruk da beni durdurmaya yetmez haberin olsun." Birkaç gürültü duydum. Ne yaptıklarını anlamadım ama hemen sonrasında Ilgaz'ın sinirli sesi duyuldu. "Bu benim kararım Uraz. Karışma."

 

Az önceki gürültünün daha şiddetlisini duydum bu sefer. Kavga mı ediyorlardı? Elim kapının koluna uzanacağı sırada Uraz'ın sakin ama gür sesini işittim. "Senin saçma sapan isteklerin yüzünden sevdiğim birini daha kaybedemem ben. Anladın mı? Aklını başına topla. Bir de akıllıyım diye geçiniyorsun." Bana anlatmadıkları başka şeyler de vardı. Bunu kısmen tahmin ediyordum ama duymak bambaşkaydı. Ilgaz'a çok çabuk mu inanmıştım?

 

"Onu kaybedemem Uraz." Sesi titremişti. "Tekrar olmaz." Boğazımda bir yumrunun oluştuğunu hissettim. Yutkundum ama geçmedi. "Tamam." dedi Uraz sakince. Bir süre sessizlik oldu. "Kaybetmeyeceksin." Onların özellerine dahil oluyormuş gibi hissetmiştim. Bu beni kötü hissettirmişti. Adımlarım bir bir geri giderken en son duyduğum şey Ilgaz'ın "İyi ki varsın." deyişiydi.

 

O an Ilgaz adına sevinmiştim. Uraz gibi bir arkadaşı olduğu için şanslıydı. En azından artık yanında ona destek olan birinin olduğunu bilmek güzeldi. Az önce oturduğum yere uzandım sakince. Ayağa kalkmak başımı döndürmüştü.

 

Aradan birkaç dakika geçtiğinde kapı açılmış, Uraz ve Ilgaz da odadan çıkmışlardı. Kapalı gözlerimi araladım. "Eve gidebilir miyiz?" dedim Ilgaz'a. Önce güzel bir gülümseme verdi bana. Beklemediğim için bir an afalladım ama hemen sonrasında hayran bakışlarım onu izledi. Geçmişte aramızda ne olduğu önemli miydi? Şu an kalbimin bu kadar hızlı çarpması ikimize de yetmez miydi?

 

"Tabi." dedi kahveleri gözlerimdeyken. "Ama önce liderle görüşmem gerekiyor. Sen Uraz'la kal olur mu?" Hipnotize bir şekilde kafamı salladım. Uzandığım için biraz garip olmuştu fakat şu an sözlü cevap verirsem sesimin titreyeceğini biliyordum. Üzerimdeki etkini de al ve git Ilgaz.

 

Son cümle kafamda yankılandığında Ilgaz bir süre yerine çakılı kaldı. O an ne yaptığımı yeni fark etmiştim. Elimi alnıma çarpmamak için zor duruyordum. Kapıya doğru birkaç adım attığında "Şunu yapmayı acilen bırakmalısın." dedi işaret parmağını bana doğru sallayarak. İyice yerime sindim ve dudaklarımı birbirine bastırdım. Ama bilmeden olmuştu. Ona fazla odaklandığımda düşüncelerim istemsizce Ilgaz'a geçiyordu. Utançla yüzümü buruşturdum.

 

"Peri?" Uraz adımı söylediğinde utancımı sonra yaşamaya karar verdim. "Efendim." Ciddi bir ifadeyle karşılaştığımdan koltukta doğrulup tekrar oturdum. "Seninle biraz konuşmak istiyorum." Şu an neden gerilmiştim? "Tabi."

 

Ayakta dikilmeyi bırakarak yere bağdaş kurdu. "Sen beni hatırlamıyor olabilirsin ama biz eskiden tanışıyorduk." Bunu zaten anlamıştım. "Eskiden... Yakın mıydık?" İçimde nedense bir suçluluk duygusu belirmişti. Ben bu insanları nasıl unutabilmiştim? "Yani bence öyleydik. Ilgaz sayesinde tanıştık ama sen hep benim sırdaşım oldun. Küçük kız kardeşim gibiydin." Gülümsedi. Ela gözleri dolmuştu.

 

"Böyle durduğuma bakma. Ilgaz ve senden baya büyük sayılırım." Ona gülümsedim. Bizimle aynı yaşta gibiydi ama hatırlamadığımı daha fazla vurgulamamak için şaşkınlığımı gizledim. "Asıl söylemek istediğim..." Bir süre duraksadı. "Eğer Ilgaz'a ulaşamazsan ya da birine ihtiyacın olursa beni aramaktan çekinme olur mu? Eskisi gibi olalım. Abi kardeş gibi... Olur mu?"

 

Bir abi... Düşüncesi bile içimi ısıtmıştı. Gözlerim dolmuştu ki ortam da buna oldukça müsaitti. Kafamı aşağı yukarı salladım onu onaylamak için. "Özür dilerim..." diye mırıldandım. "Sizi unuttuğum için." Bir damla yaşa engel olamadım. Yanağımı hızlıca silerken Uraz'ın ayaklandığını gördüm. Koltukta yanıma oturdu. Aramızda mesafe bırakarak omuzlarımı sıvazladı. "Şşşt... Bunların hiçbiri senin suçun değil." dedi sakince. Tekrar kafamı salladım. Biliyordum ama vicdan azabı çekmekten de kendimi alıkoyamıyordum.

 

"Biliyor musun, biri daha vardı bizimle beraber. Sana anlatırdım hep onu. Bazen Ilgaz'a da anlatırdım ama hemen dalga geçerdi." Hüzünle gülümsedi. Ellerini omuzlarımdan çekerek kendi kucağına koydu ve gözlerini onlara dikti. "Eylül..." İsmini öyle güzel söylemişti ki... Kaybettiği iki kişiden birinin o olmamasını diledim ama çoktan biliyordum. "Çok seviyordun." dedim zaten bildiğim bir şeyi dile getirerek. Kafasını salladı. Bir damlanın ellerinin üzerine düştüğünü gördüm.

 

Otomatik olarak kollarım ona dolanırken amacım acısına ortak olabilmekti. Kafasını omzuma yasladığında omuzları şiddetle sarsılmaya başladı. Bunca acı... Kalbimin üzerine tonlarca taş yığılmıştı sanki. Ben hatırlamadığım hâlde böyle hissediyorsam kim bilir Uraz nasıl bir acı çekiyordu?

 

Ellerim onu sakinleştirmek için sırtında dolanırken ağlaması iç çekişlere dönüştü. "Lütfen bütün bunları hatırlamamı sağla." dedim fısıltıyla. "Sağla ki onu daha fazla kişi hatırlayabilsin."

 

Bedenini benden uzaklaştırdığında ellerini gözlerine bastırdı ve ıslaklıkları sildi. "Yapacağım." dedi kararlı bir şekilde. Ona gülümsedim ve omzunu bir iki defa pat patladım. Koca bir bebek gibiydi ve bana abilik yapacağını söylüyordu öyle mi? Peki...

 

"Bugün bayağı yorgunum ama başka bir gün seni arasam ve eskisi gibi dertleşsek?" Uraz'ın gözleri ışıldadı. "Anlaştık." dedi gülümseyerek. "O zaman bana numaranı vermelisin." dedim.

 

Hızla ayaklanarak bayılmadan önce oturduğum koca koltuğun yanına ilerledi. Sandalyede asılı ceketimi yeni fark etmiştim. Deri ceketi aldığı gibi geri yanıma gelirken "Telefonun burada sanırım." dedi. Bana uzattığı ceketi aldıktan sonra ceplerini kontrol ettim. Söylediği gibi buradaydı. Kilit ekranımı açıp rehbere girdim ve numarasını yazması için ona uzattım. "Sana gizli numaramı veriyorum. Bu sadece Ilgaz'da ve Lider'de var. Beni aramadan önce Ilgaz'ı ara mutlaka. Bazen birbirimizden haberimiz olmayabiliyor." Uyarılarını sıraladıktan sonra parmakları tuşlarda gezindi. "Al bakalım küçük kardeşim." dedi sesini kalınlaştırarak.

 

Ben de ayağa kalkıp telefonu aldım ve ceketimi üzerime geçirdim. "Sesini öyle yapmana gerek yok. Zaten kafamdaki abi modeline tam uyuyorsun." dedim dalga geçerek. Elini göğsüne bastırdı ve iç çekti. "İçime su serptin şu an." dedi alayla. Ben Uraz'ın tavrına gülmekle meşgulken o bir an ciddileşti. Soru dolu bakışlarımı gönderdim ona. "Hiç değişmemişsin biliyor musun?"

 

Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. "Ilgaz söylemişti aslında. 'Hâlâ aynı Peri' demişti. Ama şimdi kendim görünce daha da bir emin oldum." Bu söylediği iyi bir şeydi sanırım. Hatıralarım gibi karakterim de silinmemişti en azından. Uraz'la ayakta dikilirken kapıdan gelen dıt sesiyle ikimiz de oraya bakmıştık. "Hazırsan çıkalım." dedi Ilgaz bana bakarak.

 

"Hazırım." Ilgaz ve Uraz kendilerine has selamlaşmalarını gerçekleştirdikten sonra sıkıca sarıldılar. "Dediklerimi unutma." diye tembihledi Uraz onu. "Yumruk için kusura bakma." dedi Ilgaz da. Uraz omuzlarını indirip kaldırdı. "Hak etmiş olabilirim biraz." Baş ve işaret parmağının arasında azıcık boşluk bırakarak gülümsedi. Ilgaz son kez onun omzunu pat patladıktan sonra ben de veda amaçlı el salladım. Aynı şekilde de karşılığını almıştım.

 

Odadan çıktığımızda Ilgaz parmaklarını elime sardı. Bir soğukluk etrafımı kapladığında biraz olsun rahatlamış hissettim. Ama içimde hâlâ büyük bir hüzün vardı. Sakin adımlarla buzluğu terk ettik. Havanın karardığını daha yeni fark edebilmiştim. Ilgaz belimden tutarak beni arabaya yönlendirdi. Hâlâ hafiften başım ağrıyordu. Çok da rahatsız hissetmiyordum gerçi. "Eve mi götüreyim?" Telefonumdan saati kontrol ettim. 20.43. "Bir dakika izin verir misin İkra'yı arayayım." Beni onaylayıp sürücü koltuğuna otururken olduğum yerde durdum ve telefonumdan İkra'yı aradım.

 

"Peri?" Telefon kapanmak üzereyken cevap vermişti. "Evde misin?" diye sordum direkt konuya girerek. "Hoca telafi yaptı şimdi dönüyorum eve. Sen neredesin?" Bahanelerim sürekli kendilerini tekrarlıyorlardı ama bir süre böyle yalan söylemek zorunda kalacak gibiydim.

 

"Ilgaz'layım. Terapiden sonra biraz çalıştık." dedim dans yarışmasını bahane ederek. "Anladım. Yemek yemediyseniz beraber yiyelim evde. Gerçi yemek de yoktur evde." Bu fikir aklıma yatmıştı aslında. Yemek konusu açılınca acıktığımı fark etmiştim. "Bir dakika bekle." dedim İkra'ya.

 

Telefonu kulağımdan biraz uzaklaştırdıktan sonra arabanın kapısını açarak Ilgaz'a seslendim. "Evde bizimle yemek yer misin? Hazır yemek yok ama yoldan alabiliriz." Kafasını telefonundan kaldırıp "Olur." dedi sadece. Koltuğa oturduktan sonra İkra'ya yemek işini bizim halledeceğimizi ve en geç bir saate evde olacağımızı söyledim. Onu da Baha bırakacağı için yemeği fazla almamızı tembihledikten sonra telefonu kapattı.

 

Ilgaz ben arabaya bindiğimde gaza basmış çoktan ana yola çıkmıştı bile. "Biz seni sıkmıyoruz değil mi? Biraz emri vaki gibi oldu." dedim Ilgaz'ın yan profilini izlediğim sırada. Gözleri yoldayken alayla gülümsedi. "Alakası bile yok. İstemesem zaten hayır derdim." Parmakları kucağımda duran elime uzandı ve kısa süreli olarak sıkıca tuttu. "Yani şu an emrinize amadeyim. Önce nereye gidiyoruz?" Gülümsemem kıkırdamaya dönüştü. "Ne yemek istersin?" diye sordum. Bir süre düşündü. "Hamburger, pizza, lahmacun?" Gözleri kısa süreliğine bana döndü ve hemen sonra tekrar yola odaklandı. "Hamburgeri daha öğlen yedim ama yine canım çekti. Ayrıca lahmacun da fena fikir değilmiş." dedim sesli düşünürken. "O zaman karar verilmiştir." dedi Ilgaz bir anda.

 

"Kararımızı benimle de paylaşmak ister misin?" Kırmızı ışık yandığında arabayı durdurdu. "Sen bana güven." dediğinde ben de daha fazla üstelemeden arkama yaslandım. Önce bir hamburgerciye gittik. Ilgaz arabada beklememi söyledikten sonra elinde koca poşetlerle geri döndü. Ardından da lahmacun satan bir dükkâna götürdü bizi. "Hamburger ve lahmacunu aynı anda mı yiyeceğiz?" dedim biraz itiraz barındıran bir sesle.

 

"Seçenekleri fazlalaştırıyorum sadece." dedikten sonra burnumun ucunu parmaklarının arasında kıstırdı. Bu hareketinden sonra ben donup kalırken o da hızlıca inmiş ve dediğini yapmıştı. Beni nasıl oyun dışı bırakacağını çok iyi biliyordu.

 

Buradan da bir sürü poşetle döndüğünde para konusu daha yeni aklıma gelmişti. Gerçekten çok düşüncesiz biriydim. Bütün yemeği çocuğa ödetmiştim. Poşetleri arka koltuğa yerleştirdi. "Ne kadar tuttu, söyle de borcumu ödeyeyim. Sana da biraz yük olduk." dedim cebimden cüzdanımı çıkarırken. Ilgaz ondan beklemediğim bir hızla ellerimi cüzdanımdan uzaklaştırdı ve cüzdanı geri benim cebime tıkıştırdı. "Saçmalama Peri. Geçen sefer sizden yedik. Bu akşam da benden olsun."

 

Arabayı çalıştırdığında ortamı yemek kokuları sardığından iyice acıkmıştım ve ağzım sulanmıştı. "Ilgaz bak böyle olmaz ben..." İtirazımı gerçekleştirdiğim sırada lafımı ağzıma tıkadı. "Eğer çok ödemek istiyorsan bir gün de sen beni yemeğe çıkarırsın ödeşiriz." Bu mantıklı fikir üzerine daha fazla başını ağrıtmamaya karar verdim.

 

Bu sefer de bir marketin önünde durduk. "E, o zaman içecekleri de sen al. Çok ısrar ettin." dediğini yapmak için emniyet kemerimi çözerken "Ödeşme biçimini sevdim." diye cevap verdim ve arabadan indim. O da bana kafamda yankılanan bir cümle verdi. Bu sözüne gülümsedim haberin olsun. Gülümsemekten kendimi alamadım.

 

Marketteki buzdolabına ulaştığımda en büyüklerinden bir şişe siyah kolayı aldım elime. Sonra da hızlı adımlarla kasaya geçtim. Ücreti ödeyip bir poşete koyduğum içeceğimle birlikte çıktım marketten. Açlığım ekstra hızlı hareket etmem için beni yönlendiriyordu. Ön koltuğa oturduğumda kolayı da bacaklarımın arasına sıkıştırdım. "Arkaya koysana."

 

"Yok devrilir şimdi. Köpük köpük olur." diye cevapladım onu. İkimiz de az önce bana ulaştırdığı cümle hakkında tek kelime etmedik. Eve yaklaştığımız sıralarda gözüme köşedeki bir eczane çarptı. "Kenarda durabilir misin?" dedim Ilgaz'a. Bir an tereddüt etti ama hemen sonra tam eczanenin önünde durdu. İçeceği dikkatlice koltuğa yerleştirip Ilgaz'a seslendim. "Birkaç ilaç almam gerekiyor. Uzun sürmez."

 

Aslında hiç ilaç kullanmak istemiyordum ama sabah doktorumun da dediği gibi belki bana iyi gelirdi. Zaten bir işe yaramazsa bırakıyordum hemen. "İyi günler. Şu ilaçları alacaktım." Cebimdeki buruşmuş reçeteyi görevli adama uzattım. Listeye göz atarken kaşları çatıldı. "Bunlar biraz ağır ilaçlar. Emin misiniz?"

 

Benim de kaşlarım çatılırken "Doktorum önerdi bunları." dedim zaten bariz bir şeyi vurgulayarak. "Siz yine de çok sık kullanmayın." dedi adam. Kafamla onayladım onu. Bir poşete üç kutu ilacı koyduktan sonra bana uzattı. Cihaza kartımı okuttuğumda ödemeyi yapmış oldum. Adama iyi geceler diledikten sonra tekrar arabaya dönmüştüm. "Bir rahatsızlığın mı var?" diye sordu Ilgaz. "Yok genel terapi kontrolümde verdi doktorum." dedim önemsiz göstermeye çalışarak. "Araba korkun yüzünden mi?" Kafamı salladım sadece. Onunla bu konu hakkında konuşmak istemiyordum. Bu yüzden de fazla Ilgaz'a bakmadım ve sessizliğimi korudum.

 

Zaten eczane eve yakın olduğundan kısa sürede gelmiştik. "Haplardan birer tane yutalım." dedi Ilgaz. Işımalar için olanı kast ettiğini anladığımda cüzdanıma sıkıştırdığım haplardan birini kağıdından ayırıp Ilgaz'a verdim ve bir tanesini de ben yuttum. Artık bu hisse alışmış olmam gerekirdi ama hâlâ tuhaf hissediyordum. Kendimi biraz olsun toparlayabildiğimde daha fazla zaman kaybetmemek için arabadan indim.

 

Arka koltuktaki poşetlerin çoğunu aldığım gibi eve ilerledim. Ilgaz da beni takip etti. "Gelmişler." dedim yanan ışıkları işaret ederek. "Zile basabilir misin?" Ilgaz dediğimi yapıp işaret parmağını bir süre düğmenin üzerinde tuttu.

 

Kapıyı İkra açtı. "Çok acıktım. Ver ver." dedi elimdeki poşetlere uzanırken. "İstersen önce bir misafirimize hoş geldin de." dedim uyarıcı bir ses tonuyla. "Ilgaz misafir mi canım? O da bizden artık. Değil mi Baha?" Sevgili eniştem de kapının önünde bittiğinde kadro tamamdı. "Hoş geldiniz." dedi kısaca. Biz Ilgaz'la ayakkabılarımızı çıkarırken onlar çoktan yemekleri açmaya başlamışlardı. Giydiğim ince çoraplar yüzünden ayaklarım üşüdüğünde bir çift terlik çıkardım dolaptan. Ilgaz ceketini çıkarmış askıya asarken "Terlik vereyim mi?" diye sordum. Umursamazca "Fark etmez." dedi.

 

Gıcıklığıma vestiyerden en açık renkli terliği bulup onun önüne koydum. "Evinde turuncu hiçbir şeyi barındırmazsın sanıyordum." Bu cümlesine şaşırmadan edemedim. Turuncudan pek hoşlanmıyordum çünkü. O da şaşırdığımı fark etmiş olacak ki "Senin hakkında sandığından daha fazla şey biliyorum aurora." diye açıklama yaptı. Kirpiklerimi kırpıştırıp saf saf ona baktım. "Ilgaz, Peri hadi yemekler soğuyor." İsmimi duymamla Ilgaz'la girdiğim duygusal bakışmadan hızlıca sıyrıldım. Tek bir kelimesiyle beni etkisiz hâle getirebiliyordu. Bu kadar mı sevgiye açsın Peri?

 

Onu arkamda bırakıp salona ilerlediğimde her şeyin hazır olduğunu görmek beni mutlu etmişti. Orta sehpaya bütün yemekler yerleştirilmişti. İkra ve Baha pijamalarını giymiş yemeklerini yerlerken kesinlikle iki küçük çocuk gibi görünüyorlardı. Baha'nın pijamalarını nerden bulduğunu sorgulamak istemiyordum ama merak etmeden yapamadım. Yine de bu soruyu ertelemeyi seçmiştim. Çünkü şu an karnım zil çalıyordu.

 

Ilgaz önce davranarak yerini alırken ben de onun yanına oturup bağdaş kurdum. Kimse de lahmacun ve hamburgerin bir arada bulunmasını sorgulamadı. Sessizce tamamen yemeklere odaklanarak karnımızı doyurduk. Kolamdan son yudumlarımı alırken sıra ancak Baha'nın pijamalarına gelebilmişti. "Enişte sen pijamaları nereden buldun?" Onun yerine sevgilisi cevap verdi. "Babamınkilerden verdim." İşte şimdi soru işaretlerim yok olmuştu.

 

İkra'nın babası bazen bizde kaldığından bazı eşyalarını burada bırakıyordu. Sonuçta burası onun eviydi. "İstersen sana da verelim Ilgaz. Hatta bu gece burada kalın salonda yatarsınız Baha'yla." Ilgaz gözlerini bana çevirdiğinde kaş göz yaptı ama ne demek istediğini pek anlayamamıştım.

 

Senin için sorun olur mu? Düşüncesini bana ulaştırdığında ben de ona aynı yöntemle cevap verdim. Neden sorun olsun ki? Tabi ki kalabilirsin. Eğer istiyorsan.

 

"Neden garip garip bakışıyorsunuz?" İkra'nın sorusuyla aramızdaki göz temasını kestim. "Olur. Kalırım bugün." dedi Ilgaz dikkatleri kendi üzerine çekerek. Baha bizi çok takmıyordu ama sevgili ev arkadaşımın çöpçatanlık damarı tutmuş gibiydi.

 

İkra bir süre ikimize garip garip bakışlar attı. Sessizlikten rahatsız olmaya başladığımda ayağa kalkmıştım. "Ben sana pijamaları vereyim o zaman." dedim Ilgaz'a. Önden önden yürümeye başladım. Hem benim de üzerimi değiştirmem gerekiyordu. Arkamdan Ilgaz'ın ayak seslerini duyduğumda ona dönmeden misafir odasına ilerledim. "Peri?"

 

Odanın kapısını arkasından kapattı ve bana seslendi. Kıyafet dolabının kapaklarını açtığım sırada ona döndüm. "Gerçekten ben gidebilirim istersen. Yoruldun bugün. Başına daha fazla bela açmayayım." Saçma sapan konuştuğu için cümlesinin başını dinlemiş sonra ona uygun kıyafet bakmaya başlamıştım. Neden bu kadar kafaya taktığını da anlayamamıştım ayrıca. "Başıma bela olduğun falan yok. Arkadaşlarınla yatıya kalacakmışsın gibi düşün ki zaten öyle."

 

Bulabildiğim en küçük pijamayı yatağın üzerine bıraktım. İkra'nın babası oldukça uzun ve yapılı olduğundan kıyafetleri Ilgaz'a çok büyük gelebilirdi. Ilgaz da yapılıydı tabi ama Savaş Amca alışılmışın dışında bir bedene sahipti.

 

"Biz arkadaş mıyız?" dedi kapıdan uzaklaşarak. Umursamazca omuzlarımı indirip kaldırdım. "Tabi. Baha ve İkra seni çok sevdiler." Giyinmesi için odadan çıkacağım sırada sözleri üzerine durmuştum. "Onu kast etmedim." İşaret parmağı ikimiz arasındaki mesafeyi gösterdi. "Sen ve ben?"

 

Bugün çok fazla şey yaşamıştım. İlk önce sabah beni oldukça zorlayan bir terapiye katlanmak zorunda bırakıldım. Ardından anılarımı üçüncü kişi gözüyle izledim ve yaklaşık üç saat boyunca baygın kaldım. Ilgaz'ın benden daha bir sürü şey sakladığını kulaklarımla duydum, Uraz'ın abiliğini göz yaşları içinde kabul ettim, onunla sevdiği kızın yasını tuttum. Ve bunların hepsini yaparken bir yandan da vicdan azabı çektim. Bütün olanları unuttuğum ve insanların başına bela olduğum için...

 

Yani kısacası şu an Ilgaz'la aramızdaki ilişkiyi sorgulayabilecek psikolojik alt yapıya sahip değildim. Hatta en son düşünmek istediğim şey buydu. Çünkü Ilgaz'ı düşünmek beni ekstra bir yorgunluğa sürüklüyordu.

 

"Bunu senin belirlemen gerekmiyor mu?" Parmaklarım kapının kolunu kavradı. "Her şeyi hatırlayan sensin ve bir şeyler saklayan da." Ve tepkisini beklemeden kapıyı açtığım gibi dışarıya çıktım. Ona güvenmemeliydim. Yanındayken her zaman tetikte olmalıydım. Ama onun lavanta kokusu bile beni mayıştırmaya, aklımı bulandırmaya yetiyordu.

 

Ağrıyan başıma küçük masajlar yaparken kendi odama girdim. Ortama uyum sağlamak için pijamalarımı giymeliydim. Dolabımdan siyah uzun kollu saten pijamamı çıkardım. Arkadaşlarımla oturmak için en uygunu buydu. Yakası v şeklindeydi hiç de açık sayılmazdı. Aynadan kendime baktığımda sabah sürdüğüm rimelin dağıldığını fark ettim.

 

Gözlerimin altındaki koyuluk artmıştı. Bir süredir kâbus gördüğüm ve bu yüzden uykusuz kaldığım için olduğunu düşünüyordum. Makyajımı temizledikten sonra saçlarımı da tepeden topladım. Sadece boynum ve ayaklarım gözüküyordu. Uzun çoraplarımdan bir çifti de giydiğimde ceketimin cebindeki telefonu alarak merdivenlere yöneldim.

 

Ilgaz çoktan aşağı inmiş olmalıydı. "Sen buraya yatarsın. Ilgaz için de koltuğu açarım olur mu?" İkra yere yumuşak gözüken bir yatak yapmış ve şimdi de koltuğu geriye yatırmaya çalışıyordu. "Dur sana yardım edeyim." dedi Baha yastığın kılıfını geçirmeyi bitirdiğinde. Gözlerim Ilgaz'a kaydı. O da koltukta oturmuş kendi yastığının kılıfını düzeltiyordu. Mavi kareli pijamaları ona yakışmıştı. "Yatacak mısınız hemen?" dedim ben de onların yanına geçerken.

 

"Baha'nın dersler yüzünden kafası şişti, benim de öyle. Siz yorulmadınız mı?" Ilgaz gözlerini bana dikti. Ona bahane olarak ne söylediğimi bilmiyordu tabi ki. "Pratik yordu bizi tabi. Ama benim pek uykum yok." dedim. Ilgaz'ı bulunduğu zor durumdan kurtardığımda soru soran bakışları cevabını almıştı.

 

"Benim de yok." dedi Ilgaz. Baha yastığına sarılıp yere uzanırken "Herkese iyi geceler." diye mırıldandı. O bizim konuşmamıza katılmıyordu bile. "İyi geceler aşkım." dedi İkra ona bir öpücük verdikten sonra. "O zaman siz takılın. Benim de çok uykum geldi. Odama çıkıyorum."

 

Baha hafiften horlamaya başladığında bu kadar çabuk uyumasına şaşırmadan edemedim. Keşke benim de böyle bir özelliğim olsaydı. "Gel. Bahçeye çıkalım." dedim fısıldayarak. "Örtünü al." Mutfağa doğru ilerleyip köşeye koyduğumuz minderlerden iki tanesini aldım elime. Sürgülü kapıyı sessizce açmaya çalıştım ama yine de biraz gürültü yapmıştım.

 

Çimlerin üzerine minderleri koyduğumda Ilgaz da elinde örtüsüyle gelmişti. "Otur sen." dedim yeri işaret ederek. "Bir şey ister misin? İçecek falan." Gözlerini havaya dikip kafasını sağa sola salladı. Benim de pek bir şeyler yiyip içesim yoktu. Bu yüzden içeri geçip kendime bir battaniye kaptığım gibi tekrar bahçeye çıktım.

 

Ilgaz yerinde sessizce oturdu ve gökyüzüne bakmaya devam etti. Havada ne tek bir yıldız ne de bizim beyaz olarak gördüğümüz Ay vardı. Hepsi de bulutların arkasına saklanmışlardı. "Neden benden ilaç içmemi istedin dün gece?" Şu an en çok ihtiyaç duyduğum şey sessizlik olabilirdi ama Ilgaz'la konuşmadan duramıyordum. Derin nefes aldığını duydum. "Seni takip etmelerini önlemeye çalışıyorum. Bugün yine Akis'e gittim." Kaşlarımı çattım. Söylediği kelimeyi anlamamıştım. "Akis?"

 

"O saçma laboratuvar işte. Kendileri gibi saçma bir isim koymuşlar." Artık sinirlenince hızlı hızlı konuştuğunu ve söylediklerini pek umursamadığını net bir şekilde biliyordum. Takıldığım nokta burası değildi. Asıl sorun konuşurken bana bakmamasıydı. Ortamda rahatsız edici bir duygu asılıydı. Ilgaz bana biraz soğuk davranıyordu. Gözlerimi ondan çektim ve gökyüzünü izledim.

 

"Anladım." dedim sadece. Aramızda az önceki konuşmadan başka garip bir şey yaşanmadığı için davranışlarının sebebi benim sözlerim olmalıydı. O benden bir şeyler saklarken problem yoktu ama ben ona arkadaş olmadığımızı ima ederken sorun vardı öyle mi? Tavrı sinirlerimi bozmuştu. "Bugün seni o haplar sayesinde göremediler. İşe yaradı yani." Bunu çok önemsiz bir şeyden bahsediyormuş gibi söyledi. Aksine bu benim için umut verici bir gelişmeydi. En azından artık onları istediğimiz zaman engelleyebilirdik. "Ne güzel." dedim ben de soğuk bir şekilde.

 

Düşünceli gözüküyordu. Başka bir şeye kafasını taktığını fark ettim o an. Az önceki konuşmamızdan dolayı aramızın bozuk olduğunu düşünmüştüm. Ama anlaşılan öyle değildi. Bu düşüncemi kanıtlar nitelikte gözleri bir anda beni buldu. "Bugün bizi dinlediğini biliyorum." dedi hızlıca. Ufacık bile şaşkınlık yoktu içimde. Sonuçta hâlâ nasıl çalıştığını çözemediğim bir bağ vardı aramızda. Beni hissetmesi çok da garip bir durum sayılmazdı. Omuzlarımı indirip kaldırdım. "Neden sormuyorsun Peri? Bir sürü şeyi merak ettiğini biliyorum. Niye sormuyorsun bana?"

 

Gözlerimi kaçırdım ondan. Ellerim omuzlarımdaki örtüyü kavradı. Çünkü ona güvenmek istiyordum. Eğer bana en ufak bir yalan söylediğini anlarsam bütün her şey biterdi benim için. Kazadan sonra hayatımdaki en önemli şey güvendi belki de. Anne ve babama güvenememiştim. Hayatımda hiç kimseye de doğru düzgün güvenemiyordum artık. İnsanları kafamda kendime uygun hâle getiriyordum sadece.

 

Kararlı bir şekilde koyu kahve gözlere baktım. "Korkuyorum. Oldu mu? Sana sorduğumda alacağım cevaptan korkuyorum." Şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. Çok fazla mı açık konuşmuştum? Sert bir rüzgâr estiğinde örtüme daha çok sarıldım. "Peki..." dedi sakince. "Sana sadece bugün duyduğun şeyin açıklamasını yapacağım." Aman fazla bilgi falan verirdi şimdi. Ne yapardık o zaman? İstemsizce gözlerimi devirdim ve ellerimle oynadım. Ilgaz'ın kıkırdayışlarını duyuyordum ama onu görmezden geldim.

 

"Böyle olmana öyle çok seviniyorum ki." Bu sefer şaşırma sırası bendeydi. "Ne demek bu?" Kafasını hafifçe eğerek şirin şirin suratıma baktı. "Hep tahmin ettiğim tepkileri veriyorsun." İstemsizce güldüm. "Çok mu iyi tanıyorsun beni?" dedim alayla. Kafasını salladı onaylamak için. Vücudumu tamamen ona çevirdim.

 

"O zaman belirsizliklerden de nefret ettiğimi biliyor olmalısın." Yine kafasını salladı. "Dinle." dedi o da tamamen bana dönerken. "İkimizin arasında eskiden ne olduğunu merak etiğini biliyorum. Ama şu an sana söyleye..." Birazdan kafayı yiyecektim. Açıklama yapacağım diyordu ama tek yaptığı beni geçiştirmekti. "Neden ya neden?" dedim biraz sesimi yükselterek. "Bana nedenini söyle." Sinirlerim iyice gerilmişti.

 

"Çünkü hatırlamanı istiyorum." Sesi benden daha gür çıkmıştı. Duruşumu bozmadan yapacağı açıklamayı dinledim. "Oldu mu? Bizi hatırlamanı istiyorum. Bunca zaman olanları sadece kendi başıma yaşatmaya çalıştım." Sinirliydi. Normalde geçmişten bahsederken gözleri dolardı fakat şimdi gözlerinde bulunan tek duygu kararlılıktı. "Bütün bunların ne kadar zor olduğunu biliyor musun? Bugün hatırladığın olaydan sonra seni her yerde aradım. Her gün... Sana yemin ederim."

 

Boğazıma bir yumru oturdu. Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Tamam. Sakin ol." Titreyen sesim daha fazla konuşmama engel oldu. Zaten konuşabilsem de ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Ilgaz ellerini yüzüne kapattı ama hemen sonrasında sakinleşmiş bir şekilde konuşmasını sürdürdü. "Yani sadece hatırlamaya odaklan. İstediğin kadar benden şüphelenebilirsin. Ama her şey bittiğinde sadece bana güvenmen gerektiğini anlayacaksın." Elleri ellerimi buldu ve sıkıca sardı. İlaçlar yüzünden mavi ışıltılar yoktu ama o rahatlatıcı soğukluğu benimleydi. Bir an sinirlerimin yatıştığını hissettim.

 

"Akel'i bir daha görürsen normal davran. Bir şey belli etmeyelim." Otomatik bir şekilde kafamı salladım. "Güzel." dedi gülümseyerek. Sonra eli saçlarıma ilerledi. At kuyruğumdan bağımsız duran ince bir teli kulağımın arkasına yerleştirdi. Eskiden birbirimizi seviyor muyduk Ilgaz? Ben seni terk mi ettim?

 

Çok fazla acı çekmiş olmalıydı. Ona sarılmak istedim ama cesaret edemedim. Bakışları derinleşmeye başladığında benim de kalbim ritmini bozmuştu. Bu yüzden artık gitmem gerektiğinin farkına vardım. "Ben gideyim. Uykum geldi." Örtümle beraber ayaklandım. "Sabah kahvaltıya kalırsın değil mi?" dedim mutfak kapısından geçmeden önce. Gözlerini yavaşça açıp kapattı. Ona iyi geceler diledim ve odama ilerledim. Asla uykum yoktu ama Ilgaz'dan biraz uzaklaşmak istemiştim. Onun etkisi altına girmek istemiyordum. Bağlanmak istemiyordum.

 

Yatağıma oturduğumda komodinin üzerinde duran eczane poşeti gözüme çarptı. Belki ilaçlar beni kolayca uyuturdu. Aşağı inmeye üşendiğimden okul çantamda duran şişedeki suyla beraber uyku ilacımı yuttum. Tek yapmam gereken gözlerimi kapatmaktı.

 

***

 

"Teşekkür ederim."

 

"Ne demek. İyi dersler sana."

 

Ilgaz'a el sallayıp kampüsten içeri girdim. Sabah beraber kahvaltı etmiştik ve Ilgaz da beni okula bırakmayı teklif etmişti. Onun sayesinde otobüslerden kurtulmuştum. Şimdi de Hazar'ı bir ziyaret edecektim. Arabada mesajlaşmıştık. Fakültesinin kafeteryasında oturduğunu söylemişti. Ben de direkt derse gideceğimi yazmıştım ama sürpriz yapacaktım. Moralimi yerine getirmek konusunda eline su dökemezdim ve şu an ihtiyacım olan kişi kesinlikle Hazar'dı.

 

Yazılım mühendisliği okuyordu. Havalı olduğundan bu mesleği seçtiğini söylüyordu ama bu bölümü kazanmak için çok çalıştığını biliyordum. Şimdi bile sınavlarına oldukça önem veriyordu. Fakültesinin önüne geldiğimde binanın köşesindeki kıvırcık sarı saçlar gözüme çarptı. Sessiz adımlarla yanına ilerledim. Arkası dönük olduğundan beni görmemişti.

 

Ama attığım iki adım sonrası yerimde çakılı kaldım. Kızıl saçlı bir kadın kocaman güneş gözlükleriyle Hazar'ın karşısında duruyordu. Binanın yan tarafında olduklarından kadını ancak yaklaşınca görebilmiştim. Dünden sonra onu nerede görsem tanırdım. Bende aşılamayacak korkular bırakmıştı çünkü.

 

Akel denen kadın beni fark etti ve güneş gözlüklerini hafifçe indirerek gözlerini üzerime dikti. Hazar'ın arkasında duruyordum. Gözlerini kapatıp sürpriz yapacaktım ona. Karşılaştığım durum beni oldukça şaşırtmıştı ve kesinlikle mantıklı bir açıklama bekliyordum. Hazar'ın bu kadınla ne ilgisi olduğunu bilmiyordum ama bu konuda sorularımı sormaktan çekinmeyecektim. Bu kadın benim anılarımı çalmıştı.

 

İstediğim açıklamayı almak için arkadaşıma seslendim. "Hazar?"

 

,

 

 

 

 

Loading...
0%