@yellowwheat
|
"Hazar?" Sesimdeki şaşkınlık barizdi. Ve bence şaşırmakta haklıydım da. Hatıralarımı çalan kadın ve her seferinde yüzümü güldürmeyi başaran arkadaşımı birlikte görüyordum. Hazar ona seslendiğimi duyunca hızla arkasını dönmüş, en az benimki kadar bir şaşkınlıkla gözlerini üzerime dikmişti. Beni görmeyi beklemiyormuş gibiydi. Bir adımını bana doğru atacakken son anda vazgeçti.
"Peri! Ne kadar güzel bir tesadüf bu böyle." Akel denilen kadın alev kırmızı saçlarını savurarak Hazar'ın önüne geçti. İsmimi söyleme şekli sinirime dokunmuştu. Tırnaklarımı avcuma geçirdim. Sen hiçbir şey bilmiyorsun Peri. Ona göre hareket et. "Sizi burada görmeyi beklemiyordum." dedim biraz imayla karışık. Kırmızı ojeli tırnaklarını Hazar'ın koluna koyduğunda yüzünde samimiyetsiz bir gülümseme vardı. "Benim kızım da burada okuyor. Onu ziyarete gelmiştim. O sırada da Hazarcığımla karşılaştık. Değil mi Hazar?"
Gözlerimi şüpheyle arkadaşıma çevirdim. Kadının elleri altında ecel terleri döküyordu. Rahatsız hissettiği her hâlinden belliydi. Yine de kadını onaylamak için kafasını hafifçe sallamıştı. "Ben gideyim artık." Güneş gözlüklerini özenle başının üzerine yerleştirirken bana doğru bir iki adım attı. "Günümün bu kadar güzelleşeceğini düşünmemiştim." diye lafını devam ettirirken gözleri Hazar'ı süzüyordu. Yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tuttum. Sabah yediğim yumurta midemde taklalar atıyordu.
Hazar kaş göz işareti yaptı ama ne demek istediğini anlamıyordum. Sonunda kadının yanımdan geçip gideceğini düşünürken kulağımda bir nefes hissettim. "Etrafındakileri iyi koru Peri. Kapıverirler sonra." Akel'in iğrenç sesi benden uzaklaştığında ona karşı hissettiğim umursamazlık büyük bir korkuya evrildi. Bir şeyler döndüğünden kesinlikle haberi vardı. Aksi takdirde o melek hâllerini devam ettirmesi gerekirdi.
Topuklu ayakkabılarının çıkardığı tok sesler bir süre etrafımda döndü ama Hazar'ın ismimi seslendiğini duyduğumda direkt ona odaklanmıştım. "İyi ki geldin ya. Sıkıştırdı beni buraya. Cazibeme dayanamadı tabi." Az önce korkuyla bana bakan o değilmiş gibi şimdi bir de dalga geçiyordu.
"Siz nerden tanışıyorsunuz? Hazarcığım falan diyor bir de." Hazar'ın alaylı gülümsemesi genişlediğinde parmakları sarı tutamlarını dağıttı. Aramızdaki mesafeyi bir iki adımda kapatarak kolunu omzuma attı. "Aman Hazar'ını da kıskanırmış. Merak etme ben sadece senin Hazarcığın olurum." Kurduğu cümleye benden önce kendisi yüzünü buruşturdu. Bir yandan yürüyor, bir yandan da sağ koluyla da omzuma baskı uygulayarak beni peşinden sürüklüyordu. "Cıvıma, ciddi bir soru sordum. Hem kadın az önce seni gözleriyle taciz etti farkındasın değil mi?"
Beni kafeteryaya doğru sürüklerken kolunda altında ezilmiştim. Saçlarım karıştığından önümü bile doğru düzgün göremiyordum. "Bunlara alışkın olduğumu biliyor olmalısın bebeğim." Sonra bir an duraksadı. Ben de onunla beraber durmuştum. "Bir şey mi oldu?" diye sordum merakla. "Şu kelimeyi her söylediğimde beni çimdiklesene." İlk önce neden bahsettiğini anlamadım. Az önce kurduğu cümleyi kafamda tekrar döndürdüm. Ancak o zaman hangi kelimeden bahsettiğini anlayabilmiştim. "Olur." dedim hemen hevesle. Ondan dayak yediğim günlerin acısını çıkartacaktım.
"Nesi var ki kelimenin? Bence gayet tatlı. Bebeğim. Tatlı bence." Kendi kendine konuşa konuşa yürümeye başlamıştı. Ben de ona uyarak hızlı adımlar attım. "Biraz itici sanki?" dedim kendi fikrimi belirterek. "O yüzden mi sevmiyor acaba?" Hâlâ kendisiyle konuşuyordu. Kendine gelebilmesi için omuzlarından sıkıca tuttum onu. Kafeteryanın tam ortasında durduğumuzdan birkaç çift göz bize dönmüştü. "Kim sevmiyor?"
Gözlerini beyaz fayanstan çekerek bana baktı. "Efendim?" dedi şakınca. Oho, bunun devreler iyice gitmiş. "Hazar bak beni iyi dinle. O kadından uzak dur tamam mı?" İlerlemesini sağladım ve bir sandalyeye oturttum onu. "Anladın mı beni?" Kafasını salladı usulca. Hâlâ biraz durgundu. Bu meseleyle sonra ilgilenecektim ama o kadını etrafımdakilerden uzak tutmalıydım. Az önce alenen tehdit edilmiştim. "Hayret. İlk defa sorgulamadan kabul ettin." dedim yanına sandalye çekip otururken.
"Sence ben çok mu çocuksuyum? Durmam gereken yeri bilmiyor muyum?" Bu sefer az önceki hâlinin aksine oldukça ciddi ve odaklanmış görünüyordu. Bütün hayatı benim vereceğim cevaba bağlıydı sanki. Babası sürekli ona böyle söylerdi. Büyü biraz, kaç yaşına geldin derdi. Yine babasıyla kavga mı etmişti?
"Bunları daha önce konuşmuştuk Hazar. Sen nasıl davranmak istiyorsan öyle davranmalısın. İnsanlar hep kendilerine göre bir imaj çizerler etrafındakilere. Ve eğer biri bu imajın sınırları dışına çıkarsa onu baskılamaya çalışırlar. Onları umursamamalısın." Başını omzuma yasladı. Bu hareketi yapması için iki büklüm olması gerekmişti. Sevimliliğine gülümsedim.
"Ama onun dediklerini çok önemsiyorum." Sesi kısık çıkmıştı ama yine de duyabilmiştim. "O kim?" diye sordum. Omuzlarını indirip kaldırdığında bahsetmek istemediğini anladım. O yüzden üzerine çok gitmemeye karar verdim. Anlatmak istediğinde o benim kapımı çalardı. Aynı anda hem bu kadar odun hem de kırılgan olmasını anlayamıyordum bazen ama her insanın olduğu gibi onun da iyi ve kötü tarafları vardı işte.
O sırada karşıdan kalabalık bir öğrenci grubunun yaklaştığını gördüm. İçlerinden birini tanımayı başardığımda telaşla Hazar'ı dürttüm. "Hazar kalk seninkiler geliyor. Özenle oluşturduğun mükemmel popülerliğin bozulur bak. Bulduğu kızın omzunda ağlıyor derler sonra." Biraz dalga geçmiş olabilirdim ama asıl amacım hızlıca buradan tüymekti. Hazar'ın arkadaşlarını pek sevmiyordum. Pek değil hiç sevmiyordum hatta.
Başını telaşla omzumdan kaldırdı ama gözlerini devirmeyi de ihmal etmedi. "Ben gidiyorum." dedim ayaklandığımda. "Aman hemen kaç zaten. Yiyecekler sanki seni." Çoğu yakın dövüş kulübünde olduğundan bayağı yapılılardı. Hazar'la da oradan tanışıyorlardı zaten. Biri şöyle bir üflese iki metre öteye uçardım orası ayrıydı ama daha çok tavırlarını sevmiyordum. Hazar'ın dediği bazen olası gelebiliyordu çünkü insana gerçekten de yiyecekmiş gibi bakıyorlardı. Rahatsız ediciydi.
Bu düşüncelerimi Hazar'la paylaşmadan ona el salladım ve seri adımlarla dışarı çıktım. Dersim olduğu için gelmiştim buraya ama sabah sabah Akel denilen kadın dersimi bana çok güzel bir şekilde vermişti zaten. Tadım tuzum kalmamıştı. Bu yüzden hiç kendi fakülteme uğramadan dümdüz yürüyüp çıktım okuldan.
Derse katılsam hiçbir şey anlamayacaktım. Kafam fazlasıyla doluydu. Bu yüzden ben de Pandia'ya gitmeye karar vermiştim. Dans etmek bana iyi gelecekti. Hem hâlâ koreografiyi tam olarak belirleyememiştim. Ilgaz şarkıyı halletmişti ama ben daha açıp da şarkıyı bile dinlememiştim. Araya bir sürü şey girmişti. Aklımda bazı figürler vardı. Eğer bütün günümü buna harcarsam rahatlıkla hallederdim ama bir de kafeye gitmeliydim. Neyse ki yarın boştum. En geç yarın akşama dansın taslağı belli olurdu.
Durakta bekleyen otobüslerden birine atladığımda boş yer olmadığından ayakta gitmek zorunda kaldım. Çok fazla nefes almamaya çalışıyordum. Otobüs zaten havasızdı ve ayakta sürekli bir dengesizlik hâlinde olduğumdan midem bulanmıştı. Kendi durağıma kadar bekleyemedim. Sabrımın son raddesine geldiğim an bastım düğmeye. Otobüs işlek caddenin köşesinde yavaşça durdu. Kalabalığı yararak arka kapıya ulaşabildiğimde aceleyle indim otobüsten.
Bir süre ellerimi dizlerime yaslayarak iyice soluklanmaya çalıştım ve otobüsün gözden kayboluşunu izledim. Yanımda her zaman kokulu bir şeyler taşımak zorundaydım. Ve en mantıklısı taksiye binmekti. Salak gibi tek başıma otobüse binmiştim.
Dans kulübüne kalan yolu yürüdüm. Akılsız başın cezasını ayaklar çekermiş. Aslında eve de uğramam gerekiyordu. Yedek kıyafet almalıydım ama sabah hiç böyle bir planım yoktu. Artık üzerimdekilerle idare edecektim. Kalın bir tayt ve sweatshirt giymiştim. Çok fazla terleyecektim ama şu an için elimden pek bir şey gelmiyordu. 303 numaralı odaya yedek kıyafet depolasam hiç fena olmazdı. Bundan sonra kendi evimden çok o odada vakit geçirecektim çünkü.
Pandia'ya yaklaştığım sırada Ilgaz'a mesaj çekmeyi de ihmal etmedim. Eğer bugün işi yoksa o da benimle beraber çalışabilirdi. Normalde Çarşamba, cumartesi ve pazar günleri çalışmaya karar vermiştik fakat bir gün fazla çalışmaktan zarar gelmezdi. Hem dansın başını da pratikleştirmiş olurduk.
Öğlene yaklaştığımızdan hava ısınmaya başladığı sıralarda neyse ki kulübe ulaşmıştım. Girişteki görevli kıza bir baş selamı vermiş ve asansöre yönelmiştim. Umut Hoca biz zorluk yaşamayalım diye bütün kulüp personellerini bilgilendirmişti. Asansör beni yedinci kata çıkardığında vakit kaybetmeden 303 numaralı salona girdim.
Güneş, camla kaplı duvardan bütün odayı aydınlatırken aynı anda da ortamı ısıtmıştı. Eşyalarımı köşede duran masanın üzerine yerleştirdikten sonra vakit kaybetmeden duvarın arkasına geçtim ve telefonumu bilgisayara bağlayarak Ilgaz'ın bana gönderdiği şarkıyı açtım. Müzik başladığı andan itibaren çok güzel bir şeyin ortaya çıktığını biliyordum ama cilalı tahta zemine oturup dikkatle dinlediğim sırada bu melodinin güzel kelimesiyle ifade edilemeyeceğini anladım. Şarkı orijinalinde olduğu gibi ağır bir tempoda başlıyordu ama süresi kısalmıştı.
Sırtımı zemine yaslayıp yere uzandım ve gözlerimi kapattım. Ardından Billie'nin sesi odayı doldurdu. Ilgaz arkaya çeşitli ritimler eklemişti. Bu da dans etmemizi daha kolay hâle getirirdi tabi ki. Bu işte bu derece başarılı olduğunu bilmiyordum.
Otuzuncu saniyeden itibaren şarkı yavaş yavaş hızlanıyordu ta ki nakarata kadar. Kafamda binlerce figür dolanırken ritim yavaşladı. En sevdiğim kısmın burası olduğuna karar verdim o an. Eve hoş geldin kısmından sonra nakarat tekrarlamaya başladı ama az öncekine zıt bir şekilde burası oldukça hızlıydı. Dansımızı sergileyeceğimiz bölüm tam da burasıydı işte. Birbirimizi tamamlayıcı ve hızlı hareketlerle muhteşem bir koreografi yapabilirdim.
Müzik son bulurken baştaki gibi bir melodi girdi. Söz yoktu ve göstermek istediğimiz duygulara uygun olmuştu. Ilgaz şu an burada olsaydı onu ayakta alkışlardım. Ondan güzel bir şeyler bekliyordum ama bu kadarını tahmin etmemiştim. Şimdi sıra bendeydi. Ayaklandığım sırada şarkı başa sardı. İlk bölümde ayna tasviriyle başlayacaktık. Ortada devasa bir çerçeve istiyordum. Karşımda tam da böyle bir şey varmış gibi ayakta kaldım. Siyah ile beyazın uyumu ve birbirini yansıtışlarını gösterecektim. İnsanın benliğindeki iki zıt taraf...
Arkamız dönük başlamalıydık. Şarkı girmeden önceki beş saniyelik kısımda birbirimize dönerdik. Düşündüğüm hareketi birkaç kere tekrarladım. Sözler girmeden hemen önce sağ kolum zarifçe kalbime doğru uzandı ve parmaklarım hafifçe yanağıma değdi. Ilgaz'ın karşımda olduğunu hayal ettim. Ben sağ kolumu, onun soluna denk geldiğinden mecburen, o da sol kolunu hareket ettirecekti.
Ayna tasvirini tamamlamak adına ellerimizi ortada birleştirmemiz gerektiğini düşündüm. Ama çok uzun sürmemeliydi. Parmaklarım yavaşça aşağı süzüldü. Şimdi sıra birbirlerini baskıladıklarını göstermekteydi. Bunu en iyi nasıl gösterebilirdim? Birkaç dakika ayakta öylece bekledim ve sonunda parmaklarım ileri uzandı. Beyaz taraf siyahın boğazına uzandı. Bu hareketin tek taraflı çok saçma gözükeceğini fark ettim. Bu yüzden Ilgaz'ın eli de bana uzanmalıydı. Şarkı hızlı olduğundan bu hareketler saniyelik gerçekleşecekti ve bir vuruş sesinden sonra ellerimiz bulunduğu yerden ayrılmalıydı.
Hayal ettiklerimi unutmamak adına kaydetmeliydim. Arka kısma gidip şarkının hızını düşürdüm ve telefonumu masanın üzerine yerleştirdim. Şimdilik bir kameramız yoktu. Eğer Umut Hoca'ya söylersem anında halledeceğini biliyordum ama şu an için telefonum yeterliydi.
Koreografinin sadece ilk yirmi saniyesini belirleyebilmiştim. Ama bunun için neredeyse yarım saatimi harcamıştım. Kaydı durduğumda kendime düşünmek için zaman tanıdım. İşin bu kısmı tamamen zihinseldi ve koreografiye çalışmaktan daha yorucuydu. Bir ara Umut Hoca'dan destek istemeliydim çünkü tek başına yapılabilecek bir şey değildi.
Geriye kalan zamanımda da hareketleri gözümde canlandırmaya çalıştım. Ama şarkı hareketlendikçe bu daha da zorlaşıyordu. Kendimi iyice kaptırdığım dakikalarda ismimin seslenildiğini duydum. Şaşırmıştım çünkü ne kapının açıldığını fark edebilmiştim ne de birinin içeri girdiğini... "Selam." dedi bu sefer aynı ses. Fazla hareket etmediğimden çok terlememiştim ama kendimi biraz dağınık hissediyordum. Elimi hafifçe kaldırarak "Selam." dedim ben de. Ilgaz yavaş adımlarla salonun ortasına yürüdü.
Üzerinde siyah bir sweatshirt ve kot ceketi vardı. Altına ise gri bir eşofman giymişti. Bu çocuğun tarzına kesinlikle bayılıyordum. Saçları birkaç günde iyice uzamıştı. Dalgalı uzun saçların en çok yakıştığı kişinin Ilgaz olduğunu düşünüyordum. Ayrıca oldukça da yumuşak görünüyorlardı.
"Seni aradım ama duymadın galiba." dedi karşımda elleri cebinde dikilirken. Buraya gelmeden önce ona mesaj atmıştım ama koreografi işi beni oyaladığından tamamen aklımdan çıkmıştı. "Hareketleri belirlemeye çalışıyordum." Saçlarımı omuzlarımdan aşağı sallandırdım. Sabahki olaydan bahsedip bahsetmemek arasında gidip geliyordum.
"Bir de ben göreyim belki yardımım dokunur." dediğinde bu konuyu ertelemeye karar verdim. Masanın üzerindeki telefonu alarak az önce kaydettiğim videoyu açtım. "İşte yalnızca yirmi saniyesi." Telefonumu eline alarak yere bağdaş kurdu. Tepkilerini izleyebilmek adına ben de yanına oturdum. Kaydı birkaç defa izledi. "Ne düşünüyorsun?" dedim merakla.
Bir kere daha izledi ve ardından baş parmağını gururla havaya kaldırdı. Ona gülümsedim. "Aklıma birkaç hareket geldi." dedi yerinden kalkarken. Kot ceketini üzerinden çıkarıp masaya koydu. Ellerimi arkama yaslayarak onu izledim. "Şarkıyı açar mısın?" Kıyafetinin şapkasını düzeltti. Dediğini yaptım. Telefonumdan açtığım için müzik biraz kısıktı ama yine de idare ederdi. Benim yaptığım gibi ayakta durdu ve eliyle karşısına geçmemi işaret etti. Yerde oturup onu izlerken gayet rahattım aslında. Hem manzaram da gayet güzeldi.
Tam karşısına geçtiğimde benim en son yaptığım hareketi tekrarlayıp elini boynuma sardı. Ben de aynısını yaptım. Ve aynı anda ellerimiz çekip yukarıya doğru kaldırdık. "Böyle değil mi?" Kafamı salladım onaylamak için. Sonra ellerimiz hâlâ havadayken Ilgaz diğer elini çeneme koydu nazikçe. Mavi ışıltılar usulca yüzünde dans etti. "Sonra da başını sağ tarafa çevir." Sözlerine birebir uyduğumda sanki o çenemi yönlendiriyormuş gibi oldu. "Aynısını ben de yapacağım değil mi?" diye sordum. "Aynen." diye cevapladı.
Gösterdiği hareketi birkaç defa tekrarladık. Ilgaz şarkıyı düzenlemekte olduğu kadar hareketleri hayal etmekte de fazlasıyla başarılıydı. Ayna tasvirini devam ettirecek birkaç figür daha bulduk. Bazılarını zeminde gerçekleştirmeye karar vermiştik. "Tamam. Bu kısımda aynayı yok etmemiz gerekecek." Bu kısım biraz zahmetliydi çünkü devasa çerçeveyi sahneden kaldırmak için birkaç insan gerekecekti ama aynı zamanda da hızlı olmalılardı. Bu da sahnenin estetiğine zarar verirdi. Çerçeveyi hem hızlı bir şekilde hem de görseli bozmadan kaldırmalıydık.
"Ya ip kullanırsak?" Ilgaz bir süre ne demek istediğimi anlamadı. "Yukarıya doğru hareket ederse?" dedim anlamasını kolaylaştırmak için. Bir süre düşündü. "Biraz riskli ama başka da çaremiz yok gibi. Bunu Umut Hoca'yla konuşalım." Onu onayladım.
Dansın geri kalanını belirlemek çok da zor olmadı. Çünkü baskıyı hareketlerle göstermek sevgiyi tasvir etmekten çok çok daha kolaydı. İlk önce beyaz taraf yani ben, siyah tarafı baskılamaya çalışacaktım. Ardından da siyah kısım beyazın gerçekleri görmesini engelleyecekti. Buraya kadar belirlediğimiz bütün figürler içime sinmişti. Umut Hoca'nın da istediği gibi duygu oldukça ön plandaydı ve aynı zamanda da esnekliğimizi gösterebilirdik.
"Şarkının hızlı bölümünü de yarın belirleyelim. En önemli kısım burası. Aceleye gelmesin." Eşyalarımı toplarken dans partnerim Ilgaz olduğu için sevinmekle meşguldüm. Baştan iş bölümü yapmıştık zaten ve istese bugün buraya gelmek zorunda bile değildi aslında. Onun görevi şarkıyı düzenlemekti benimki de koreografiydi. Şarkıyı oldukça başarılı bir şekilde halletmişti ve şimdi de gelmiş hareketlerde bana yardım ediyordu. Bu onun görevi değildi ama yine de yanımda olduğu için mutluydum. Umarım bu hissettiğim şeyler dansımıza da yansırdı da bir üst tura geçerdik.
Ilgaz aynada dağılan saçlarını düzelttikten sonra masanın üzerindeki ceketini aldı eline. Arkasını dönmek üzereyken ona seslendim. "Ilgaz?" Otomatik olarak gözleri beni buldu. Son zamanlarda hayatımdaki en güzel şey oydu ve belki de eskiden de bana böyle hissettiriyordu. Eğer durum böyleyse; eğer geçmişte biz gerçekten birbirimize değer verdiysek, ki gördüğüm kadarıyla öyleydi, on sekiz yaşındaki Peri Karaay gerçekten de şanslı olmalıydı.
"Efendim." Birkaç adımda tam önünde durdum ve kollarımı omuzlarına doladım. Lavanta kokusu burnuma dolarken soğukluk etrafımı sardı. "Teşekkür ederim." dedim fısıltıyla. Ona daha önce hiç doğru düzgün teşekkür etmemiştim. Benden bir şeyler saklıyor olabilirdi ama anılarımı bana geri kazandırmaya çalışması bile değerli hissettiriyordu. Ellerini belime doladığında boy farkımızdan dolayı parmaklarımın üzerinde durmaya çalıştım.
"Ne için?" Sarılmama sorgulamadan karşılık vermişti fakat teşekkürümü kabul etmesi için geçerli bir nedene ihtiyacı vardı. Ona aradığı sebebi verdim. "Her şey için." Yüzümü ceketine bastırdığımdan sesim boğuk çıkmıştı. Saçlarımın üzerinde sıcak bir baskı hissettim. "Her zaman burada olacağım aurora." O saçlarımı mı öpmüştü? Kafamı hafifçe bulunduğu yerden kaldırdım. Mavi ışıltılarla çevrelenmiş gözleri sıcacık bir ifadeyle beni izledi. Kalbimin teklediğini hissettim ama kendimde ondan uzaklaşacak gücü bulamadım. Saçlarına dokunabilir miydim?
Gözlerim yavaşça tutamlarına odaklandı. Acaba onlar da lavanta mı kokuyorlardı? Öğrenmem için azıcık yükselip burnumu yaklaştırmam yeterli olurdu. Ellerimin altındaki kot cekete tutundum.
Sorun ne?
Ilgaz'ın sesi kafamın içinde dolandığında gözlerimi ancak saçlarından çekebilmiştim. Bir iki adım geri gittim. "Duş almalıyım." dedim uzaklaşma nedenimi açıklamak için. Fakat asıl neden tabi ki bu değildi. "Bekle." dedi hızlıca. O sırada masanın yanındaki poşeti yeni fark edebilmiştim. Ilgaz onu aldığı gibi tekrar yanıma geldi ve poşeti bana uzattı. "Sabah yedek kıyafet götürmemiştin. Ne olur ne olmaz diye."
Yemin ederim şu an buraya oturup hüngür hüngür ağlayabilirdim. İlk defa ilgi gören insanlar gibi davrandığımın oldukça farkındaydım ama böyle hissetmekten kendimi alıkoyamıyordum. Ben senin için neyim de bana bu kadar özenli davranıyorsun? Sabah kıyafet getirmediğimi fark edip bana kıyafet alıyordu öyle mi? Benim annem bana hasta olunca çorba yapmadı Ilgaz ama sen bana kıyafet getiriyorsun öyle mi?
Dudaklarımı birbirine bastırdım ve uzattığı poşeti aldım. Ona güzel bir gülümseme vermek istedim iyiliğinin karşılığı olarak. Onu bile becerememiştim. Güzel olmaktan çok hüzünlü bir gülümsemeydi bu. Ona hayran kalmam için elinden geleni yapıyordu.
Karşılık olarak gamzelerini gösterdi bana. "Ben gideyim." diyebildim sadece. "Seni arabada bekleyeceğim. Kafeye bırakırım hem anlatacakların vardır belki." Sabah olanlardan çoktan haberi vardı. Zaten biliyordu ama benden duymak istiyordu. Pekâlâ...
Kafamı salladım ve odadan ayrıldım. Onunla baş edebileceğimi sanmıyordum. Her an tetikteydi ve anında her şeyden haberi oluyordu. Aslında teknik olarak onun işi buydu. Beni güvende tutmak istediğini biliyordum. Ya beni ya da Akel'i takip ettiriyordu.
Bir üst kata çıkıp boş olan duş kabinlerden birini gözüme kestirdim. Ilgaz'ın verdiği poşeti duvardaki askılığa astım. Burada her zaman ücretli havlular olurdu ama etrafta görememiştim. Yan odaya geçerek bir de oraya bakmaya karar verdim. Neyse ki burada vardı. Otomat mantığıyla çalışıyordu. Parayı hazneye yerleştirdiğimde makinenin yanındaki büyük kapaktan vakumlu iki tane poşet düştü. Biri saçlarım içindi.
Tekrar kendi bölmeme geçerek üzerimi çıkardım ve kendimi sıcak suyun altına attım. Kaslarım gevşemeye başladığı sırada kolumda garip bir şey gözüme çarptı. Kolumun ortasında bulunan koca sarmal morluğun hemen yanında ince çizgi hâlinde bir kırmızılık uzanıyordu. Bir yere takılmış olmalıydım çünkü aynı iğnenin teninizi çizmesi gibi bir görüntüydü. Sadece hiç acı hissetmemem biraz garip gelmişti.
Hissedememek benim için korkunç bir şey olduğundan panik olmuştum ama kısa süre sonra bunu kafama takmamaya karar verdim. Ilgaz'ı bekletmek istemediğim için saçlarımı güzelce köpürttükten sonra durulandım ve az önce makineden aldığım havluya sardım bedenimi.
Ilgaz'ın bana verdiği poşete bir göz attım. Siyah kazak, bir adet kapüşonlu ceket ve pantolon vardı. Ve ayrıca iç çamaşırı takımı... Gayet günlük tarzdaydı ama bunu düşünmüş olması bile beni şaşkına çevirmişti. Onu bir mağazada kadın bölümünde hayal etmekten kendimi alamadım. Durduk yere sırıtmamın sebebi buydu.
İç çamaşırları da dahil üzerime biraz bol olmuşlardı fakat rahatsız edecek derecede bir bolluk değildi. Saçlarımı kurutursam işimin çok uzun süreceğini düşünüyordum. Son zamanlarda iyice uzamışlardı. Bu yüzden havluyla ıslaklığını iyice aldıktan sonra kapüşonumu kafama geçirip saçlarımı rüzgârdan korumayı amaçladım.
Aceleyle toparlandığımda başka bir kız kapıdan içeri giriyordu. Acele ettiğimi görünce kapıyı benim için tuttu. Ona teşekkür ettikten sonra hızla uzaklaştım. Çocuk beni beklerken kök salmazsa iyiydi.
"Hasta olacaksın." Pandia'nın hemen önünde duran siyah Opel'e yaklaştığımda Ilgaz'ın arabaya yaslanmış beni beklediğini gördüm. "Bin hemen üşütme." Onu destekler nitelikte sert bir rüzgâr esti. İkiletmeden ön koltuğa oturdum. Ilgaz da benim kapımı kapattıktan sonra sürücü koltuğuna geçmişti. Arabayı çalıştırdığında camı açtım. "Sabah Hazar'ı görmeye gittim." diyerek açıklamaya başladım. "Akel'le konuşuyorlardı. Akel'in çocuğu da bizim üniversitedeymiş onu görmeye gelmiş ve Hazar'la karşılaşmışlar."
"O yurt dışında değil miydi? " Ilgaz kendiyle konuşuyor gibiydi ama hemen sonra bana odaklandı. "Belki de doğru söylüyordur sonuçta Hazar'la bir işi yok." Sıkıntıyla bir iç çektim. Ilgaz'ın endişeli gözleri saniyelik olarak bana döndü. "Bilmiyorum." dedim. "Beni tehdit etti. Etrafındakilere dikkat et kaparlar sonra falan dedi." Kadın gerçekten tehlikeli biriydi. "Hazar'a zarar vermez değil mi?"
Ilgaz direksiyonu sağa kırarken "Sanmıyorum." diye cevapladı sorumu. "Muhtemelen sana yakın olduğu için Hazar'la da yakınlaşmak istemiştir." İçime biraz da olsa su serpilmişti yine de bu konuda hâlâ endişeli hissediyordum. "Ama bu kadar derine inmesi biraz garip." dedi Ilgaz düşünceli bir şekilde. Kaşlarım çatılırken ellerimle oynadım. Etrafımda Akel'i en iyi tanıyan kişi Ilgaz'dı. Sonuçta her hafta kontrole gidiyordu ve henüz ondan şüphelenmemişlerdi. Yine de Akel bir şeylerin farkına varmıştı ve bu bizim için hiç iyi değildi.
"Bizim görüştüğümüzü anlamış olabilir mi?" dedim gözlerimi yan profilinde gezdirirken. "Şu an için her şey olabilir. Sen merak etme ben halledeceğim." Yine yapıyordu işte. Beni bütün olanların dışında tutuyordu. Akel'in asıl istediği kişi bendim. Problem bendim ama olaylarla ilgili hiçbir bilgisi olmayan yine bendim. Bu artık sinirlerimi bozmaya başlamıştı.
Araba yavaşça durduğunda kafenin önünde olduğumuzu yeni fark edebilmiştim. Dalgınca kucağımdaki eşyaları toparlayıp "Bıraktığın için sağ ol." diye mırıldandım. Bugünlük beni dışarıda tutmasına izin verecektim ama bir daha olursa kesinlikle bu konuda tartışmamız gerekecekti.
"Yarın görüşürüz aurora." Kafamı salladım usulca. Sinirli olduğumda ona bu kelimeyi kullanmayı yasaklasa mıydım? Hemen yumuşuyordum çünkü.
***
ILGAZ
Peri'nin içeriye girmesini bekledikten sonra geldiğim yönün tersi istikametinde sürmeye başladım. Her gün gibi bugün de benim için oldukça yoğun geçmişti. Sabah Peri'yi okula bıraktıktan sonra buzluğa gitmiştim. Uraz acil gelmem gerektiğini söylemişti çünkü. Sonunda Boris hakkında bizim yönümüzde iyi gelişmeler olmaya başlamıştı. Adam şu an için en son İsveç havalimanında görülmüştü ve anlaşılan buraya geri dönmeye hazırlanıyordu. Onun için bir sürü eğlenceli kapan hazırlamıştım. Akel'in yoluma taş koyması hiç iyi olmamıştı ama Boris Akel'e göre biraz daha fevri bir kişiliğe sahip olduğundan işimiz gayet kolay olacaktı. Bir daha onu elimden kaçırmayacaktım. Her defasında dört ayağının üstüne düşüyordu ama bu sefer farklı olacaktı.
Kırmızı ışık yandığında hızımı azaltarak tamamen durdum. Artık evime gitmek ve güzel bir uyku çekmek istiyordum. Dün Peri'nin evinde kalmıştım ve nedense gözüme uyku girmemişti. Aslında nedeni biraz çocukça olduğundan bunun üzerine düşünmek istemiyordum.
Işık yeşile döndüğünde arabayı hareket ettirdim. Ana yola inmek için sola yöneldiğim sırada arkamdaki beyaz arabanın az önce de benimle beraber döndüğünü fark etmiştim ama belki de benimle aynı yere gidiyordur diye düşünmüştüm. Test etmek için bu sefer bir ara sokağa saptım ve mavi araç da tekrar benimle aynı yönde hareket etti. Artık emin olduğumdan telefonuma sarıldım hemen.
"Uraz takip ediliyorum." Ona hızlıca plakayı söyledim. "Tamam. Dikkatli ol. On dakikaya tekrar ararım. Açmazsan ekibi topluyorum." Onu onayladım ve telefonu kapatarak tekrar aynadan arabayı kontrol ettim. Hâlâ peşimdeydi. Evime gidemezdim. Orası tek güvenli yerdi benim için. Nereye gitmeliydim? Acaba Peri güvende miydi? Bunları düşünmeme fırsat kalmadan arkamdaki araç hızını artırıp yan tarafıma ilerledi. Ne yapacağını merakla izledim ama hemen sonrasında merakım kuvvetli bir darbe tarafından giderildi.
Arabama yan taraftan çok fazla yaklaştığında bunun sadece bir fragman olduğunu anladım. Eğer hızım biraz daha fazla olsaydı çoktan savrulmuş olurdum ama neyse ki kontrol hâlâ bendeydi. Hızımı artırarak ondan uzaklaştım ve bulduğum ilk ara sokağa saptım. Güpegündüz tehdit ediliyordum. Beni öldürmek mi istiyorlardı yoksa sadece bir gözdağı mıydı? Akel her şeyi çözmüş müydü?
Olaya ne taraftan bakarsam bakayım başım büyük beladaydı. Acilen bu peşimdekinden kurtulmalıydım. Sonunda şehir içinden çıkabildiğimde gaza iyice yüklendim. Kahretsin ki adam oldukça iyi araba kullanıyordu ve önündeki bütün arabaları büyük bir çeviklikle atlatmayı başarmıştı. Ani bir kararla ileride gördüğüm toprak alana saptım. Yoksa gerçekten de kaza yapacaktım. Hızımdan dolayı bütün kum toz ne varsa arabaya dolduğunda camları kapatmayı denemedim bile. Direksiyonu bıraktığım an bir ağaca toslardım.
Araba görünürden kaybolduğunda derin bir nefes almıştım ki telefonum çalmaya başladı. "Ne oldu? Atlattın mı? " Uraz'ın telaşlı sesini işittiğimde ona iyi haberi vermeye hazırlanıyordum. Ama hızla frene basarken o arabayı atlatmamın çok kolay olduğunun farkına vardım. Önümde aniden başka bir araba belirmişti. Frene asılmamın asıl sebebi buydu. Az kalsın ona çarpıyordum. Geri geri giderek bu arabadan da kurtulacağım sırada arkama da başka bir araç geçti. İşte şimdi kelimenin tam anlamıyla faka basmıştım. Sinirle dişlerimi birbirine geçirdim. Dudaklarımın arasından bir küfür sessiz ormana yayıldı.
,
|
0% |