@yellowwheat
|
GEÇMİŞ
"E, ne diyorsun?" Fuat karşısında düşünceli bir şekilde oturan gencin cevabını bekliyordu. Neredeyse yirmi yıldır bu laboratuvardaydı ve son zamanlarda onun inancına ters düşen bazı olaylara tanıklık etmek zorunda bırakılmıştı. Eğer gitmesine izin verselerdi asla bu işlere kalkışmazdı ama ona başka çare bırakmamışlardı. İyileştirme kısmı zaten büyük ölçüde desteklediği bir şeydi. Onu asıl rahatsız eden kısım bunun yapılış tarzıydı. Gençler zorla alıkoyuluyor ve acı çektirmek suretiyle onlarca deneye sokuluyordu.
Ona göre bu iş gönüllülük esasına dayanmalıydı. İyileşmek isteyenler gönüllü olarak bu laboratuvara başvurmalı ve aileleri de yanlarında bulunmalıydı. Ancak burada gerçekleştirilen ilk aşama ailelerden kurtulmaktı. Önlerine çıkabilecek her türlü engeli kaldırmaktan çekinmiyorlardı. İyileştirmek iyi amaçlı bir eylemdi fakat artık yönetenlerin menfaatleri bu iyiliğin önüne geçmişti. Onların önceliği hastalar değildi, kendilerini düşünüyorlardı. Bilime ne kadar çok şey kazandırırlarsa kârdı. Unuttukları en önemli kısım ise bilimin amacıydı. Bilim insanlığa yararlı olabilecek çalışmalara açık bir alandı. Burada gerçekleştirilen şey ise bilim adı altında olsa bile düpedüz işkenceydi.
"Yapacağım." dedi genç çocuk. Onu birçok defa acı çekerken izlemişti adam. İyileşme işleminin en net şekilde gerçekleştiği denekti belki de. Zaten onu seçmesindeki ilk etken de buydu. İkincisi ise burada gerçekleşen birçok şeyin farkında olmasıydı. Ilgaz'ı defalarca kez koridorlarda gezerken, havalandırmaları gözetlerken yakalamıştı ve tek yaptığı oradan usulca uzaklaşmaktı. Ilgaz, Fuat'ın amacını gerçekleştirmesi için ihtiyacı olan insan tipine fazlasıyla uyuyordu.
Ayrıca oğlanın ona yardım etmesi için geçerli nedenleri de vardı. Değer verdiği ve buradaki kurallara uygun olmayacak şekilde defalarca buluştuğu kıza yakında büyük bir zarar verilecekti. Peri de bu yolda çok acı çekmişti ama başına açılacak dertlerin ardı arkası kesilmiyordu. Ne yazık ki bu oğlan da kızın yanında yer almayı seçerek büyük bir belanın içine balıklama atlayacaktı. Birkaç gün sonra gerçekleşecek operasyondan kızın sağ çıkıp çıkamayacağı belli değildi. Fuat'ın topladığı grubun da ilk görevi bu olacaktı. Daha fazla gence zarar vermelerini engellemeleri gerekiyordu.
"Güzel." diye mırıldandı Fuat. "Bir hafta sonra seni buradan çıkaracaklar ve tamamen Peri'ye odaklanacaklar. Seni sadece ayda bir kontrol için çağıracaklar ama unutma sen olmazsan kızı göremezler. Bu yüzden aksatmadan kontrollerine devam et ve dikkat çekme. Sadece itaatkâr görünmeye bak." İki beden çamaşırhanede oturmuş geleceklerini kurtarmak adına planlar yapıyorlardı. Saçına akların yerleşmeye başladığı adam Ilgaz'ı gizli geçitten çıkaralı çok olmamıştı. Şu an için yönetenler Peri'ye daha çok önem verdiklerinden onu sık sık kontrol ediyorlardı. Az önce de odasında olmaması büyük bir paniğe yol açmıştı. Eğer kız teslim olmasa Ilgaz'ın da başı derde girebilirdi ama neyse ki bu iki genç başlarının çaresine bakabiliyorlardı.
Fuat son anda ortamdaki paniği fark etmiş ve en azından Ilgaz'ı kurtarabilmek adına harekete geçmişti. Zaten son zamanlarda onunla konuşabilmeyi amaçlıyordu. İyileşenleri kurduğu andan itibaren aklındaki önemli parçalardan biri de Ilgaz'dı ve işte bugün onu da takımına katmayı başarmıştı.
"Arkadaşın Uraz da bizimle." diye oğlanı bilgilendirdi. Uraz birkaç ay önce laboratuvar tarafından ortak alınan bir kararla artık onun işlerine yaramayacağı gerekçesiyle serbest bırakılmıştı. Çünkü Uraz'la beraber iyileştirilen diğer oğlan hayatını kaybetmişti ve o olmadan Uraz'ın da kontrolü ve denetimi imkânsız hâle geliyordu. Bu onların yaptığı en büyük hataydı belki de. İnsanların duygularını göz ardı ediyorlardı. Uraz'ın burada yaşadığı birçok olay ve verdiği kayıplar onun yönetime karşı bilenmesine neden olmuştu. Zaten iyileşenlerin büyük çoğunluğu buraya ailelerinden koparılarak getirildiğinden hepsi de saldırgan bir kişiliğe sahip oluyorlardı.
Ve belki de bu başkaldırının başarıya ulaşmasını sağlayacak asıl duygu da intikamdı. İnsanların yaşadığı kayıplar onları büyük bir hüzün boşluğuna sürüklese de çoğu zaman bu durum yerini intikam duygusuna bırakırdı. Bazılarında ise tıpkı Uraz'da olduğu gibi merhamet duygusu daha ağır basardı. İntikam istemeseler bile daha fazla insanın canını kurtarmak için bu işe başlarlardı. Ama sonuçta bu iki duyguyu kabullenen tarafların tek bir ortak amacı vardı ve amaçlar insanları sevgiden daha güçlü bir şekilde bir arada tutardı.
Ilgaz arkadaşı adına sevindi çünkü buradan giderken fena hâlde bataklığa batmış gibi görünüyordu. Ilgaz artık onun bu şekilde hayata devam edemeyeceğini düşünmüştü ama anlaşılan Uraz onun düşündüğünden daha dayanıklı biriydi. Kendine bir amaç bulması ve bu doğrultuda ilerlemesi Ilgaz'ı sevindirmişti. Belki de o da Peri'yle beraber bu laboratuvardan kurtulabilir ve bütün bunlara bir son verebilirdi.
"Şimdi Peri'nin yanına git ve onu bilgilendir. İlk görevin bu. Sadece bir kural var: Kimseye görünme." Fuat bilgilendirmesini yaptıktan sonra ayaklandı. Uzun süreli ortalıktan kaybolması şüphe uyandırabilirdi. Yakın zamanda o da bu laboratuvardan çıkmanın bir yolunu bulacaktı ama şu an için dikkat çekmeden amacı doğrultusunda çalışmalarını devam ettiriyordu.
Ilgaz da ona verilen görevi yerine getirmek üzere hareketlendi. İlk önce kendi odasına gitmeliydi çünkü yakında onu kontrol için gelen görevliler odasına ulaşmış olacaklardı. Adamın da dediği gibi dikkat çekmek istemiyorsa laboratuvarın kurallarına boyun eğecekti.
Fuat normal bir şekilde kapıdan çıkıp giderken Ilgaz da havalandırmaya yöneldi. Yönetenler tamamen kendilerini düşünerek farklı kaçış yolları üretmişlerdi. Havalandırma kanalları da bu yollardan biriydi ki bu derece geniş çaplı yapılmışlardı. Tabi bu durum Ilgaz'ın oldukça işine yarıyordu. Dizlerinin üzerinde çıkışları kontrol ederek ilerledi bir süre. Odasını bulması çok zamanını almadı çünkü oğlanın boş zamanlarının neredeyse hepsi bu metal borularda geçiyordu. Ses çıkarmadan havalandırma kapağını sıkıca elleri arasında tuttu ve bedenini aşağı sarkıttı. İhtiyacı olacağını bildiğinden kapağı hep gevşek bir şekilde bırakırdı. Şüphesiz buradaki çoğu insandan daha fazla aklı çalışıyordu.
Ilgaz nefeslerini kontrol altına almaya çalışırken aynı zamanda yatağına uzanmış, gözlerini duvardaki saate dikmişti. Beş dakika içinde burada olmalılardı. Giderken yerinden çıkardığı serum iğnesini koluna geri yerleştirirken büyük bir acı çekti. Tam olarak damarına takmamıştı. sadece kasıtlı olarak çıkartıldığı belli olmayacak şekilde yerleştirmişti ama bunun acısı bile çok fazlaydı. İğneyi hallettiğinde gözlerini usulca kapattı ve uyuyor numarası yapmaya karar verdi. Hem iğnenin kaydığını fark ederlerse uyurken olabileceği fikrine kapılırlardı. Nasıl olsa görevliler gelince onu mutlaka uyandıracaklardı. Böylesi daha az dikkat çekici olurdu.
"Akel Hanım herkesin büyük merkezde toplanmasını emretti. İşini bitir de hemen gel." Kapının açılma sesinden sonra yabancı bir erkek sesi duyuldu. Büyük ihtimalle görevlilerden biridir diye düşündü. Ardından sesler kesildi ve bir çift ayak sesi Ilgaz'a doğru yaklaştı. Görevli az önceki uyarıdan dolayı hızlı hareket ediyordu. İlk olarak Ilgaz'ın az önce uğraştığı iğneyi aceleyle çıkardı ve yerine ısı yayan kocaman bir bant yapıştırdı. Oğlanı uyandırmaya çalışmamıştı. Bu yeni bir yöntem miydi? İğneyi fark edecek kadar incelememişti bile. Ilgaz'ın o anki tek avuntusu fark edilmemekti.
Görevli işini hallettikten sonra odayı terk etti. Ilgaz bu toplanma işini Fuat'ın ayarladığını düşünmeye başlamıştı. Onun işini kolaylaştırmaya çalışmış olabilirdi. Ama şu an bunları düşünecek vakit yoktu. Ayaklarını yataktan sarkıtarak sessiz adımlarla çıktı odasından. Peri'yi götürdüklerinde çok paniklemişti. Belki o panikle kendisi de yakalanabilirdi ama az önce görüştüğü adam ona yardım etmişti.
Koridorun sonunda bulunan lavabolara doğru ilerledi. Belirli bölgelerde kameralar olduğundan laboratuvarın içinde gelişi güzel gezemiyordu. Rastgele kabinlerden birine girdi ve klozetin üzerine çıktı. Eğer odasına tekrar birileri gelirse zaman kazanmak için buradaki geçidi kullanacaktı. En azından geçerli bir sebebi olurdu.
Buradaki boşluk kendi odasındakine göre daha dardı. Bu yüzden hareket etmekte zorlanıyordu. Peri'yle acil görüşmesi gereken durumlarda hep burayı kullandığından alışıktı gerçi. Kısa bir yolculuktan sonra sağ tarafından yansıyan beyaz ışıkları gördü. Kıza bu aralar özel muamele uygulandığından koridor insanlardan izole edilmiş, Peri'nin odası dışında etrafındaki bütün odalar boşaltılmıştı. Yani bu ışıklar Peri'nin odasının ışıklarıydı. Hızını artırarak elleri ve dizleri üzerinde ilerlemeye devam etti Ilgaz.
"Peri!" Oğlan kızın odasına ulaşmıştı ulaşmasına ama şimdi de havalandırmanın kapağını açamıyordu. Normalde Peri de bu kapağı gevşek bırakırdı. Herhâlde bu sefer unuttu diye düşündü Ilgaz.
Peri gözleri kapalı bir şekilde yatağında uzanmış, öylece yatıyordu. Oğlan bir daha adını seslendi kızın. Havalandırma yatağın sağ üst tarafında yer aldığından kızı tam olarak göremiyordu ama geçen bir dakikanın ardından yataktan kalktığını fark etti.
Robotik hareketlerle çarşafın üzerine çıktı kız. Sonra bütün gücüyle kapağı yerinden çıkarttı. Ilgaz vakit kaybetmeden bedenini yatağa bıraktı ve kollarını Peri'ye doladı. Ona bir şey olmasından ölesiye korkmuştu ve hâlâ da korkusu devam ediyordu. Bu korku kızın gözlerini fark ettiğinde daha da arttı.
Ilgaz'ın o çok sevdiği minik ışıklar kızın gözlerinden uçup gitmişti. Öyle donuk bakıyordu ki bir an karşısındakinin Peri olduğuna inanamadı. Kızın omuzlarını sarstı önce dikkatini kendi üzerine çekebilmek için.
"Ilgaz burada ne işin var? Sesi de gözleri kadar donuktu. Ilgaz kendini sakin olmaya zorladı. "Peri fazla zamanım yok. Beni iyi dinle." Sözlerine karşılık boş bakışlar almıştı. "Yakında seni tekrar alacaklar ve ne yapacaklarını henüz bilmiyorum ama çok kötü şeyler olacak." Kızın omuzlarını tekrar sarstı. "Anlıyor musun beni?"
Peri dalgınca kafasını sallarken ayakları daha fazla bedenini taşımadığından kendini yatakta oturur pozisyonda buldu. Ilgaz da hemen kızla beraber yatağa oturdu. Ona ne yapmışlardı böyle? "Beni tekrar gerçek hayata gönderecekler." dedi Peri. Yüzünde hastalıklı bir gülümseme vardı. "Ve her şey harika olacak." Kendiyle konuşuyormuş gibiydi ama aynı zamanda bakışları Ilgaz'daydı.
Oğlan endişeyle kafasını iki yana salladı. Peri'nin durumu onu o kadar üzmüş ve şaşırtmıştı ki gözlerinin dolmasını engelleyememişti. Sevdiği kız gözlerinin önünde eriyordu. "Hayır Peri... Peri bana bak. Hiçbir şey güzel olmayacak. Her şey daha da kötüleşecek. Kendini koruman lazım." Kız hâlâ yüzündeki saçma gülümsemeyle Ilgaz'ı izliyordu. Onun gerçekten yanında olduğunun farkında mıydı acaba?
Ilgaz bulanık bakışlarıyla kızın vücudunu süzdü. Herhangi bir zarar görüp görmediğini anlamak istedi. Neyse ki görünürde hiçbir iz yoktu. Avuçlarını Peri'nin yanaklarına yasladı. "Seni buradan kurtaracağım aurora. Ne pahasına olursa olsun. Anlıyor musun?" Dudaklarını kızın alnına bastırdı ve uzunca bir süre orada tuttu. Geri çekildiğinde bir gözyaşının kızın kirpiklerini ıslattığını gördü. Çaresizliğin yaşlarıydı bunlar. Ilgaz sağ tarafında bir ağırlık hissetti. Dolu gözlerini bir defa daha kapattığında kızınki gibi onun da yanaklarını gözyaşları ıslattı.
İki genç çocuk beyaz çarşafların üzerinde birbirlerine sarılırlarken aslında geleceklerine ağlıyorlardı. Bütün yaşayamadıklarına, birlikte geçiremedikleri vakitlere ve en önemlisi doğru düzgün yaşayamadıkları hislerine döküyorlardı yaşlarını. İkisi de başından beri sonlarının iyi bitmeyeceğini biliyorlardı ama en azından denemişlerdi.
Ilgaz gitme vaktinin geldiğini anlayana kadar kızın kulağına defalarca tek bir cümleyi mırıldandı.
"Seni kurtaracağım."
Ama keşke her şey kelimeleri sarf etmek kadar kolay olsaydı.
***
ADA
İnsanlar bazen asıl istedikleri şeyleri söylemekten kaçınırlardı. Eğer sesli bir şekilde dile getirirlerse dileklerinin gerçekleşme olasılıklarının da kelimelerle beraber uçup gitmesinden korkarlardı. Ve ben çoğu zaman bu duruma tanıklık ettiğimden doğuştan korkaktım. Hislerden korkardım, eğlenmekten korkardım, hayallerimden korkardım. Kısacası kalbimin ritmini değiştiren her türlü şey beni ürkütürdü. Çünkü biliyordum kalbimi hızlandıran, beni gülümsetebilen duygular er ya da geç kalbimi de durdurur, gülümsemelerimi de soldururdu. O yüzden uzak dururdum, sessiz kalırdım.
Fakat hayatımın şu dönemlerinde bu saydığım şeyleri yapamamaya başlamıştım. Artık sessiz kalamıyordum, görmezden de gelemiyordum. Bir dönem artık kimse beni incitemez diye düşünmüştüm. Bende zarar verebilecekleri ne kalmıştı ki? Bir insan bir insana en fazla ne kadar zarar verebilirdi ki? En mantıklısı o kişiden uzaklaşmak olurdu. Mazoşist değildim sonuçta. Zarar gördüğüm kişinin yanında duracak da değildim ayrıca.
Ancak Hazar son zamanlarda bu konudaki ufkumu genişletmemde bana epey yardımcı olmuştu. Beni kırıyordu, üzüyordu, yüzüstü bırakıyordu. Peki ben ne yapıyordum? Her seferinde kendimi onun yanında buluyordum. Bugün sınavım kötü mü geçti? Bir Hazar'ı göreyim o bana iyi gelir. Sesini duysam bile yeter. Tıpkı bunun gibi düşündüğüm bir gün okuluna kadar gitmiştim. Arayıp geleceğimi de haber vermiştim özellikle. Bu durumu garip bulmamıştı çünkü arkadaşlar zaten böyle davranırlardı.
Çimlerde oturduğunu söylemişti. Onunla telefonda konuştuğum andan itibaren gün içinde edindiğim bütün kötü duygular uçup gitmişti zaten. Ama asla akıllanmayan ben illa ki görecektim onu. Dersimi de çok güzel almıştım ama. Tarif ettiği yere vardığımda yanında sevgilisi vardı. Hazar kollarını ona dolamış sırtını da ağaca yaslamıştı. Huzurlu görünüyordu.
Oradan nasıl ayrıldım, Hazar'a ne bahaneler uydurdum, hiç hatırlamıyorum bile. Bilmeden, hiç farkında olmadan bana zararı dokunuyordu. O zamanlar sevgilisi olduğunu bilmiyordum. Bana arkadaşım diyordu ama asla kız arkadaşlarından bahsetmezdi yanımda. İyi ki de bahsetmiyordu.
Bu olaydan sonra onu birçok kızla gördüm, onları izlemek zorunda bırakıldım. Arkadaş grubumuz ortak olduğundan eğer bir yere eğlenmeye gidilecekse beni de peşlerinden sürüklüyorlardı. Ve yine akıllanmaz ben, süslenip püslenerek gidiyordum onlarla. Hazar asla yalnız katılmazdı o gecelere. Ben de bunu çok iyi bilirdim. Gecenin sonunda ise özenle sürdüğüm maskaram yanaklarıma akmış, topuklularım ellerimde evime dönerdim. Asla akıllanmayan insanlar sıralamasında liderlik için yarışabileceğimi düşünüyordum. Enayilik kanımda vardı galiba.
Hazar'ı artık görmek istemiyordum, gözlerine bakmak, sesini duymak istemiyordum. Bana iyi gelmeyen her şeyi bir anda bırakmak istiyordum. Ama insanlar küçücük sigarayı bile yıllarca bırakamazken ben delicesine bağlandığım bu çocuğu nasıl bırakabilirdim ki? Gerçekten dünya üzerindeki bu kadar erkek arasından ona bağlanmam biraz acınasıydı ve acı her geçen gün katlanarak artıyordu.
Onunla bu kadar çok didişmemin sebebi de buydu. Onu yargılamak istiyordum, bir hareketini de beğenmeyeyim, onda da bir kusur bulayım istiyordum. Ama Hazar'ın bütün karakteristik özellikleri fazlasıyla hoşuma gidiyordu. Onun anlamasını istemediğimden gün geçtikçe daha da fazla hırçınlaşıyordum.
Ve işte buradaydım. Az önce dersimden çıkmıştım ve ayaklarım beni buraya getirmişti. Sanırım yok olmayı diliyordum, o kadar paramparça olayım ki insanlar benim parçalarımı bile bulamasınlar... Şu an burada olmamın tek açıklaması buydu çünkü. Kavgadan sonra benden uzak durması için her şeyimi verecek olan ben, şimdi de onu daha fazla görebilmek adına taklalar atıyordum. Tam bir yüzsüzdüm.
Binanın karşı kaldırımında durmuş, kendimi geri dönmek adına ikna etmeye çabalıyordum. Yeşil gözlü, sarı saçlı nadir insan söz konusu olduğunda kişiliğimin ikiye bölündüğü bir gerçekti. Bir tarafım arkama bakmadan kaçmam gerektiğini haykırıyordu. Diğer yanım ise yanacaksak bu oğlanın elinden yanalım kafasındaydı.
Adımlarım yavaşça karşı tarafa ilerlerken hangi tarafımın ağır bastığı da anlaşılmış oldu. Soluk gri renkli binadan içeri girdiğim anda gözlerimi kısmak zorunda kalmıştım. Ortam bir dövüş kulübüne göre fazla aydınlıktı. Açıkçası daha karanlık olur diye düşünmüştüm.
"Buyurun efendim size nasıl yardımcı olabilirim?" Girişteki orta yaşlı adam bana seslenirken gözlerim etrafı tarıyordu. Bugün burada olduğunu biliyordum ama görünürlerde yoktu. "Üyelik hakkında bilgi alacaktım. Mümkünse bir aylık olabilir mi?" dedim beni bekleyen adama. "Maalesef, minimum üyelik süremiz bir yıl efendim." İşte bu hiç iyi olmamıştı. Yalnızca kafede çalışarak kulübün ücretini ödeyemezdim. Sadece bir aylığına gelmeyi planlamıştım. "Aylık ne kadar ödüyoruz peki?"
"Şöyle ki..." Arkasından bir katalog çıkardı. "Ayda 2 ders alıyorsunuz ve istediğiniz zaman serbest çalışma olanaklarımız var. Bu da ayda 250 TL yapıyor. Dövüş sanatlarımızın hepsinde geçerli bir rakam." Aslında oldukça makul bir fiyattı ama her ay kesinlikle altından kalkamazdım. Hazar'ı gözetleme serüvenimiz burada son bulmuştu.
"Ada?" Tam görevliye teşekkür ettikten sonra kulüpten çıkacağım sırada sesini duydum. Başım hemen onun olduğu tarafa doğru hareket etti. Omzunda spor çantası asılıydı ve kapüşonlusu yüzünün bir kısmını örtüyordu. "Selam." dedim sağ elimi hafifçe kaldırarak.
Aramızdaki mesafeyi biraz kısalttı. "Ne işin var burada?" Tam olarak gözlerine bakmıyordum çünkü nedense fazla heyecanlanmıştım. "Çok övdün, ben de gelip bir deneyeyim demiştim ama aylık olarak kayıt olunmuyormuş." Omuzlarımı hüsranla indirip kaldırdım. Dövüş hakkında hiçbir fikrim ve ilgim yoktu ama düşündüğümden daha da üzmüştü bu durum beni.
Hazar bir iki adımda önüme geçtiğinde görevli kendine bir çeki düzen verdi. "Bir sorun mu var Hazar Bey?" Koskoca adamın Hazar'ın karşısında bu şekilde hazır ola geçmesi biraz garibime gitmişti. "Senden bir şey rica edecektim Burakçığım." Ellerini adamın arkasında beklediği masaya dayadı ve biraz öne doğru eğildi. Ne yapmaya çalışıyordu?
"Tabi efendim. Buyurun." Şaşkınca aralarındaki diyalogu dinliyordum ve en ufak bir şey anlayamamıştım. Hazar bir anda ürkütücü gözükmeye başlamıştı. Tabi böyle düşünmemde sıfır kol kapüşonlu tişörtünden gözüken kaslarının da etkisi olabilirdi ama şu anlık onları es geçiyordum.
"Hanımefendi benim arkadaşım. Ve aylık üyelik istiyor." diye açıkladı. Sanırım bahsettiği arkadaşı ben oluyordum. "Hemen hallediyorum efendim." Gözlerim şaşkınlıkla daha da büyüdü. Hazar buranın patronu falandı da benim mi haberim yoktu? "Hazar bunlara gerek yo..."
"Demek ki yapılabiliyormuş değil mi? " dedi sözümü keserek. Şu an hiç de kendi gibi davranmıyordu ve bu durum sinirlerimi bozmuştu. Adam hızla önüme bir kâğıt koydu. "Şurayı imzalamanız gerekiyor efendim." Sonra da bir kalem uzattı. Gözlerimi Hazar'a çevirdim. Bana gülümseyip kâğıdı işaret etti. Şu an burada huzursuzluk çıkarmak istemiyordum. Bu yüzden sessizce imzamı attım ve kalemi adama geri verdim.
"İyi günler efendim. İstediğiniz zaman başlayabilirsiniz." Hazar adama cevap vermedi ve elini belime koydu. İlerlemeye başladığında belimdeki eli yüzünden ben de onunla beraber hareket ettim. Birlikte kulüpten dışarı çıktığımızda bir şeyler demem gerektiğinin farkındaydım ama ne söyleyeceğimi bilmiyordum.
"Hadi hayırlı olsun." dedi sırıtarak. "Benim önerdiğim yerin kötü çıkma ihtimali yok. Memnun kalacaksın." Yine kendine bir pay çıkarmayı başarmıştı. En azından şu an içerdekinden daha çok kendi gibi davranıyordu. "Bu şekilde olmasını istememiştim. Adamı tehdit ediyor gibi görünüyordun." dedim endişeyle. Onun bu yönünü daha önce görmediğimden bu durum beni biraz ürkütmüştü. "Hadi ya. Biz hep öyle şakalaşırız Burak'la. Böyle göründüğünü bilmiyordum."
Oradan bakınca salak gibi mi görünüyordum? Yalan söylediği düpedüz ortadaydı. Ayrıca babası yaşındaki adama Burakçığım demesi de ayrı bir komikti. Yine de ben onu sorgulayacak konumda değildim. Sessiz kaldım ama gözlerine bakamadım. "Artık daha fazla görüşeceğiz. Benim için de iyi oldu sıkılıyordum burada yapayalnız." Ve yalanlarını devam ettirdi. Burada fazlaca arkadaşı olduğunu biliyordum. Neden böyle yalanlara gerek duyuyordu ki?
"Hiç arkadaşın yok mu? Yazık sana." dedim dalga geçerek. Kolunu omzuma attı ve sokakta yürümeye başladık. Az önceki ve şimdiki hareketleri arkadaşça olabilirdi ama ben heyecanlanmadan duramıyordum. Elini belime ve omzuma attığında kısacası bana her temas ettiğinde nefeslerim hızlanıyordu. O beni arkadaş olarak görse bile ben bu konuda onun kadar başarılı değildim.
"Tabi ki var ama onlar senin kadar eğlenceli değiller." Benim neyim eğlenceliydi ki? Benimle uğraşmayı seviyordu ama bu kadar eğlendiğini bilmiyordum. "Nereye sürüklüyorsun beni?" dedim sinirle. On dakikadır yürütüyordu beni. Durumdan gayet memnun olduğumdan sesimi çıkarmamıştım ama artık merak etmeye başlıyordum.
"Kafeye gidiyorum." dedi rahat bir şekilde. "Sen gitmeyecek miydin?" Aslında bugün sabahtan gitmiştim ve sıramı Peri'ye devretmiştim. Sabahtan dans kulübüne gideceğini söylemişti. Bu yüzden de akşam onun çalışması gerekiyordu.
"Ben işimi bitirdim ama buraya kadar geldim artık. Gidelim bari. Peri de yorulmuştur hem." Onunla yürümeyi sevdiğimi söylemek yerine böyle bir şey uydurmuştum. Hazar bir anda durdu ve elleri omuzlarımı tuttu. "Seninle küsken çok kötü hissettim." dedi aniden. Şaşkınlıkla gözlerine bakarken bu konunun bir anda nereden çıktığını düşünüyordum. "Eğer tekrar kavga edersek küsmeyelim. Konuşarak halledelim." Neden bir anda bu kadar duygusallaşmıştı?
"He yani tekrar kavga edeceğiz?" diyerek dalgaya vurmaya çalıştım ama pek başardığım söylenemezdi. Yeşil gözleri hâlâ üzerimdeyken orada dikilmeyi bırakıp ilerlemeye devam ettim. Bana olan iyilikleri kötülüklerinden fazla mı yoksa az mı kestiremiyordum. Az önce arkadaşım diyerek kalbime bıçak saplayan adam şimdi de yaranın üzerine çiçekler ekiyordu.
"Lütfen bir daha olmasın canım. Hayatımda negatiflik istemiyorum." Bu sefer kolunu omzuma atmadı. Ellerini eşofmanının ceplerine koydu ve yanımda yürümeye devam etti. Söylediği cümleye gülümsedim. Bir süre konuşmadık ama Hazar sessizliği sevmediğinden saçma sapan bir konu açtı. "Saçlarını bir dahakine hangi renge boyayacaksın?" İki ayda bir saçlarımın uçlarını boyatıyordum ve şimdiki renkleri mordu. Şu anlık bu renkten gayet memnundum ama saçlarım artık yıpranmaya başlamışlardı.
"Neden sordun? Mor iyi değil mi?" diye sordum ciddi bir şekilde. Anında ellerini iki yana salladı. "Yok ondan sormadım. Merak ettim sadece. Sarıya ne dersin?" Omuzlarımı indirip kaldırdım. Daha önce mavi, pembe ve griye falan boyatmıştım ama sarıyı hiç düşünmemiştim. "Oldu. İkimiz civciv gibi gezelim ortalıkta." dedim alayla. "Ne güzel işte. Hatta ben de tepesini kahverengiye boyatayım." Şaka yaptığını biliyordum ama eğer böyle bir şey yaparsa çok yazık olurdu o saçlara. Daha bir defa bile dokunamamıştım. Oturur günlerce ağlardım artık.
Cümlesine gülerken "Aman sen de bir şeyden eksik kal." diye karşılık verdim. Onunla böyle konuşmayı özlemiştim. Küsken öylesinin daha iyi olduğunu düşünüyordum ama değildi işte. Acısıyla tatlısıyla seviyordum bu çocuğu. Beraber gülümseyerek yürümeye devam ettik. Az bir yolumuz kalmış olmalıydı ama yavaş yürüdüğümüzden bir türlü varamıyorduk. Aradan biraz daha zaman geçtiğinde ve Yakamoz Kafe yazılı tabela görünmeye başladığında "Fenerbahçe Başakşehir kaç kaç biter?" diye sordu.
"2-1. Skordan emin değilim ama Başakşehir alır." dedim biraz düşündükten sonra. Biraz sallamış olabilirdim çünkü bu sezon dersler yüzünden futbolla pek ilgilenememiştim. O yüzden fazla fikrim yoktu. "Bence Fener alır." dedi Hazar. "Var mısın iddiaya?" dedim gaza gelerek.
Hazar yolun ortasında durdu ve serçe parmağını bana doğru uzattı. "Nesine?" Parmaklarımızı kenetlerken biraz düşündüm. "Bir tane büyük Sünger Bob pelüş oyuncağına..." dedim heyecanla. Onun yüzünden ben de o çizgi dizinin fanı olma yolunda ilerliyordum. Eğer ben kazanırsam Hazar hem iddiayı hem de oyuncağı kaybetmiş olacaktı. Bu onu çok fena yıkıma uğratacaktı.
"Anlaştık." dedi sırıtarak. "Saat 10'da seni alırım o zaman." Boş bakışlarımı ona gönderdim. "Niye?" Gerçekten ne demek istediğini anlamamıştım. "Canlı canlı izlemezsek tadı çıkmaz." diye açıkladı. Elimi umutsuzca sallayarak "Biletler tükenmiştir bile." dedim. Elini başımın üzerine koyup saçlarımı karıştırdı. "Hazar Dağlı bulur. Sen meraklanma." Gülümsemesi genişlerken aval aval, gülüşünü izledim. Daha da izleyebilirdim. Ancak Peri çöp atmaya çıktığında "Bana yardıma gelmeyi düşünür müsünüz acaba?" diye bağırdı ve beni hayal aleminden çekip çıkardı.
Hazar'la maça gidecektik. İkimiz...
***
PERİ
Çöpü dökmüş, oyalanan arkadaşlarımı uyarmış ve şimdi de kafeye geri dönmüştüm. Günüm gerçekten yoğun geçmişti. Erken saatlerde Pandia'ya gitmiştim. Dansımızın koreografisi artık resmen hazırdı. Oldukça da içime sinmişti. Tıpkı Umut Hoca'nın istediği gibi duygu ağırlıklı bir dans geliştirmiştim. Henüz Ilgaz ve Umut Hoca görmemişti ama yakın zamanda Ilgaz'la çalışıp dansı geliştirecek ve Umut Hoca'dan da bazı fikirler alacaktık.
Bu sefer Ilgaz gelmemişti çünkü onu çağırmamıştım. Başında daha başka ve önemli dertlerin olduğunu biliyordum. Çoğu benimle ilgiliydi. Ama artık kendimi suçlamamam gerektiğinin farkına varmıştım. Hepsi o Akel olacak kadın ve saçma deneyleri yüzündendi. Ilgaz ve benim gibi daha yüzlerce insanın hayatını mahvetmişlerdi.
Az önce ondan bir mesaj almıştım. Yine buzluğa gidecektik ama bu sefer saat gece on ikiden sonra beni almaya gelecekti. Yine anılarımla ilgili olduğunu düşünüyordum. Bu sefer de başka bir hatıramı yaşayacaktım sanırım. Ama neden bu kadar geç saatte buluştuğumuzu anlayamamıştım. Ayrıca bu durumu İkra'ya açıklarken epey zorlanacaktım. Tek dileğim İkra'nın gece 12'ye kadar uyuyakalmasıydı. Böylece evden sessizce çıkabilir ve aynı sessizlikle de geri dönerdim. Sabah erken kalktığımızdan planımın işleyeceğini düşünüyordum.
"Sen sabah gitmemiş miydin?" dedim kapıda dikilen Ada'ya hitaben. Hepimiz eşit saatler çalışmak için görevlerimizi devriyeli olarak yerine getiriyorduk ve Ada da sabah kafeyi bana bırakmıştı. "Buraya sürüklendim." dedi Hazar'ı göstererek. Artık aralarının iyi olmasına seviniyordum çünkü onlar küsken oluşan gerilim beni de olumsuz yönde etkiliyordu.
"Ben suçluyum." dedi dramatik bir şekilde Hazar. Aynı zamanda ellerini kelepçelemesi için Ada'ya uzatıyordu. Ada onu takmayıp başını iki yana sallarken tezgâhın arkasına geçmiş, önlüğünü bağlamaya başlamıştı. Hazar'ın yüzünün biraz düştüğünü fark ettim ama hemen sonrasında Ada'nın arkasından giderek onu takip etti. Birkaç müşteri geldiğinde hepimiz oyalanmayı bırakıp işimize odaklanmıştık. Ada kasaya bakıyordu, Hazar siparişleri alıyordu ve ben de içecekleri hazırlıyordum.
Birkaç saat sonra kafe yoğunlaşmaya başladığında bütün siparişlere yetişemediğimden Ada da bana yardım etti. El birliğiyle günü kurtardık. Ama benim için gün daha bitmemişti. Hazar kafenin kepengini kapatırken Ada erken ayrılmak için bizden izin istedi. "Benim eve gitmem gerekiyor. Sorun olur mu?" Sadece bana baktığından kafamı iki yana salladım. "Bir şey mi oldu?" dedim. Biraz telaşlı görünüyordu çünkü. Onun yerine Hazar cevap verdi.
"Maça gideceğiz. İddiaya girdik de. Savaş boyalarını sürünecek herhâlde hanımefendi." dedi alayla. Ada da "Benim totemlerim şaşmaz. Sünger Bob'a şimdiden elveda de." diye karşılık verdi. Bu cümleden sonra neyin üzerine iddiaya girdiklerini de anlamış oldum. Ada oldukça hırslı gözüküyordu. En azından etrafımdaki kişilerin hayatları gayet normaldi. Hep böyle devam etmesini diledim o an. Benim saçma sapan sorunlarım yüzünden değer verdiğim insanların zarar görmesini istemiyordum.
"Size iyi eğlenceler o zaman." dedim gitmem gerektiğini anladığımda. Bu ikisinin atışmaları bitmezdi çünkü. İkisine de veda ederek evime doğru yürümeye başladım. Karnım oldukça acıkmıştı. Umarım İkra bir şeyler hazırlamıştır. Gerçi daha eve gelip gelmediğini bile bilmiyordum.
Hava tamamen karardığında eve yeni varabilmiştim. Psikiyatristimi dinleyip kendime bir araç edinsem iyi olurdu ama şu an için bu yönde bir birikimim olmadığından bir sene daha yürüyecek gibiydim. Kendi kendime ani bir kararla bankaya bu yönde para aktarmaya başlamayı aklıma yazdım. Korkularımdan kurtulmam gerekiyordu. Akel beni tehdit ettiğinden beri bir özeleştiri sürecine girmiştim. İnsanlar bana zarar vermek isteseler benimle ilgili neyi kullanırlardı? Değer verdiklerim ya da korkularım... Değer verdiğim insanları teker teker hayatımdan çıkaramazdım. Ben de müdahale edebileceğim kısım olan korkularım üzerine yoğunlaşmıştım. Acilen onlardan kurtulmalıydım.
"Hoş geldin." Kapıyı açtığım gibi anahtarımı vestiyere koyarken İkra salondan seslenmişti. "Yemek yedin mi?" diye sordum eşyalarımı girişe bıraktıktan sonra. "Ben yedim sana da ayırdım. Sıcaktır hâlâ."
Elimi yüzümü yıkadıktan sonra direkt mutfağa girdim. Yarım tencere bulgur pilavı beni karşıladığında sevinçten ağzım kulaklarıma varmak üzereydi. Bir kâse yoğurtla beraber iki tabak bulguru mideye indirdim. Bugün harcadığım efor yüzünden biraz fazla yemiş olabilirdim. Sabah koşuya çıksam iyi olurdu. Kilo alırsam dansım olumsuz yönde etkilenirdi çünkü.
Bulaşıkları duruladıktan sonra İkra'nın yanına oturdum. Yemek masasında dizüstü bilgisayarında bir şeylerle ilgileniyordu. Bu akşam için onu gözetimim altında tutmalıydım. "Sana papatya çayı yapayım mı?" diye sordum. Belki onu daha hızlı uyuturdu. Daha önce hiç denememiştim ama bir yerden aklımda kalmıştı. Genelde regl ağrılarım için içiyordum.
"Olabilir." diye cevapladı beni. Tekrar mutfağa dönerek suyu ısınması için ocağa koydum. Normal kurutulmuş papatyamız yoktu tabi ama poşet çay şeklinde olanlarından bol bol almıştık. Ne kadar etkili olduğu tartışılırdı. Hızlıca çayı hazırladım ve İkra'ya ulaştırdım. Bundan başka yapabileceğim bir şey yoktu.
Onu yormak amaçlı evin içinde peşinden koşturacak değildim. Bu yüzden televizyonun karşısına kurulup aylak aylak oturdum. İki saatlik sıkıcı bir dizi bölümünü sona erdirdiğimde saat 11'i geçmişti. İkra da en son üst kata çıkıyordu. Yatıp yatmadığını kontrol etmek adına ben de merdivenlerden çıktım ve banyoyu kontrol ettim.
Burada yoktu. Yavaş adımlarla odasına yöneldim ve kapıyı hafifçe araladım. Yatağına uzanmış telefonuyla ilgileniyordu. "Uyuyacağını söylemeden çıkınca merak ettim." diye açıkladım. İkra kafasını salladı. "Sen yatmıyor musun?" dedi. "Benim uykum yok pek. Sana iyi geceler." Kapısını kapattım ve kendi odama geçtim. Buradan onu kontrol etmem daha kolay olurdu. Hem üstümü de değiştirmeliydim.
Dün sıkıntı yaşadığım için bugün 303 numaralı odaya kıyafetlerimi istiflemiştim. Çok da iyi olmuştu. Yarından itibaren eve sadece uyumak için uğrayacağımı düşünüyordum. Yarışmaya gerekli özeni göstermeliydim artık. Telefonumu yatağıma bıraktım ve üzerimdeki çiçekli eteğimle siyah bluzumu çıkardıktan sonra rahat kıyafetler giydim. Geçenlerde Ilgaz'ın evinde sabahladığımda bana verdiği kazağı ve siyah bir kargo pantolonu geçirdim üzerime. Ne olur ne olmaz diye kapüşonlu bir ceket daha almıştım. Geceleri hava epey serin olabiliyordu. Saçlarımı bir kez taradım ve açık bıraktım. Sürekli topladığımdan dipleri acımaya başlamıştı.
Ilgaz'ın geleceği saati beklerken biraz telefonumla oynadım ve tekrar İkra'yı kontrol ettim. Odasının ışığını söndürmüştü. Yatağına biraz yaklaşarak emin olmak adına tam olarak görüş açımda olmayan yüzünü inceledim. Huzurlu bir şekilde uyuyordu. Sessizce odasından ve evden çıktım. Ayakkabılarımı daha fazla ses çıkarmamak için elime almıştım ve dışarıda giymiştim.
Anahtarımı da aldığıma emin olduktan sonra Ilgaz'a hazır olduğumu haber veren bir mesaj attım. Hemen cevap gelmişti. Sokağın sağındaki ilk arada bekliyordu beni. Hızlı adımlarla ve biraz da titreyerek dediği yere ulaşmaya çalıştım. Hava gerçekten soğuktu. Söylediği gibi sokağa saptığım anda siyah bir araç beni karşıladı. Koştur koştur gidip bindim arabaya. Kapımı kapattıktan sonra "Merhaba." diye selam verdim ve kemerimi taktım.
Ilgaz alnının yarısını örten siyah bir bere takmıştı. Üzerinde ise kalın bir gömlek vardı. Şapka ona yakışmıştı ama neden o kadar aşağı indirdiğini çözememiştim. Sokak karanlık olduğundan yüzünün diğer ayrıntıları belli belirsizdi. Arabayı çalıştırdıktan sonra selamıma karşılık verdi ve direkt konuya girdi. "Lider seni ona getirmemi istedi. Konuşacakları varmış." O adamı kısmen sevmiştim ama gecenin bu saatinde ayağına gidecek kadar bir sevgi değildi içimdeki. Konuyu merak etmiştim ama.
"Evden çıkarken sorun yaşadın mı?" diye sordu bu sefer. Arabayı fazlasıyla hızlı sürüyordu ama sesimi çıkartmadım. Demek ki acelesi vardı. "Hayır." dedim kısaca. Bütün bu olayların arasında benim evden çıkarken yaşayabileceğim her türlü sorun önemsiz kalıyordu. "Ne hakkında konuşacağız?" diye sordum merakla. Toprak yola girdiğinde mecburen hızını azaltmak zorunda kalmıştı. "Onu ben de bilmiyorum." Bu cümle şaşırmama sebep oldu. Ilgaz Bulut'un benimle ilgili bir konuda ilk defa fikri yoktu. Bu biraz beni endişelendirdi.
Ilgaz duygularımı hissetmiş olacak ki elini benimkinin üzerine koyarak "Ben de yanında olacağım." diye bana güvence verdi. Tuttuğum nefesimi yavaşça bırakırken araba hareket etmeyi kesmişti. Ilgaz'ın elleri beni terk ettiğinde arabadan inmem gerektiğinin farkına vardım. Endişelendiğim konular araba korkumun önüne geçtiğinden yolculuk boyunca rahatsız hissetmemiştim.
Ilgaz her zamanki şifreleri karşı tarafa söylediğinde kapı açıldı. Bu sefer diğer gelişlerimde olduğu gibi her yer makinelerle ve insanlarla dolu değildi. Kendimi terk edilmiş bir fabrikada geziyormuş gibi hissettim. Ilgaz ve Uraz'ın beraber çalıştıkları odaya girdiğimizde Uraz'ın koltukta uyuyakaldığını gördüm. Onu gördüğümde içimde büyük bir endişe ve korku belirdi.
Uraz'ın kaşının üstünde ve gözünün altında bulunan yaraları fark etmiştim çünkü. Yavaşça ona yaklaştım ve yaralarını yakından izledim. Kaşının üzeri bandajlıydı ama gözünün altındaki morluk gerçekten kötü görünüyordu. Bu derece kuvvetli darbeler almışken uyuması sağlıklı mıydı?
Sonra aklıma başka bir şey takıldı. Seri bir şekilde arkama dönerek beni engelleme şansı vermeden Ilgaz'ın beresine uzandım. Saçları sürtünmeden dolayı elektriklenip dağıldılar. Ama bu dağınıklık alnındaki kocaman bandajı kapatmaya yetmedi. "Ne oldu size böyle?" dedim endişeyle. Ilgaz yarasına doğru uzanan parmaklarımı tuttu ve ona dokunmamı engelledi.
"Şu an bunun sırası değil. Sana sonra açıklarım." dedi net bir şekilde. Meselenin uzun olduğunu anladım. Bu yüzden sesimi çıkarmamıştım. Ilgaz ellerimi serbest bıraktı ve arkasında bulunan bilgisayar ekranlarına doğru ilerlemeye başladı. Sanırım halletmesi gereken işleri vardı. Dikkatim tekrar Uraz'ın üzerine yoğunlaştığında Ilgaz'ı izlemeyi kestim. Yaralarını tekrar incelediğimde istemsizce yüzümü buruşturdum. Kim bilir nasıl acı çekmişti? "Uyuması mantıklı mı?" dedim Ilgaz'a.
"24 saat geçti. Risk yok artık." İkisi de ciddi zararlar görmüşlerdi ve benim bu olaydan bir gün geçtikten sonra ancak haberim oluyordu. Gerçekten sinir bozucuydu. Zarar görmelerinde benim payımın olup olmadığını merak ettim.
Uraz'ın uyuduğu koltuğun hemen yanına oturdum. Bunca şey yaşamasına rağmen neden hâlâ acı çekmeye devam ediyordu? Uraz belki de bu dünyada mutlu olmayı en çok hak eden insandı. Benim en çok korktuğum şeyi iki defa yaşamıştı. Bir sevdiği kızı bir de onu iyileştiren arkadaşını kaybetmişti. Hâlâ ayaklarının üzerinde sağlamca durabildiği için ona hayranlık duyuyordum. Parmaklarım şefkatle saçlarında gezindi. Umarım bütün bunlar sona erdiğinde çok çok mutlu bir hayat sürerdi.
"Gidelim." Ilgaz'ın fısıltılı sesini duyduğumda gözlerimi ona çevirdim. Arkamda durmuş beni ve Uraz'ı izliyordu. Onun da Uraz'ı çok fazla önemsediğini biliyordum. Ve şimdi de ona zarar geldiği için kendi kendine bir suçluluk duygusuyla savaşıyordu. Bütün kötü duygularını hissedebiliyordum.
Elimi Uraz'dan uzaklaştırdıktan sonra ayaklandım. Kapıya doğru ilerlemeye başladığımda Ilgaz'ın da beni takip ettiğini sanıyordum ama o Uraz'ı izlemekle meşguldü. Ne düşündüğünü merak ettim. Adımlarım otomatik olarak yanına doğru ilerledi. Ona destek olabilmek adına ellerimi omuzlarına koydum ve hafifçe sıvazladım. Yanında olduğumu bilmesini istiyordum. O hep bana bunu sesli olarak söylüyordu ve ben de hareketlerimle göstermeye çabalıyordum.
"Gidelim." dedim sessizce az önce söylediği kelimeyi tekrar ederek. Yavaşça bana doğru döndüğünde ona şefkatle gülümsedim. Sağ elimle de kapıyı işaret ettim. Kafasıyla sakince beni onayladı ve önümden ilerleyerek odadan ayrıldı. Onu takip ettim.
Koridorun sonunda bulunan asansöre bindik beraber. Ilgaz bir üst katın düğmesine bastı. Kısa bir süre sonra kapılar aralandı. "Binanın orijinal hâlinde de asansör var mıydı?" diye sordum koridorda dümdüz ilerlerken. Gerginliğim artmaya başladığından dikkatimi başka yönlere çekmeye çalışıyordum. "Vardı. Yük taşımak için kullanılıyormuş herhâlde." Ilgaz sorumu garipsemeden özenle cevapladı. Büyük bir kapının önünde durduğumuzda yumruklarımı açıp kapatmakla meşguldüm. Belki de burada bulunan en lüks kapıydı. Beni saatin on ikisinde ayağına getirtecek kadar önemli olan konuyu merak ediyordum.
Ilgaz kapıyı iki kere tıklattığında gözlerini de güven verici bir şekilde benimkilere kilitledi. Zaten ona güvenmekten başka çarem yoktu. İçeriden gel diye bir ses duyulduğunda Ilgaz eliyle içeriye girmemi işaret etti. Önden önden yürüdüm.
"Seni tekrar görmek ne güzel." dedi Lider ben içeriye girer girmez. Sandalyesinde oturmuş çok da lüks sayılamayacak bir masanın arkasında duruyordu. Odası da kapısına nazaran çok da şatafatlı değildi. Hissettiğim gerginlikten dolayı ona verecek uygun bir cevap bulamadım. Böyle bir cümleye nasıl karşılık verilirdi ki?
"Eminim neden buraya çağırıldığını merak ediyorsundur." dedi kendinden emin bir şekilde. Konuyu uzatmamasına sevinmiştim çünkü şu an onunla sohbet edebilecek bir durumda değildim. Ama adamın farklı bir enerjisinin olduğunu da inkâr edemezdim. Kesinlikle lider vasfını sonuna kadar taşıyan bir duruşu vardı. İnsanın ona itaat edesi geliyordu.
"Evet efendim." dedim sadece. Verdiğim cevaptan sonra Lider koltuğunda hafifçe dikleşti ve kollarını masaya yaslayıp ellerini çenesinin altında birleştirdi. "Sana güzel bir teklifim var." Ilgaz'ın arkamda hareketlendiğini hissettim. Buna karşılık Fuat Bey sağ elini ona doğru kaldırmıştı. Durmasını söylüyordu. Bu ortam beni daha da çok gerdi. "Daha teklifimi duymadın." dedi Ilgaz'a otoriter sesiyle. Sinirlenmiş gibiydi. "Bunun tamamen Peri'nin seçimi olmasını istiyorum. Lütfen müdahale etme." Ilgaz'ın nasıl tepki verdiğini göremiyordum ve arkamı dönecek cesaretim de yoktu. Muhtemelen baskılanmaktan dolayı sinirli hissediyordu.
Lider Ilgaz'ın onu anladığına emin olduktan sonra gözlerini tekrar bana çevirdi. Şu an destek almak için sırtımı gerçek anlamda Ilgaz'a yaslamak istiyordum. Ama tek yaptığım ellerimi pantolonuma yapıştırarak ne söyleyeceğini beklemekti. Neyse ki çok beklememe gerek kalmadı. Lider net bir şekilde "İyileşenlere katılmanı istiyorum." diye bildirdi. İşte bu aklımdaki bütün olasılıkları süpürüp atmıştı. Onlarca şey düşünmüştüm. Aklıma gelen fikirler fazlaca dram içeriyorlardı. Ama tekliften çok Ilgaz'ın tepkisine şaşırmıştım. Net bir şekilde itiraz etmişti. "Olmaz. Peri'yi bu işe bulaş..."
Lider tekrar elini kaldırdı ve Ilgaz sustu. "Seni uyardığımı düşünüyorum." dedi tekrar bir uyarı yaparak. Ilgaz neden bu kadar karşıydı anlamıyordum. Teklifi düşündüğüm beş dakika boyunca onlara katılmamam için geçerli bir neden bulamamıştım. Ayrıca burada daha güvende olmaz mıydım? Kafamda bir sürü soru işareti dolanıyordu. Ama emin olduğum tek bir şey vardı: Artık beni ilgilendiren konularda aktif rol almak istiyordum.
Ilgaz her seferinde beni bu işlerin dışında tutuyordu. Sürekli kendi halletmeye çalışıyordu ve zaten bu durum uzun zamandır canımı sıkmaya başlamıştı. Konu bendim. Benim hayatım söz konusuydu ama dışarıda bırakılan yine bendim. Eğer iyileşenlere katılırsam bu uğurda bazı görevlere katılabilirdim ve her şeyden anında haberim olurdu.
Ve bugün sabrımın taştığı son noktaydı. Uraz ve Ilgaz'ın başına gelmeyen kalmamıştı. Yine ve yine benim haberim yoktu. Belki de gün içinde bunun gibi bir sürü tehlikeyle uğraşıyorlardı. Zarar görüyorlardı ve ben onlara yardım edemiyordum. Yardım etmeyi bırakın haberim bile olmuyordu. Daha fazla dışarıda bırakılmak istemiyordum.
Benim de bir katkım olsun istiyordum. Bu yüzden çoktan kararımı vermiştim. Ilgaz güvende olmamı istiyordu. Hep onun kanatları altında kalmamı istiyordu ama artık kendi evim bile yeterince güvenli değildi. Akel tarafından alenen tehdit edilmiştim ve arkadaşlarım da bu durumdan etkilenmeye başlamışlardı. Belki bu gruba katılırsam onları korumak adına daha fazla şey yapabilirdim.
Gözlerim Ilgaz'a kaydığında sessizce beklediğini gördüm. Eğer isteseydi benimle aramızdaki bağı kullanarak da konuşabilirdi ama sessiz kalmayı seçmişti. O da benim kendi kararımı vermem gerektiğini kabul etmişti. Belki ısrarla karşı çıkmaya devam etseydi kararımda bir değişiklik olabilirdi. Çünkü buzlukta neler döndüğünü bilen kişi oydu. Benim düşündüğüm gibi iyi amaçlarla hareket etmiyor olabilirlerdi ama Ilgaz'ın tavırlarına bakıldığında itiraz etmesinin asıl sebebinin bu olmadığını anlamıştım. Beni dışarıda ve güvende tutmaya çalışıyordu. Atladığı asıl nokta dışarının da artık güvenli olmadığıydı. Hatta belki de buradan daha da tehlikeliydi. Bu yüzden sırtım dik bir şekilde Lider'e teklifinin cevabını verdim.
"Kabul ediyorum." dedim. "İyileşenlere katılacağım." Sesim fazlasıyla kendimden emin çıkmıştı. Sözlerim sonrasında Lider tatmin olmuş bir şekilde gülümsedi. "Artık hatıralarına da yavaş yavaş kavuşmaya başladığına göre önümüzde bir engel kalmadı. Yarın Ilgaz buranın işleyişiyle ilgili seni bilgilendirecektir."
Ilgaz sessizce başını salladı. Ne düşündüğünü merak ediyordum. "Ve eğitimlere de bir an önce başlamalısın." Ne eğitiminden bahsediyordu? Kafam biraz karışmıştı. Bu hâlimi dışarıya da yansıtmış olacağım ki Fuat Bey açıklamaya başladı. "İyileşenlerdeki herkes ileri düzeyde olmasa bile kendini savunabilecek kadar eğitim alırlar. Dövüş olsun; silah, bıçak kullanmak olsun. Bu gibi şeyler... Bir gün hepimizin başına her türlü şey gelebilir. Hazırlıklı olmak lazım." Kafamla onayladım. Nedense biraz heyecanlı hissediyordum. Ya da gerginliği heyecanla karıştırıyordum.
"Çıkabilir miyiz Sayın Lider?" dedi Ilgaz. Sesinde bir miktar ima var gibiydi. Özellikle Sayın Lider derken biraz vurgu yapmıştı. Konuşmasına izin vermediğinden Lider'e sinirli olmalıydı. Onun hakkında kafamda oluşturduğum listeye yeni bir madde ekledim. Baskılanmaktan kesinlikle nefret ediyordu. Fuat Bey Ilgaz'ın imasını fark etmedi ya da görmezden gelmeyi seçti. Dikkatini üzerimizden çekerek kâğıtlarına bakmaya başladığında aynı zamanda da "Evet." diye kısaca izin verdi. Ilgaz kapıyı benim için tuttu ve geçmemi bekledi.
Gerçekten cevabım hakkında ne düşündüğünü fena hâlde merak ediyordum. Yüzünden ne hissettiği anlaşılmıyordu, tamamen ifadesizdi. Ona odaklanıp düşüncelerinin bana geçmesini sağlamaya çalışmıştım fakat benimle asla göz teması kurmuyordu. Asansöre binerken, Uraz'ın yanına giderken ve buzluktan ayrılırken bana dönüp de tek bir kelime söylemedi. Ben de soru sormak için gerekli cesareti bir türlü toplayamadım.
,
|
0% |