Yeni Üyelik
27.
Bölüm

BÖLÜM 14: KAYIPLAR VE GÖZYAŞLARI

@yellowwheat

Bir lunaparktayım. Karşımda devasa bir dönme dolap, onun yanında da renkli ışıklarla bezenmiş bir atlı karınca... Ama hava neden bu kadar kasvetli? Genelde lunaparka güneşli günlerde gelinmez miydi? Televizyonlarda hep öyle olurdu çünkü. Güneş bütün parlaklığı ve sıcaklığıyla tam tepede durur, insanların tenlerini ısıtırdı. Etrafta bir sürü aile dolaşır, küçük çocuklarına pamuk şeker alırlardı. İnsanlar oyuncaklara binebilmek için sıraya girerlerdi. Bazen de ortalıkta gezen palyaçolar çocukların yüzlerine şekiller çizerlerdi.

 

Ama benim şu an tam ortasında bulunduğum bu lunaparkta ne çocuklar vardı ne de pamuk şeker satan amcalar. Gri bulutlar gökyüzünü kaplamıştı ve sert bir rüzgâr esiyordu. İnsanlar olmadan bir lunapark bile hüzünlü görünebiliyordu demek ki. Ya da burayı hüzünlü yapan benim varlığımdı.

 

Neden burada olduğumu bilmiyordum. Gözlerim merakla etrafta dolaştı. Bütün lunapark bomboştu. Arkamda uzun beyaz paltoların içinde bir grup insan duruyordu ama onların lunaparka gelmediklerini düşünüyordum. Çünkü kalın zincirlerle kilitlenmiş demir kapının önünde öylece bekliyorlardı. Eğer lunaparka geldiyseniz oyuncaklara binmeliydiniz. Onlar yüzlerinde stabil bir ifadeyle tam karşılarına bakıyorlardı.

 

Ve onların tam karşılarında da ben duruyordum. Yanımda üç kişinin daha varlığını hissedebiliyordum fakat gözlerimi oraya çevirdiğim anda görüntü bulanıklaşıyordu. Gözlerimi ovuşturmayı denedim. Bir etkisi olmadı. Yaklaşırsam daha iyi görürdüm belki.

 

Bir adımımı sağıma doğru attığım sırada bileğime bir el sarıldı. "Madem geldik. Keyfini çıkaralım." dedi tanıdık bir ses. Tenlerimiz temas ettiği anda yüzü netleşti ve açık kahverengi gözlerini görebildim. İçimdeki sıkıntı biraz olsun azaldı.

 

"Ilgaz haklı. Doğu, hadi ilk buna binelim." Başka birinin sesini daha duyduğumda gözlerimi Ilgaz'dan çektim. Uraz da buradaydı. En son gördüğümden daha zayıftı ve yüzünde koyu gri benekler dolaşıyordu. Fark ettiğim bu sıra dışı şey yüzünden biraz afalladım. Yanında birisi daha vardı. Galiba bizim gibi onlar da birbirlerini iyileştirmişlerdi ve temas ettiklerinde gri ışıltılar oluşuyordu.

 

Uraz yanındaki çocuğun koluna dokunuyor ve onu ilerletmeye çalışıyordu. Çocuk bizden biraz daha küçüktü sanki. Ama çok da fark edilmiyordu. Yüzü çocuksuydu sadece. Ne demişti adına? Doğu...

 

"Hadi." Ilgaz da beni kolumdan çekiştirdi ve Urazları takip ettik. "Önce buna binelim." dedi adının Doğu olduğunu öğrendiğim oğlan. Az önce biraz çekingen davransa da şu an oldukça mutlu ve heyecanlı gözüküyordu. Hep beraber dediğini yapmak için devasa dönme dolaba ilerledik. Makineyi çalıştırmak için yapılan kabinde bir adamın oturduğunu fark ettim. Kafasındaki siyah şapkanın kasketi yüzünü görmemi engelliyordu. Sanırım bizden ve arkadaki garip insanlardan başka bir de bu adam vardı koca lunaparkta.

 

Yavaşça süzülerek gelen kabinlerden birine Uraz ve Doğu otururken hemen arkalarındakine de Ilgaz ve ben oturmuştuk. Her hareketim oldukça robotikti. Çok fazla renk yoktu etrafta. Detaylar oldukça silikti. Mesela Ilgaz'ın üzerindeki tişörtün ne renk olduğunu çözememiştim ama Doğu masmavi bir tişört giymişti. Sadece onun kıyafetlerini net olarak görebiliyordum.

 

Bulunduğumuz kabin yükseldikçe görebildiğim alan da giderek arttı. İlerideki yüksek dağları ve hatta kocaman denizi bile görebiliyordum. Kulaklarımı Doğu ve Uraz'ın kahkahaları doldurdu. "Çok güzel." diye bağırdı Doğu. Bulunduğum kabinin cam kısmından onları görebilmek adına yukarıya doğru baktım. Doğu'nun cam gibi yemyeşil gözleri beni buldu ve anında kocaman bir gülümseme aldım ondan. Ellerini heyecanla salladı bize doğru. Uraz onu azarladı. "Sallama kabini düşeceksin."

 

Uraz'ın biraz korktuğunu fark ettim. Demirler paslandığından yükseldikçe tiz sesler çıkarıyorlardı ve bunun biraz ürkütücü olduğunu kabul ediyordum. Ilgaz öylece etrafını izliyordu. O an biraz durgun olduğunu fark ettim ama sesimi çıkarmadım. Çünkü dikkatim başka bir şeye kaymıştı.

 

Az önce gördüğüm beyaz paltolu insanlar gözlerini bize dikmiş, bazıları ellerindeki kâğıtlara harıl harıl bir şeyler yazıyorlardı. Ne yaptıklarını anlayamadım. Zaten hemen sonrasında etrafım tamamen bulanıklaştı.

 

Bu sefer rüzgâr daha sert esiyordu çünkü uzun zincirli bir salıncaktaydım. Yerden çok fazla yüksekteydik. Tam önümde salıncağına oturmuş, kollarını iki yana açmış Doğu vardı. Gülümseyerek onu izliyordum. Kıvırcık koyu saçları rüzgâr yüzünden geriye yatmıştı. Acaba aramızda ne kadar yaş farkı vardı?

 

Gözlerim diğerlerini aradı ama oturduğum yerden onları göremedim. Ya arkamdalardı ya da bu oyuncağa sadece Doğu ve ben binmiştik. Ben de onun gibi kollarımı iki yanıma açtım. Tam o sırada koca bir karanlık bana doğru ilerledi ve kollarıyla etrafımı sardı. Salıncak altımdan kaydı. Hızla düşmeye başladım.

 

"Bu sonuncusu bayağı korkunçtu." Uraz'ın sesiydi bu. Ben boşlukta süzülmeye devam ederken konuşmalarına devam ettiler. Kendi sesimi de duyuyordum ama gördüğüm tek şey koca bir siyahlıktı. "Bu taraftan." Ama işte bu ses hiç tanıdık değildi ve midemi bulandırmıştı. Ve bir anda siyahlığın içindeki düşüşüm son buldu.

 

Şimdi tekrar arkadaşlarımın yanındaydım. Önümüzde kısa boylu bir adam yürüyordu. Upuzun beyaz bir palto giymişti ve kumaş yere sürtündüğünden alt kısımları grileşmeye başlamıştı. İtaatkâr bir şekilde onu takip ettik. Arkadaşlarımın fısıldaşmalarını duyuyordum ama ne konuştukları hakkında hiçbir fikrim yoktu.

 

Adam kocaman bir geminin önünde durdu. Bu oyuncağı biliyordum ama adı şu an aklıma gelmiyordu. "Ben buna binmek istemiyorum." dedi Doğu adımlarını geri geri atarken. Uraz ellerini onun sırtına koydu ve hafifçe sıvazladı. Bu sırada ikisinin de yüzlerinde gri benekler dolaştı. Adam elini itiraz kabul etmeyen bir şekilde kaldırdı ve dördümüzün arkasına geçerek bizi gemiye doğru yönlendirdi.

 

Doğu da Uraz sayesinde biraz sakinleşmişti ama hâlâ binmek istemiyordu. "O binmese olmaz mı?" diye sordu Ilgaz. Adam kafasını iki yana salladı. "Herkes binecek." dedi sert sesiyle. Biz dört genç zorla o gemiye bindik. Az önce dönme dolabı çalıştıran adamı burada da gördüm. Demek ki bütün makineleri o yönetiyordu.

 

Ve gemi yavaşça hareket etti. Bir öne, bir arkaya. Adam hepimizi ayrı bölmelere oturtmuştu. O adama neden karşı çıkmadığımızı merak ediyordum. Dördümüz bir olsak küçücük adamı yere serebilirdik. Ama yapmamıştık. En arkada Ilgaz vardı; onun önünde Doğu, en son da ben ve Uraz binmiştik.

 

Gemi oldukça yükseklere çıkmaya başladığında ayaklarım yerden kesildi. Gergin hissettiğim için bu oyuncak beni eğlendirmekten çok korkutmuştu. Neyse ki çok sürmeden yavaşlamaya başlamıştı. Neden zorla bu saçma şeye bindirildiğimizi sorguluyordum ki çok geçmeden sorumun cevabını aldım.

 

Gemi son kez tepeye çıktıktan sonra aşağıya doğru inerken oldukça gürültülü bir ses duydum. Arkamdan birçok ses geliyordu ama ben o tarafa dönmeyi reddettim. Çok kötü bir şey göreceğimi biliyordum. Önümde oturan Uraz yerinden fırladığı gibi arkama doğru koştu. Herkesin sesini duyuyordum ama bir tek onunki yoktu. Doğu'yu duyamıyordum.

 

Daha hiçbir şey görmememe rağmen ellerim önümdeki demirleri sıkıca tutarken gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Beyaz paltolu ürkünç insanlardan birkaçının bize doğru koştuğunu görebildim. Bütün dünyam dönüyordu. Her yer siyah beyazdı. Bulanık görüşlerimle ve içimdeki boğucu korkuyla arkama baktım. Her şey siyah beyazdı ama bir tek o renkliydi. Üzerindeki masmavi tişört ve krem rengi bol pantolonu dünyadaki tek renklerdi şu an benim için.

 

Gözleri açık olsaydı o canlı yeşillikleri de görebilirdim belki. Ayaklarım hareket etti ama ben o gemide oturmaya devam ettim sanki. Ellerim yerde uzanan Doğu'nun siyah kıvırcık saçlarında gezindi ama ben o soğuk demiri tutmaya devam ettim sanki. Kalkması için sarstım onu, nefeslerini hissetmeye çalıştım ama nefes almanın nasıl bir şey olduğunu hatırlayamazken onunkileri nasıl hissedebilirdim?

 

Birileri kollarımdan çekti, birileri bana seslendi. Ben duymadım, hissetmedim. Yürüyen beyaz paltoların arkadaşımı taşımasını izledim. Adımlarım onları takip etti ama ayaklarım yere basmıyordu sanki. Ağlıyordum, bağırıyordum, çığlıklar atıyordum. Boğazım acıyordu ama ben hiçbir şey duymuyordum. Tek duymak istediğim onun nefes sesleriydi çünkü. Acı dışında hiçbir şey hissetmiyordum. Tek hissetmek istediğim Doğu'nun kalp atışlarıydı çünkü.

 

Tırnaklarım tenimi çiziyorlardı sanırım. Damarlarımdaki bir şeyler derimi zorluyorlardı dışarı çıkmak için. Onları gerçek anlamda görebiliyordum. Arkadaşımın bedenini zincirli kapının önüne bırakırlarken tırnaklarım boğazımı çizdi. Çok fazla acı hissediyordum. Küçük daireler hâlinde bir şeyler derimi yırtmak dışarı çıkmak istiyorlardı.

 

Doğu'nun yanına bir başka adam yaklaştı. İki parmağını boynuna dayamıştı. Ambulans çağırın, diye bağırdığıma emindim. Üç kişi dışında herkes gayet sakindi ve bu durum onlara saldırmama sebep oldu. Kendime zarar vermeyi kesip karşımdaki bu duygusuz insanlara geçirdim tırnaklarımı. Ilgaz beni tutmaya çalıştı. Bunu yaptığı için ona da sinirlendim ve öfkem kontrol edilemez hâle geldi.

 

Diğerlerinin ne durumda olduklarını bilmiyordum çünkü şu an sadece bu damarlarımdaki yuvarlaklar ve Doğu vardı benim için. Az önce ona yaklaşan ve nabzını kontrol eden adam kafasını iki yana salladı ama hiç de üzgün gözükmüyordu.

 

"Nabız yok."

 

Bacaklarım beni taşımayı bıraktığında sertçe dizlerimin üzerine yığıldım. Gözyaşlarım akmaya devam ediyorlardı ama Doğu'nun yanına sürüne sürüne giderken benim için hiçbir şeyin önemi yoktu. O iğrenç adama inanmıyordum. Parmaklarım bu güzel çocuğun boynuna uzandı. Sakin olmaya çalıştım. Kalbini hissetmeye odaklandım.

 

"Hadi, hadi, hadi..." diye kendi kendime mırıldanıyordum. Kalp masajına başladım. Bütün gücümle bastırdım ellerimi göğüs kafesine. "Aç gözlerini..." dedim dua eder gibi. Neden kimse bir şey yapmıyordu? Onu kaybedemem... Kaybedemem... Uyan... Burada kal... Doğu... Lütfen... Lütfen... Lütfen.

 

Kollarımda eller hissetim. Bedenim bitkin düşmüştü. Ama buna rağmen çığlıklarım durmadı. Gücüm yoktu ama ardı arkası kesilmeyen çığlıklarım vardı. Gücüm yoktu ama ardı arkası kesilmeyen gözyaşlarım vardı. Kan yoktu ama çok fazla acı vardı.

 

Beni çeken beden bu sefer bana sarıldı ve kafamı sıkıca kendine bastırdı. Bu kadarı çok fazlaydı. Çok fazla acı...Çok fazla...Çok fazla...

 

***

 

Boğazımı yakan bir çığlık sesiyle doğruldum. Bedenim terler içindeydi. Bir an nerede olduğumu algılayamadım. Gözlerim etrafta dolaştı. Odamdaydım. Ellerimi yanaklarıma götürdüm. Tenimdeki yaşlar parmak uçlarımı ıslattı. Ağlamış mıydım? Boynumda bile ıslaklıklar mevcuttu. Yatağımın karşısındaki dolabıma çevirdim gözlerimi. Dolabın kapağındaki aynada kendimle göz göze geldim. Gözlerim kıpkırmızıydı. Saçlarım darmadağınıktı. Ellerime baktım. Bir süredir uzattığım tırnaklarım kırılmış, çarşafımın üzerinde dağılmışlardı. Ne olmuştu bana böyle?

 

Sonra uyuduğum süre boyunca gördüğüm sahneler birer birer aklıma doluştu. Hızla yatağımdan kalktım ve çalışma masama ilerledim. Telaşla bir kalem ve kâğıt çıkardım. Bu sürede bütün kalemlerim etrafa dağılmış, kitaplarımın birkaçı yere düşmüştü.

 

Bu görüntüleri unutmadan kaydetmeliydim. Rüyamda gördüğüm şeylerin anılarım olduğunu biliyordum. Bunu hatırlamak bir an duraksamama neden oldu. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Ama gözlerimin dolmasına engel olamadım. Hızla kalemimden kelimeler dökülürken burnumu çekerek gözyaşlarımı göndermeye çalıştım.

 

Rüyamdaki bütün ayrıntıları, hissettiğim bütün duyguları hatta havanın nasıl olduğunu bile yazdım. Birkaç damla yaş kâğıda düştü ve kelimeleri bulanıklaştırdı. Bu yazdıklarımı Ilgaz'a göstermeliydim. Sonuçta o da rüyamdaydı ve bu olayın gerçek olup olmadığını bilirdi. Ama gördüklerimin sadece benim bilinç altımın saçma sapan uydurmaları olduğunu düşünmek istiyordum. Böyle büyük bir kayıp vermiş olamazdık. Eğer öyle olsa asla unutmazdım. Değil mi?

 

Toplamda önlü arkalı iki sayfa kâğıdı yazımla doldurduğumda avuçlarımı gözlerime bastırdım. Gözyaşlarımı durduramıyordum. Kafamı dağıtmak adına kâğıdı dikkatle katlayarak çekmeceme koydum ve merdivenlerden aşağı indim. Gördüklerimi düşünmemeye çalışıyordum ama o parlak yeşil gözler sürekli aklımdaydı. Bu olanların yaşanmadığını ummaktan başka bir şey gelmiyordu elimden. Hiç iştahım olmamasına rağmen kendime kahvaltı hazırlamaya karar verdim.

 

Mutfağa girdiğimde buzdolabın üzerinde bir not beni karşıladı. O zamana kadar İkra'nın evde olmadığının farkında bile değildim. Yapışkanlı kâğıdı elime aldım. Derse gidiyorum. Börek yaptım. Karnını güzelce doyur.

 

Buruk bir gülümseme dudaklarıma bulaşırken gözlerim mutfağı taradı böreklerin nerede olduğunu bulmak için. Ada tezgâhın üzerinde koca bir tepsi hâlinde duruyorlardı. Kendime kahve yapmaya karar verdim çünkü hâlâ o rüyanın içinde gibi hissediyordum. Ayılmaya ihtiyacım vardı. Su ısınırken elimi yüzümü yıkamak için banyoya doğru ilerledim. İki avuç dolusu suyu yüzüme çarparken aşağıda evin zil sesi yankılandı. Bu saatte kimin gelebileceğini bilmiyordum ama o kişiyi bekletmemek adına hızlıca kurulandım ve ikişer ikişer indim basamakları. Zile bir kez daha uzunca basıldığında kimin geldiğine bakma zahmetine girmeden kapıyı açtım.

 

"Peri..." dedi ağlamaklı sesiyle.

 

"Ada? Ne bu hâlin?" Bir omzunu kapının pervazına yaslamış, üzgün bir ifadeyle bana bakıyordu. Ağlamış olduğundan rimeli akmış dolgun yanakları boyunca uzun yollar oluşturmuşlardı.

 

"İçeri geç." dedim endişeyle. Her an yere yığılacakmış gibi görünüyordu. Ada'yı ilk defa böyle perişan bir hâlde görüyordum. Genelde sadece gözleri dolardı ve çok nadiren ağlardı. Onu bu hâle getiren şey neydi?

 

Salona kadar peşinden onu takip ettim ve en büyük koltuğa oturmasını sağladım. Hızlı adımlarla neredeyse koşarak ocaktaki suyun altını kapattığım gibi tekrar yanına döndüm. "Ne oldu sana böyle?" dedim yanına oturup bedenimi ona döndürdükten sonra. Ruhsuz gözleri beni izledi bir süre. Sonra burnunu gürültülü bir şekilde çekti. "Yine yaptı." dedi titrek bir sesle. Tekrar ağlamaya başlayacak gibiydi. Bu yüzden destek olmak için kollarımı ona sardım ve başını göğsüme yaslamasını sağladım. Bir süre iç çekti. Sakinleştiğine emin olduğumda başka bir soru yönelttim.

 

"Her şeyi baştan anlatmaya ne dersin?"

 

Ellerim sakince sırtında dolaştı. Onu zorlamak istemiyordum ama eğer benim kapımı çaldıysa bunu birine ihtiyacı olduğu için yapmıştı. İçini boşaltmasında ona yardımcı olmalıydım. "Yine birisini bulmuş." dedi kısaca. Bana çok da yardımcı olduğu söylenemezdi. Anlaşılan adım adım ilerleyecektik. "Kimden bahsediyoruz?" dedim sevecen bir şekilde.

 

"Bugün gördüm onları. Sahilde. El ele geziyorlardı." Olayı anlatırken nasıl yaptıklarını göstermek adına kendi ellerini kenetleyerek bana göstermişti. İyi olmadığı kesindi. Kesinlikle iyi değildi. Kendi kendime bir değerlendirmeye giriştim. Anladığım kadarıyla sevdiği birisi vardı ve isim vermek istemiyordu. Sevdiği kişinin ise eskiden sevgilisi yoktu ama bugün bir sevgili edinmişti. Klasik bir aşk acısı gibi görünüyordu. Ama çok yanlış kişinin kapısını çalmıştı.

 

"Daha ne kadar izlemem gerekecek." Az önce birleştirdiği ellerini ayırarak birini sol tarafına bastırdı. Zaten bu sabah psikolojim biraz alt üst olduğundan birazdan burada iki kız beraber ağlayacak gibiydik. Ona yardımcı olmayı tabi ki çok istiyordum ama bu kişinin kim olduğunu bilmeden yardımım dokunamazdı. Fena derecede platonik olduğu kesindi.

 

Çenemi kafasının üzerine koyarken "Bu derece kör olan kişinin kim olduğunu merak ettim doğrusu." dedim sorumu az öncekinden farklı bir tarza çevirerek.

 

"Hazar."

 

"Efendim?" dedim kabaca. Onu göğsümden kaldırmış şaşkınca yüzüne bakmıştım. Ciddi olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. Aslında ne dediğini gayet iyi bir şekilde duymuştum ama yanlış duymuş olmayı diliyordum. "Hazar." dedi tekrar. Elimi alnıma vurmamak için kendimi zor tuttum. Sevdiği kişinin kim olduğunu bilirsem işimin kolaylaşacağını düşünmüştüm. Ama şu an bir bataklığın içinde gibi hissediyordum. Hazar bu ülkede âşık olunmaması gereken erkekler sıralamasında top 10'a rahatça girerdi.

 

"Peki..." dedim sondaki harfi uzatarak. "Biraz şaşırdım sanırım." Cümlem yüzümü buruşturmama neden olmuştu. Ada ellerini gözlerine kapatarak arkasına yaslandı. Ne yapacaktım ben?

 

"Olunabilecek en uç kişiye âşık olduğumu biliyorum." dedi boğuk sesiyle. Sadece hoşlantı olduğunu düşünmek istemiştim ama Ada âşık olduğunu çoktan resmiyete dökmüş gibiydi. Hazar'ın yeni bir sevgilisinin olduğundan katiyen haberim yoktu. Çoğu zaman bana anlatmazdı bile. Arada dışarıda hep beraber toplandığımızda yanında birilerini getirirdi ama her seferinde başka bir kızı getirdiğinden artık ilişkilerini takip edemiyordum. Sanki sadece yanında getirmek için getiriyor gibi davranırdı. Çoğu zaman kızlarla konuşmazdı bile. Yakınlaştıklarından yani sevgili anlamında yakınlaştıklarından bile emin değildim.

 

Hazar herkese yeşil ışık yakıyormuş gibi görünebilirdi ama sadece onun kişiliği böyleydi. Yanında getirdiği kızlarla teması en fazla omzuna kolunu koymak ya da el ele tutuşmak şeklinde oluyordu. Hatta bir keresinde ona erkeklerden hoşlanıp hoşlanmadığını sormuştum. İlk tanıştığımız zamanlardaydı.

 

O zamanlarda kadınlarla şimdi olduğu kadar sık görüşmezdi hatta hemen uzaklaşırdı. Ama kadınlardan hoşlandığını çok emin bir şekilde dile getirmişti. Ben daha çok dövüş kulübündeki arkadaşlarına ayak uydurmak için böyle yaptığını düşünüyordum.

 

Ancak bütün bunları Ada'ya anlatırsam daha fazla umutlanmasından korkuyordum. Onun için en iyisi Hazar'ı unutmaktı bana göre. İkisi her bir araya geldiklerinde zıtlaşıyorlardı, kavgalar ediyorlardı ve bu bir aşk ilişkisine dönüşürse daha da yıkıcı olabilirdi. Tabi onlara karışmak asla bana düşmezdi. Ama bu işten ikisinin de büyük yaralar alacağına inanıyordum. Ada'nın ellerinin üzerine kendi ellerimi koydum ve onları yüzünden çektim. "Hazar hep böyleydi Ada."

 

"Biliyorum."

 

Ne zamandır seviyordu onu? Son bir yılda olsa bile Hazar'ın birçok ilişkisine tanıklık etmiş olmalıydı. Gerçekten zor bir durumdu. Onu bizimle gelmesi için zorladığım zamanları hatırladım. Çoğu zaman bizimle dışarı çıkmak istemezdi. Fakat evde toplanacaksak büyük bir heyecanla katılırdı. Demek ki bütün bu davranışları Hazar yüzündendi.

 

"Geçen gün..." dedim onu bana bakmaya zorlayarak. "Neden kavga ettiniz?" İki hafta boyunca küs kalmışlardı ve ben ikisini de sık boğaz etmek istemediğimden nedenini sormamıştım. Artık vakti gelmişti.

 

Yumruklarını sıktı. "Bana bebeğim dedi. Öyle seslenmemesini söyledim. Meseleyi uzatan oydu. Sonra da sinir bozucu olduğumu söyledi." diye açıkladı kırgınca. Sevdiği adam tarafından sinir bozucu bulunmuştu. Olması gerektiğinden daha da fazla kırıldığı belliydi.

 

"Ben de ona nerede dalga geçmesi gerektiğini ne zaman ciddi olması gerektiğini bilmediğini söyledim." Sırtı dik bir şekilde söyledi bu sözleri. Kesinlikle pişman değildi. Çünkü o da çok fazla kırılmıştı ve karşılık vermek istemişti.

 

Hazar'ın en sinir olduğu şey bu olabilirdi ve bunca zaman arkadaş olduklarından Ada bunu gayet iyi biliyordu. Bu olaya maalesef taraflı bakamıyordum çünkü ikisi de benim çok sevdiğim arkadaşlarımdı. Sonra Hazar'ın ne kadar kırgın gözüktüğünü hatırladım. Bu sefer sinir olmak yerine üzülmüştü anlaşılan.

 

"Bu böyle devam ettikçe birbirinize zarar vermeye de devam edeceksiniz." dedim kendi fikrimi belirterek. İşlerine burnumu sokmak istemiyordum ama kendimi tutamamıştım. Teselli işinde de berbattım açıkçası. Keşke şu an İkra da burada olsaydı. O biraz daha görmüş geçirmiş olduğundan bu işlerden anlardı.

 

Ada kafasını eğmiş öylece halıyı izliyordu. Bu konuyu daha fazla deşmeden bir de İkra'dan akıl almanın daha iyi olacağını düşündüm. Çünkü şu an ne demem gerektiğini tam olarak kestiremiyordum. "Üzgün bir kıza ne iyi gelir biliyor musun?" dedim heyecanla ayağa kalkarken. Ada bakışlarını bana çevirdi. Bu sefer o gözlerde birkaç hayat belirtisi yakalamıştım.

 

"Çikolata." dedi benim gibi ayağa kalkarken. Heyecanı benimki gibi yoğun değildi ama az önceki depresyon durumundan çıkabilmesine sevinmiştim. "Ve..." dedim son harfi uzatarak. Ada soru dolu bakışlarını üzerime dikti. "Hamur işi tabi ki." dedim tahmin edemediği için onu biraz azarlayarak.

 

"Doğru." dedi yerinde zıplarken. Şimdilik durumu kurtarmış gibiydim. "O zaman sen elini yüzünü yıka. Ben de yiyecekleri hazırlayayım." Uslu bir çocuk gibi kafasını salladıktan sonra merdivenleri tırmanmasını izledim. Böyle güçsüz olmaktan nefret ettiğini görebiliyordum. Şu an bana ayak uydurmasının temel sebebi de buydu. Eğer gerçekten karalar bağlamak isteseydi ben onu asla engelleyemezdim.

 

Bir an için ikisini yan yana hayal ettim. Yakıştıklarını inkâr edemezdim. Yan yana oldukça iyi dururlardı. Sanırım böyle bir şey olursa onları destekleyen ilk kişi Ilgaz olmuş olacaktı. Bize yemeğe geldiğinde onları yakıştırmış olmalıydı. Ya da sürekli didişip duran bir çift olduklarını düşünmüştü.

 

Ilgaz'ı anmam ve telefonumun çalması eş zamanlı olarak gerçekleşti. Ekranda onun ismini görünce biraz ürktüğümü itiraf etmeliyim. "Efendim?"

 

"Bir saat sonrası için müsait misin?" dedi hızlıca konuya girerek.

 

"Sanırım. Ne oldu?" diye sordum. Kafeyi tamamen Hazar'a devretmem gerekecekti ve bir de Ada vardı tabi ki. Onu yalnız bırakamazdım. "Sana buzluğu tanıtacağım unuttun mu?" Tamamen aklımdan çıkmıştı. "Evet. Bir saat sonra görüşürüz o zaman." dedim çaktırmamaya çalışarak ama pek başarılı olduğum söylenemezdi. Dünden sonra aramız biraz bozuk gibiydi ve şimdi de bana mesafeli davrandığını hissetmiştim. O yüzden konuşmayı kısa kesmeye çalıştım. Ayrıca daha ayarlamam gereken işler vardı.

 

Ilgaz'a veda ettikten sonra mutfak kapısından bahçeye çıktım ve kapıyı arkamdan sıkıca kapattım. Ada konuşmalarımı duymasa daha iyi olurdu. Rehberimde Hazar'ın numarasını ararken kapıdan biraz daha uzaklaşmıştım.

 

"Alo." Hazar ikinci çalışta telefonu açtı. Direkt konuya girmeye karar vermiştim. "Hazar iki saat benim yerime bakabilir misin?"

 

"Olur tabi de. Bir şey mi oldu?"

 

"Sana sonra açıklarım. Teşekkür ederim." Şu an için bir bahane bulamadığımdan geçiştirmeyi seçmiştim. Onunla da telefonu kapattık. Arkamı dönüp mutfağı kontrol ettim. Ada, tezgâhın kenarındaki sandalyelere oturmuş tepsideki börekleri yiyordu. Pek benimle ilgileniyormuş gibi görünmediğinden sıradaki aramamı gerçekleştirdim.

 

"Alo İkra." dedim telefonun açılma sesi geldiğinde. Etrafta birçok ses vardı ama onun sesini duyamıyordum. "Sesin gelmiyor." Birkaç takırtıdan sonra sakin bir yere geçtiğini anladım. "Peri? Bir şey mi oldu?"

 

"Ada bize geldi ve pek iyi hissetmiyor." dedim hızlıca. "Benim de acil bir işim çıktı. Bir saat içinde eve gelebilir misin? Sana olanları mesaj atarım." Eğer İkra'ya Hazar ve Ada meselesini pat diye anlatırsam kalpten gidebilirdi. O yüzden mesajlarda tane tane yazacaktım. Olayı bilmeden buraya gelmesi de biraz garip olurdu. Ada'nın ona anlattığım için bana kızmamasını umuyordum çünkü başka çarem yoktu.

 

"Yarım saate ordayım." diye bilgilendirdi İkra beni. İşleri yoluna koyabilmenin mutluluğuyla Ada'nın yanına geri döndüm. "E, kalorileri vücudumuza yüklemeye hazır mıyız?"

 

"Ben başladım bile." dedi Ada ağzındaki lokmayı umursamadan. "Salona geçelim. Bilgisayardan da bir dizi açarız." diye öneride bulundum. Ada elinde koca tepsiyle içeri adımlamaya başladığında onu şaşkınlıkla izliyordum. Normalde benden büyük olmasına rağmen şu an tam bir çocuk gibi davranıyordu. Hazar'a kızmak istiyordum onu bu hâle getirdiği için. Ama onun da hiçbir şeyden haberi yok gibi duruyordu. Şu an içinde bulunduğum durum karmakarışık bir şeydi.

 

Odama çıkıp dolabımdaki çikolataları ve laptop bilgisayarımı kaptığım gibi Ada'nın yanına geri döndüm. Ve istediği diziyi açmasını söyledim. Daha önce izlemediğim bir tanesini seçtiğinde ben de kahvaltı etmediğimden tepsideki böreklerden yemeye başlamıştım. Anlaşılan İkra bunca zaman yemek yapma yeteneğinden mahrum bırakmıştı bizi. Ada'nın diziye odaklandığını düşündüğüm anda biraz geriye giderek telefon ekranımı onun görüş açısından çıkardım ve olanları İkra'ya tane tane yazdım. İkra bana hiçbir cevap vermedi. Bu biraz ürkütücüydü açıkçası.

 

Dizinin ilk bölümünün ve börek tepsisinin ortalarına geldiğimizde kapı çalmıştı. Oturduğum yerden kalkmış, kapıyı İkra için açmıştım. Endişeli gözlerini bana dikti ama tek bir kelime etmedi. Salonu işaret ettim geçmesi için. "İkra!" Ada onu gördüğü anda elindeki çikolatayı bırakmış, hızlıca kollarını ona sarmıştı. Ve en kötüsü tekrar ağlamaya başlamıştı. İkra zar zor onu teselli edip koltuğa oturttuğunda ben de yavaşça odama çıktım. Hazırlansam iyi olurdu.

 

Dolabımın kapaklarını açtıktan sonra kıyafetlerimle uzunca bir süre bakıştık. Ne giyeceğim hakkında pek fikrim yoktu. Ama fazla dikkat çekmenin zararıma olacağını düşünüyordum. Bu yüzden siyah kot pantolon ve siyah ince askılı bir body giydim. Belime bir kemer bağladım. Üzerime de deri ceketimi alacaktım. Telefonumu cebime tıkıştırdım. Çanta taşımayı fazla sevmiyordum. Açık kahve saçlarımı taradım ve serbest bıraktım. Hafif dalgalı ve güzel görünüyorlardı.

 

Tekrar kızların yanına dönerken yanıma deri ceketimi de aldım. Ada sakinleşmiş, İkra'nın kolları arasında öylece bekliyordu. "Senin neye ihtiyacın var biliyor musun?" dedi İkra. Arkasından ne geleceğini tahmin edemiyordum. Çoğu zaman İkra'nın ne düşündüğünü kestiremezdim. Kafasında kırk tilki gezerdi ve kırkının da kuyrukları birbirine değmezdi.

 

Ada kafasını bulunduğu yerden kaldırmış meraklı gözlerle ona bakıyordu. Beni ikisi de fark etmemişti. Omzumu salonun kapı pervazına yaslayarak onları dinlemeye devam ettim. "Bırak şu paçozu ya." dedi bir anda celallenerek. Elimde olmadan irkildim. Burada paçoz Hazar oluyordu sanırım. "Gözlerini yeni ufuklara yönelt." Elini ileri doğru uzatmış sanki gerçekten de karşısında bir ufuk varmış gibi davranmıştı. "Ne demek yeni ufuklar?" diye sordu Ada.

 

Gerçekten de tam İkra'dan beklenecek bir tavsiyeydi. "Seni sevebilecek yeni birilerini bulalım diyorum canım." diye açıkladı İkra da. Şaşkınlıkla onları izliyordum ve İkra'nın bu önerisini hiç mi hiç desteklemiyordum. Birinin acısını kapatmak için başka bir insanı kullanmak bana çok da doğru gelmiyordu. Çünkü o insanı unutmanıza yardımcı olabilirdi belki ama kurduğunuz yeni ilişkinin temelinin sağlam olacağına inanmıyordum.

 

Ki Ada da hislerime tercüman olmuştu. "Olmaz. Başka birini kendime yara bandı yapamam." dedi kafasını iki yana sallayarak. Sanki zaten bunu düşünmüştü bile. Çünkü hemen düşünmeden reddetmişti.

 

"Kuzucuğum sana ciddi bir ilişkiye başla demiyorum. Sadece Hazar'ın özel bir yönünün olmadığını keşfetmen gerekiyor. Bir iki yemek yersiniz. Anlaşamazsan bırakırsınız." İşte bu sefer Ada biraz durdu ve düşündü. "Bak madem sarışın seviyorsun. Aynı dersi aldığım bir çocuk var. Arkadaşım. Tanıştırırım sizi." Pes diyorum başka bir şey demiyorum. Bu ne hız bu ne çevik bir zekâ? Ne ara öğrendin olayı, sindirdin de aklına sınıfındaki sarışın çocuk geldi?

 

"Yok ya." dedi Ada gönülsüzce. Ben artık ne düşüneceğimi bilemiyordum. Başka biriyle görüşse bir dertti. Görüşmese bir dertti. Hazar salağının da bu kızı fark edeceği yoktu. En iyisi kendi yoluna bakmak olurdu. İkra Ada'yı ikna etmeye çalışırken bir yandan da çocuğun fotoğrafını göstermeye çalışıyordu.

 

Ada'nın hemen yeni birini sevebileceğini sanmıyordum. Eğer Hazar'ı seviyorsa zaten onda bizim göremediğimiz bir şeyler görmüş olmalıydı. Bu yüzden çok da empati yapamıyordum açıkçası.

 

Onların atışmalarını izlerken telefonumun cebimde titreştiğini hissettim.

 

Kapının önündeyim.

 

Kızlara haber vermeden gitmenin daha iyi olacağını düşündüm. Dış kapıya doğru ilerleyeceğim sırada aklıma başka bir şey geldi. Rüyamı yazdığım kâğıt... Ilgaz'ı bekletmemek için hızlı ve sessiz adımlarla, ki bu biraz zor olmuştu, odama çıktım ve kâğıdı aldım. İyi ki hatırlamıştım yoksa bu konu başka bir güne kalırdı ve ben başka bir gün bunun hakkında tartışabileceğimi sanmıyordum.

 

Kızlara fark ettirmeden dış kapıya yöneldim ve ayakkabılıktan uzun çizmelerimi alıp ayaklarıma geçirdim. Kapıyı açtığımda siyah araç beni karşıladı. Sanırım bu aralar onun arabasına çok fazla biniyordum.

 

"Hoş geldin." dedi ben kemerimi bağladıktan sonra. Sesinin telefondakinden daha samimi gelmesi içime su serperken yüz ifadesinin durgun olması ise o suyun üzerine koca bir kova kül dökmüştü. "Merhaba." diye mırıldandım ben de. Tabi ki bu konu hakkında konuşacaktık ama her şeyin bir zamanı vardı.

 

Kendi camımdan dışarıyı izlemeye başladığımda arada gözlerim yansımasına kayıyordu. Ona belli etmeden hafifçe kafamı çevirip izlemeye çalıştım. Bugün bol siyah bir tişört giymişti ve üzerinde de gri eşofman ceketine benzer bir şey vardı. Saçlarını her zamanki gibi dalgalı bir şekilde bırakmıştı ve dün gördüğüm bandaj hâlâ yerli yerindeydi.

 

Boynunda ince bir kolyenin ışıltısı vardı ama camın yansımasından nasıl bir şey olduğunu tam göremiyordum. Birkaç kere daha böyle bir kolye taktığını fark etmiştim onun için özel bir şeydi belki de.

 

Kafasını bana doğru çevirdiğinde izleme süremin yeterli olduğuna karar verdim ve akıp giden ağaçları takip etmeye başladım. Artık ezberlediğim yollardan hızla ilerledik. Hava bugün yağışlı değildi ama ortada güneş de yoktu. Sadece gri bulutlar vardı. Böyle havaları severdim ama...

 

Tıpkı rüyadaki gibi...

 

Görüntüler hızla aklıma doluşmaya başladığında sırtımı koltuğa iyice yasladım ve ellerim kapının kenarına tutundu. Kesinlikle iyi hissetmiyordum. Belki de hatırlamak sandığım gibi muhteşem bir şey değildi.

 

"Peri?.. Peri?" Omuzlarımda bir çift el hissettim. Ama kapalı olan gözlerimi açmaya korkuyordum. Kirpiklerimi sıkıca birbirine bastırdım. Kendime rüyada olmadığımı ve şu an bir arabada oturduğumu hatırlatmaya çalışıyordum. Ama gözlerimin önünde Doğu'nun yerde uzanan bedeni belirip duruyordu. Derin nefesler almaya çalıştım.

 

Aurora... İyi misin?.. Aç gözlerini hadi.

 

Ilgaz'ın sesi derinden bana ulaştığında bir an kafamdaki görüntüler dondu. Ilgaz benimle... Ilgaz benimle... Ellerimde ellerini hissettim. Soğukluğunu da hissetmeye çalışıyordum ama soyut anlamda tek hissedebildiğim şey korkuydu. Kaybetmenin korkusu...

 

Nefeslerim normal seyrine dönmeye başladığında bu sefer o eller yanaklarımı sardı. Kirpiklerimi yavaşça araladım. Endişeli açık kahve gözler beni karşıladı. "Sonunda." diye mırıldandı Ilgaz alnını benimkine yaslarken. Hâlâ kendimi iyi hissetmiyordum ama Ilgaz'ı sakinleştirme isteğim her şeyi arka plana itmişti.

 

"İyiyim. Bir şeyim yok." Onu endişelendirdiğim için kendime kızarken buzluğun önünde olduğumuzu fark ettim. Araba gelişi güzel park edilmişti. Ayaklarım oturduğum koltukta dışarıya doğru sarkıyordu ve Ilgaz önümde diz çökmüş ellerini ellerime kenetlemişti. Panik olduğu belliydi. Bu yüzden ona ve kendime biraz daha zaman tanıdım.

 

"Hadi. İçeri geçelim." dedim beş dakika geçtikten sonra. Ilgaz bana bakmadan kafasını salladı ve ayağa kalktı. Ben arabanın kapısını kapattığımda Ilgaz çoktan buzluğa varmış, kapıyı benim için açık bırakmıştı. Normalde olsa asla yanımdan ayrılmaz, elimi tutmadan da o kapıdan içeri girmezdi. Dün Lider'in teklifini kabul etmekle aramızdaki bir şeyleri paramparça ettiğimi düşünüyordum.

 

Elimi halen hızla çarpan kalbimin üzerine bastırarak hızlı adımlarla onu takip ettim. Kendimi biraz da olsa heyecanlı hissediyordum ama Ilgaz'ın bu soğuk tavırları içimdeki bütün iyi duyguları baltalıyordu.

 

İlk önce asansöre bindik. Ilgaz 0 ve 1' e aynı anda bastığında gözlerim şaşkınlıkla onu izledi. Yanlış bastığını zannetmiştim. Ama iki sayının etrafı da beyaz bir ışıkla işaretlenmiş gözüküyordu. Asansör aşağı doğru hareket etmeye başladı. Bu binanın zemin katının az önce bulunduğum alan olduğunu sanıyordum ama öyle olmadığı kanıtlanmıştı.

 

Asansör kapıları sessiz ve yavaşça aralandığında Ilgaz'ın hareket etmesini bekledim. Sonuçta bugün önden ilerlemeye meraklıydı. Ama o sadece elini öne doğru uzattı ve asla benimle göz göze gelmedi. Az önce yaşadığım psikolojik sorun bile onun bu tavırlarında bir değişikliğe sebep olamamıştı. Sadece benim için endişelenmiş ve ben o durumdan kurtulduğum anda eski hâline geri dönmüştü.

 

Nedense bu sefer onun onayını almak istememiştim. Evet... Bana çok yardımcı oluyordu, koruyordu ve aramızda farklı bir bağ vardı. Bunların hepsini kabul ediyordum. Fakat hiç kimseye de benim kararlarımı sorgulatacak cüreti vermek istemiyordum. Ben böyle büyümüştüm. Korunmaya, kollanmaya pek alışık değildim. Ilgaz ne kadar baskılanmaktan nefret ediyorsa ben de o kadar nefret ediyordum. Ve belki de ona bunu göstermek istemiştim. Beni koruma adı altında öylece kapı dışarı edemezdi. Bir insan böyle korunmazdı. Bu sadece hapsetmek olurdu. Ilgaz da dahil hiç kimseye hayatımı yönetme şansını vermemeliydim. Dimdik kararımın arkasında duracaktım.

 

Ve şu andan itibaren o dünden beri bana nasıl davranıyorsa ben de aynı şekilde davranacaktım. Uzun saçlarımı gözlerimin önünden çekerek deri ceketimden aşağı sarkıttım ve adımlarımı atarken çizmelerimin zeminde tok sesler çıkarmasına izin verdim. Asansörden indiğimde beni karanlık bir ortam karşılamıştı. Ama hemen sonrasında tepedeki floresan lambalar loş sarı bir renkle bulunduğum alanı birer birer aydınlatmaya başladılar.

 

Arkamda Ilgaz'ın ayak seslerini duydum ve bu sesleri sözcükleri devam ettirdi. "Burası eğitim alanımız." dedi görev bilinciyle. Ona odaklanmayı bırakıp yeni grubumu tanımak adına çaba göstermeye karar verdim. Gözlerim devasa deponun içinde gezindi.

 

İlk gözüme çarpan detaylar duvarlardı. Gri girintili çıkıntılı tenekelerle kaplanmışlardı ve yer yer grafiti çizimleri bulunuyordu. Havada hafif bir küf kokusu vardı ama zemin kat olmasından dolayı bunu gayet normal karşıladım.

 

Adımlarım biraz daha ilerledi. Alan oldukça genişti ve bölmelere ayrılmış gibi görünüyordu. Ellerimi en sağ duvarda bulunan irili ufaklı bıçakların üzerinde gezdirdim. Bıçakların tam karşı duvarında da çeşitli silahlar vardı. Bu konuda pek bilgili olmadığımdan kendimi biraz yabancı hissetmiştim.

 

Depo benzeri yerin en sonunda spor aletleri mevcuttu. Birçoğunu Pandia'dan hatırlıyordum. Kısacası burada bir insana kendini savunmasını öğretmek için gerekli bütün araç gereçler mevcut gibi görünüyordu. Hatta kocaman mankenler bile görmüştüm. Bunların üzerinde antrenman yapıyor olmalılardı.

 

"Sen buraya çok sık gelir misin?" dedim tek düze bir sesle. Gözlerimi ona çevirdiğimde çatılı kaşlarıyla bana baktığını fark ettim. Önce dudaklarında alaycı bir gülümseme oluştu ve bu hareketi gamzelerini ortaya çıkardı. Ona karşı aldığım bu ciddi tavrımı korumaya özen gösterdim.

 

"Neredeyse her gün." diye cevap verdi. Yüzündeki bu alaylı ifadeyi çözemedim ama ona ayak uydurdum. Sinir bozmak dendiğinde kendimden daha başarılı bir Hazar'ı tanırdım. Aynı onun gibi dudaklarımı sevimli bir alaycılıkla kıvırdım ve az önce dokunduğum hançer benzeri bıçaklardan rastgele birini elime aldım. Ayaklarımın altındaki zemin biraz yumuşadığında sünger gibi bir matın üzerinde durduğumu anladım. Yaralanmamak için bunun üzerinde çalışıyor olmalılardı. Gözlerimi Ilgaz'dan çekip metalin parlak yüzeyine odaklandım. Parlak sarı ışıklar bıçağı aydınlattı ve kendimle göz göze geldim.

 

"O zaman bana öğretmek için birkaç hareketin vardır." diye mırıldandım. Bıçağın kabzasındaki işlemeler hoşuma gitmişti. "Anlamadım?" dediğini duydum ama bunda anlaşılmayacak bir şey yoktu. Tepkisini görmek istedim. Kesinlikle anlamıştı. Adımları sakince bana yaklaşırken alaylı tavrımı korudum. "Yani demek istediğim... Gözlemlerime göre burada Lider'den sonra en kıdemli kişi..." Bir an duraksadım ve parmaklarım onu işaret etti. "Ilgaz Bulut." diye fısıldadım.

 

Sesimin ona ulaştığını biliyordum çünkü çoktan aramızdaki mesafeyi kısaltmıştı. "Ve bu kıdemli kişinin yeni çaylağa ilk dersini vermesi daha anlamlı olur." Konuşmamın bittiğini belirtmek adına bakışlarımı ona diktim. Benden bir adım kadar uzakta durmuş, yüzünde anlayamadığım bir ifadeyle elimdeki bıçağa bakıyordu. Ayakları çoktan benim de üzerinde bulunduğum yumuşak mata ulaşmıştı. Gözlerimi süngerin üzerinde ağırlığından dolayı oluşan çukurlarda gezdirdim.

 

"İlk olarak iyileşenlerde çaylak diye bir şey yoktur ki olsaydı bile seni bir çaylak olarak kabul etmezdik." Az önce aramızda bulunan bir adımlık mesafeyi kapattı ve elimde bulunan bıçağa uzandı. Ona karşı koymadım. İşlemelerini çok beğendiğim bıçak ellerimin arasından kaydı ve Ilgaz onu tekrar duvardaki yerine yerleştirdi. Gözlerimi ona dikmiş ne yapmaya çalıştığını izliyordum.

 

"İkincisi..." dedi parmaklarıyla iki sayısını göstererek. "Kıdemli kişilerden ders almak için yeni üyelerin bunu hak etmeleri gerekir." Az önce kendi kendime yaptığım çıkarımda haklı olduğumu biliyordum ama Ilgaz'ın beni onaylaması biraz afallamama neden olmuştu. Liderden sonra buradaki en saygın kişi Ilgaz'dı. Bunu artık kesin olarak biliyordum.

 

Dudaklarımın arasından alaycı bir nidanın çıkmasına engel olamadım çünkü ondan ders almayı hak etmek kısmı bana biraz abes gelmişti. Benimle dalga geçtiğini düşünüyordum. "Yani şimdi senden ders alamayacağım. Öyle mi?" Yüz ifadesini korudu. "Yazık oldu." dedim üzülmüş gibi yaparak. Bir tepki vermesini bekledim ama o beni izlemeye devam etti. Artık buradaki işimizin bittiğini düşünüyordum. Bu yüzden arkama döndüm ve asansöre doğru yöneldim.

 

Tam o sırada sağ omzumda ve sol kolumda bir çift elin yer edindiğini hissettim. Daha ben ne olduğunu anlayamadan ayaklarım hızla yerden kesildi ve sırtım çok da sert sayılmayan zemine çarptı. Bir acı hissetmeyi bekleyerek gözlerimi sıkıca yumdum. Aradan saniyeler geçti ama hiç kimse hareket etmedi ve ben hiçbir ses duymadım.

 

Elimi sıkıca tutan başka bir el vardı. Takılıp düşmüş müydüm? Neler olduğunu anlayabilmek adına kirpiklerimi araladığımda tam karşımda Ilgaz'ın gözleri bulunuyordu. Bense az önce üzerinde bulunduğum yumuşak mata sırt üstü uzanmıştım ve saçlarımın bir kısmı yüzümü örtmüşlerdi.

 

Ve bir anda kafamda bir şeyler yerine oturdu. Ilgaz beni yere sermişti. Nasıl yaptığını anlayamamıştım. Gözlerimi şaşkınca kırpıştırırken mavi ışıltıları da yeni yeni fark edebildim. Elimi sıkıca tutmuş, yere sertçe çakılmamı engellemişti. Hâlâ parmaklarımı tuttuğundan yüzünde mavilikler dolaşıyordu.

 

Üzerindeki bol tişört eğildiği için tenini açıkta bırakmıştı ama oralara çok bakmamaya çalışıyordum. Gri eşofman ceketinin ipleri yanaklarımla temas ediyorlardı ve kolyesi tam burnumun ucunda sallanıp duruyordu. Şu an bulunduğum konum benim için hiç iyi değildi. Beni nasıl düşürebildiğini anlayamamıştım bile.

 

"İlk kural..." dedi fısıltıyla. Eli elimi daha çok sıktı ve beni hafifçe kendine çekti. Kolyesinin ucundaki soğuk demirden yapılma figür burnumla hafifçe temas etti. Kirpiklerimi kırpıştırdım. Dalgalı saçları alnına dökülmüştü ve karşımdaki görüntü az önceki bütün alaylı tavırlarımı bana yutturacak cinstendi.

 

"Bir iyileşen olduğunu normal insanlara asla belli etme." Söylediği şeyin şu anki durumumuzla olan alakasını pek anlayamamıştım. Ben daha çok "asla rakibine arkanı dönme" gibi bir direktif bekliyordum çünkü. Ama Ilgaz bu durumda bile görevini benimsemiş bir şekilde davranıyordu. Onun görev bilinci gözlerimi yaşartmıştı doğrusu.

 

Ayrıca biraz daha böyle durmaya devam edersek belimin ağrısından gerçekten gözlerim yaşarabilirdi. Bu yüzden Sayın Kıdemli Ilgaz Bey'i onaylamayı seçtim ve kafamı usulca aşağı yukarı salladım. Hareketimden sonra Ilgaz doğrulmaya başladığında birleşik olan ellerimizi kullanarak beni de yerden kaldırdı. Onun esaretinden kurtulduğuma sevinirken bir yandan da dağılan saçlarımı ve kıyafetlerimi düzeltiyordum. Üzerimdeki ceket rahatsız hissetmeme sebep oluyordu.

 

Ilgaz tekrar asansöre yönelirken onu takip ettim. Az önce yaşadığımız garip diyaloglardan sonra onunla bir kabinde yalnız kalmak istediğim söylenemezdi. İçime yavaşça derin bir nefes çekerken Ilgaz'ı seyrettim. Bu sefer sadece 0 numaralı butona basmıştı. Kabin yavaşça yukarı çıkmaya başlarken ceketimi hafifçe aşağı indirdim ve Ilgaz'ın kolunu dürttüm.

 

"Sence ceketimi çıkarırsam çok mu dikkat çeker?" İçime giydiğim tişört sadece ince askılara sahip olduğundan buraya uygun olup olmadığını pek kestiremiyordum. Son seferki gibi bir gerginliği de kaldıramazdım.

 

"Hiçbir şeyden çekinmene gerek yok." diye cevapladı beni. Deri ceketi üzerimden çıkardım ve sağ koluma astım. Şimdi daha iyi hissediyordum çünkü burası adıyla tezat bir şekilde fazla sıcaktı.

 

Bu sefer geldiğimiz kat ise zaten birçok defa gördüğüm bizim buzluğa giriş yaptığımız kısımdı. Birçok makine burada bulunuyordu. Ilgaz bana birkaç makinenin ismini söyledi ama hiçbirini de aklımda tutamadım. Meraklı gözler bizi izliyordu çünkü benim yeni olduğumun gayet de farkındalardı.

 

Ilgaz bu katın en köşesine doğru ilerledi ve orada bekleyen bir kıza gözleriyle bir şeyi işaret etti. Burada erkeklerden çok kızların bulunduğunu daha yeni fark edebilmiştim. Buraya geldiğim zamanlarda çok az kız görmüştüm ama şimdi öyle olmadığını anlamıştım.

 

Benden biraz küçük gibi duran kız Ilgaz'ın gösterdiği bölgeye doğru ilerledi ve parmakları kırmızı düğmeye dokundu. Kulaklarım tiz bir ses dolduğunda bunu ne için yaptıklarını anlayamamıştım ama Ilgaz'ın parmakları bana dolanıp hafifçe yüksek platforma doğru ilerken beni iyileşenlere tanıtacağını anladım. Fikrimin doğruluğunu kanıtlar nitelikte bir grup insan bizim bulunduğumuz yere doğru gelmeye başlamıştı.

 

Kendimi biraz gergin hissediyordum. "Aramıza yeni bir iyileşen katıldı." diye duyurdu Ilgaz. Sesi oldukça gür çıkmıştı. Kalabalığın içinde birisinin elini salladığını fark ettim o an. Gözlerimi hafifçe kısıp oraya odaklandığımda gözlerimiz Uraz'la kesişti. Ona gülümsemekle yetindim çünkü şu an bulunduğum bu yerden el sallamanın biraz garip kaçacağını düşünmüştüm.

 

"İsmi Peri. Onun hakkında bu kadar şey bilmenizin yeterli olduğunu düşünüyorum." Ilgaz sözlerine son verdiğinde az önce çalan tiz ses tekrar duyuldu. Ben de içimde tuttuğum nefesimi yavaşça serbest bıraktım.

 

"Şimdi tek bir şey kaldı." dedi Ilgaz kulağıma doğru eğilerek. Kalabalık dağılmaya başlamıştı ama biz hâlâ bu platformda dikilmeye devam ediyorduk. "Neymiş o?" diye sordum merakla. "Beni izle." dedi ve önden önden yürümeye başladı. Bugün tek yaptığım onu takip etmekti zaten. Gözlerim etrafta az önce gördüğüm Uraz'ı aradı ama hiçbir yerde bulamadım. Ilgaz önde ben arkada koridor boyunca yürüdük. Sonunda normal metal bir kapının önünde durduğumuzda Ilgaz gözlerini saniyelik olarak bana çevirdi ve kapıyı araladı.

 

İçeride bir tane sedye ve masanın üzerine dizili çeşitli iğneler vardı. Aklıma gelen ilk şey bir muayenehaneydi ama pek de benzemiyordu sanki. "Biz iyileşenler olarak birbirimizi tanımak adına bu yöntemi bulduk." dedi Ilgaz. Bahsettiği yöntemi anlamamıştım.

 

Ben etrafı incelemeye devam ederken Ilgaz'ın hareketlendiğini fark ettim. "İşte." Ceketini ve tişörtünü çıkarmış bana arkasını dönmüştü. Ne demeye çalıştığını anlamak için gözlerimi sırtında gezdirirken boynunun bitiminde bir şekil dikkatimi çekti.

 

Mavi bir buz küpü... Ensesinin hemen altında kürek kemiklerinin ortasına denk gelecek şekilde yapılmış bir dövmeydi bu. Demek ki birbirlerini tanıyabilmek için dövme yaptırmışlardı. Biraz saçma geldi çünkü üzerini giyindiğinde dövme görünmüyordu bile. Sonra aklıma başka bir ihtimal geldi. Ölenleri tanıyabilmek için...

 

Bu biraz ürperticiydi. "İstemiyorsan yaptırmak zorunda değilsin. Lider'le konuşurum." Benim tereddüt ettiğimi görmüş olmalıydı. Ama dövme yaptırmak konusunda herhangi bir çekincem yoktu. Sonuçta bir semboldü ve vücudumda benden izinsiz şekilde var olan onlarca morluk varken bir dövmenin çok da bir önemi yoktu benim için.

 

"Yapalım." dedim. "Sen mi yapacaksın?" Ilgaz tişörtünü giyerken beni onayladı. Bu dövme işi de eklenince buradaki işim bayağı bir uzun sürecek gibiydi. Bu yüzden Hazar'ı tekrar aramak zorundaydım.

 

"Bir dakika bekler misin? Görüşme yapmam lazım." dedim elimdeki telefonu Ilgaz'a göstererek. "Tabi." diye cevapladı beni. Elimdeki deri ceketi sedyenin en uç bölgesine bıraktım. Ilgaz da kendi sandalyesine oturmuş iğnelerle ilgileniyordu. Dövme yaptığı gerçeği beni biraz şaşırtsa da kendime artık şaşırmamam gerektiğini hatırlatmam gerekiyordu. Ilgaz bu hayatta birçok şeyi deneyimlemişti çünkü.

 

Yavaşça sedyeye oturdum ve Hazar'ın numarasını tuşladım. Telefon kapanmak üzereyken cevap verdi. "Peri? Kesin işin uzadı değil mi?" Sesi yorgun geliyordu. Ondan böyle bir şey istemeye hakkım yoktu ama mecburdum. "Hazar sana söz veriyorum önümüzdeki iki gün boyunca senin bütün işlerini ben devralacağım. Lütfen bugün kafeyi sen kapat."

 

Bir süre düşünüyormuş gibi sesler çıkardı. "Anlaştık." dedi sakince. "Ama bir de öğle yemeği sözü istiyorum." Neredeyse bütün öğle yemeklerini birlikte yiyorduk zaten ve çoğunu bana ödetiyordu. Ama sesimi çıkarmadım ve bu işi halletmenin rahatlığıyla telefonu kapattım.

 

"Başlayalım mı?" dedim Ilgaz'a bakarak. Telefonu onun iğnelerinin bulunduğu masaya bıraktım. "Arkanı dönmen gerek." Dediğini yaptım. Bacaklarımı sedyenin iki yanından sarkıttım ve sırtımı ona döndüm. Üzerimdeki kıyafetin askılarını omuzlarımdan kaydırdıktan sonra dövme yapılacak kısmı açıkta bırakmak için giysiyi biraz daha aşağı çekiştirdim. "Yeterli mi?" diye sordum Ilgaz'a.

 

Hemen cevap vermedi. Tam neyle ilgilendiğine bakmak için arkama dönecekken "Evet." diye cevapladı kısaca. Derin bir nefes aldığını duydum. Saçlarımı ellerime topladıktan sonra önüme getirdim. Aslında dövme beni biraz korkutuyordu çünkü çok acıdığını duymuştum.

 

"Şimdi sadece temizleyeceğim." Sözlerinin ardından kürek kemiklerimin arasında bir soğukluk hissettim. O soğukluk dairesel hareketlerle tenimde gezindi. "Taslağı yapıştıracağım." Korkmamam için beni bilgilendirdiğini biliyordum ve çok da iyi yapıyordu.

 

Dediği gibi sırtıma kâğıdı yapıştırdığını hissettim. Bir süre oraya baskı uyguladıktan sonra kâğıdı tenimden uzaklaştırdı. "Şimdi başlıyorum." İnce bir cız sesi kulaklarıma dolduğunda makineyi çalıştırdığını anlamıştım. Umarım çok acımazdı. Avuçlarımı önümdeki sedyenin kumaşına bastırdım ve gelecek acıya karşı kendimi desteklemeyi amaçladım. İğne tenime değdiği anda dişlerimi dudaklarıma geçirdim. Gerçekten fena derece acıyordu ama aradan biraz zaman geçtiğinde artık alıştığımı fark ettim.

 

Zaten şekil çok ayrıntılı değildi. Sadece bir küpten ibaretti ve Ilgaz buzu boyamak için mavi renge geçiş yaptığında sadece küçük bir sızı hissetmiştim. "İşte oldu." dedi Ilgaz sondaki harfi uzatarak. Aşısını olmuş bir çocuk gibi hissederken ağlamadığım için bana şeker verip vermeyeceğini merak ettim.

 

"Bandajı eve gittiğinde çıkart. Ve diğer güne kadar duş alma." Dediklerini dikkatle dinledim ve kafamın bir köşesine yazdım. "Nasıl göründüğünü merak ediyorum." diye mırıldandım. Ilgaz hemen bir ayna bulup arkama doğru tuttu ve böylece isteğim gerçekleşti. Ilgaz'ınkinin aynısıydı ama tenimde duruşunu gerçekten sevmiştim. Üzeri streç tarzı bir bandajla kapatılmıştı ve çevresi kıpkırmızıydı.

 

"Hadi artık seni eve bırakayım." Oturduğum yerde üzerimi düzeltmeye başladığım sırada Ilgaz'ın sesi beni buldu. Ona hemen itiraz ettim. "Uraz ve sana söylemem gereken bir şey var."

 

***

 

Kollarımı sıkıca Uraz'a doladım. Dün gördüğüm yüzündeki yaralar hâlâ varlıklarını devam ettiriyorlardı ve bu yaralara neyin sebep olduğunu tabi ki soracaktım. Ama şu an benim onlara göstermem gereken bir şey vardı.

 

Uraz'la birbirimize olan özlemimizi giderdikten ve onun benim iyileşenlere katılma eylemimle ilgili görüşlerinden sonra sakince koltuğa oturmuştuk. Uraz Ilgaz'ın aksine kararımı oldukça normal karşılamış ve bunun er ya da geç gerçekleşeceğini düşündüğünden bahsetmişti. Bu iyi bir şeydi. En azından birinin beni desteklediğini görmek güzel hissettiriyordu.

 

Uraz ve ben koltukta oturmaya devam ederken Ilgaz gelip bizim tam tepemize dikildi ve sabırsız bakışlarını bana yönlendirdi. Bunun üzerine cebime tıkıştırdığım kâğıdı ona uzattım. "Bu sabah yine rüya gördüm ve bunun da bir anı olabileceğini düşündüm. Gördüklerim bu kâğıtta." Ilgaz katlanmış kâğıdı açarken Uraz'ın yanına oturdu ve üçümüz pek de geniş olmayan bu koltukta biraz sıkışmak zorunda kaldık. Uraz da kâğıda doğru eğilmiş, yazdıklarımı okumaya başlamıştı.

 

Okumalarını bitirmelerini bekleyemedim. "Ne olur bunun gerçek olmadığını söyleyin." dedim ağlamaklı sesimle. Gördüklerim tekrar gözümün önünden bir film şeridi gibi geçerken, yanaklarımda ıslaklıklar hissettim. Ilgaz ikinci kâğıda geçti. Yüzünden ne düşündüğünü anlayamıyordum. Dirseklerimi bacaklarıma yaslayıp parmaklarımı saçlarımdan geçirdim ve sakinleşmeye çalıştım.

 

Bir iç çekiş sesi duyduğumda bunun Uraz olduğunu biliyordum ve işte o an bu olayın gerçekten yaşanmış olduğu gerçeği bütün hücrelerimi yangına verdi. Bağırmak istiyordum; nasıl böyle bir şey olabilir, ben bunları nasıl unutabilirim, oradaki insanlar neden bu kadar sakindi, bizi neden oraya götürdüler?..

 

"B-bu gerçek." dedi Uraz. İçimdeki yangın daha da alevlendi. Uraz'ın yanaklarından yaşlar yuvarlanırken kendimi suçlu hissettim. Belki de bu kâğıdı sadece Ilgaz'a göstermeliydim. Uraz Doğu'dan başka sevdiği kadını da kaybetmişti ve ben bunları tekrar ona hatırlattığım için tam bir aptaldım. Kim bilir o olaydan sonra nasıl darmadağın olmuştu? Ben sadece rüyamda görmekle bu hâle geliyorsam o yıllardır bu anıyla yaşayarak nasıl devam edebilmişti?

 

Gözlerim Ilgaz'a kaydı. Boş boş kâğıtları izliyordu. Ellerini hızlıca gözlerine bastırdı ve sinirle yaşlarını sildi. Bir anı dört çocuk... Buradaki herkesin o gün Doğu'nun yerinde olmayı dilediğini biliyordum. Biz dördümüz de o gün acı çekmiştik, biz dördümüz de o gün son gerçek nefesimizi solumuştuk. Ama eğer o gün dördümüz de ölseydik bizim intikamımızı kim alacaktı?

 

İşte Ilgaz, ben ve Uraz bunun için buradaydık. Doğu'nun ve hatta kendimizin kesilen nefesleri, üşüyen bedenleri için buradaydık. Çektiğimiz acılar ve gözyaşları bize rehberlik edeceklerdi.

 

Ellerim yumruk olurken Uraz'ın elleri benimkilere kapandı. Kesinlikle, hiç şüphesiz en çok acı içinde kıvranan oydu. İyileştirdiği ve onu iyileştiren çocuk ellerinin arasından kayıp gitmişti. O son nefesini verirken Uraz da onun hissettiği şeyleri hissetmiş olmalıydı. Uraz hâlâ yaşıyordu ama ölümün nasıl bir şey olduğunu bütün iliklerinde hissetmişti.

 

Kolumu omzuna attıktan sonra kafamı onunkine yasladım. Onunla geçen hafta kardeş olmuştuk ve şimdi de acıdaş... Geçen on dakika boyunca üçümüz kollarımızı birbirimize doladık ve biraz sakinleşebilmeyi denedik. Bir süre bu olayı tekrar tekrar yaşayacak gibiydim ve belki de daha hatırlayamadığım buna benzer onlarca anım vardı. Şu an küçüklüğümüm önünde saygıyla eğilmek istiyordum. Bütün bu acıları omuzlarında taşımış ve bunlara rağmen hayatta kalmıştı.

 

"Bu damarlarındaki yuvarlaklarda neyin nesi?" dedi Ilgaz gözleri hâlâ kâğıttayken. O kısmı hatırlamaya çalıştım. "Ben... Kollarımda birçok noktacık gördüm ve tenimi delmek istiyor gibilerdi. Gerçek anlamda." diye açıkladım.

 

"Damarlardaki yuvarlaklar... Yoksa?" Uraz aniden ayağa kalktı ve Ilgaz'a doğru döndü. "Rya." diye devam ettirdi onu Ilgaz. İkisi de bilgisayarlara doğru koşarlarken ben ne olduğunu çözememiştim. Ryalar damarlarımdan çıkmaya mı çalışıyorlardı?

 

Ilgaz ve Uraz parmaklarını hızla klavyelerinde hareket ettirmeye başladılar. Kocaman ekranlarda çıkan kırmızı yazıların hiçbirinin ne ifade ettiğini bilmiyordum. Ama her kırmızılıkta Ilgaz'ın elini sinirle masaya geçirmesinden bunun iyi bir şey olmadığını anlamıştım.

 

"Hiçbir veri yok." diye duyurdu Uraz.

 

"Bende de."

 

Omuzları çökmüş bir şekilde koltuklarında oturmaya devam ettiler. "Bunu daha detaylı araştırmamız gerekiyor. Ben Lider'den diğer sistemlere erişim izni talep edeceğim." Uraz yerinden kalkmış, Ilgaz'ın onu onaylamasını beklemeden çıkıp gitmişti.

 

Ilgaz'la yalnız kaldığımızda yine odada soğuk rüzgârlar esmeye başladı. Ona rüyamda gördüğüm olayla ilgili birçok soru sormak istiyordum. Gerçekten kafamda oturmayan tonlarca ayrıntı vardı. Her birine de dürüst cevaplar verilmesini istiyordum ama. Sabahtan beri yeterince hırpalanmıştım zaten. Eğer şimdi sorularımı Ilgaz'a ulaştırırsam sağlıklı bir iletişim kuramayacağımızı biliyordum.

 

Artık şu soğuk davranışlarına bir son vermeliydi. Sadece bana bakarken takındığı ifadesinden bile mesafeli olduğunu anlayabiliyordum. Sorunlarımızı konuşmalıydık. Böyle uzaktan uzaktan bakışarak aramızdakileri çözemezdik ve Ilgaz bu yönde bir adım atacağa benzemiyordu.

 

"Neden dün gece hakkında konuşmuyoruz?" Ve o adımı ben attım. Sırtım oturduğum koltuğa yaslandı, bacaklarımı birbiri üzerine attım. Kollarımı da yaslandığım kısma yerleştirdim. Ilgaz cümlemle birlikte boş boş baktığı bilgisayar ekranlarından çekti gözlerini. Şu an çok rahat bir şekilde düşüncelerini duyabilirdim çünkü ona fazlasıyla odaklıydım. Ama yapmadım. Bazı oyunlar adil oynanmalıydı.

 

"Konuşalım." dedi sakince. Oturduğu sandalye bir tur döndü ve bana bakacak şekilde durdurdu onu. O da benim gibi arkasına yaslanmış kollarını göğsünde birleştirmişti. "Kararımı yanlış bulduğunu biliyorum." Gözleri alayla üzerimde gezindi ve ben sakin kalmak adına kendimi zorladım. İnsanları çok kolay manipüle edip kışkırtabildiğini yeni yeni keşfediyordum ama ben ona kanmayacaktım. Bu olayda kesinlikle haklıydım ve o haksızdı. Bunu kabul edecekti.

 

"Bunun ne önemi var?" diye karşılık verdi bana. Dünkü olay için bile bana kırıldıysa bu kırgınlığı hakkında yapabileceğim bir şey yoktu. Elimde yara bandıyla gezip her kendi kararlarımı vermek istediğimde onun kırıklarını yapıştıramazdım. Şu an bunu tartışıyor olmamız bile yeterince saçmaydı. Aramızdaki ilişkinin bu kadar zayıf olduğunu bilmiyordum. Asıl kırgın olması gereken kişi bendim.

 

"Önemi var ki şu an bunu konuşuyoruz. Dün neden Lider'e karşı çıktın?" dedim ciddiyetle. Sinirlenmeye başladığım için sesim biraz sert çıkmıştı. Dediğim gibi insanları kışkırtmakta üstüne tanımıyordum şu an. Bir "hah" nidasıyla gözlerini benden çekti ve etrafına bakmaya başladı. Sağ bacağını durmadan titretiyordu. Dilini bir tur yanaklarında döndürdüğünü gördüm.

 

İkimiz de birbirimizi kırmamak için konuşmadan önce dakikalarca düşünüyorduk. Ama az sonra bu döngünün son bulacağına inanıyordum. Onunla kavga etmeden sorunlarımı tartışmak istiyordum. Birbirimizi tam olarak anlayamadığımızdan sinirleniyorduk. Tırnaklarımı koltuğun kumaşına geçirdim. Çoğu, sabah gördüğüm rüya yüzünden kırılmış olduklarından bu hareketim parmaklarımı acıttı.

 

"Kararlarına saygı duyuyorum işte." dedi ellerini iki yana açarak. Hafifçe öne eğilmişti ve hareketini sonlandırırken ellerini sertçe hareket hâlinde olan bacaklarına vurdu. Şu an beni ciddiye almıyordu. Tanıştığımızdan beri Ilgaz'ın bu yönünü ilk defa görüyordum. Sanki ben ne dersem diyeyim fikri değişmeyecek gibiydi. Sanki şu an karşısında ben yoktum, kendisi vardı ve kendi benliğiyle bir savaş içerisindeydi. Asla mantıklı düşündüğünü sanmıyordum. Tavırları zaten gergin olan sinirlerimi tek bıçak darbesiyle kesip atmıştı. Ellerimi dizlerime bastırarak hızla ayağa kalktım.

 

"Sen buna saygı duymak mı diyorsun?" dedim sinirle. Sesimin yüksek çıkmasını engelleyemedim. Eğer normal bir tonda söylersem beni duymayacağından korkmuştum. Sesimi ona duyurmaya çalışıyordum. Artık birilerine sesimi duyurmam gerekiyordu. Çünkü kendi çığlıklarımın içinde boğuluyormuş gibi hissediyordum.

 

"Sabahtan beri bütün soğuk tavırlarına, göz devirmelerine, görmezden gelmelerine maruz kaldım ve sesimi çıkartmadım. 'Belki de o haklıdır, ona haksızlık ediyorumdur.' diye düşündüm. Empati yapmaya çalıştım Ilgaz." Sesimin nasıl çıktığını bilmiyordum. Kendimi ona açıklamak istiyordum sadece. Artık sabahtan beri taktığı şu kalın gözlükleri çıkarsın da beni görsün, fark etsin istiyordum.

 

Alaylı davranışlarına aynı şekilde karşılık vermeye çalışmıştım. Söylediği şeylere gülüp geçmiştim. Ama benim de günlük bir gülümseme sınırım vardı. Alttan alma sınırım vardı. Üstelik konuyu ben açmasam daha da böyle sürecekti. Beni yıllarca aradığını söylüyordu. Anılarımızı hafızasında özenle sakladığını söylüyordu. İşte şimdi tam karşısındaydım, bulmuştu beni. Artık aramasına gerek yoktu ama bu sefer de beni görememeye başlamıştı. Bir insanın sizi fark edememesi için ondan kilometrelerce uzakta olmanız gerekmezdi. İşte bu adamın tam burnunun dibindeydim ve beni anlaması için çırpınıyordum.

 

"Senin de biraz empati yapmanı bekledim." dedim sözlerime son verirken. Benim gibi o da hızlıca ayağa kalktığında sırtımı dikleştirdim ve kendimin arkasında durdum. İkimiz de fazlasıyla sinirliydik. Bana doğru bir iki adım attı. Ama şu an aramızdaki boşluk o kadar fazlaydı ki adımlarla kapatılabileceğini sanmıyordum.

 

"Seni korumaya çalışıyorum. Tamam mı? Burada fazlasıyla zarar görürsün." O benim aksime bağırmıyordu. Çünkü cümlelerini duyacağımın farkındaydı. Bağırmasına gerek yoktu. Dudaklarını bir şeyler daha söylemek için araladığında ellerini bana doğru uzattı ama ne söyleyecekse vazgeçmişti. Kaldırdığı elleri hüsranla bacaklarının iki yanına düştü.

 

"Ama sen güvende olmak istemiyorsan seni daha fazla koruyamam." Fısıltısı benim bütün çığlıklarımın üzerini bembeyaz bir çarşafla örttü. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Kafamı iki yana sallıyordum sürekli. Daha fazla konuşmak istemiyordum. Kendimi anlatmak istemiyordum. Ama haklılığımı savunmak zorundaydım. "Sence birisini korumak onu dışarıda bırakmak mı? Ya dışarısı daha tehlikeliyse?" Sesim kısık çıktı. Beni anlayıp anlamaması, duyup duymaması önemli değildi artık. Umurumda değildi.

 

Ilgaz adımlarını bana doğru atmaya devam etti. O bana yaklaştıkça ben geri geri adımlar attım. Ve az önce oturduğum koltuğa tekrar yerleştim. Daha fazla ayakta durabileceğimi sanmıyordum. Psikolojim alt üst olmuştu.

 

Ilgaz hareketlerini sonlandırdığında ayaklarımın dibine diz çökmüştü. Parmakları çenemi kavradı ve beni ona bakmaya zorladı. "Bütün bunlar..." dedi etrafındakileri göstererek en son kendini gösterdi ve gözlerinden bir damlanın süzüldüğünü fark ettim. "Hepsi sana değer verdiğim için." Baş parmağı yanaklarımı okşadı. "Seni kaybetmekten çok korkuyorum. Bunun ikincisi yaşanırsa daha fazla dayanabileceğimi sanmıyorum Peri." dedi ve diğer gözünden de bir damla aktı.

 

Boğazımdaki yumru yüzünden yutkunamadım. Parmaklarım mavi ışıltılarla bezeli yanaklarına uzandı ve yaşlarını sildim oradan. "Ağlamanı istemiyorum." dedim buyurgan bir sesle. Islak kirpiklerini kırpıştırdı ve beni onaylar şekilde kafasını salladı. Ama yanaklarını ıslatmaya devam etti. Gerçekten Ilgaz'ın ağlamasından nefret ediyordum. Kalbim bin ton olmuş gibi hissettiriyordu ve nefes alamıyordum sanki.

 

"Sadece beni desteklemeni istemiştim. Dün Uraz ve seni öyle görünce çok korktum. Ben de kendim için, sizin için bir şeyler yapmak istiyorum." Çenesini bacaklarıma yasladı ve az önce yaptığı gibi kafasıyla onayladı beni. "Öyle yapacağım." dedi ilk söylediğim cümleye cevap vererek.

 

Az önce bağırdığım Ilgaz neredeydi? Alayla beni dinlememekte ısrar eden o adam neredeydi? Ellerimi daha öncelerden de istediğim gibi yumuşak dalgalı saçlarına daldırmak istedim. Ve bu sefer isteğimi eyleme döktüm. Parmaklarım tutamlarının arasında gezindi. Gerçekten de tıpkı düşündüğüm gibi yumuşacıklardı. Dudaklarım burukça yukarı kıvrıldı.

 

"Seninle kavga etmekten nefret ediyorum."

 

"Ben de." diye cevapladım onu. Bir süre konuşmadık. Ben parmaklarımı iyice uzamış saçlarında gezdirdim, o da açık kahve gözleriyle beni izledi. Onu anlamakta gerçekten fazlasıyla zorlanıyordum. Ve bazen ben de ne hissettiğimi çözemiyordum. Bu oğlandan hoşlanıyordum, etkisi altına kolayca girebiliyordum ve bana böyle bakmasına bayılıyordum. Biz geçmişte neydik Ilgaz?

 

"Yorgun görünüyorsun." dedi.

 

"Öyleyim."

 

Cevabımdan sonra ayağa kalktı. Ellerim havada öylece ne yapmak istediğini anlamaya çalıştım.

 

"Ne yapıyorsun?" dedim şaşkınlıkla.

 

Önce ceketimi eline aldı. Sonra da bana iyice yaklaştı ve bir kolunu bacaklarımdan geçirirken diğerini de sırtıma koydu. Sanki çok hafif ve kırılgan bir eşyaymışım gibi beni basitçe kucağına almıştı. Kafam göğsüne denk geldiğinde nabız sesleri tam kulağımın altındaydı. Düşmemek için kollarımın ikisini de boynuna doladım.

 

Bir iki adım attığında az önce şaşkınlıkla sorduğum soruya cevap verdi.

 

"Küçük aurorayı dinlenmesi için evine götürüyorum."

 

,

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%