Yeni Üyelik
28.
Bölüm

BÖLÜM 15: KÖTÜ ANILAR

@yellowwheat

"Al bakalım."

 

"Bu ne?"

 

Parmakları arasında duran kart şeklindeki şeyi aldım elime. Ne olduğunu anlayabilmek için arkasına da baktım ama çözememiştim. Bakışlarımı tekrar Ilgaz'a çevirdiğimde onun telefonuyla ilgilendiğini gördüm. Parmakları hızlıca telefonun ekranında geziniyordu.

 

"Yeni hat. İyileşenlere katıldığın için bizimle iletişim kurarken bunu kullanmalısın." Dikkati hâlâ telefondayken sorumu cevapladı. "Hemen gidecek misin?"

 

Bu sefer açık kahveleri beni buldu. Gerçekten yoğun bir gün geçirmiştim. Güzel ve uzun bir duş aldıktan sonra yatağıma uzanmak istiyordum. Ancak uykunun bana uğramayacağı da apaçık ortadaydı. Kafamın içindeki gürültüyü susturamadıktan sonra da bir daha gözlerimi bile kapatabileceğimi sanmıyordum. Ilgaz'a ve yanıtlarına ihtiyacım vardı.

 

"Sorularım var." dedim uzun bir sessizlikten sonra. Ilgaz az önceki soruma bir cevap vermemiş, gidip gitmeyeceğini söylememişti. Bu yüzden kendimi ona anlatma ihtiyacı hissetmiştim.

 

"Önemli bir işim çıktı. Sen şimdi git ve güzelce uyu. Yarın Pandia'da buluşalım." Israr etmek istedim. Benimle eve gelmesi gerekiyordu. Ilgaz yanımda değilken nasıl davranmam gerektiğini kestiremiyordum artık. Çünkü gerçek benin hangi kız olduğunu anlamlandıramıyordum. Bir tarafta unutulmuş hatıralarım ve Ilgaz varken diğer tarafta arkadaşlarım ve okul hayatım vardı. İkiye bölünmüş gibi hissediyordum.

 

İnsanlara yalan söylemekten nefret ediyordum. Hatıralarımı ısrarla geri istiyordum ama bugün de acı bir şekilde deneyimlediğim gibi geçmişte yaşadığım şeyler çok ağırdı. Devam edebilecek gibi hissetmiyordum. En azından bazı cevaplar olmadan ilerleyemezdim. Bu akşam Ilgaz'a ihtiyacım vardı. "Uyuyabileceğimi sanmıyorum." dedim. Ilgaz hüzünlü bir ifadeyle beni izledi. Elindeki telefonu cebine yerleştirdi ve gözleriyle benim önümde duran bölmeyi işaret etti.

 

"Kapağı açar mısın?" Dediğini yaptım. Yüzeyde bulunan küçük düğmeye bastığımda bölme hafifçe aralandı ve mor bir buket beni karşıladı. "Bana ver." Ellerim güzel kokulu bitkilere uzandı ve aynı anda etkili kokuları arabayı sardı. Bir lavanta buketiydi bu. Kahverengi kâğıda sarılmış, özenli bir şekilde iple bağlanmışlardı. Ellerini bana uzatmış bekleyen Ilgaz'a verdim lavantaları. Önce kısa bir süre burnunu bitkilerin üzerinde gezdirdi. Sonra "Bunlar senin için." diye mırıldanarak buketi tekrar bana uzattı.

 

Lavantaları önce ona vermemi istemişti ve şimdi de tekrar bana uzatıyordu. Bu hareketinin garipliğine gülümsedim. Buketi almam için gözleri ile işaret etti. Gülüşümü soldurmadan bitkileri tekrar aldım elime.

 

"Çok naziksiniz." dedim. Omuzlarını dikleştirdi ve gamzelerini belli eden bir gülümseme verdi bana. "Bunlar uyumana yardımcı olur." dedi. "Artık gitmem gerekiyor." Telefonda ilgilendiği şey yüzünden olmalıydı. Gerçekten önemli olmasa benimle eve geleceğini biliyordum. En azından böyle düşünmek istiyordum. "Yarın o zaman." dedim sesimdeki belirgin üzüntüyle. Hafifçe kafasını salladı beni onaylamak için. Lavantalarımı da alıp indim arabadan. Çok geçmeden Ilgaz gitmişti. Normalde içeri girmemi beklerdi. Gerçekten de acelesi olmalıydı.

 

Yavaş hareketlerle eve girdim. Ortamın karanlık olmasından İkra'nın burada olmadığını anlamıştım ama emin olmak daha doğrusu umutlarımın karşılıksız kalmaması için bütün odalara bakındım. Ama bu koca evde yapayalnızdım. Elimdeki lavantaları süs olarak duran vazonun içine yerleştirip dibine biraz su koyduktan sonra salonda öylece dikildim. Koca evde yapayalnız olmak kendimi kötü hissetmeme neden olmuştu. Etrafımdaki gürültüye gerçekten de alışmış olmalıydım. Açtığım ışıkları bir bir kapattıktan sonra vazoyu da kendi odama götürmek için elime aldım.

 

Çökük omuzlarımla birlikte merdivenleri çıkıp hüsranla yatağıma oturdum. Bu gece yalnız kalmak istemiyordum. Kesinlikle birilerine ihtiyacım vardı. Yoksa kafamın içindeki bu katlanılmaz gürültü beni delirtecekti.

 

Gözlerim elimde tuttuğum küçük kartta gezindi. Demek gerçekten de bu gruba dahil olmuştum. Ancak içimde küçücük bir aidiyet duygusu yoktu. Ne şimdi bulunduğum huzurlu eve ait hissediyordum kendimi ne de o buzluk denilen yere...

 

Ve bu konuda yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Unuttuklarımla birlikte yaşamayı öğrenmeliydim. Sıkıntıyla beraber derin bir nefesi ciğerlerime çekerken bu gece benimle kalması için birini çağırıp çağırmamak hakkında düşünüyordum. İkra'nın nerede olduğuna dair bir bilgim yoktu ama muhtemelen Baha'yla birliktelerdi ve onları rahatsız etmek istemiyordum. Ayrıca şu an içinde bulunduğum durumu arkadaşlarıma açıklayamazdım zaten. Bir sürü soru sorarlardı haklı olarak ve ben de uzun bir süredir yaptığım gibi yine yalan söylerdim.

 

Geriye tek bir kişi kalıyordu. Açıkçası onu da kendi sorunlarımla sıkmak istemiyordum. Yeterince olayla ilgileniyordu zaten. Ama sadece bu gecelik yanımda kalmalıydı. Ceketimin cebinden telefonumu çıkarıp tereddütle isminin üzerine dokundum. Telefonun açılma sesini duyduğumda onu beklemeden konuşmuştum.

 

"Alo."

 

"Peri?" Sesi gerçekten de şaşırmış olduğunu oldukça belli ediyordu. Ya açmadan önce kimin aradığına bakmamıştı ya da numaramı kaydetmemişti.

 

"Rahatsız ediyorum. Müsait miydin?"

 

"Bir şey mi oldu?" Sesi endişeliydi.

 

"Önemli bir işin yoksa bir süreliğine yanıma gelebilir misin?"

 

"Peri sen iyi misin?" Yatağın başlığına sırtımı yasladığımda gözlerimi ovuşturuyordum. Sıkıntılı nefesim dudaklarımın arasından havaya karıştı.

 

"Pek sayılmaz. Bu gece yalnız kalmak istemiyorum Uraz." Ona ihtiyacım olduğunda aramamı istemişti ve şu an gerçekten de bir abi sıcaklığına muhtaçtım. "Birkaç işim var ama..." Sözünü bitirmesini bekliyordum ama sadece birkaç fısıldaşma ve telefonun çıkardığı cızırtılı sesleri duydum. "Uraz?" dedim gürültüler kesildiğinde.

 

"On dakikaya yanındayım." dedi hızlıca ve cevabımı beklemeden aramayı sonlandırdı. Olanlara anlam veremezken Uraz'ın Ilgaz'la beraber olup olmadığını merak ettim. Yedi yirmi dört yan yana oldukları düşünüldüğünde bu olası bir durumdu. Ilgaz'ın telaşla ayrılmasına sebep olan olayı iyice merak etmiştim.

 

Ama sonuç olarak Uraz yanıma geliyordu. İlgilendikleri olaya engel olmadığımı ummaktan başka elimden gelen bir şey yoktu. O gelene kadar bir duş alıp biraz olsun kendime gelmeyi umdum. Saat gece bire gelmek üzereydi ve ben odamın balkon camını açıp Ay'ın ışığını odama davet ettim.

 

Üzerimdeki kıyafeti çıkarırken ense bitimimde kuvvetli bir acı hissettim. O an yaptırdığım dövme aklıma geldi. Duş alamazdım. Bu omuzlarımın çökmesine neden oldu ama yine de saçlarımı yıkamakta kararlıydım. Yavaş hareketlerle askılı kıyafetimi çıkardım üzerimden. Saçlarımı yıkarken ıslanabilirdi. Dolabımdan aldığım temiz pijama altımı giydim ve kirlileri banyoda bulunan sepete attım. Kapağını kapatırken geçen gün fark ettiğim kırmızı yara benzeri izin hâlâ kolumda olduğunu fark etmiştim. Bugüne kadar çoktan geçmiş olması gerekirdi aslında. Parmağımı kırmızılığın üzerine bastırdığımda hiçbir acı hissetmedim.

 

Yakında geçmesini umut ediyordum çünkü küçücük bir yara bile iyileşemiyorsa bir sağlık sorunum var demekti. Kısıtlı zamanım olduğundan bu konuyla daha sonra ilgilenecektim. Sıcak suyla saçlarımı sabunlayıp güzelce durulamamın ardından kafama temiz bir havluyu sardım. Tam bu sırada kapının zil sesi odama ulaştı. Tahmin ettiğimden de hızlı gelmişti. Üzerime pijamamı geçirdikten sonra heyecanlı adımlarla merdivenleri indim ve bekletmeden açtım kapıyı.

 

"Korkuttun beni." dedi Uraz. Gözlerini üzerimde gezdiriyordu telaşla. "Gelmene sevindim." dedim otuz iki diş gülümserken. Kapının önünden çekilerek elimle içeriyi gösterdim geçmesi için. "Küçük kızların bu saatte uykuda olması gerekir Peri." Adımları merdivenlere yönelirken hiç tereddüt etmeden ilerlemesi şaşırmama sebep olmuştu. Sesimi çıkarmadan takip ettim onu. Üst kata ulaştığımızda İkra'nın odasını es geçti ve benim kapımın önünde durdu. Aceleyle aşağı indiğimden kapım aralık kalmıştı. Gözlerim şüpheyle Uraz'ı buldu.

 

"Sen gizlice evimize falan mı girdin?" Benim davetimi beklemeden odama girdi ve yatağıma kendisininmiş gibi yayıldı. Sırtını başlığıma yaslamış ayaklarını da rahatça uzatmıştı. Şu an dünyanın en gamsız insanı gibi görünüyordu ama ben öyle olmadığını biliyordum.

 

"Belki." dedi sondaki i harfini uzatarak. Kapıda dikilmeyi bırakıp yanına oturdum ve onu taklit ederek bacaklarımı rahatça uzattım. Kafamda top şeklinde bir havlu vardı ve ben bu adamın yanında kendimi hiç olmadığım kadar rahat hissediyordum. Üstelik benim açımdan onunla tanışalı bir ay bile olmamıştı.

 

"İşin önemli miydi?" Uraz ve benim gözlerim karşıda bulunan dolaptaydı. Aynadan birbirimizi görebiliyorduk ve hatta arada asılı kalan acı dolu anılar bile hissediliyordu. Bu gece kesinlikle uyuyamazdım. Uyumamalıydım.

 

"Evet." dedi hiç tereddüt etmeden. Onu meşgul ettiğim için kendimi kötü hissettim. "Hatta kıdemlimden izin almam gerekti." Çok da coşkulu olmayacak bir şekilde güldü. Neredeyse biraz buruktu. Kıdemlim kelimesine yaptığı vurgu kimden bahsettiğini anlamamı sağlamıştı. Ilgaz'la olan diyaloğumuz geldi aklıma hemen. Lider'den sonra en kıdemli olan kişinin kendisi olduğunu doğrulamıştı.

 

"Sana anlattı mı?" dedim hemen. Ne kadarından bahsettiğini bilmiyordum ama beni yere serdiği kısmı atladığını umut ediyordum. "Seni iyi kandırmış." dedi sakince. "Yani kıdemli değil mi?" dedim. Kafam karışmıştı.

 

"İyileşenlerde öyle sınıflandırmalar yoktur ama Lider'in favorileri vardır. Yakında toplantılara daha sık katıldığında anlarsın bunu zaten." İçimden Ilgaz'a yönelik intikam planları kurarken o anki alaycı yüzü belirdi aklımda. Benimle resmen dalga geçmişti. Bir de marifetmiş gibi gidip arkadaşına anlatmıştı. "Sen de nasıl benim kız kardeşimle dalga geçersin diye patlatsaydın bir tane suratına." Sinir ve biraz da alayla söylediğim cümle Uraz'ı gülümsetti. "İyi fikirmiş he. Hem kendi intikamımı da almış olurdum." Saçlarımdan kayan havluyu yerine sabitlemekle uğraşırken onayladım onu. Kesinlikle yapmalıydı.

 

"Gel bakalım sen böyle." Eliyle ona biraz daha yaklaşmamı işaret etti. Birkaç saniyelik sorgulamadan sonra dediğini yaptım. İleri doğru uzattığı bacaklarını kıvırıp bağdaş kurduğunda ben de onu taklit ettim. Uraz saçımdaki dağılmış havluyu kendine doğru çekti.

 

"Hasta olacaksın böyle." Tamamen işine odaklı bir şekilde havlunun kuru kısımlarını saçlarıma sürtmeye başladı. Şaşkın bakışlarla onu izliyordum. Ellerimi kucağıma koymuştum ve giydiğim kısa kollu pijama yüzünden kollarımın üşüdüğünü hissediyordum.

 

İşini bitirdiğinde bir şey söylemeden ayaklandı ve banyoma ilerledi. Ben ise olduğum yerde oturmaya devam ettim. Sebebini bilemediğim bir nedenle gözlerim dolmuştu. Ben ağlamamı engellemeye çalışırken Uraz elinde yeni bir havlu, tarak ve kurutma makinesiyle geri döndü. Yatağımın hemen yanında bulunan prize kurutma makinesinin fişini taktı ve saçlarımı kurutmaya başladı. Evimde bulunan prizin yerini bile kolayca bulması beni biraz daha şaşırtmıştı.

 

Aslında artık şaşırmamam gerekiyordu. Onlar bana açık cevaplar vermediklerinden ben kendi kendime tahminlerde bulunmakla yetiniyordum. Ilgaz ve Uraz sonuçta belirli bir süre beni aramışlardı ve bu süreçte de birçok kez onlar tarafından takip edilmiş olmalıydım.

 

Kurutma makinesinin gürültülü sesi kesildiğinde Uraz tekrar az önceki gibi tam karşıma oturdu. Bu sefer de tarağı almıştı eline. İkimiz de konuşmuyorduk ama havada bir sürü kelime asılı kalmış gibiydi. Sol tarafımda koca bir ağırlık hissediyordum. Taranmış olan saçlarım yüzümü saklarken burnumu çektim hisli hisli. Son birkaç gündür gerçekten çok fazla ağlıyordum. Ama elimde değildi.

 

"İşte oldu." Yüzüme gelen saçlarımı arkaya doğru taradı ve yeni havluyu sardı kafama. Bunu yaparken az da olsa zorlanmıştı ama yine de elleri şefkatli bir yavaşlıkla hareket etti. Gözyaşlarımı fark etmişti ama hiçbir şey söylemeden göğsüne yaslanmamı sağladı. Parmakları teselli etmek ister gibi kolumda gezindi.

 

Benimle nazikçe ilgilenmesi ağlamamın asıl sebebi gibi görünüyordu ama ben yaşadığım bütün karmaşıklıklara döküyordum yaşlarımı. Onu da üzüyordum böyle davranarak. Kabuk bağlamış yarasını deşiyordum belki de. "Ağlak bebeklere döndüm." dedim alayla. Aynadan tepkisini izliyordum. Stabil bir ifadeyle gözlerini bana dikmişti. "O da böyle söylerdi biliyor musun?" dedi bir anda gülümseyerek. Kimden bahsettiğini anlamamıştım ama sesimi çıkarmadan devam etmesini bekledim.

 

"Eylül..." Sesi bir melodi gibi çıktı. Canını yakıyor gibi görünüyordu çünkü gözlerini sıkıca yummuştu ama aynı zamanda onu hatırlamayı seviyor gibiydi de. Yüzündeki gülümseme buna işaret ediyordu. "Deneylerin canını ne kadar yaktığından bahsederdi. Herkesin canı yanıyordu tabi ki ama sanki o bütün olanları kaldıramıyormuş gibiydi. Ona iyi gelmek istiyordum. Oysa tek yaptığım günden güne zayıflamasını izlemekti."

 

Onu teselli etmek için konuşmaya hazırlandığım sırada tekrar konuştu. "Bir gün bana yalvardı." Derin bir nefes aldı. "Lütfen beni eve götür." Bu cümleyi birkaç kere tekrarlamıştı. "Daha önce o şekilde ağladığını hiç görmemiştim. Sürekli göğsüne vuruyordu. Onu durdurmaya çalışıyordum." Gözleri aynadaydı ama tamamen dalıp gitmişti. Bir şey söylersem duyacağını sanmıyordum. "Sakinleştiğinde aynı senin gibi söylemişti. 'Sürekli ağlayan bebeklere döndüm.' demişti."

 

Eylül'ün nasıl aramızdan ayrıldığını bilmiyordum. Ya da saçları ne renkti, en çok ne yapmayı severdi?.. Hiçbir şey bilmiyordum hakkında. Ve bu içimdeki suçluluk duygusunu iki katına çıkarmıştı. Ellerim Uraz'ın yanaklarını buldu. Onu dalıp gittiği alemden çıkarıp bana odaklanmaya zorladım. "Şimdi." dedim kararlıkla. "Sözünü tut."

 

Neyden bahsettiğimi anlamadı. Kaşları çatılmış, gözlerini dikkatle üzerime dikmişti. "Eylül'ü daha fazla kişinin hatırlamasını sağla." dedim. "Bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum Peri." Bakışları duygusuzdu. Ela gözleri hissiz bakıyordu. "Uyuman gerek."

 

Hiçbir şey söylemeden gözlerine bakmaya devam ettim. Kararlılığımı görmesini istiyordum. Birkaç dakika sonra pes etmişlikle omuzları çöktü. "Kardeşlerin başa bela olduğunu unutmamalıydım." diye söylendi kendi kendine. Sonra ayağa kalkıp kısa bir görüşme yaptı. Öyle kısaydı ki sadece iki kelimeden ibaretti.

 

"Araç lazım."

 

***

 

Saatler sonra yine aynı binadaydım. Adıyla tezat bir şekilde fazlasıyla sıcak olan bu binada. Buzlukta.

 

"Hâlâ vazgeçebilirsin."

 

Kafamı iki yana salladım. Merakım bütün korkularımın önüne geçiyordu. Keşke bütün anılarımı aynı anda hatırlayabilseydim.

 

Uraz kararımın değişmeyeceğini anladığında elindeki silindir nesneyi bileğime sabitlemeye başladı. Bu odadaki cihazların ne işe yaradığına dair en ufak bir fikrim yoktu. Hepsi de ilk defa gördüğüm makinelerdi. Karşımda duran devasa ekranları saymazsak tabi.

 

"Başlıyoruz." dedi şakaklarıma bir şeyler yapıştırdıktan sonra. Geçen seferkine oranla kendimi daha sakin hissediyordum. Bu iyi bir şey miydi bilmiyordum gerçi. Uraz elindeki küçük iğne benzeri şırıngaya rengini tam çözemediğim bir sıvıyı doldurdu. Mor gibiydi ama aynı zamanda içinde küçük sarı parçalar vardı. Böyle kıvamlı bir sıvıyı daha önce hiç görmemiştim.

 

"İlk seferki gibi acı hissedecek miyim?" İğne tenimi delip geçtiğinde nefesimi tuttum. "Fiziksel olarak hayır." dedi sadece. Devamını getirmedi. Ama kast ettiği şeyi çok net bir biçimde anladım. Belki de ilkinden daha fazla acı çekecektim.

 

"Derin bir nefes al." Uraz'ın sesi cümlenin sonlarına doğru boğuklaştı ve ben sıkıca yumduğum gözlerimi biraz da olsa gevşetebildim. Bir süre hiçbir şey duymadım ya da görmedim. Her yer koca bir beyazlıktan ibaretti. Ama sonra floresan lambaların ışığı beyaz rengi daha da katlanılmaz kılarak gözlerimi kamaştırmaya başladı.

 

"Ona söylemeli miyim?" Bu Uraz'ın sesiydi. Kendisini görebilmek için gözlerimi etrafta gezdiriyordum ama beyazlık bütün kasvetiyle etrafımı sarmıştı sanki. "Bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum." İşte şimdi görüşüm bir kameranınki gibi yavaşça netleşiyordu. Yine dışarıdan bir gözlemci gibi görüyordum her şeyi. Bu kız ben miydim?

 

Tıpkı birkaç saat önce oturduğumuz gibi Uraz ve ben sırtımızı duvara yaslamıştık. Bacaklarımızı da ileri doğru uzatmıştık. "Kendin söyledin. Bu aralar pek iyi hissetmiyor kendini."

 

Konuşurken o kadar hissizdim ki... Saçlarım omzuma kadar kesilmişlerdi ve yüzüm çok fazla zayıflamıştı. Gözlerim birer siyah halkadan ibaretlerdi. Uraz'ın da benden altta kalır yanı yoktu. Gözlerinin rengi solmuştu sanki. Çok fazla zayıftı. Şu an tanıdığım Uraz'la karşımdakinin uzaktan yakından alakası yoktu. Neyse ki bütün olanlardan sonra iyi toparlanabilmişti.

 

"Haklısın." dedi o da benim gibi hissiz bir sesle. Ne hakkında konuştuğumuzu bilmiyordum. Ama Eylül'ü hatırlamak için burada olduğuma göre onun hakkında olmalıydı. Etrafta bir sürü masa vardı. Büyük ihtimalle yemekhanedeydik. Uraz ve ben bir masanın kenarına oturmuş, kapıdan giren kişinin bizi görmesini engellemiştik.

 

"Sence atlatabilecek miyiz?" dedi küçük Peri büyük bir sessizlikten sonra. Uraz ellerini yüzüne kapattı. O an geçen rüyamda gördüğüm lunapark vakası aklıma doluştu. Bu anı ondan sonraki bir zaman diliminde mi gerçekleşiyordu? Büyük ihtimal öyleydi. Başka bir kayıp daha yaşadığımızı düşünmek bile istemiyordum.

 

"Asla atlatamayacağız." dedi Uraz. Kafasını yavaş ve ritmik hareketlerle arkadaki duvara vuruyordu. Gözlerim dümdüz karşıya bakmaktan vazgeçip Uraz'a yöneldi. Ve tam o sırada bütün duvarlarda acı dolu bir çığlık yankılandı. Uraz hemen ayaklandı ama ben hareket etmeye pek niyetli değil gibiydim. Tıpkı o günkü gibi donup kalmıştım.

 

Sonra soğuk parmakların tenime dokunduğunu hissettim. "Şimdi değiştiriyorum." dedi Uraz kulağımın tam yanından. İlk önce bulunduğum yer ve duyduğum sesi birbirinden ayrıştıramamıştım ama birkaç dakika sonra görüş açım değiştiğinde bana seslenen kişinin şu an tanıdığım Uraz olduğunu anladım. Demek ki hatıramı izlemeye başladıktan sonra görüş açımı değiştirebiliyordu.

 

Şimdi küçük Peri'nin gözüyle görüyordum olayları. Uraz korumacı bir şekilde önüme geçmişti ama korunması gereken kişi ben değildim. Çok büyük bir endişe vardı içimde. O zamanlar iyileşmiş olduğum için her duyguyu rahatlıkla hissedebiliyordum demek ki.

 

"Baksak iyi olacak." dedi endişeli ifadesiyle. Peri kafasını aşağı yukarı salladı ve ona uzatılan eli tuttu. Beraber uzun bembeyaz bir koridorda ilerlemeye başladılar. Yanlarından tek tük insan geçiyordu ve hepsi de telaşlı bir şekilde koşuyorlardı. Acele etmeden beyaz önlüklü kişileri takip ettiler.

 

Çok da uzun olmayan bir yolculuğun ardından önlerinden koşan kişi sağ tarafa doğru döndüğünde ikisi de hareketlerini sonlandırdı. Ben hiçbir şey anlamamıştım ama Peri birazdan ölecek gibi hissediyordu. Elleri arasındaki parmakları kuvvetlice sıktı. Uraz bana bakıp kafasını iki yana salladı ve öne doğru bir adım attıktan sonra telaşla koşmaya başladı. Elleri birleşik olduğundan Peri'yi de arkasından sürüklemişti.

 

Oysa ki ben durmak istiyordum. Hissettiğim korkuyla anılarıma dalan gerçek bedenim oturduğum koltuğun sırtına yaslandı. Beyaz önlüklü insanların toplandığı odanın önüne geldiğimizde elimi Uraz'dan hızla kurtardım ama o beni fark etmedi bile. Adımları aynı hızla insanların arasından ilerledi. Peri oraya gitmek istemiyordu. Ama Uraz'ı da yalnız bırakmak iyi bir seçim değildi. Bu yüzdendir ki bir adımını odaya doğru attı. Elleri yumruk olmuşlardı. Uzun boylu insanlar yüzünden hâlâ ne olduğunu göremiyordu.

 

Ama çok geçmeden kulakları sağır eden bir çığlık eşliğinde görüş açısına sarı saçlar girdi. Peki neden yukarıdalardı? Bir adım daha attı. Ve öylece beklemeye devam etti.

 

Parlak sarı saçlar yüzünü gizlemişlerdi ama havada asılı kalmış bedenini saklayamamışlardı. Bembeyaz teni üzerindeki mavi elbiseyle beraber onu bir melek gibi göstermişlerdi. Ben Uraz'a bakmak istedim ama küçük Peri Eylül'ün bedenine bakmaya devam ediyordu. Ve sonra bir anda dizlerinin üzerine çöktü ve alnını soğuk zemine yaslayıp yüzünü kollarıyla sakladı. Sağ tarafımda hatta bütün göğüs kafesimde dayanılmaz bir acı hissediyordum.

 

Eylül de gitmişti bizden. Uraz'ın ne hâlde olduğunu merak ediyordum. Ona destek olmalıydım. Ama Peri yerinden bir an olsun kımıldamadı. Ağlıyordu. Omuzları şiddetle sarsılıyordu. Uraz'a beni bu hatıradan çıkarması için yalvarmaya hazırlandım. Gerçekte de ağlıyor muydum bilmiyorum ama bu acıyı başka nasıl geçirebilirdim ki? Ya da geçirebilir miydim?

 

"Seni seviyorum." diye bir çığlık duydum. Uraz'dı. İşte o zaman küçük Peri kafasını kaldırıp etrafta Uraz'ı aradı. Bulması uzun sürmedi çünkü Uraz yatağın üzerine çıkmış Eylül'ü indirmeye çalışıyordu. Boynundaki ipi çözdüğünde ikisi de yatağın üzerine düştüler.

 

Peri etrafına baktı. Beyaz önlüklüler bir sıra hâlinde dizilmiş, öylece karşıya bakıyorlardı. Sanki veda etmemize izin veriyorlardı. Neden onu daha önce indirmemişlerdi?

 

Uraz kolları arasına aldığı kızın sarı saçlarını okşadı defalarca. Sayamadığım kadar onu sevdiğini söyledi. Bense saygıyla dikildim başlarında. Ağlamaktan bayılmak üzereydim sanırım. Ama beyaz önlüklü insanlar aynı anda öne doğru adım attıklarında onlara karşı koyacak gücü buldum kendimde. Yavaş hareket ediyorlardı ama sonuç odaklıydılar. Eylül'ü alacaklardı.

 

Tam o sırada bir kişinin daha üzerime doğru gelen insanları engellemeye çalıştığını gördüm. Ilgaz...

 

Çok hızlı salladığından elindeki şeyin ne olduğunu göremiyordum ama onu beyazların üzerlerine indiriyordu acımadan. Derken daha fazla insan geldi bulunduğumuz odaya. Üzerimize yürüdüler ve içlerinden biri kollarımdan tutup hamlelerimi savuşturdu. Zaten gücüm yoktu. Ayrıca birisinin üflemesiyle bile yıkılacağımın farkındaydım ama nedense bize çok fazla güç uygulamamışlardı.

 

"Dışarı! Hepiniz." Gür bir ses odayı kapladığında Ilgaz çoktan yanıma gelmiş, kollarımı beni tutan adamdan kurtarmıştı. Peri gözlerini odanın ortasında bağıran adama çevirdi. Saçlarına henüz aklar düşmemiş olan bu adam oldukça tanıdıktı. Beni iyileşenlere davet eden adam... Fuat Bey... Lider.

 

Üzerimize yürüyen adamlar odadan ritmik hareketlerle çıkmaya başladıklarında ben kafamı Ilgaz'ın omzuna yaslamıştım. Sarf ettiğim efor beni tüketmişti. Onun kollarına yığılmadan hemen önce gözlerim gerçek hayata hızla açıldı. Karşımdaki büyük ekranlar görüş açıma girdi ilk önce. Saçlarım ıslaklıktan dolayı yanaklarıma yapışmışlardı. Ellerimi göğsüme bastırmak istedim ama Uraz onları sabitlemişti. Yaşlar hiç kesilmeden akmaya devam ettiler.

 

Uraz ise tam ayaklarımın dibinde oturmuş kıpkırmızı gözlerle beni izliyordu.

 

"İnsanlar..." dedi titreyen bir sesle. "Gittiklerinde geride sadece acılarını mı bırakırlar?"

 

Cevabını bildiği bir soru sormuştu bana. Kesinlikle biliyordu. Bulunduğumuz durumun farkına varması için sabitlenmiş ellerimi biraz da olsa hareket ettirip ikimizi gösterdim. Dağılmış hâldeydik. Paramparçaydık.

 

"Sanırım öyle."

 

***

 

ADA

 

Bugün sadece evimde sakince oturmak istiyordum. Gözlerimi diktiğim Sünger Bob peluşumla birlikte bu yatakta boş boş oturmak istiyordum. Ama ne yazık ki az sonra bir buluşmaya gitmek zorundaydım. İkra'nın ayarladığı bir şeydi. Zorla beni ikna ettikten sonra hemen çocuğa haber vermiş, hiç zorlanmadan ara buluculuk yapmıştı. İlk defa İkra'nın bu iş bitirici yönünden nefret etmiştim. Telefonda görüştükleri süre boyunca çocuğun beni reddetmesi için içimden dualar etmiştim. Fakat işte sonuç ortadaydı.

 

"Biz dışarı çıkıyoruz gelmek ister misin?" Ev arkadaşlarım kapının önünde dikilmiş, gözlerini bana dikmişlerdi. Kafamı iki yana salladım sadece. Bu aralar pek keyfimin olmadığını bildiklerinden fazla üstelemediler. Onlarla aramızdaki ilişki de çok iyi sayılmazdı zaten. Üçümüz de eve fazla uğramıyorduk. Bu yüzden de ilişkimizi geliştirmek için herhangi bir adım atmamıştım.

 

Sünger Bob peluşumla olan kinci bakışmamıza geri döndüğümde çarşafın üzerinde duran telefonum titredi. Muhtemelen İkra'dandı. Sabahtan beri başımın etini yemişti çünkü. Çocuğun hoşlandığı şeylerden tutun da benim ne giyeceğime kadar her şeyi bir bir tembihlemişti. Ve ben de ona görüldü atmış, Peri'ye sabırlar dilemiştim. İkra bazen gerçekten ısrarcı olabiliyordu.

 

Ufuk yola çıkmış. Hadi sen de çık.

 

Bir de gülücük eklemiş ya. Kafayı yiyeceğim. Neden bana Ufuk denen çocuğun numarasını vermiyordu ki? Böyle saçma sapan şeylere hiç gerek yoktu. Ama eğer bize numaralarımızı verirse hiçbir şeyden haberi de olamazdı tabi. Şahsen ben sırf bu yüzden böyle davrandığını düşünüyordum.

 

Saçlarımı karıştırıp hüsranla ayağa kalktım. Gerçekten de artık hazırlansam iyi olurdu. Odamın köşesinde bulunan çekmecemden giyeceğim şeyleri çıkardım. İkra sağ olsun dünden hazırlamıştım kıyafetlerimi. Bu siyah günlük elbiseye benzer bir sürü kıyafetim vardı çünkü bu tarz elbiseleri gerçekten seviyordum.

 

Ayrıca bu elbiseyi seçmemdeki asıl neden kırışık olmayan tek kıyafetimin bu olmasıydı. Bu hafta derslerim yüzünden kıyafetlerimi ütüye götürememiştim. Hatta hafta sonu olmasa yıkanamayacaklardı bile. Anlayacağınız sefil bir öğrenci hayatı çekiyordum. Ailemden para istesem hemen gönderirlerdi ama onlara çok fazla yük olmak istemiyordum. Kardeşimin masrafları da fazlasıyla yoruyordu onları.

 

Banyodaki aynadan kendime baktım. Gerçekten berbat hâldeydim. Yüzüm solgundu ayrıca saçlarım da kabarık duruyorlardı. Bu yüzden onları sıkı bir at kuyruğu yapmak zorunda kaldım. Yüzüm için ise makyaj yapmam gerekmişti. Oflaya puflaya sürdüğüm birkaç kremden sonra maskarayı da kirpiklerime yedirdim. En azından şimdi daha iyi görünüyordum.

 

Odama geri döndüğümde siyah kısa kot ceketimi elime alırken Sünger Bob'la göz göze geldik. "Bakma bana öyle." dedim kafasına bir tane vurduktan sonra. Yüzü yatağıma doğru düştü ve o gülünç kocaman iki dişi görüş açımdan çıktı. Ona her baktığımda aklıma kıvırcık birileri geliyordu ve ben daha fazla sinirleniyordum.

 

Çantamı da aldığım gibi çıktım evden. Daha fazla düşünmek istemiyordum. Ama birlikte maça gittiğimiz günün ertesi koluna birini taktığını görmek gerçekten içime oturmuştu. Maça giderken, izlerken ve beni evime bıraktığı saatler boyunca gerçekten de eğlenmiştim.

 

Hazar da öyle görünüyordu. İkimize de birer forma almıştı. Benimki üzerime bol olduğundan gülünç görünüyordum ama bunu takmadık. Hazar dalga bile geçmedi. Ve hatta iddiayı ben kazandığımda arabayı kapanmak üzere olan bir oyuncakçının önünde durdurup bana en sevdiği karakterin oyuncağını alırken bile gülümsüyordu.

 

Gerçekten ilk defa ikimiz de didişmeden bir akşam geçirmiştik. Çok fazla gülmüştüm o akşam. Ve ben ne zaman haddinden fazla gülsem ertesi gün illa ki güldüğüm kadar da ağlardım. Yine öyle olmuştu. Belki de gülüşlerimden fazla akmıştı gözyaşlarım.

 

Sanırım bu yüzden İkra'nın teklifini kabul etmiştim. Eğer gerçekten istemeseydim hiçbir güç beni şu an gittiğim buluşmaya götüremezdi. Hazar'dan sonra gönül işlerine dair beslediğim bütün umutlarım sönmüştü. Sımsıkı kapattığım kapılarımı aralamama sebep olan ise yine Hazar'dı. İlk önce bir bir umut tohumları ekmişti. Bunlara kanmamam gerektiğini bilmeliydim ama salak gibi izin vermiştim işte. Sonra da yine onun sebep olduğu gözyaşlarım o tohumları süpürüp atmıştı. Ve şimdi de o kapılar içerideki tonla gözyaşı yüzünden kapanamıyorlardı. Kesinlikle yardıma ihtiyacım vardı. Bu yardımı da bir tepsi börekten ya da bir poşet çikolatadan alamayacağım açıktı.

 

"Merhaba. Ben Ada." dedim karşımdaki çocuğa elimi uzatırken. Geldiğim kafe oldukça büyüktü aslında ama içeride fazla kişi olmadığından Ufuk'u hemen tanımıştım. Yine ve yine İkra sağ olsun çocuğun CV'sine kadar bulmuştu. Tıpkı fotoğraflardaki gibiydi. Küllü sarı saçları ve açık mavi gözleri vardı. Üzerine siyah boğazlı bir kazak ve hafif bol bir deri ceket giymişti. Sanırım artık ondan çocuk diye bahsetmesem iyi olurdu. Çünkü gerçekten oldukça olgun duruyordu. Kesinlikle yakışıklıydı. Bu konuda hakkını yiyemezdim.

 

Ben düşüncelere dalmışken "Merhaba." dedi gülümseyerek. "Ufuk ben de." Gülümseyip nazikçe kafamı salladım. Bir an nasıl davranmam gerektiğini kestirememiştim çünkü Ufuk duraksamış, öylece bana bakmaya başlamıştı.

 

"Fotoğraflardakinden daha güzelsin." dedi bir anda. Şaşkınca ona baktım. İlk defa iltifat alan bir kız çocuğu gibi hissediyordum kendimi. Gereksiz yere panik yapmıştım. "Teşekkür ederim." diye mırıldandım ama gözlerimi telaşla etrafta gezdirmeye devam ediyordum. Oturmak için sandalyemi çekeceğim sırada bir anda hareketlendi ve yanıma ulaştıktan sonra arkama geçti.

 

"Buyurun." dedi nazikçe. Sandalyeyi benim için tutmuş, oturmamı bekliyordu. Aslında ilk randevum falan da değildi ama kendimi gerçekten gergin hissediyordum. Göremeyeceğini bilmeme rağmen gülümsedim ve sandalyeme oturdum.

 

"Teşekkürler." dedim tekrardan. Bugün bu kelimeyi fazlasıyla söyleyecek gibiydim. Keşke daha az nazik biri olsaydı diye düşündüm. Çünkü başından beri onunla ciddi bir ilişki yürütemeyeceğimi biliyordum. Ancak yine de bunları düşünmek için henüz çok erkendi.

 

Garson gelip siparişlerimizi aldığında ben güzel görünümlü bir kahve söylemiştim ve Ufuk da değişik isimli bir içecek söylemişti. Aslında kafede çalıştığımdan bu isimlere aşina olmam gerekirdi ama bu kafe bizimkinden oldukça büyük ve gelişmiş duruyordu. Biz daha çok klasik içecekler satıyorduk.

 

"Hangi bölümde okuyorsun?" dedim garson uzaklaşmaya başladığında. "Aslında İkra söyledi bazı şeyleri ama bir de senden dinleyeyim." Çok değerli arkadaşım yüzünden karşımdaki çocuk hakkında merak ettiğim hiçbir şey kalmamıştı.

 

"Bana senin hakkında hiçbir şey anlatmadı. Gidince görürsün deyip durdu." İkra'nın amacını gerçekten anlayamamıştım. "Sadece ciddi bir ilişki için hazır olmadığını biliyorum." Ellerimi yüzüme kapatmamak için zor tutuyordum kendimi. Bu bilgiden sonra benim hakkımda pek iyi şeyler düşündüğünü sanmıyordum. Ciddi ilişki istemiyordum ama bugün koşa koşa onunla buluşmaya gelmiştim. Harika.

 

"Yanlış anlama." dedi hemen. Yüzümü buruşturmuş bir şekilde oturduğuma emindim ama ifademi düzeltmek adına bir şey yapmadım. "Zaten ben de hemen ciddi bir şeyler olsun istemiyorum. Sadece uzun zamandır yalnızdım ve açıkçası derslerim yüzünden insanlarla pek görüşemiyorum."

 

Yani sadece yalnızlıktan sıkıldığı için görüşüyordu benimle. Bu iyi bir şeydi. Karşımdakinin benden bir beklentisinin olmaması içimi rahatlatmıştı. Çünkü bu zamanlar kendi sevgi ihtiyacımı bile karşılayamıyordum. "Tamam o zaman." dedim. "Bir sorun yok gibi görünüyor."

 

Kafasını salladı beni onaylamak için. "Aynen öyle." Garson içeceklerimizi getirdiğinde ikimiz de sus pus olduk. Birbirimizi yeterince tanımadığımızdan ikimiz de nasıl davranmamız gerektiğini kestiremiyor gibiydik. "Makine mühendisliği okuyorum bu arada. Az önce sormuştun." İçeceğinden bir yudum aldı. "A, evet. Son sınıftın sanırım." Kafasını salladı. "Sen hangi bölümdesin?"

 

"Psikoloji okuyorum." Sanki biraz gururla söylemiştim ama ne yapayım bölümümü fazlasıyla seviyordum. "Sanırım bizim üniversitede değilsin." dedi. "Yok. Yani aslında öyle ama fakültemiz şehrin dışında kalıyor."

 

Ve sohbetimiz böyle devam etti. Çoğunlukla o soruyordu, ben cevaplıyordum. Ve bu durumdan çok da rahatsız değildim. Birilerinin benim hakkımda bir şeyleri merak etmesi hoşuma gitmişti. Yeni insanlarla tanışmayalı uzun zaman olmuştu sanırım.

 

Hava hafiften kararmaya başladığında biz hâlâ kafede oturmaya devam ediyorduk. Konuştukça kendimi biraz daha rahat hissetmeye başlamıştım. "Geçen seneydi değil mi?" dedim gülüşlerimi bastırmaya çalışırken. "Evet. Böyle birden pat diye düşüvermişti." Etraftaki insanlar bize dik dik bakmaya başladıklarında artık susmam gerektiğini biliyordum ama konuştuğumuz olay gözümün önüne gelip durduğundan daha çok gülesim geliyordu.

 

Ufuk'un telefonu çalmaya başladığında elimi dudaklarıma bastırmıştım. "Merhaba." dedi telefona doğru. Aynı zamanda elini sallamıştı. Kim arıyorsa görüntülü aramış olmalıydı.

 

"Ada Hanım telefonlarımı açmadığı için seni aramak zorunda kaldım." Bu İkra'nın sesiydi. "Hâlâ birlikte misiniz?" Ufuk kafasını salladı ve onu onayladı. Telefonu hafifçe bana döndürmüş, İkra'yı görmemi sağlamıştı. Yapmacık bir şekilde "Naber?" dedim.

 

"İyidir. Sadece favori çiftimi kontrol etmek istedim." Sonra birisi onu kolundan çekiştirdi. "İkra insanları rahat bırak." Baha'nın sesi uykulu çıkıyordu. İkra'nın arkasındaki duvar yüzünden nerede olduklarını bilmiyordum ve açıkçası bilmek de istemiyordum.

 

"Neyse." dedi aniden. "Benim sevgili kızdı. Size iyi eğlenmeler." Ufuk tekrar sevimlice elini salladı ve aramayı sonlandırmadan önce tekrar Baha'nın sesini duydum. "Sen bana sevgili mi dedin?" Değişik bir ilişkileri vardı ama tatlı olduklarını inkâr edemezdim.

 

Telefon görüşmesi sonrası az önce ne hakkında konuştuğumuzu unuttuğumdan yeni bir konu açamadım. Neyse ki Ufuk bana göre biraz daha doğal davranıyordu. "İstersen numaramı verebilirim." Onu anında onayladım. Artık İkra'nın araya girmesini istemiyordum. Ve ilk buluşmadan Ufuk'la yollarımızı ayıramayacağımıza göre bu gerekliydi. Belki yeni bir ilişkiye başlayamazdık ama kesinlikle yeni bir arkadaş kazandığıma emindim. Ufuk iyi bir insana benziyordu. Açıkçası sohbeti de sarıyordu. Yoksa bu saate kadar oturmazdım bile.

 

Çantamdan çıkardığım telefonumu ona uzattım numarasını yazması için. Parmakları bir süre telefonun ekranında gezindi. "İşte." Telefonumu geri aldıktan sonra Ufuk'u adıyla kaydettim. "Bekle. Sen de benimkini kaydet. Arıyorum." Ufuk hareketlenmeye başladığında hızlıca konuşmuştum.

 

Telefonu bir kez çaldığında aramamı sonlandırdım ve böylece numaralarımızı almış olduk. Artık İkra başımı şişiremeyecekti. "Zaman hızlı geçmiş." Ufuk gibi ben de toparlandığımda kafeden çıkmak adına ilerlemeye başladık. İçeceklerimizi kasada sırayla ödedik. Benimle bir hesap kavgasına girişmediği için mutluydum.

 

"Ben bu taraftan gideceğim." Hava oldukça soğuduğundan bir an hazırlıksız yakalanmıştım. Ceketimin önünü kapatırken sağ tarafımı gösterdim. "Seni bırakmamı ister misin? Yürüyerek eşlik edebilirim." Ellerimi açıp iki yana salladım. "Hiç gerek yok. Birkaç işim var, onları halletmeliyim. Yakında tekrar görüşelim." dedim içten bir gülümsemeyle.

 

"Peki öyleyse. Görüşürüz." Sevimlice elini salladı. Ben de aynı şekilde karşılık verdiğimde yollarımız ayrıldı. Beklediğimin aksine gerçekten de iyi vakit geçirmiştim. Ve şimdi bugün için yapmam gereken tek bir şey kalmıştı.

 

Cadde boyunca yürümeye başladım. Neyse ki buraya çok uzak değildi. Hedefime ulaştığımda neon yeşil tabela beni geçen günkü gibi karşıladı. Bu sefer çok fazla düşünmeme gerek yoktu. Kararlı adımlarla binadan içeri girdim. "Hoş geldiniz."

 

"Kolay gelsin. Ben iki gün önce buraya kayıt yaptırmıştım. Şimdi de sildirmek istiyorum." Az önce üstünkörü göz göze geldiğim adam şimdi de dikkatle beni inceledi. Hazar'ın kaba bir şekilde konuştuğu adamdı bu. Bana bir aylık üyelik olmadığını söylemişti ama Hazar olaya el attığında hemen süt dökmüş kediye dönmüştü.

 

"Siz Hazar Bey'in arkadaşıydınız değil mi?" dedi şaşkın gözlerle. Bu soruyu neden sorduğunu biliyordum. Eğer öyleysem hemen işlemimi gerçekleştirecekti. Ki kafamı aşağı yukarı salladığım anda da bu düşüncem doğrulanmış oldu.

 

"Tabi efendim. Siz nasıl isterseniz. İşleminizi gerçekleştiriyorum." Cidden garip bir durumdu. Ama şu an sadece işime odaklanmalıydım. Artık Hazar'la ilgili şeylerin beni meşgul etmesini istemiyordum. Olabildiğince ondan uzak duracaktım. Hazar bana iyi gelmiyordu.

 

"Şurayı imzalamanız gerekiyor." Bulunduğum yerden adamın yanına ilerleyip masanın arkasına geçtim ve kâğıttaki yazılara şöyle bir göz gezdirdikten sonra imzamı attım. Tam kâğıdı adama doğru uzatacağım sırada sürgülü cam kapının gerisinde Hazar'ı gördüm. Elinde spor çantası vardı ve bir adamla konuşuyordu. Neyse ki beni görmemişti. Karşısındaki adam gülümseyip el salladığında buraya geleceğini anladım.

 

Ve kendimi saklamak için ayakta durmayı bırakıp masanın arkasına gizledim. Bu gişe tarzı masanın beni korumasını umuyordum. Bugün Hazar'la konuşmak istemiyordum. "Efendim ne y..."

 

Görevlinin sözünü bir sus işaretiyle kestim ve sürgülü kapının sesini duyana kadar da parmağım dudağımda öylece bekledim. "Gökçe çıktı mı?" Sesi fazlasıyla resmi olduğundan Hazar olup olmadığına emin olamadım. "Henüz çıkmadılar Hazar Bey." Adam titriyordu. Ben de böyle davranarak onu daha zor bir duruma sokmuştum. "Ona ulaşamıyorum. Sorarsa görevde olduğumu söyle." Adam başıyla onayladı.

 

Hazar başka bir şey söylemedi ve ben bir süre onun adım seslerini dinledim. "Gitti efendim." Görevlinin benim hakkımda ne düşündüğünü bilmiyordum ama umursadığım da söylenemezdi. Derin bir nefesle birlikte yerimde doğruldum. "İyi günler size." dedim hiçbir şey olmamış gibi kapıya doğru ilerlerken.

 

Ne görevinden bahsediyordu acaba? Aman Ada. Sana ne? Hazar hakkında düşünmemeliyim... Hazar hakkında düşünmemeliyim... Hazar'ı düşünmemeliyim.

 

Gökçe dediği kişi kim peki?

 

***

 

PERİ

 

"Daha iyi misin?"

 

"Evet, evet. İyiyim." Bütün gücümü ayakta kalabilmek için kullanırken yavaşça adımlarımı kapıya yönlendirdim. Üzerimde ekstra bir yorgunluk vardı. "Bekle. Kapıyı kilitleyeyim." Uraz hızlıca kapıyı kapatıp kilitledi ve ben de dediği gibi ağırlığımı arkamdaki duvara vererek onu bekledim. İkimizin de gözleri kıpkırmızıydı. Biraz daha ağlasak morarmaya başlayacaklarını düşünüyordum.

 

"Gel bakalım." Kolumdan yürümem için bana destek olurken beraber asansöre bindik. Saatin kaç olduğunu ya da hangi günde olduğumuzu bilmiyordum bile. Buraya geldiğimizde gecenin bir yarısıydı. Belki de çoktan öğlen olmuştu.

 

"Neden sürekli kötü olayları gösteriyorsun bana?" Bu kafamı kurcalayan yüzlerce sorudan yalnızca biriydi. Bugün bana Eylül'le ilgili anılarımı göstermesini istemiştim. Kast ettiğim onun ölümü değildi. "Ben yapmıyorum." dedi kısık sesiyle. Gözleri yerdeydi. "Sen seçiyorsun."

 

Söylediklerinden sonra bakışları beni buldu ama ben tam olarak ne demek istediğini anlamamıştım. "Nasıl yani?" dedim şaşkınca. Sesimle eş zamanlı olarak asansör kapıları aralandı. Uraz tekrar koluma girmeye hazırlanırken "Ben sana seçme hakkı veriyorum. Ve sen de en çok merak ettiğini izliyorsun."

 

Karşı çıkmak için dudaklarımı araladığım sırada aşina olmadığım bir erkek sesi doldurdu kulaklarımı. "Bakın kimler buradaymış?"

 

Bu geçen sefer bize bulaşan ve toplantıda kavga çıkaran adamdı. İsmini aklıma getirememiştim ama Uraz bana yardımcı oldu. "Ertan git işine. Belanı benden bulma."

 

Ama adam Uraz'ı takmadı bile. Adımları bize doğru yaklaşırken bütün dikkatinin benim üzerimde olması biraz gerilmeme neden oldu. Sonunda tam karşımızda durduğunda Uraz'ın sıkıntılı nefesini işittim.

 

"Yeni üyemiz... Buzluğumuza hoş geldiniz." dedi samimiyetsiz bir tavırla. "Söylesene Ilgaz'ın kuyruğu olmak nasıl bir duygu?" Her seferinde aynı muhabbeti döndürmekten sıkılmıyor muydu? Gerilmiş sinirlerim tam şu an bu adamın yüzüne bir tane patlatmam için beni teşvik ediyorlardı. Belki bu beni biraz olsun rahatlatabilirdi ama insanları dalgaya almayı tercih ederdim. Hele ki bu adam gibilere dokunmak bile istemiyordum. Uraz bir adım öne çıkacağı sırada ondan önce hareket ettim. "Aslında..." dedim yüzümdeki alaycı gülümsemeyle. "Bir kuyruk olarak oldukça işlevliyimdir."

 

"Mesela?" dedi Ertan. Yüzünde sinir bozucu bir gülümseme vardı. Sonunda birinin onu ciddiye alması hoşuna gitmiş olmalıydı. "Mesela...Etraftaki sinekleri savuştururum ya da..." Biraz düşünür gibi yaptım ve hafifçe öne doğru eğildim. "Eğer o sinekler canımı çok sıkmışlarsa..." Uraz sinirle lafımı kesti. "Kısaca uza diyor Ertan. Hadi." Ertan bir süre yüzüme baktı. Uraz kolumdan çekiştirmeye başlamıştı ki gür bir kahkaha duydum.

 

"Ilgaz'la..." dedi kahkahalarının arasından "Çok benziyorsunuz. İkiniz de boş tehdit savurmak konusunda çok başarılısınız gerçekten." Uraz'ın çekiştirmelerine karşı çıkmayı bırakıp adama arkama dönmeden önce cevapladım onu. "Ne de olsa kuyruğuyum."

 

Buzluktan dışarı adımımı attığımda havanın aydınlandığını gördüm. "Ne diye sataşıyorsun adama?" dedi Uraz sürücü koltuğuna otururken. "Ben mi sataştım?" Kaşlarımı çatmış gözlerimi yüzüne dikmiştim. Uraz cevap vermedi. Canının sıkkın olduğunu biliyordum. Belki de o adamı görmezden gelmeliydim. Bugün ona ağzının payını vermek için iyi bir gün değildi.

 

"Neden bizden bu kadar nefret ediyor?" Arabanın camları bozuk toprak yol yüzünden takırdarken biraz yüksek sesle konuşmuştum. Ilgaz bu adama ne yapmış olabilirdi? Ya da ben? Onu tanımıyordum bile. "Bütün bunlara sizin sebep olduğunuzu düşünüyor çünkü."

 

"Neden ki? Biz ne yaptık?" Uraz direksiyonu hafifçe sağa kırdığında rahatsız edici takırdama sesi yok oldu. "Ilgaz ve sen en başarılı şekilde iyileşen ilk deneklersiniz. Yani Ertan da eğer siz olmasaydınız bütün bu deneylerin devam etmeyeceğini düşünüyor."

 

Gözlerimi ellerime indirmiş öylece Uraz'ın söylediklerini düşünmeye başlamıştım. Bütün o buzluktaki insanlar... Benim yüzümden mi? "Belki de haklıdır." dedim kısık bir sesle. Uraz gözlerini kısa bir süreliğine bana çevirdi. "Ne?" dedi şaşkınca.

 

"Duydun işte." dedim omuzlarımı silkerek. Uraz'ın alaylı gülüşünü duydum. "Yapma Peri. Bu insanlar başarısız oldular diye durmayacaklar. Şu an hâlâ bir sürü deney üzerinde çalışıyorlar ve belki de yüzlerce kez başarısız oldular. Ama bak... Durmadılar. Durmayacaklar da."

 

Araba hareket etmeyi kestiğinde gözlerimi ellerimden çektim. Evime gelmiştik. "Ayrıca buzluktaki herkes sizin gibi iyileşmedi." Şaşkın bakışlarımı Uraz'a diktim. Açıklamaya devam etti. "Ben ve Doğu'dan sonra zıt hastalıklarla iyileştirmeyi kestiler. Sonuçta her hastalığın tam tersini bulamazsın."

 

"Sen ve Doğu... Hastalıklarınız nelerdi ki?" Uraz soruma cevap vermek yerine benim emniyet kemerimi çözdü. "Bugünlük bu kadar yeterli küçük hanım. Benim Ilgaz'ın yanına dönmem gerekiyor." Onu onaylayarak kafamı aşağı yukarı salladım. Daha fazla sıkmak istemiyordum çünkü.

 

Arabadan inerken "Umarım Ilgaz bir gün bütün sorularımı cevaplar." dedim. Uraz yüzüme boş boş bakmaya başladığında sözlerime devam ettim. "Hani siz birbirinize her şeyi anlatıyorsunuz ya. Belki bunu da iletirsin Ilgaz'a. Malum kendisine pek ulaşamıyoruz." Uraz sevecen bir şekilde kafasını salladığında ben de arabadan indim. Cebimden anahtarımı çıkarmaya çalışırken Uraz adımı seslendi. Arabadan inmiş öylece ayakta duruyordu. "Peri... Dikkatli ol."

 

Ona gülümsedim ve "Bugün geldiğin için sağ ol." dedim. Eliyle içeri girmemi işaret etti. Dediğini yaptım. Arkamdan kapıyı kapatırken üzerinde zorla durduğum bacaklarım beni taşımayı kestiler. Giriş kapısının önünde öylece oturmaya başladım. Uraz'a belli etmemek için canım çıkmıştı ama başımda ve vücudumun belli bölgelerinde katlanılmaz bir acı hissediyordum.

 

Arka cebimdeki telefon kısaca titrediğinde zorlukla onu bulunduğu yerden çıkardım ve kısık gözlerle ekrana odaklanmaya çalıştım. Hazar'dan bir sürü cevapsız arama ve mesaj vardı. Yerine bakıp bakmayacağımı sormuştu ve ben de ona olumlu bir cevap yazdım. Birkaç seferdir bütün işlerimi ona yıkmıştım. Bugün ile yarın Hazar'ın yerine de çalışmam gerekiyordu.

 

Hazar'ın mesajlarından çıktığımda İkra'nın da Baha'yla kalacağına dair bir mesaj yazdığını gördüm. Baha yurtta kaldığından bu durumu garipsemiştim ama sonra kafama takmamayı seçtim. İkra ne yapacağını bilirdi ve şu anlık onun da erkekler yurdunda kalmadığını umut ediyordum. En azından eniştemin biraz olsun aklı çalışıyordu. Yani umarım...

 

Oturduğum yerden zorlukla doğrulmaya çalıştım. Kafeye gitmek zorundaydım ve saat neredeyse gelmişti. Sabahtan öğlene kadar Hazar bakıyordu normalde ama bugün ben bakacaktım ve sonra da kendi devriyem vardı zaten. Neyse ki bugün Ada da yardıma gelecekti.

 

Temkinli adımlarla odama çıktım. Hiç kıyafetlerimi değiştiresim yoktu ama buna mecburdum. Sanki buzluğun kokusu üzerime sinmiş gibi hissediyordum. Bu yüzden basit bir eşofman takımını giydim üzerime. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra da saçlarımı sıkıca topladım. Bu başımın ağrısının artmasına neden oldu ama kafede sürekli gözümün önüne geldiklerinden bağlamak zorundaydım.

 

Anahtarlarımı da cebime attığımda çıkmaya hazırdım. Aşırı uykum vardı ve gerçekten çok acıkmıştım. Uykum için yapabileceğim bir şey yoktu ama yoldan simit almaya karar vermiştim. Kafede de bir bardak kahve içersem kendime geleceğimi düşünüyordum.

 

Yavaş adımlarla gelmeme rağmen yarım saatte kafeye varmıştım. Elimdeki poşetten gelen simit kokuları iyice acıkmamı sağlamıştı. "Günaydın." dedi neşeli bir ses ben içeri girdiğimde. "Günaydın." diye karşılık verdim. Ada elindeki bezle pastaların olduğu vitrini siliyordu. Bunda garip bir şey yoktu tabi ki. Asıl garip olan yüzündeki sırıtmaydı. Onu en son gördüğümde bir tepsi börek eşliğinde ağlıyordu. Tabi ki mutlu olması iyi bir şeydi ama bu kadar çabuk toparlanmasına hayran kalmıştım sanırım.

 

"Ne o? Pek bir neşelisin." Kendime bir bardak kahve hazırlamak için arka tarafa doğru geçtim ve simitleri tezgâhın üzerine bıraktım. Ada yaptığı işi bırakıp beni takip etti. "Sen iyi misin?" Kafamı aşağı yukarı salladım. "Uykusuzum biraz. İster misin?" dedim elimdeki kahveyi göstererek. "Ver ben yaparım." İtiraz etmeden bardakları ona verdim ve arkadaki sandalyeye attım kendimi. Ada suyu kaynattıktan sonra bardaklara doldurdu.

 

"Dün İkra'nın dediği çocukla buluştum." dedi bir anda. Bunun olacağını tahmin ediyordum aslında. Sonuçta İkra'ydı bu. Bir şeyi yapacaksa peşini bırakmazdı. Asıl şaşırdığım şey bu kadar çabuk olmasıydı. Ada tepkimi izledi. Açıkçası kahvemi içmeden bir şey söylemek istemiyordum. Tam olarak ayık bile sayılmazdım çünkü. "Nasıl geçti?" diye sordum ilgisiz görünmemek için.

 

Ada elinde iki bardakla yanıma geldi. Simit poşetimi de önüme koydu. Vakit kaybetmeden kahveden bir yudum aldım. "Yani iyiydi bence. O da yalnız olmak istemediğinden buluşmuş benimle."

 

Mutlu görünüyordu. Hevesini kırmak istemediğimden Hazar konusunu hiç açmamaya karar verdim. "Bizi de tanıştırırsın artık." Kafasını aşağı yukarı salladı ve ona uzattığım simidi alıp yemeye başladı. "Bu arada... Adı neydi? Belki ben de tanıyorumdur."

 

"Ufuk. Makine mühendisliği okuyormuş." İkra'nın Ada'ya gözlerini yeni ufuklara dikmesini söylerken bunu kast ettiğini düşünmemiştim. Gerçekten İkra'dan korkmaya başlamıştım. "Tanımıyorum sanırım." dedim. Zaten çok kulüplere katılan biri olmadığımdan çevrem yoktu. Ama İkra tanıyorsa belki ben de biliyorumdur diye düşünmüştüm.

 

"Bugün Hazar gelecek sanıyordum." dedi yüzündeki gülümseme silinirken. Ben de Ada'nın Hazar'da takılıp kalmasını istemiyordum tabi ki. Kız onun ismini söylerken bile acı çekiyordu çünkü. Gülen yüzü iki saniyede soluvermişti. "Birkaç gündür yerime o bakıyordu. Borcumu ödüyorum." dedim. Gerçi bu yorgunlukla pek bir şey yapabileceğimi sanmıyordum ama yavaş hareket ettiğim sürece sorun yoktu.

 

"Ben şu camları silmeye başlayayım. Yağmurdan su izi olmuşlar." Bitirdiğim kahve bardağımı arka tarafa götürdükten sonra bir kovaya su doldurup işe koyuldum. Birazdan Çağrı Abi kontrol için gelirdi. Ona tembellik yapıyormuş gibi görünmek istemiyordum.

 

Ben kafenin ilk camını silmeyi bitirdiğimde o da gelmişti zaten. Her zamanki yerine oturmuş Ada'yla sohbet etmeye başlamıştı. "Çağrı Abi sen iyi misin?" diye sordum. Yüzünde zoraki bir gülümseme vardı. Bugün normal hâlinden biraz farklı görünüyordu. "Evet. Biraz solgun görünüyorsun. Bir şey mi oldu?" Ada'nın sorusuyla Çağrı Abi ellerini yüzüne kapattı. Ne olduğunu bilmiyordum ama kesinlikle kötü bir şeydi. İşimi bırakıp Ada'nın yanına oturdum hızlıca. Bizim tekrar sormamıza gerek kalmadan o konuşmaya başlamıştı.

 

"Bugün..." dedi zorlukla. "Kardeşimin ölüm yıl dönümü." Çağrı Abi'nin Hazar'dan başka kardeşinin olduğunu bile bilmiyordum. Bu yüzden soru dolu bakışlarımı Ada'ya diktim ama onun da şaşırdığı belliydi. Destek olmak adına elimi koluna koydum. Fakat onu teselli edecek doğru kelimeleri bulamadım. Bu aralar üzerimizde kara bulutlar dolanıyor gibiydi.

 

"Abi kafeye gelmene gerek yoktu. Biz bakıyoruz buraya." dedi Ada. "İstersen Hazar'ı arayayım. Gelip alsın seni olur mu?" Çağrı Abi hiçbir cevap vermedi. Öylece masaya dikmişti gözlerini. Ben endişeyle Ada'ya baktım. Ada elindeki telefonu gösterdi bana. Onu kafamla onayladım. Şu an için Hazar'ı aramak en iyi seçenekti. Gerçi Hazar'ın da pek iyi olduğunu sanmıyordum.

 

Ada geri dönene kadar Çağrı Abi'nin yanında öylece bekledim. Koskoca adam üzüntüden küçücük kalmıştı karşımda. Kendimi onun yerinde hayal bile edemiyordum. Eğer bir kardeşim olsaydı ve onu kaybetseydim... Gerçekten dayanabileceğimi sanmıyordum.

 

Hazar ve Çağrı Abi'nin kayıpları için gerçekten çok üzgündüm ama içimdeki şaşkınlık duygusuna da engel olamıyordum. Hazar'la üniversiteye başladığımızdan beri arkadaştım. Neredeyse üç sene olmuştu ama bu konuda daha tek bir kelime ettiğini bile duymamıştım. Bu durum bana kendimi biraz kötü hissettirmişti. Çoğunlukla içime kapanık biri olduğumdan kendi problemlerimle uğraşırdım. Belki de bu yüzden arkadaşımın nasıl hissettiğine odaklanamamıştım. Hazar sırf benim için yanında kokulu mendiller taşıyordu ama ben onun acı içinde kıvrandığını bile göremiyordum öyle mi?

 

"Geldi." dedi Ada telaşla yanımıza gelirken. Çağrı Abi sessizce yerinde doğruldu ve kapıya ilerledi. O da bu kadar üzülmeyi beklemiyordu sanırım. Biz nesi olduğunu sorunca yarasını kanatmış olmalıydık. Ada'yla beraber gittik arkasından. Hazar beyaz bir arabanın önünde durmuş ayakkabılarını izliyordu. Abisini görünce hızlıca yanımıza ulaştı.

 

"Evde kalacağını söylemiştin." dedi azarlar bir tonda. Şu an büyük olan oymuş gibi görünüyordu. Hazar'ın acılarıyla baş etme gücü daha fazlaydı tabi. Şimdi düşününce onu en son ne zaman üzgün gördüğümü bile hatırlamıyordum. Ada ile araları bozukken sadece suratı asık dolaşmıştı ve bu bir gün ya sürmüş ya sürmemişti. Ama oldukça üzüldüğünü biliyordum. Şimdi bile güçlü görünüyordu.

 

Abisini arka koltuğa oturttuktan sonra kendisi de ön kapıyı açtı binmek için. "Hazar." diye seslendim ona. Yeşil gözler beni bulduğunda kendimi daha da kötü hissederken buldum. "Başın sağ olsun." Acı çekerken etrafındaki insanları uzaklaştırdığını biliyordum. Genelde yalnız kalmak isterdi. Şu an bile bana bir cevap vermeden arabaya binmesi yalnız kalmak istediğini gösteriyordu. Ben ise bu durumdan nefret ediyordum. O benim arkadaşım hatta dostumdu. Yanında olmak istiyordum.

 

"Hadi gel." dedi Ada koluma girerken. Ona karşı koymadım. Beraber kafeye ilerledik. Akşama doğru Ada işi bittiği için çıktı ve ben koskoca kafede tek başıma kaldım. Tek tük müşteri gelip gidiyordu. Aslında bu saatlerde dolu olmamız gerekirdi ama sanki kafenin üstündeki kara bulutları herkes fark etmiş, bu yüzden de kaçıp gitmişlerdi.

 

Kafeyi kapatma saatim yaklaştığında Ilgaz'dan bir telefon aldım. O sırada kasayı kilitlemekle uğraştığımdan cevap verememiştim. İşimi hallettiğimde onu tekrar aradım. "Ilgaz? Az önce cevaplayamadım. Kusura bakma. Bir şey mi oldu?"

 

"Ben de seni beklediğimi söyleyecektim."

 

"Nerede bekliyorsun?" Onunla buluşmak için anlaştığımızı hatırlamıyordum. "Pandia'da. Unuttun mu yoksa?" Elimi sıkıntıyla alnıma yasladım. Kesinlikle aklımdan çıkmıştı. "Aslında...Bugün kendimi fazlasıyla yorgun his..."

 

"Sorun değil." dedi hemen sözümü keserek. "Eve gidip güzelce dinlen."

 

"Tamam o zaman. Yarın akşam buluşalım mutlaka." dedim. Kendimi biraz suçlu hissediyordum. Bu dans işini fazla boşlamaya başlamıştım ve böyle giderse yetiştiremeyecektik. "Hay, hay." diye cevap verdi sevecen bir sesle. "Bu arada diğer hattı kullanmaya başlasan iyi olur."

 

"Tamam." dedim sadece. "Oldu o zaman." Sesi kısık çıkmıştı. Açıkçası onunla konuşunca kendimi biraz daha iyi hissetmiştim. Şu an sahip olduğum bütün sorunlar onunla birlikte gelmiş olsa da bana verdiği güzel şeyler kötülerden çok daha fazlaydı. Ve aslında Ilgaz'la ilgili beni korkutan tek şey de buydu. Bir ay öncesine gitsem ve seçme şansım olsa yine de Ilgaz'la tanışmayı isterdim. Bütün o karmaşık olaylara rağmen.

 

Ona veda ettiğimde telefonu kapattı. Bir yarım saat daha konuşabilirdik aslında. Hemen kapatması sinirimi bozmuştu. Artık eve gitmeliydim. Kafeyi kapattıktan sonra kendime bir taksi çağırdım ve yaklaşık on dakika boyunca onu bekledim. Arabalardan nefret ediyordum. Taksiyi beklediğim süreden daha kısa bir sürede eve vardım. Taksiciye parasını ödedikten sonra cebimden anahtarımı çıkarıp ön kapıya yöneldim.

 

Bu sefer evin ışıklarının açık olduğunu fark ettiğimde içimi bir sevinç kapladı. Bu yüzden zile basmaya karar vermiştim. Parmaklarım saksının yanında bulunan düğmeye uzanırken ensemde ürpertici bir nefes hissettim. Ben öylece donup kaldığımda soğuk parmaklar burnuma kapandı. Yere, kapının tam önüne yığılmadan önce kaba bir erkek sesi doldurdu kulaklarımı.

 

"Akel'in selamı var küçük kız."

 

,

 

 

 

 

Loading...
0%