@yellowwheat
|
Gecenin karanlığında farların aydınlattığı yol boyunca ilerliyorduk. Arabayı Ilgaz kullanıyordu ve ben de onun yanındaki koltuktaydım. Uraz ise arka tarafta oturuyordu. Garip ve şüpheci bir ifadeyle dikiz aynasından bana baktığını gördüm. Ela gözleri olanları çözmeye çalışıyormuş gibi kısılmış, dikkatlice beni izliyordu.
Bakışlarından rahatsız olmaya başladığımda kaşlarımı kaldırdım ve ben de gözlerimi ona diktim. Ilgaz bir anlığına bana doğru dönmüştü ama hemen sonra tekrar yola odaklandı. Arabanın içinde boğucu bir sessizlik vardı ve kimse bunu bozmaya niyetli değildi.
Uraz umursamazlıkla omuzlarını silkti, bakışlarını aynadan çekerek kafasını sol tarafına çevirdi. O evden çıktığımdan beri ağzımı bıçak açmamıştı. Onların sorularına cevap vermemiştim ve hâlâ da konuşmayı düşünmüyordum. Benim hakkımda benden daha çok şey bildiklerine göre sorularının cevapları için de bana ihtiyaçları yoktu.
Nasılsa ben Boris'le konuşurken genç bir çocuk da bizimleydi. Ilgaz'ın tarafında olduğu da barizdi. Ondan istediklerini hemen şimdi öğrenebilirlerdi. Aslında Boris'in bana söylediklerini duyunca nasıl tepki vereceğini gerçekten merak ediyordum. Boş mu verecekti yoksa ciddi ciddi inkâr mı edecekti?
Ne yaparsa yapsın artık ona karşı olan tavrım belliydi. Ilgaz'dan etkileniyordum ki bu oldukça doğaldı. Bana arkadaşça yaklaşmıyordu. Bu yüzden afallamıştım. Bana ilgisi olduğunu açıkça belli ediyordu ve ben de içimdeki bu merak duygusuna engel olamıyordum. İki insanın karşılıklı olarak birbirlerini sevmesi nasıl bir şeydi? Ben ve Ilgaz birbirimizi koşulsuz sevsek nasıl olurdu? Merak ediyordum.
Neyse ki Ilgaz'a karşı vazgeçilemeyecek duygular beslemiyordum. Sadece soyut olarak beni iyileştirdiğini hissettiğim biriydi. Bu hayatta bir anda anlamını yitiren çok fazla şey vardı. Kendi ismimizi bile birkaç kez tekrarladığımızda artık bize bile anlamsız gelmeye başlıyordu. Ilgaz'ın da varlığı her an benim için anlamsızlaşmaya başlayabilirdi.
Parçalarımı topladığına inandığım bu adama olan güvenim bir anda yerle bir olabileceği gibi kendimle, yüreğimi sıkıştıran ama bir o kadar da doğru olan şu konuşmayı da yapabilirdim: Evet... Umutlarım, tekrar kırılıp dökülebilirsiniz çünkü yapıştırıcımız adi çıktı.
Sadece Ilgaz'ın beni bu kadar hayal kırıklığına uğratmayacağını düşünmek istiyordum. Bu denli yanılmış olamazdım. Yine de kendimi en kötüsüne hazırlıyordum ki bu da onlara karşı sert bir tavır almama neden oluyordu. Bu benim kendimi koruma mekanizmam gibi bir şeydi ve Ilgaz'a karşı kendimi korumaya çalışmak bütün her şeyden daha çok canımı yakıyordu.
Fakat şimdilik biraz olsun mesafeli davranmaya çalışacaktım. Boris'in söylediklerini değerlendirecektim ve Ilgaz'ın tepkilerini izleyecektim. Eskiden olduğu gibi ona hayran hayran bakmaktan vazgeçip davranışlarını analiz etmeye karar vermiştim. Onunla tanışmam bile garip bir şekilde olmuştu. Ilgaz hakkında çok az şey bilmem de şüphelerimi çoğaltmaya yetiyordu.
"Anlatmayacak mısın?" Ilgaz evimin önüne gelmiş, arabayı da durdurmuştu. Gözlerimi camdan çekip ona baktım. Üzgün bir ifadesi vardı. Neden üzgündü? Sorusuna cevap vermedim. Gözlerim alnındaki küçük yaralara takıldı. Daha bana bu olayı bile anlatmamışlardı ve benden cevaplar bekliyorlardı öyle mi? Gerçekten çok bencillerdi.
Araba evimin önünde durmuştu ama hâlâ çalışır durumdaydı. Aynadan Uraz'a baktım. Öylece dışarıyı izliyordu. Derin bir nefes aldım. "Alnınızdaki bandajların nedenini anlatacak mısınız?" dedim sakince. Bu onlara verdiğim son şanstı. Ve her ikisi de bu şansı ellerinin tersiyle ittiler.
Kendi tarafımdaki camı yarıya kadar açtım ve soğuk havanın içeriye dolmasına izin verdim. "Peki öyleyse." Ellerim kontaktaki anahtara uzandı. Anında arabanın kapılarını kilitledim ve sağ elim camdan dışarıya uzandı. Arabanın anahtarı parmaklarımın arasında sallandı.
"Ne yapıyorsun?" dedi Ilgaz sakince. Sakinliği sinirime dokunmuştu. "Neden yaralandığınızı anlatmadan bu arabadan kimse çıkmayacak." dedim aynı duygusuzlukla. Bir süre ikisi de konuşmadı. Anlatılamayacak kadar kötü bir şey mi yaşamışlardı yoksa bana mı söylemek istemiyorlardı bilmiyordum. Ama artık sabrım kalmamıştı.
Anahtar parmaklarımın arasından kaldırıma düştü.
"Ups." dedim sahte bir şaşkınlıkla. "Elimden kaydı."
"Saçmalamaya başladın artık." dedi Uraz. Rahatça arkasına yaslanmış, kollarını göğsünde bağlamıştı. "Aynen ben saçmalıyorum. Siz sorduğunuzda ben cevap vermek zorundayım ama bu sizin için geçerli değil. Mükemmel."
"Boris sana bir şeyler anlatmış..." Ilgaz'ın sözünü kestim. "Ne fark eder? Bana bir şeyleri anlatmış olması neyi değiştirir ki? Yoksa senin hakkında önemli şeyler mi biliyor?" Kaşlarımı çatmış, Ilgaz'ın tepkisini izliyordum. Gözlerini benden çektikten sonra alayla gülümsedi.
"O gün takip edildim." dedi konuyu değiştirerek. İşte bu kez şaşırmıştım. İçimde bir yerler az önce söylediğim cümleyi ölesiye inkâr etmesini istiyordu ama o sadece konuyu değiştirmişti. "Ormanda sıkıştırdılar beni. Sonra da Urazlar geldi işte."
"Kim takip etti?" dedim ona ayak uydurarak. "Büyük ihtimal Akel yaptırdı." Yani olay bundan ibaretti ve kaç gündür iki cümle kurmak yerine beni bu hâle getirmişlerdi. Nedense sadece bu kadar olmadığını hissediyordum ama aklım çok başka yerlere kaymıştı. Hiçbir şey söylemedim ve cebimdeki telefonuma uzandım. İkra'yı arayacaktım.
"İkra kapının önüne çıksana. Anahtarı düşürdüm de."
"Tamam bekle." dedi hemen. Ve on saniye geçmeden arabanın yanındaydı. Camdan ellerimle işaret ettim anahtarı. "Şuraya düştü sanırım." İkra'nın soru dolu bakışlarını görebiliyordum ama o sadece anahtarı bana uzattı ve tek bir kelime etmedi.
Kilitleri açtıktan sonra camımı kapatıp anahtarı Ilgaz'a uzattım. "Umarım bir dahakine bütün bunlara gerek kalmaz da güzellikle anlatırsınız." dedim gülümseyerek. Uraz'ın güldüğünü duydum. Ilgaz ise hiçbir tepki vermeden anahtarı benden aldı ve arabayı çalıştırdı. "Ne oldu?" diye sordum yüzüne doğru eğildiğimde. "Yoksa artık senin tanıdığın Peri gibi tepkiler vermiyor muyum?"
İşte bu sefer gözleri şaşkınlıkla beni buldu ama hemen sonra şaşkınlığın onu terk ettiğini gördüm. Açık kahve küreleri benden uzaklaşarak tek bir noktaya odaklandı. Büyük ihtimalle Boris'in bana ne anlattığını düşünüyordu. "İyi geceler Peri." dedi imayla. Artık gitmem gerektiğini söylüyordu. Yüzümdeki gülümsemeyi silmeden "İyi geceler Ilgaz." dedim ve arkaya dönüp Uraz'la göz göze geldim. "Tatlı rüyalar."
Cevaplarını beklemeden indim arabadan. Gerçi bir karşılık vereceklerini de sanmıyordum. Onların bana iyi davranmaları başından beri tuhaftı zaten. Bu kadar üzüleceğimi tahmin etmiyordum fakat beni kandırdıklarını düşünmek gerçekten kırgın hissetmeme neden olmuştu.
"Solgun görünüyorsun. İyi misin?" İkra kızıl saçlarının ardından telaşlı gözlerle beni izliyordu. Normalde bana bin tane soru sorması gerekirdi ama belli ki beni yormak istemiyordu. Bazen ona her şeyi anlatmak istiyordum. Yalan söylemek iğrenç hissettiriyordu ve benim için bu derece endişelenen insanlara bunu yapmak daha da kötüydü.
"İyiyim merak etme." dedim salona ilerlerken. Biraz televizyon izleyecektim ama koltukta yatan Baha'yı görünce adımlarım duraksadı. "Ben yalnız kalmayayım diye geri geldi az önce." diye açıkladı İkra. Kafamı sallamakla yetindim. Bu ikisi gerçekten birbirlerini seviyorlardı. İkra ve Baha adına mutlu hissetmiştim. "Yurttan ceza yemesin." Baha üniversitenin yurdunda kaldığından böyle geceleri başka bir yerde kalacaksa izin almak zorundaydı.
"Bir şey olmaz. Hem o artık yurtta kalmayacak. Sonra anlatırım." Fısıldaşmalarımız onu rahatsız etmiş olacak ki yerinde huzursuzca kıpırdandığını gördüm. "Ben odama çıkıyorum." dedim İkra'ya. Kafasıyla beni onayladı. Hiç mi hiç uykum yoktu ama bedenimin dinlenmesi için uyumak zorundaydım. Saat sabah dörde yaklaşırken psikiyatristimin verdiği uyku haplarından aldım. Çok geçmeden de uykuya dalmıştım.
Ertesi sabah yaptığım ilk şey Ilgaz'ın bana verdiği sim kartını telefonuma yerleştirmek oldu. Artık çift sim kart kullanacaktım. Açıkçası bu önlemin gereksiz olduğunu düşünüyordum çünkü içimden bir ses Akel'in zaten her şeyi bildiğini söylüyordu.
Odamdan çıkıp aşağı indiğimde ev halkının hâlâ uyuduklarını fark ettim. Bu yüzden sessiz adımlarla mutfağa geçerek kahvaltı hazırlamaya karar vermiştim. Genelde çok erken uyanmadığımdan saate bakma ihtiyacı hissettiğimde gözlerim mutfaktaki duvar saatini buldu. Saat daha yeni altıya geliyordu ve etrafın bu kadar aydınlık olması gerçekten de şaşırtıcıydı. Sadece iki saat uyumuştum demek ki.
Buzdolabının karşısına geçip içerdeki yiyeceklere göz atmaya başladım. Kahvaltıda ne yapabileceğimi düşünüyordum ki çok geçmeden aklım başka yerlere kaydı. Bugün yapmam gereken çok fazla iş vardı. İlk önce okula gitmeli ve uzun zaman önce yapmam gereken şeyi yapmalıydım. Daha sonra Pandia'ya geçmeli ve Umut Hoca'yla görüşmeliydim. Son olarak iyileşenlere yalnız olarak gitmeliydim.
Ah, bir de kafe vardı tabi. Hazar'ın yerine bakmam gerekiyordu.
Yapmam gerekenlere o kadar çok odaklanmıştım ki buzdolabını çok fazla açık tuttuğum için uyarı vermeye başlayan sesi bile çok sonra fark etmiştim. Dalgınca buzdolabını kapattım. Acaba koşuya mı çıksaydım? Hem belki fırından da kahvaltılık bir şeyler alırdım.
Sessiz adımlarla odama dönüp üzerimi değiştirdim. Telefonumun arkasına kredi kartımı yerleştirdikten sonra da kulaklığım ve küçük bir not kağıdıyla beraber mutfağa geri gelmiştim. Magnetlerin hemen yanına İkra'ya haber veren bir not kağıdını yapıştırdım. Beni göremezse telaşlanmasın diye küçük bir önlemdi sadece.
Evden dışarı çıktığımda havanın fazlasıyla güzel olduğunu fark ettim. Saat erken olmasına rağmen etraf gayet aydınlıktı ve cadde de oldukça canlıydı. İşe gitmek için evlerinden çıkan insanlar telaşla hareket ediyorlardı. Sahil yoluna kadar sakin adımlar ve derin nefesler eşliğinde yürüdüm.
Denizin hemen kenarına yapılmış koşu yoluna vardığımda bağcıklarımı sıkıca bağlayıp telefonumu fermuarlı cebime yerleştirdim ve kulaklıklarımı taktım. Birkaç ısınma hareketinden sonra artık hazırdım. Tam şu anda kafamdaki bütün sorunların yok olduğunu hissedebiliyordum. Zihnimdeki yorgunluğu bedenime transfer etmek her zaman için en iyi çözümdü. Yüzümdeki anlamsız gülümsemeyle beraber koşmaya başladım. Kulaklarım her şeye rağmen soğuk bir şekilde esmeye devam eden rüzgâr nedeniyle uğulduyordu. Telefonumdan gelen şarkıyı bile zar zor duyuyordum. Kendimi susturabilmem için mükemmel bir zamandı.
Sahildeki iskele ilerde gözükmeye başladığında koştuğum mesafenin yeterli olduğuna karar verdim. Geldiğim yönün tersine yöneldim bu sefer. Başladığım yere kadar hız kesmeden hareket ettim. Soğuk rüzgâr içime çektiğim nefeslerin boğazıma dizilmesine neden oluyordu bu yüzden yolun geri kalanını tempolu yürüyüşlerle tamamlamak zorunda kaldım.
Koşu yolunun biraz üstündeki çimenlik alana vardığımda nefeslerim hâlâ düzene girmemişti. Birkaç soğuma hareketinden sonra telefonumun zil sesini duyana kadar çimlerde oturdum. Ilgaz'la tanıştığımız yer tam burası olmasa da sahilin kumlarını gördüğümde bile onu hatırlıyordum. Bana ilk aurora dediği zaman yüzüne bir tane yumruk indirmeliydim belki de. "Benimle nasıl böyle konuşabilirsin?" diye çıkışmalıydım. Bense sadece beklemiştim. O kelimenin beni tanımladığına kendimi inandırmış, söyleyen kişiye de hayranlık duymuştum.
Pişman olmak istemiyordum. Ilgaz'ın beni pişman etmesini istemiyordum. Beni en iyi tanıyan kişinin kendisi olduğuna inandırmıştı. Bu kadar kısa sürede hem de. Fark edilmek, tanınmak, alışkınlıklarımın birinin hafızasında yer edinmiş olması özel hissettirmişti.
Tabi ki arkadaşlarım da beni iyi tanırlardı. Bana değer verirlerdi. Ama onlara asla ailemi neden kaybettiğimi, çocukken nasıl bir hayat sürdüğümü anlatmamıştım. Geçmişin en iyi yanı geçmişte kalmış olmasıydı. Ilgaz ise geçmişte kalmamıştı işte. Üstelik şu an tam olarak yapmaya çalıştığı şey geçmişimi, hatıralarımı bugünüme getirmeye çalışmaktı.
Beni kandırmış olma ihtimali bunların yarısını bile gölgede bırakmazdı. Asıl önemli olan amacının ne olduğuydu. Benimle neden bu kadar ilgileniyordu?
Israrla çalmaya devam eden telefonumu görmezden gelmeyi bırakarak aramayı yanıtladım. "Efendim?"
"Gelmedin. Merak ettim." dedi İkra. Yerimde doğrulup ayağa kalktım ve işlek caddeye doğru ilerlemeye başladım. "On beş dakikaya gelirim. Fırından bir şeyler alacağım şimdi. İstediğin bir şey var mı?"
"Zeytinli poğaça olabilir." dedi. Sesi uzaktan gelmeye başladığında Baha'yla konuştuğunu anladım. "Bir de su böreği."
"Tamamdır." Onu onaylayıp karşıdaki minik dükkâna girdim. İstediklerini aldıktan sonra da evin yolunu tutmuştum.
Söylediğim gibi yaklaşık on beş dakikada evdeydim. Elimdekileri İkra'ya verdikten sonra odama çıkıp kısa bir duş almış, kahvaltı hazır olana kadar işimi halletmiştim. "Günaydın enişte." dedim bir sandalye çekip otururken. "Günaydın, günaydın..." dedi Baha neşeyle.
"Sen artık bizim eve taşın bari. Hem git gel yapmamış olursun." dedim şakayla karışık. İkra çayları masaya koyduktan sonra yanımıza geldi. Gözlerini yüzümde biraz fazla tutmuştu ama sonra bana gülümsedi ve kahvaltı etmeye başladı. Hâlâ benim için endişeleniyordu sanırım.
"Aslında iyi olurdu biliyor musun? Hem sevgilimden de uzak kalmamış olurdum." Baha İkra'nın yanağından bir makas aldı ve ona kocaman gülümsedi. "Ama benim başka planlarım var." Elimdeki simitten bir ısırık aldım. "Evet. İkra bahsetti. Tam anlatmadı gerçi."
Baha hevesle anlatmaya başlayacaktı ki İkra kolunu onun omzuna atıp lafını kesti. "Enişten evleniyor Peri!" Az kalsın içtiğim çayı yutamayacaktım. Şaşkın bakışlarım ikisi üzerinde gezinirken Baha benim durumuma gülmekle meşguldü. "Öyle değil. Eve çıkıyorum. Yurttan arkadaşlarla anlaştık ta."
Şaşkınlığım yerini sakinliğe bırakırken İkra'ya kötü kötü baktım. Bilerek mi böyle söylemişti bilmiyordum ama gerçekten şok olmuştum. Üç senedir beraberlerdi gerçi. Evlenseler çok da yadırgamazdım. İyi anlaşıyorlardı.
"Hayırlı olsun enişte. Ev hediyesi de istersin sen şimdi." dedim alayla. Baha da bir kahve makinesinin hiç fena olmayacağıyla ilgili konuşmaya başlamıştı. Beş sene okumak gerçekten zor olmalıydı. Diş hekimliği okuduğundan son yılında daha çok zorlandığını biliyordum. Ayrı eve çıkması onun için iyi olmuştu. İkra derslerini pek umursamazdı ama Baha'yla beraber mezun olmak istediğini biliyordum. O yüzden sürekli kaldığı bir dersi olurdu. Dört senelik okul hayatı uzayıp duruyordu. Kahvaltımızı neşeyle bitirdik. Masayı toparladıktan sonra da İkra çöpleri atmaya çıkmıştı.
"Pişt! Peri..." Telefondaki bakışlarımı Baha'ya çevirdim. "İki gün sonra İkra'nın doğum günü ya. Ben bir mekân ayarlıyayım diyorum." dedi heyecanla. Ellerimi alnıma vurmamak için kendimi zor tuttum. Ben bunu nasıl unutmuştum?
"İyi düşünmüşsün. Tamamen mi kapatacaksın?" diye sordum. Geçen sene de bir mekân kapattırmıştı ve oldukça da eğlenmiştik. İkra'nın babası yardım etmese parayı denkleştiremezdik ama her sene doğum günü için bir şeyler yapmamızda bize yardım ederdi. Sürekli şehir dışında olduğundan kızının pek yanında olamıyordu, o da böyle bir çözüm bulmuştu kendince. Her ne olursa olsun Savaş Amca çok iyi bir babaydı. Bana da pek çok yardımı dokunmuştu. Hakkını ödeyemezdim.
"Evet. Canlı müzik yapan bir yer güzel olurdu. Savaş Baba da gelmek istiyor ama yetişemeyecek herhâlde. En son İngiltere'ye gitmişlerdi sanırım. Gemi bugün geri dönse bile yetişemez." Hüsranla kafamı salladım. İkra babasını görünce çok sevinirdi. Keşke yetişebilseydi. "O da bir iki gün sonra gelir o zaman. Yapacak pek bir şey yok." dedim. Baha da bu konuda üzgün görünüyordu. İkra babasına gerçekten çok düşkündü ve onu tanıyan herkes babasını görmenin ona iyi geleceğini bilirdi.
"Öyle. Senin bildiğin güzel bir yer var mı diye soracaktım." Bir süre düşündüm. Aslında bir iki yer biliyordum ama ambiyansları çok da uygun değil gibiydi.
"Yok da Hazar bilir aslında. En iyisi sen ona bir sor. Hatta beraber gidersiniz. Ben kafede onun yerine bakmak zorundayım zaten. Gelemem yani." Baha heyecanlı heyecanlı kafasını salladı ve telefonuna sarıldı. İkra'nın doğum günü olduğu aklımdan tamamen çıkmıştı. Neyse ki Baha vardı. İyi ki de vardı. Birbirlerini çok güzel seviyorlardı. Koltukta oturduğum süre boyunca geleceklerinin de böyle güzel bir şekilde ilerlemesini diledim. Gerçekten hak ediyorlardı.
Ben de artık çıksam iyi olurdu. Okulla ilgili aldığım kararımı henüz İkra'ya söylemeyecektim. Bu yüzden ondan önce gitmeliydim. Ne yapar ne eder beni vazgeçirirdi. Vazgeçmek istemiyordum. Birkaç gündür düşünüyordum zaten ve dünden sonra en sağlıklı karar buydu.
Duş aldıktan sonra uygun bir şekilde giyindiğimden sadece çantamı ve ceketimi alıp çıktım evden. Kapının önünde sevgili arkadaşımla karşılaştım ama ona da Umut Hoca'nın beni çağırdığıyla ilgili bir yalan uydurmuştum. Böyle davranmaktan nefret ediyordum. Yalanlar dört bir tarafımı sarmış gibi hissediyordum ve bu berbattı.
Yarı yürüdüğüm, diğer yarısını da otobüsle tamamladığım sıkıntılı bir yolculuktan sonra kampüse vardım. Hayatım buna bağlıymış gibi burnuma bastırdığım kokulu mendili de çöpe atmış, öğrenci işleri ile görüşmek üzere kapıyı tıklatmıştım.
Bu okula ilk geldiğim zaman gözlerimin önündeydi şimdi. Ne kadar da heyecanlıydım. İçimde bir şeyleri başarmış olmanın haklı gururu vardı. Tek başıma elde ettiğim ilk büyük başarıydı bu bölümü kazanmak.
Masanın arka tarafında oturan gözlüklü kadın elime bir kâğıt ve kalem tutuşturduğunda bile buna henüz hazır hissetmiyordum. Ama en doğru olan yol buydu. Dilekçeyi yazarken tereddüt etmedim. Sıra imzaya geldiğinde ise yazdığım birkaç kelimede takılı kaldım. "...kaydımı dondurmak istiyorum. Gereğini arz ederim."
Hayattaki tek başarıma yine kendi hayatım için ara veriyordum. Bu bölümü okusam bile meslek hayatına atılabileceğimi pek sanmıyordum. Öğretmenlik şu anki durumum için en uygun olmayan meslekti belki de. Bazı şeyleri halletmeden çok severek okuduğum bölümüme devam edemezdim. Artık bu kadar sıradan bir yaşantım yoktu ve yakın zamanda da olacağa benzemiyordu.
Hadi ama... Vücudumda hareketli diskler ve mavi ışıltılar dolaşırken üstelik kaçık bir bilim insanı tarafından tehdit ediliyorken normal rutinimi nasıl sürdürebilirdim ki?
Sonunda kalem kâğıdın üzerinde ahenkle hareket etmeyi kestiğinde parmaklarım da kâğıdı masanın üzerine bırakmıştı. Sonuçta sadece ara veriyordum. Her şey hallolduğunda, düzen tamamlandığında geri gelebilirdim. Değil mi?
"Kolay gelsin." diye mırıldandım kapıyı arkamdan kapatmadan hemen önce. Bugün yapılması gerekenler listemden bir maddeyi silebilirdim artık. Sıra kafedeydi. Kesinlikle kendime bir araba almalıydım. Toplu taşıma araçlarından nefret ediyordum. Artık okul da olmadığına göre kendime başka bir iş daha bulsam iyi olurdu. Para biriktirmeliydim.
Soğuk esen rüzgâr yüzünden ellerim üşümeye başlamıştı. Ceketimin cebine ellerimi yerleştirip hızlı hızlı yürüdüm. Saat sekiz buçuğa geliyordu. Ada'yı yalnız bırakmamak için hızlı davranıyordum ama yol oldukça uzundu.
"Efendim?" dedim yürümeye devam ederken. Arayan Umut Hoca'ydı. Birkaç gündür çalışmalarımız hakkında mesajla onu bilgilendiriyordum. Ve dekor için gerekli şeyleri de yazmıştım. Üç ay gibi bir süremiz vardı. Daha çok çalışmamız gerekiyordu. Ilgaz'ın dans partnerim olması hiçbir şeyi değiştiremezdi. Okuluma ara vermiş olabilirdim ama dansımı hiçbir şey etkileyemeyecekti. Hayattaki tek gerçek tutkum olabilirdi ve artık bana iyi gelen tek şeyin dans olduğundan tamamen emindim. Şifayı başkalarında aramamalıydım.
"Mesajımı görmedin sanırım. Ben de aramaya karar verdim." Dansın koreografisi hazırdı ama Ilgaz'la daha ilk pratiği bile gerçekleştirmemiştik. Bu yüzden biraz kaygılıydım.
"Önemli bir şey mi oldu?" Nefeslerim sıklaşmaya başladığından adımlarımın hızını azalttım. "Ayna işi tamamdır. Boyunuzu aşan bir çerçeve ayarladım. Yarışmayla ilgilenen kişilerle de görüştüm ve iplerle taşımanın hiçbir sakıncası olmadığını söylediler." Bir sorun çıkmadığı için mutluydum. "Ve üç gün sonra sizi izlemeye karar verdiğimi söyleyecektim." Sesi neşeli geliyordu. Hazır olmadığımızı biliyordu ama gelmek istiyorsa sıkı çalışmamız gerekecekti.
"Tamam..." dedim kelimeyi biraz uzatarak. "Sanırım bu çalışmaları hızlandırmamız için bir uyarıydı."
"Aynen öyle. Perşembe günü görüşürüz o hâlde." Telaş yapacağımı bildiğinden benimle alay ediyor gibi hissediyordum. Umut Hoca'nın karşısına en iyi şekilde çıkmalıydık ki bizi seçtiği için pişman olmasın. Gerçi o da haklıydı. Zaman kısıtlı olduğundan endişeli olmalıydı. Şarkıyı ona gönderdiğimde verdiği tepkiyi hatırladım. Ilgaz'ın iyi iş çıkardığının kesinlikle farkındaydım. Umut Hoca ise şarkının yeni versiyonuna âşık olmuş gibiydi. Gruba tam bir dakikalık ses kaydı atmış, bir dakikanın her saniyesinde de ne kadar muhteşem olduğundan bahsetmişti.
Pandia'nın adını duyurmak için mükemmel bir fırsattı. Bu yolda da Umut Hoca'ya elimden gelenin en iyisini yaparak yardımcı olacaktım. Bu işe Ilgaz'la veya geçmiş hayatımla ilgili hiçbir şey karışmamalıydı.
Neden yaptığımı bilmiyordum ama adımlarım kafeye giden yolun güzergahını değiştirmeye karar vermişlerdi. Şimdi de ayakkabılarım tabanlarımın altındaki kumları eziyorlardı. İşte oradaydı. Diğerlerinden hiçbir farkı olmamasına rağmen belirsiz bir kin beslediğim o tahta parçası... Dün sorsanız kesinlikle evet derdim belki fakat şimdi her şeyi bilerek tekrar o banka oturur muydum?.. Hiç emin değildim. Kendi dünyamda anılardan yoksun şekilde yaşamayı da seçebilirdim şu an. Çünkü bazı kişiler ve olanaklar değişmeye başlamıştı.
Dalgınca "Selam, selam." dedim kapının üzerindeki zilin sesiyle beraber. Hazar'ın yerine baktığıma göre görevimi tam yapmalıydım değil mi? Başka ne diyordu? "Bu kafe bugün daha mı güneşli ne? Ah şimdi anladım. Ada Özmen buradaymış." dedim alayla.
Ada'nın gülüşlerini duyabiliyordum. Eşyalarımı kasanın arkasına bırakırken "Hazar Dağlı Beyler sonunda teşrif etmişler." dediğini duydum.
Hazar gibi saçlarımı arkaya attıktan sonra "Sorma ya. Otobüste kızın biri numaramı istedi de o yüzden geç kaldım." dedim. Geçen yıl bu diyaloğun bayağı makarasını yapmıştık. Her zaman her olayda kendini övecek bir nokta bulurdu. Bahsettiğim olayın da uydurma olduğuna kalıbımı basardım ama komik olduğunu da inkâr etmeyecektim.
"Otobüsü sen mi kullanıyordun?" diye sordu Ada tıpkı o gün Hazar'a da sorduğu gibi. "Geç kaldığına göre öyle olmalı." Gözlerimi kıstım. "Anlamadım. Sen beni mi kıskandın yoksa?" Gülümsememi durduramıyordum. Ada da dudaklarını birbirine bastırmaya çalışıyordu ama çok geçmeden kendini sıkmayı bırakmıştı. "Salak çocuk ya. Özledim bak şimdi." dediğinde farkına vardığım şey sonrası pişmanlık duymaktan kendimi alamadım. Ada'nın Hazar'a olan duygularını unutup duruyordum sürekli. Yüzümün düştüğünü gören Ada "Aman boş ver." dedi İkra'yı taklit ederek.
"Sen nasılsın? Dün pek iyi görünmüyordun." Kapının üstündeki zilin sesini duydum. İkimiz de o tarafa döndük. Bizim yaşlarımızda iki genç gelmiş, masalardan birine oturmuşlardı. Ada eline menüleri aldıktan sonra "Önemli değil." dedi. Aynı zamanda omuzlarını indirip kaldırmıştı "Her zamanki şeyler." Hızlıca yanımdan ayrıldı. Kocaman gülümseyip müşterilere neşeyle "Hoş geldiniz." dedikten sonra menüleri önlerine bıraktı. Bir iki geri adım atarak seçmeleri için onlara zaman tanımıştı.
Yine Hazar'la ilgili bir şeylere üzülmüştü sanırım. Yeni çocukla araları nasıldı acaba? " İki cafe latte bir dilim de frambuazlı cheesecake." Tezgâhın altından servisleri çıkarırken oldukça aceleciydi. "Şunlar daha sabah geldi." dedi. Aynı zamanda da vitrindeki tatlıları işaret etmişti. "Tamam ben hallederim siparişleri." deyip su ısıtıcısını çalıştırdım.
İki büyük fincana kahveleri hazırlarken biraz zorlandığımı söylemeliydim çünkü şu şekil işlerinde pek iyi değildim ama neyse ki güzel olmuşlardı. Tatlıyı da şık bir tabağa yerleştirdiğim gibi tepsiyi aldım elime. "Hazır mı?"
"Bir saniye." dedim fincanları özenle tepsiye koyarken. Kahvelerin yanına küçük paketli iki tane çikolatayı da bıraktım ve yavaşça siparişleri Ada'ya teslim ettim. Yanımdan ayrıldığında ben de arka taraf geçmiştim. Telefonda bildirimlerimi kontrol ediyordum. Acaba Ilgaz Boris'le yaptığım konuşma hakkında bir şeyler öğrenmiş miydi?
Ilgaz da bizden biri Pericik.
Hâlâ tam olarak ne demek istediğini anlayabilmiş değildim. Tek düşündüğüm Ilgaz'ın beni kandırma ihtimaliydi. Eskiden o laboratuvarda çalışmış olabilir miydi? Ya da belki şimdi bile çalışıyordu. Ajanlığı benim sandığım gibi Akis'i çökertmek için yapmıyor olabilirdi. Buzluğun her adımını Akel'e bildiren bir ajan... Ilgaz Bulut...
Kendi kendime kafamı iki yana salladım hızlıca. Düşünceler aklımdan uçup gitsin istiyordum. "Hediye olarak ne al... Sen iyi misin?" Ada yanıma geldiği sırada bir anda durmuş, yüzümü incelemeye başlamıştı. "İyiyim." dedim son sekiz saatte birçok defa söylediğim kelimeyi tekrar ederek. "Sen bir şey söylüyordun."
"İkra'ya hediye olarak ne alacağını soracaktım." Yanıma gelip kalçasını benim gibi tezgâha yasladı. Gözlerim içeride mutlu bir şekilde kahvelerini yudumlayan ikiliye takıldı. Daha birkaç saat önce kızın doğum günü olduğunu bile bilmediğimden hediye hakkında düşünecek çok zamanım olmamıştı. Omuzlarımı silktim ve sorduğu soruyu bu sefer ben ona yönelttim. "Sen ne alacaksın?"
"Daha karar vermedim. Baha aradı. Ne kadar kalabalık olursak o kadar iyiymiş. Ama saçma sapan insanları da getirmeyecekmişiz." Kafamı eğip gülüşümü gizlemeye çalıştım. Saçma sapan insanlar... Bu cümleyi daha çok Hazar yüzünden kurduğunu düşünüyordum. "Ben de Ufuk'u davet etmeye karar verdim. Herhâlde onunla beraber seçeriz bir hediye. Çocuğu ben davet ettim. Bir de hediye almakla uğraşmasın."
"İyi düşünmüşsün. Hem ben de bir tanışmış olurum." Omzumu hafifçe onunkine vurdum. Herhangi bir tepki vermedi. "Ben kasaya bakayım." diye mırıldandığını duydum sadece.
Derin bir nefesi dışarı bıraktım. Kafede tiz zil sesinin ardı ardına yankılandığını işittiğimde müşterilerin beni akşama kadar oyalamasını diledim. Ki öyle de olmuştu. Hava kararıncaya kadar ortalıkta koşturup durmuştum ve bu aklımı meşgul etmek için müthiş bir yöntemdi.
Yıkadığım son fincanı da kurulamayı bitirdiğimde Ada da makinedeki bulaşıklarla ilgileniyordu. "Ben çıktım o zaman." dedim. Vedalaştıktan sonra da ceketimi giyip çantamla beraber kafeden ayrılmıştım. Pandia'ya giden yolda Ilgaz'a oldukça kısa bir mesaj yazdım. Kulüpte olduğumu bildirmiştim sadece. Bugün yeterince yürüdüğümü fark ettiğimde de bir taksi çevirdim.
Araç çok geçmeden karanlık sokakta durdu. Hava biraz daha soğumuştu. Bu yüzden ceketime sarılmıştım. Sanırım soğuğu eskisi kadar sevmiyordum artık. Geç olduğu için binada tek tük ışık yanıyordu. Etrafta da çok fazla insan kalmamıştı. Spor ayakkabılarımın tok sesleri eşliğinde merdivenleri çıkıp 303 numaralı odaya geldim. Kartım bir bip sesiyle kapıyı açtı.
Aydınlatma sistemini aktif etmeye üşenmiştim. Ilgaz'ın gelmesini bekleyecektim nasılsa. Karşıdaki cam duvar az da olsa zemini aydınlatıyordu ama yine de kıyafetlerime doğru ilerlerken biraz zorlandım.
Hoparlörlerin bulunduğu odaya gireceğim sırada adımlarım hareket etmeyi kesti. "Erkencisin." dedim lavanta kokusunu farkında olmadan solumaya başladığımda. Burası dışarıdan bile daha soğuktu şimdi. Soğuk rüzgâr damarlarımda akmaya devam etti. Ürpermemek için yumruklarımı sıkmak zorunda kaldım.
"Hayır." dedi fısıltıdan farksız sesiyle. "Aslında çok geç kaldım."
Gözlerimi sımsıkı kapattıktan sonra boğazımdaki yumruyu geçirmek için güçlüce yutkundum. Soğuğun ve lavantanın yatıştırıcı etkisinden kurtulmak için birkaç adım attım. Tek tesellim ortamın karanlık olmasıydı. Şu an gözlerimden içimdeki bütün endişeleri okuyabileceğini bilmek korkunçtu. Ilgaz'ın beni endişelendiriyor olması... korkunçtu.
"Ben üzerimi değiştireceğim." diye bilgilendirdim onu. Dansımı hiçbir şey etkilemeyecekti. Geleceğime dair elimde kalan ve korumaya gönüllü olduğum tek şey buydu artık. Ilgaz şu an ne geçmişimdeki kırgın bakışlı çocuktu ne de buzluktaki ajan... Sadece dans partnerimdi.
Arka bölmeye geçtiğimde ışıklar da aktif olmuşlardı. Ilgaz açmış olmalıydı. Hızlı davranarak buraya yerleştirdiğim kıyafetlerden birkaçını aldım elime. Kısa bir sweatshirt ve bol bir eşofman seçmiştim. Kıyafet çok kısa olduğundan altına da sıkı bir body giydim ki rahat hareket edebileyim. Saçlarımı da sıkıca bağladığımda içerden Ilgaz'ın sesini duydum.
"Ayakkabı giyme. Zemini temizledim." Yarışmada da ayakkabısız performans sergileyeceğimizden bu en doğru olanıydı. Bu yüzden çoraplarımı da çıkardım ve içeri adımladım. Danstan sonra giymek için aldığım kazağı cam duvarın yanına yerleştirdiğimde derin bir nefes almıştım. Nedensizce kendimi gergin hissediyordum.
"Umut Hoca gelecekmiş." dedim aynanın karşısında kollarımı esnetirken. Ilgaz ise yere oturmuş, elleriyle parmak uçlarına uzanmaya çalışıyordu. Üzerindeki dar siyah tişörtü ve bol eşofmanı onda güzel durmuştu. Eşofmanının kenarındaki beyaz yazıları okumaya çalıştım ama fazla küçüklerdi. Ben gözlerimi ondan çektiğimde "Ne zaman?" diye sordu nefesleri arasından. Davranışları oldukça sıradandı. Boris'le konuşmamış mıydı?
"Üç gün sonra." Sıkıntılı bir nefes verdiğini duydum. Ardından da ayağa kalkmış sağ elini bana doğru uzatmıştı. "O zaman sıkı çalışalım." dedi küçük bir gülümseme eşliğinde. Uzattığı elini sıktım ve aşağı yukarı salladım. Böylece o büyüleyici mavi ışıltılar odayı aydınlatmaya başlamıştı. İstemsizce gözlerim kapıya kaydı.
Merak etme. Kapıyı kilitledim. Ilgaz'ın sesi farklı bir yöntemle beni buldu. Elimi ondan uzaklaştırdıktan sonra kafamı aşağı yukarı salladım. "Başlayalım mı?"
"Tabi." Neden bu kadar gergindim? Ilgaz'la odanın tam ortasında karşılıklı olarak durduğumuzda derin bir nefes aldım ama bu hiçbir şeyi iyileştirmedi. Telefonundan birkaç yere dokunup müziği başlattı. İkimizde birbirimize sırtımızı döndük ve hareketlerin başlayacağı kısmı bekledik. Aradan dört saniye geçtiğinde adımlarım zeminde hareket etti. Ilgaz'la yüz yüze geldik. Ellerimiz ilk önce kendi yüzümüze dokundu, sonra da ortada birleştiler.
Aslında ilaç kullanmadan bu mavi ışıltılar eşliğinde performans sergilesek herkesin hayran kalacağına emindim. Kimse birbirimizi iyileştirdiğimizi düşünmez sadece sıra dışı bir sahne oyunu gibi görülürdü. Ama nedense üçüncü bir kişinin bizi böyle mavi ışıltılar içinde görmesini istemiyordum. Bana çok özel bir şeymiş gibi geliyordu.
Şarkı eşliğinde ellerimiz aşağı doğru süzüldü ve melodinin arka planındaki bir vuruş sesiyle Ilgaz'ın eli boynuma dolandı. Yaptığı hareketi tekrarladım. Saniyelik bir andı fakat teninde atan nabzını hissedebilmiştim. Diğer vuruş ritmiyle ellerimizi havaya kaldırdık. Az önceki hareketi bu sefer diğer parmaklarımla gerçekleştirdim. Ilgaz kafasını sağ tarafa çevirirken ben de tam tersi sola çevirmiştim.
Diğer dans figürleri zemindeydi. Ayaklarım esnekliğimi kullanarak iyice gerildiklerinde Ilgaz'la birbirimizin kopyası olan hareketleri devam ettirdik. Bu kısımda ayna tamamen ortadan kalkacaktı. Ilgaz kolumu tuttu ve hâlâ yerdeyken birlikte ileri uzandık. Hafifçe üzerinde duruyordum ve ellerim ensesine gittiğinde onu birazcık yere bastırdım. Böylece beyaz taraf siyahı baskılıyormuş gibi gözükmüştü. Ama bu uzun sürmedi. Saliselik olarak yer değiştirdik. Şimdi sadece ben yerdeydim. Ilgaz tuttuğu sağ elimi gözlerimin önüne sürükledi ve üzerime eğildi. Hızla inip kalkan göğsünü sırtımda hissettim. Temas ettiğimiz her seferde daha da artan soğukluk sebepsizce beni yatıştırıyordu. Ilgaz'ın aksine nefeslerim düzenliydi.
Şarkı hızlanmaya başladığında şimdiye kadar durgun olarak ilerleyen dans hareketlerimiz biraz ivme kazandı. Ben iki adım öndeydim, Ilgaz ise sol çaprazımdaydı. Bireysel olarak hareketlerimizi gerçekleştirdik. Ilgaz'ın hiç takılmadan buraya kadar gelebilmiş olması beni şaşırtmıştı açıkçası. Çünkü koreografinin bu kısmını ben oluşturmuştum. Ona sadece bir video kaydımı atmıştım. Geçen günlerde oldukça sıkı çalışmış olmalıydı.
Eli kısa süreliğine ensemde durdu ve birlikte ritme uygun olarak sağa sola sallandık. Birkaç zorlu hareketten sonra müzik yavaşladı. Billie'nin sesi "İsn't it lovely. All alone. (Ne güzel değil mi? Yapayalnız.)" sözlerini tekrarlarken hareketlerimiz yavaşladı. Belli bir kural olmadan kollarımız havada süzüldü.
Dansın asıl kısmı yaklaşırken aynada kendimle göz göze geldim. Saçlarımın bir kısmı tokadan ayrılmışlardı. Gözlerimin önüne gelen bir tutamı üfleyerek uzaklaştırmaya çalıştım. Hareketlerin zamanını hatırlayabilmek adına içimden sayılarla ritim tutuyordum. Koreografinin en hızlı ve önemli kısmı geldiğinde Ilgaz'ın da birkaç sayıyı mırıldandığını duymuştum.
Havaya zıplarken, ardı arkası kesilmeyen hızlı adımlar atarken ben de onun ritmine uyum sağladım ve şarkıyla beraber söylediğimiz rakamlar odayı doldurdu. Alnımdan yanaklarıma bir damla terin süzüldüğünü hissettim. Ilgaz sağ tarafa ben sol tarafa doğru kollarımı uzattığımda bulunduğumuz yerleri hızlıca değiştirdik. Yüzlerimiz kapıdan tarafa bakacak şekilde konumlandık ve Ilgaz üç adım arkamda durdu.
Ritimde bir vuruş sesi daha geldiğinde ellerim dramatik bir şekilde kulaklarımı buldu. Bu kısımda Ilgaz'ın elini ileri uzatıp yumruk yapması gerekiyordu. Bir iki saniye öylece bekledik. Ellerim yavaşça aşağı süzülürken arkamı döndüm. Ilgaz'la göz göze geldiğimizde ayaklarım olduğu yere sabitlendi. Şarkının hüzünlü olduğunu biliyordum ama Ilgaz bu durumdan biraz fazla etkilenmişe benziyordu. Göğüs kafesi hızla inip kalkıyor, gözleri kırgınca beni izliyordu.
Bana doğru bir iki adım attı. Parmakları enseme dolandığında Khalid'in "Welcome home (Eve hoş geldin)" kısmını ahenkle mırıldandığını duydum. Ilgaz'ın mavi ışıltılı gözlerini izlerken yüzlerimiz birbirine yaklaştı. Aslında burada Ilgaz'a bakmamam gerekiyordu. Yere bakmalıydım ama bu görüntüden kendimi mahrum bırakmak istemedim. Tamamen aptalca bir istekti.
Ilgaz'ın parmakları ensemi nazikçe yönlendirdi. Ve ben alnımı Ilgaz'ın omzuna yasladım. Melodinin bitmesini beklerken aradan on saniye geçti. Dans bitmesine rağmen nefeslerimin bulunduğum konumdan dolayı daha da hızlandığını biliyordum. Bu yüzden ilk uzaklaşan ben oldum.
"İlk pratiğe göre iyiydik bence." dedi Ilgaz. Tokayı saçlarımdan çektim ve tekrar bağlamaya başladım. "Bence de." dedim kısaca. Aynada kendime çeki düzen verme işlemim bittiğinde "Gece yarısına kadar burada mıyız?" dedim. Bu bir soru değildi. Gereklilikti.
"Buradayız." dedi Ilgaz kararlılıkla. Hemen ardından "Gözlerini kapattığım kısımda biraz daha eğilebilir misin?" diye sordu. "Hatta elini yere koysan daha iyi olur."
Baş parmağımı kaldırdım. O kısımdaki kopukluğu ben de hissetmiştim. Tavsiyesini onayladım ve ben de birkaç hareketi değiştirmemiz gerektiğini söyledim. Anlaştığımız gibi gece yarısına kadar pratik yaptık. Her tekrarda eksiklikler çoğalıyormuş gibiydi. İkimiz de kararlı olduğumuzdan bu eksikliklerin üzerine gitmiştik.
Artık kolumu kımıldatamayacak hâle geldiğimde bedenimi zemine atıp yere uzandım. Birçok defa müzikle ve müziksiz olarak hareketleri gözden geçirmiştik. Saat gece yarısını çoktan geçmiş olmalıydı. Ilgaz da yanımda bağdaş kurmuş, oturuyordu. Gözlerimi kapatmıştım ama beni izlediğini biliyordum. Düzenli nefes alışverişlerini dinledim bir süre. "Bugünlük..." dedim mırıldanarak. "Bitirelim."
"Tamam." dedi fısıltıyla. Parmaklarının alnıma dokunduğunu hissettim. Hiçbir tepki veremedim. Bana yaklaşmamalıydı, fısıldamamalıydı ya da bu şekilde dokunmamalıydı. Sadece uzaklaşmasını istiyordum. Saç tutamlarını alnımdan uzaklaştırdı. Ellerini çekmesini bekledim. Çekmedi.
Artık onu durdurmalıydım. Aramızdaki sınırı çoktan geçmişti. Kirpiklerimi araladım yavaşça. Ona baktığımı görünce yüzümde dolaşan gözleri gözlerime ulaştı. Bakışlarımla artık gitmesi gerektiğini söyledim. Dilim varmıyordu çünkü.
"Neden böylesin?" dedi kısık sesiyle. Başını yan yatırmış kahve gözlerindeki mavi ışıltılarla beni izliyordu. Ona karşı hissettiğim bütün duygular birbirlerine girmişti. Ama baskın olarak tek bir tanesini duyumsuyordum. Korku... Ilgaz'ın bana ihanet etme ihtimali ya da beni sevme ihtimali... Her ikisi de korkunçtu benim için. Bir gün sevgiden korkacağımı hiç düşünmemiştim. Ama şimdi dünyadaki en tehlikeli şey gibi geliyordu. Annem bu yüzden mi beni sevmedi? Korkak biri olduğu için mi?
"Nasılmışım?" dedim tekdüze bir sesle. Uzaklaş Ilgaz. Vazgeç artık. Amacın her neyse... vaz geç.
"Böylesine büyüleyici..." Gözleri yüzümde gezindi ve derin bir nefes aldı. " Masum..." İşaret parmağının üstüyle yanağıma dokundu. "Olağanüstü..."
Olağanüstü... Sanırım bize uygun tek kelime buydu. Biz olması gerekenlerin üstündeydik. Ve çok yakında bir şeylerin altında kalacakmışız gibi hissediyordum.
Uzandığım yerden bir milim kımıldamadım. Ben de Ilgaz'ı izliyordum. Tam yanıma bağdaş kurmuş, anlamlandıramadığım bir ifadeyle bana bakıyordu. Gözlerim tişörtünün üstündeki marka logosunda öylece asılı kalmışlardı. Dalgınca, söylediği kelimeleri tekrar düşündüm. Dudaklarım alayla kıvrılmaya başladığında hafifçe kollarımın üzerinde yükselmiş arkaya doğru yaslanmıştım.
"Ne o?" dedim alayla. "Yoksa bu da yeni taktiklerinden biri mi?" Sırıtışım aklıma doluşan düşüncelerle ciddi bir ifadeye büründü. "Hatıralarından yoksun Peri'yi böyle güzel sözlerle mi kandırmaya karar verdin?"
"Hayır." dedi sakince. Ellerini dizlerinin üzerinde sabitledi. Devam etmesini bekliyordum. Daha fazla cümle, daha fazla tepki istiyordum. Ama Ilgaz'ın tek yaptığı açık kahve bakışlarını üzerimde tutmaktı.
"Tamam. İkna oldum." dedim yerimden doğrulurken. "Yarın görüşürüz o zaman." Artık onunla daha fazla savaşmayacaktım. Kelimeleri koparmak için elimde sıkıca tuttuğum cımbızı bir köşeye fırlatmıştım. Bana Boris'e inanmaktan başka şans bırakmıyordu.
"Yine kaçıyor musun aurora?" Parmakları bileğime uzandı. İzin vermedim. Çıplak ayaklarım zeminde geriye doğru ilerledi. "Korkuyor musun cevaplarımdan?"
"Hangi cevaplar?" Kollarım göğsümde birleşti. "Bu sabah zorla söylediklerin mi yoksa hatıralarımda izlettiklerin mi?" Konuşmak için dudaklarını araladı ama ben bir el hareketiyle onu durdurdum.
"Keşke bazı cevaplar olsaydı da ben korksaydım Ilgaz. En azından sadece korkardım." Ne söyleyeceğini beklemeden camdan duvarın önüne bıraktığım kıyafetlerime ilerledim. Üzerimdeki uzun kollu tişört beni sıkmaya başlamıştı. İçimde body olduğundan endişelenmeden hızlıca çıkardım onu.
"Bana artık güvenmiyorsun." dedi Ilgaz. Sesi olması gerekenden yüksek çıkmıştı. Hızlıca arkama dönüp Ilgaz'a baktım. "Sana daha önce de söylemiştim... Her şey bittiğinde sadece bana inanman gerektiğini anlayacaksın." diye devam ettirdi sözlerini. Ayağa kalktı. Hareketinden dolayı eşofmanı hışırtılı sesler çıkardı. "Sana bazı şeyleri hissettirebildiğimi sanmıştım."
Giymek için elime aldığım kazağı avuçlarımın arasında sıkıştırdım. "Beni tanıyorsun Peri. Bunu hissettiğini düşünmüştüm. En azından güvendiğini..." Sözünü kestim.
"Güveni bu kadar kolay azımsayamazsın." dedim hızlıca. Sırtım soğuk cama yaslandı. "Muhtemelen birazdan senin yerine nasıl Boris'e inandığımla ilgili sitem edeceksin. Sana bir şeyi hatırlatayım." Bir adım öne çıktım. "Bundan bir ay önce, şu aklımda..." Parmaklarımdan biri şakaklarıma uzandı. "Seninle ilgili tek bir hatıra yoktu." Ilgaz'ın bir adım geri çekildiğini gördüm. "Zannettiğinin aksine ben kimseyi tanımıyorum." Bunu söylerken kendi hafızama da kızıyordum aslında. Şu an her şeye kırgın ve öfkeliydim.
Ilgaz kafasını eğmiş, birkaç kere de aşağı yukarı sallamıştı. Dudaklarını dişlerinin arasında kıstırdığını fark ettim. Çenesini sıkıyordu. "Haklısın." Sesi çatallı çıktı. "Sana tek bir şey soracağım aurora." İşaret parmağını havaya kaldırdı ve dudaklarını ıslattı. "Geçmişimizi unut. Şu an eskiden seninle yaşadıklarımızın hiçbir önemi yokmuş gibi düşün." Sesi... Neden bu kadar titriyordu?
"Benimle birlikte geçirdiğin şu birkaç haftaya göre cevap ver. Sence ben sana ihanet eder miyim aurora? Seni o kaçık kadına götürmek için kandırmaya çalışır mıyım?"
Sırtımı soğuk cama daha fazla yasladım. Bu zamana kadar Ilgaz'ın bana söylediği şeyleri düşünüyordum. Onu unuttuğumu her yüzüne vuruşumdaki kırgın bakışlarını, beraber verdiğimiz kayıplara döktüğümüz gözyaşlarını, bana aurora deyişlerini...
"Bana neden öyle sesleniyorsun?" diye sormuştum onunla ilk kez o bankta oturduğumuzda. "Gözlerindeki renkli ışıklar yüzünden..." demişti. Hayran hayran suratına bakmıştım.
Bir insan bir insanı bu kadar güzel kandırabilir miydi? Ya da böyle güzel şeyler hissettirdikten sonra yüzüstü bırakabilecek kadar kalpsiz olabilir miydi?
"Ben..." Sesim kısık çıktığından yutkunduktan sonra devam ettim. "Bilmiyorum Ilgaz."
"Ne yapmamı istersin?" dedi bir an alelacele. "Bana inanman için ne yapmalıyım?" Aklıma birbirimizi iyileştirdiğimizi söylediği gece geldi. O gün de böyle acı içindeydik.
"İnkâr ediyorum işte. Ben sadece iyileşenler için çalışıyorum. Ve asla sana ihanet etmem. Yemin etmemi mi istiyorsun?" Bir süre tepkimi izledi. Tırnaklarımı elimdeki kazağa geçirmiştim ve yüz ifademi sabit tutmaya çalışıyordum.
"Yemin edemem aurora. Üzerine yemin edebileceğim tek değerli varlığım sensin. Ama sen..." Yutkundu. "Benim sana verdiğim değere güvenmiyorsun."
"Üzgünüm." dedim neden üzgün olduğumu bilmeden. "Şu an kafam karışık. Bana biraz zaman ver."
Çıplak ayakları bana doğru ilerledi. "Sadece ne yapmam gerektiğini söyle." dedi kısık sesiyle. "Ben sana yalan söylemedim. Boris hatıralarına kavuşmak üzere olduğunu bilmiyor. Seni kendi tarafına çekmeye çalışmış." İki adım önümde durdu. "Sence ben bir şeylerden korksam seni o adamla yalnız bırakır mıyım?"
"Bırakmazsın." diye mırıldandım. Ilgaz'a inanmak için can atıyordum. Her an kollarım bana ihanet ederek ona uzanabilirlerdi. Parmaklarım tişörtüne sarılabilirdi. Bana hissettirdiği o soğukluk için inanılmaz bir özlem duyuyordum. İlk ihaneti ayaklarım yaptı. Bu kırgın bakışlı adama doğru bir adım attılar. Soğuk bir nebze olsun beni rahatlattı.
"Yarın konuşalım olur mu?" İlk defa bir şeyleri ertelemeye çalışan ben olduğum için garip hissetmiştim. "Şu an ikimiz de sağlıklı düşünemiyoruz."
Ilgaz'ın parmakları elimdeki kazağa uzandı. Özenle eline alıp kazağın boynunu saçlarımdan geçirdi. "Üşüteceksin." dedi şefkatle. Kollarımı da giydirdiğinde saçlarımı kazağın içinden çıkarttı ve dudaklarını başımın üzerinde hissettim. "Benim için çok değerlisin aurora. Tek güvenmen gereken söz bu."
"Lütfen doğru söylüyor ol Ilgaz." dedim sessizce. Çünkü çoktan sana inandım.
Cümlemi duyduğunu biliyordum ama o bu konuda bir şey söylemedi. Onun yerine "Dövmenin bandajını çıkarabilirsin artık." dediğini duydum. Sonra da gözlerini kaçırmış, arkasını dönüp eşyalarının yanına ilerlemişti. Az önce tişörtümü çıkardığımda görmüş olmalıydı sargıyı. "Tamam." diye onayladım onu. "O zaman yarın aynı saatte görüşelim."
Telefonum ve diğer eşyalarımla beraber kapıya ilerledim. "Ben bırakayım seni." dedi Ilgaz telaşla. "Yok." dedim hemen. "Baha bizde kalacak birkaç gün. O gelecekti." Ilgaz omuzlarını indirip kaldırdı. "Peki o zaman. Başka zamana artık." Son cümleyi üzüntüyle söylediğinden olsa gerek o üç kelimenin bende bıraktığı etki büyük olmuştu.
Odadan ayrılırken her gün öylesine söylediğim kelimeler kafamda dönüp durdular. Başka zamana artık...
Yazardan Not: Çok okunmam olmadığı için bir süre yeni bölüm atmayacağım sanırım. Güncele gelen çok okuyucum da yok galiba. Bu kısma yeni bölümü beklediğinize dair yorum yapabilirseniz sayının çokluğuna göre yeni bölümleri paylaşmaya başlayacağım. Böyle daha sağlıklı olacak gibi <3
,
|
0% |