5 YIL ÖNCE
URAZ
Günlerden Pazartesi, Saat 13.27. Odalarımızdan çıkmamıza izin verdiler. Tabi arkadaki doktorlarla beraber. Çıplak ayaklarım zeminde ilerledi. Kafam oldukça bulanıktı. Normalde sürekli dışarı çıkmak isterdim ama bugün sadece odada kalmak istiyordum. Bana yaptıkları iğneden dolayı olmalıydı. Hastalığım da her zamanki gibi benimleydi. Burada çok fazla iletişim kurmadığımız için mutluydum. Tek mutlu olduğum şey de buydu zaten.
Bir an duraksadım. Tam laboratuvar kapısının önündeydim. Kapı sonuna kadar açılmış, soğuk rüzgârı içeri taşıyordu. Bir adım atsam dışarıdaydım. Uzun bir aradan sonra... Çok uzun...
Sırtımdaki el tarafından güçlüce itildim. Biraz yalpalasam da sonunda dışarıda olmak beni kendime getirdi. Yavaşça ilerlemeye devam ederken gözlerim gökyüzündeydi. Sık nefes alıp veriyordum. Temiz hava ciğerlerimi yakıyormuş gibiydi. Yanımdan diğer insanlar akıp gidiyorlardı. Onları takip ettim. Herkes laboratuvar binasının yanındaki yapıya ilerliyordu.
Arkamdaki doktorlar kollarıma girdiklerinde mecburen hızlandım. Ne acelemiz vardı bilmiyordum ama herkes çok hızlı hareket ediyordu. Gösterişli kapıdan içeri girdiğimde kollarım serbest kaldı. Gözlerimi telaşla etrafta dolaştırdım. Rahatsız edici bir sıcaklık bedenimi kaplamış, sırtımdan aşağı soğuk terlerin akmasına sebep olmuştu. Tekrar dışarı çıkmak istiyordum. Burada çok fazla insan vardı. Çok fazla insan... Parmaklarım boğazıma sarıldı. Nefes alamıyordum. Tırnaklarım tenimi çizdi.
Görüşüm bulanıklaşmaya başladığında bedenime başka birinin sarıldığını hissettim. "Uraz Abi. Sonunda geldin." dedi neşeli ses. Kulaklarım uğulduyordu. "Gel hadi. Senin için yer tuttum." Sesi fazlasıyla yüksek çıktı. O hep böyle konuşurdu. Dikkatleri üzerine çekmeye çalışıyordu. Ben ise tam tersiydim. Sadece arkama bakmadan kaçmak, o ilaç kokulu binaya gidip yatağıma uzanmak istiyordum.
"İşte burası." Heyecanla sandalyesine oturdu. Masanın üzerinde bir tabldot yemek vardı. Çekingen hareketlerle sandalyeyi çektim oturmak için. "Senin için de yemek almak istedim ama izin vermiyorlar." Usulca kafamı salladım. Masalarla dolu alanın ötesinde yemek dağıtan insanlar vardı. Bir yemekhanede olduğumu daha yeni idrak ediyordum. Upuzun kuyrukta bekleyen hastalar çok fazla gürültü yapıyorlardı. Hepsi de benim gibi uzun beyaz bir kıyafet giymişlerdi.
"Doğu..." dedim endişeyle. Zaten beni izleyen yeşil gözleri, sevecen bir hâl aldı. "Sıraya girmem gerekiyor değil mi?" Kafasını aşağı yukarı salladı. "Ama dikkat et. Bugün doktorun kızı da buradaymış." Parmakları kuyrukta insanların olduğu tarafı işaret etti. "Bak şu uzun sarı saçlı olan."
"Ona neden dikkat edeyim ki?" Kız gayet zararsız duruyordu. Uzun sarı saçları yüzünü örtmüştü ve kafası yere doğru eğik duruyordu. Cılız kollarıyla elindeki tepsiyi sıkıca tuttuğunu gördüm. "O doktorun kızı." dedi üstüne basa basa. "Buradaki denekleri o buluyormuş, babası da kaçırıp buraya getiriyormuş."
"O zaman neden bizim gibi bu kıyafetten giyiyor?" diye sordum merakla. Doğu kıvırcık siyah saçlarını arkasına atıp şaşkın şaşkın baktı bana. Muhtemelen daha önce bir şeyle bu kadar ilgilendiğimi görmediği içindi. Merak etmiştim sadece. Ayrıca bu bilgiler önemli olabilirdi. "Çünkü o da hasta. Ve hastalığına şifa olacak birini arıyor diyorlar." Ve ekledi. "Ondan uzak durmalıyız." Omuzlarımı silktim. Ben insanları sevmezdim zaten. Ne kadar yalnız o kadar iyi...
Dudaklarımı dişlerimin arasında ezerken sıranın en arka kısmına doğru ilerledim. Ensemde birikmiş terleri hissedebiliyordum. Ellerimi birbirine doladım. Bir bacağım durmadan sallanmaya devam ediyordu. Bir gürültü ve birkaç çığlık sesi duyduğumda kafamı beyaz zeminden kaldırdım. Sanırım iki kız kavga ediyorlardı.
Kısa saçlı kız sinirle "Neden sen daha fazla yemek alıyormuşsun?" diye bağırdı. "Baban doktor diye ayrıcalıklı mı zannettin kendini?" Diğeri hiç konuşmuyordu. Bu oydu. Olması gerekenden daha uzun saçlarını geriye attı sakince. "Cevap ver." diye gürledi kısa saçlı olan. Doktorun kızı tek bir kelime etmiyordu. Elindeki tepsiyle geçip gitmek istedi ama diğeri ellerinden birini kızın saçlarına doladı. Sertçe "Bırak." dediğini duydum. Herkes suspus olmuş o ikisini izliyordu.
Kısa saçlı olan "Ne yaparsın?" dedi alayla. "Babacığına mı söylersin?" Sarışın kız yine cevap vermedi. Sadece ellerinden birini kızın saçlarını tutan koluna koyduğunu gördüm. Ve bir anda tuttuğu kolu hızla bükmüş, kızı yere yapıştırmıştı. Diğer elinde tuttuğu tepsi hâlâ sapasağlam duruyordu. Ben daha ne olduğunu anlamadan sıradan başka bir kişi daha çıkmış kıza vurmaya çalışmıştı. Bu seferki genç bir erkekti. Sanırım az önce yere düşen kızın arkadaşıydı.
Oğlanın eli havada kaldı. Yere düşen tek şey kısa saçlı kız değildi artık. Yemek tepsisi de gürültüyle yeri boyladı. Gözlerim tekrar sarı saçlı kızı buldu. Oğlanın elini sıkıca tutmuş hareket etmesini engellemişti. Gücü beni dehşete düşürmüştü. Kolları zayıflıktan kırılacak gibiydi ama hiç zorlanmadan dövüşebiliyordu. Oğlan diğer elini kullanmaya karar verdiğinde kız ondan önce davrandı. Önce yumruğu sonra dirseği oğlanın çenesine indi. Kesinlikle kırılmış ya da çatlamıştı. Çıkan ses yüzünden suratımı buruşturmak zorunda kalmıştım.
Oğlan acıyla kıvranırken kız gözlerinin önüne gelen bir tutam saçı üfledi ve kapıya doğru bir işaret yaptı. Bir grup insan hızlıca onun bulunduğu yere akın etmişti. Yerdeki iki kişiyi kaldırmaya başladılar. Doğu'nun dediğine şimdi kesinlikle hak vermiştim. Bu kız oldukça tehlikeliydi.
"Yemek keyfimi mahvettiniz." diye söylendiğini duydum. Üzerindeki beyaz kumaşı silkelerken adımları sıranın sonuna doğru ilerliyordu. Sıranın sonunda ise ben vardım. Bakışlarım kızda takılı kaldı. Buraya gelmemesi için içimden dualar ediyordum. Böyle bir bela şu an istediğim en son şey bile değildi.
Umutlarımın aksine kız tekrar sıraya girmeye karar vermiş gibiydi. Tam bakışlarımı artık ondan çekmeye karar verdiğim sırada kızın gözleri beni buldu. Kahve bakışları üzerimde fazlaca oyalandığında içimden küfürler ediyordum. Aslında bu kızı bulduğum iyi olmuştu. Ama asla yakınlaşmak ya da bir diyalog içinde olmak istemiyordum. Benim için sadece bir bilgi kaynağıydı. Toplum içinde olduğum gerçeği tekrar beni tüketmeye başlamadan önce bakışlarım dümdüz karşıyı buldu.
"Gözlerin güzelmiş." dedi arkamdan bir nefes. "Ne deniyordu?" Bir süre konuşmadı. Sanırım düşünüyordu. Neyi düşündüğü hakkında hiçbir tahminim yoktu. "Buldum. Ela. Değil mi?" Gözlerimi sıkıca yumdum ve cevap vermedim. Bu sıra ne zaman bitiyordu?
"Sen sana iltifat edenlere böyle mi davranırsın?" dedi bu sefer. Kesinlikle durmayacaktı. Sinirlenir de beni yere yapıştırır diye korkmuyor değildim. Dudaklarıma zoraki bir gülümseme yerleştirip hafifçe kafamı ona doğru çevirdim. "Teşekkürler." dedim kısaca. Sonra hemen önüme dönmüştüm. Bu kız gerçekten Doğu'nun dediği gibi babasına istihbarat sağlıyor olabilir miydi? Bu konuyu mutlaka Fuat Bey ile konuşmalıydım.
"Tanışmak ister misin?" Bir adım öne gelmiş, hemen yanımda durmuştu. Beni yeni avı olarak seçip seçmediğini merak ettim. "Pek arkadaş canlısı biri değilimdir." dedim gözlerim yüzünde dolaşırken. "Özellikle her gün derimi delik deşik eden insanlardansan..."
Yemi yutmadı. "Hadi ama ben zararsız bir kızım." dedi alayla. Gözleri önlüğümün sağ tarafında, adımın yazdığı armada gezindi. Benim aksime onda böyle bir arma yoktu. Bir adım daha öne çıktı. Tam karşımda durduğunda sağ elini bana doğru uzatmıştı. "Tanıştığıma memnun oldum Uraz." dedi emrivaki bir tavırla. "Ben Eylül Tuskan."
PERİ
Bu sıralar çok kez yaptığım gibi yine yalan söyledim. Ortada ne beni almaya gelecek biri vardı ne de evimizde kalacak bir Baha. Ilgaz beni sorgulamasın diye böyle bir çözüm bulmuştum. Pandia'dan koşa koşa çıkmış, takip edilmediğimden emin olduktan sonra da bir taksi bulmuştum kendime. Birçok defa geldiğim için yolu gayet iyi biliyordum.
Şoförü ana yola yönlendirdim. Ve uygun bir yerde durdurdum. Buradan bayağı bir yürümem gerekiyordu ama taksiyle buzluğun yakınlarına gitmem riskli olabilirdi. Soğuk rüzgâr tüylerimi diken diken ederken hızlı adımlar atıyordum. Sokak lambaları azalmaya başladığında toprak yola saptım. Burada bir sürü tekerlek izi vardı ama biraz daha ilerlediğinizde bir anda kayboluyorlardı. Bu durumu garip buldum. Yani ormanın içinde biri bekliyor ve her araba geçtiğinde toprağı düz hâle getiriyordu öyle mi? Bu işi kim yapıyorsa çok yoruluyor olmalıydı.
Buzluk geceleri ürkütücü gözüküyordu. Kıyafetlerime takılan dal parçalarından kurtulduğumda basık binanın önünde bir süre bekledim. Yürüdüğüm süre boyunca sürekli arkama bakıp durmuştum çünkü Ilgaz'ın beni takip etme olasılığı oldukça yüksekti ya da Ilgaz dışında başka birileri de olabilirdi. Ne de olsa iki gün önce kısmi bir saldırıya uğramıştım.
Zifiri karanlıkta tabanlarımın altında ezilen dal parçaları eşliğinde devasa kapıya ulaştım. Metalik yüzeye dokuz kere mors alfabesini andıran bir ritimle tıklattıktan sonra avcumla kuvvetlice vurdum. İçeriden bir erkek sesi duyuldu. "Su kaç derecede donar?"
"Benim damarlarımda su hep donuktur." diye cevap verdim. Kapı ağır hareketlerle aralandı. Kapıyı açma işini kimin üstlendiğini görmek için içeri girdikten sonra gözlerimi etrafta dolaştırdım ama kimse yoktu. Ilgaz'la geldiğimde kapıyı birilerinin açtığını görmüştüm. Arada sırada aktifleştirdikleri otomatik bir sistem falan olmalıydı. İçeride hiç ışık olmadığından göremiyor da olabilirdim. Bir iki adım attım. Lider'in bugün burada olup olmadığını bilmiyordum. Onunla görüşmem gerekiyordu.
"Sen yeni katılansın değil mi?" Karanlıkta bana ulaşan sesin sahibini bulabilmek için etrafıma bakındım. Sonra kolumda bir el yer edindi. "Sanırım duyuların tam gelişmemiş." dedi ve nazikçe kıkırdadı. Gözlerim karanlığa alışmaya başladığında kızın kısa küt saçlarını ve koyu kahve tonunda olduğunu düşündüğüm gözlerini görebildim. Tatlı bir yüz ifadesi vardı. Yaş olarak benden küçük gözüküyordu ama tam emin olamadım.
"Evet. Yeni katıldım." diye cevapladım ilk sorusunu. Kız samimi bir şekilde koluma girdi ve yavaşça ilerlemeye başladı. Ona ayak uydurdum. "Seni Ilgaz Abi'yle görmüştüm sadece. O yüzden konuşma fırsatı bulamadım." Adımları bir an duraksadı. "Benim adım Hale." dedi neşeyle. Enerjisi beni şaşkına çevirmişti. "Memnun oldum. Ben de Pe..."
"Evet biliyorum. Sen de Peri'sin. O toplantıdan sonra herkes sizin hakkınızda konuşuyor biliyor musun? Ilgaz Abi'nin eşleştiği kişinin sen olduğunu görünce herkes çok şaşırdı. Burada seni tanıyan çok fazla kişi de var tabi ki ama çoğumuz siz ayrıldıktan sonra iyileştirildik."
Kafamı aşağı yukarı salladım. Hale'deki enerjinin yarısı bana geçseydi keşke. "E, sen niye bu saate buradasın?" diye sordu merakla. Benim ona cevap vermem ya da onu dinlemem önemli değil gibiydi. Beni umursamadan konuşmaya devam ediyordu. "Ben Lider'le görüşecektim." diye açıkladım kısaca.
"Odasındadır büyük ihtimalle."
"Her gece buzlukta mı kalır?" diye sordum merakla.
"Evet." dedi tereddüt etmeden. "Odasından da çok nadir ayrılır." Hale'ye teşekkür ettim. Lider bu işte oldukça kararlı olmalıydı. Beni neden iyileşenlere dahil ettiğini merak ediyordum. Benden nasıl bir beklentisi vardı?
Bindiğim asansör beni bir üst kata çıkardığında koridorun sonundaki gösterişli kapıya doğru ilerledim. Lider'e tam olarak ne diyeceğimi bile bilmiyordum. İçimde sadece bir deli cesareti vardı. Kapıyı tıklattım ve içeriden gelen izinle birlikte odaya girdim.
"Peri... Seni görmek ne güzel." Fuat Bey'in gülümseyerek söylediği cümle istemsizce içimi ısıttı. Ona aynı şekilde gülümsedim. "Otursana." dedi bu sefer. Dediğini yaptım. "Ben çok vaktinizi almayacağım." Hemen konuya girsem iyi olurdu.
"Seni dinliyorum." dedi bir anda ciddileşerek. Az önceki babacan tavrı sürüyordu fakat bakışları dikkatli bir hâl almıştı. "Uraz size ryalarla ilgili olaydan bahsetmiş olmalı."
"Evet. Sanırım anılarında onların hareket hâlinde olduğunu görmüşsün."
"Evet efendim. Bu konuda daha fazla araştırma yapmak istiyorum. Yardımcı olursanız sevinirim."
Lider kollarını göğsünde birleştirip arkasına yaslandı. "Bunun için bana ihtiyacın yok Peri. Ilgazların çalışma alanını biliyorsun değil mi?"
"Evet efendim." dedim hızlıca. "Oradan istediğin her şeyi öğrenebilirsin. Sadece bazı dosyalar ekstra güvenliklidir. Bunun için benim iznim gerekebilir. Ama senin istediğin bilgiler şu an için tamamen erişime açık."
"Maalesef bugün yanımda Ilgaz yok." dedim üzgün bir surat ifadesine bürünerek. "Bu yüzden odaya girmem mümkün değil." Kucağımda birleştirdiğim ellerimi birbirlerine doladım. Ya Ilgaz'a haber vermeye kalkarsa?
"Daha kimlik kartın sana ulaşmadı mı?" diye sordu şaşkınca. Kafamı iki yana salladım. "Oysaki Ilgaz sana teslim edeceğini söylemişti. Unutmuş olmalı. Bugünlük ben sana yardımcı olayım." Koltuğundan kalktığında ben de ayaklandım ve Lider için kapıyı tuttum. Adam yüzündeki kırışıklıklara nazaran oldukça dinç gözüküyordu. Birlikte aşağı kata indik ve her zaman geldiğim odanın önünde durduk.
Fuat Bey ceketinin iç cebinden PVC ile koruma altına alınmış kimlik kartını çıkardığı gibi kapıdaki siyah cihaza okutmuştu. Kapıdan bir dıt sesi geldiğinde tekrar kapanmaması için elimle tuttum. "Teşekkürler efendim. Buraya kadar zahmet ettiniz." dedim nazikçe. Lider bana gülümseyip omzumu pat patladıktan sonra arkasını dönüp ilerlemeye başlamıştı.
Aklıma takılan bir soruyla "Fuat Bey." diyerek Lider'e seslenmiş adamın tekrar bana bakmasını sağlamıştım. Düşünmeden hareket ediyordum. "Hiç Ilgaz hakkında bir şüpheye düştünüz mü?" Cümle ağzımdan çıktığı anda ne kadar patavatsız bir insan olduğumu idrak ettim. Ilgaz bu kuruma ihanet ediyor olsa bile benim bunu bir süre saklamam gerekirdi, gidip de örgütünün liderine bildirmem değil...
Yine de Lider'in vereceği tepkiyi hayatım buna bağlıymış gibi izledim. Ki zaten hayatım buna bağlıydı. Ya Ilgaz'ın ihanetine sahiptim ya da sonsuz sadakatine... Üçüncü bir seçenek yoktu. Fuat Bey'in şaşırdığı kesindi. Çünkü bir süre tepkisiz bir şekilde suratıma bakmıştı. Ondan her türlü tepkiyi bekliyordum. Benim bu düşünceye nasıl kapıldığımı sorabilir ya da Ilgaz'ın daha önceleri garip davrandığını fark ettiğini dile getirebilirdi.
Ama asla kahkaha atmasını beklemiyordum. Hatta ellerini karnına yaslamıştı gülerken. Sorduğum soruda bu kadar eğlenceli olan şey neydi? Lider gözlerindeki yaşları silerken bakışları benim ifademe takıldı. Kesinlikle ciddiydim ve kaşlarım çatık olmalıydı. Benim duygularım ona da bulaşmış gibi Lider'in dudakları bir anda düz bir çizgi şeklini almış, gülen gözleri keskin bir hâle bürünmüştü.
"Asla." dedi ürkütücü ses tonuyla. Bakışlarının sertliği yüzünden kendimi korumak adına bir adım geri gitmek istedim ama kısa sürede bunun büyük bir korkaklık göstergesi olacağının farkına varmıştım. Onun yerine sırtımı dikleştirdim.
"Neden peki?" diye sordum bu sefer. Bu kadar emin olmasının sebebi neydi? Bu zamanda insanlar kendi öz çocuklarına ya da ebeveynlerine bile güvenmezken Lider Ilgaz'a nasıl bu kadar çok güvenebiliyordu?
"Çünkü Peri..." Bana doğru bir adım attı. Düşüncem çok saçmaymış gibi kınayıcı bir bakışla beni süzüyordu. "Ilgaz acıları olan bir çocuk." Bir süre cümleyi sindirmemi bekledi.
"Ve gerçekten canı yanmış olan çocuklar ihanet nedir bilmezler." Gür çıkan sesi bu sefer bir fısıltıdan ibaretti. İşaret parmağını beni gösterecek şekilde havaya kaldırdı. "Özellikle canının yanma sebebi o kişinin yokluğuysa... hiç bilmezler."
Bu adam da benim hakkımda benden daha çok bilgisi olan insanlardandı. Ne demek istediğini gayet iyi anlamıştım. Eğer anlamasaydım kafama vura vura açıklayacak gibi duruyordu gerçi. Ama benim öfkeli ifademin düşünceli bir hâl alması onun arkasını dönüp uzaklaşmasına neden oldu. Sorduğum soru benimle ilgili değildi ama o hemen endişemi anlamış, cevabını da sert bir şekilde vermişti. Beni küçümsediğini hissetmiştim. Sanki şöyle diyordu: "Sen ne cüretle Ilgaz hakkında böyle bir yanılgıya düşersin?"
Geçmişte biz Ilgaz'la ne yaşamışsak, aramızda her ne geçmişse bu olanlar Ilgaz'ın bana olan sadakatinin bir göstergesi olmalıydı. Şu anlık Lider'in bu tavrına başka bir açıklama bulamıyordum. Neredeyse o soruyu sorduğum için kendimden utanacaktım. Beni yargılayan herkesin yüzüne "Ben hatırlamıyorum." diye bağırmak istiyordum. Kimsenin benimle empati kurduğu falan yoktu. Ilgaz da unuttuğum için özür dilememem gerektiğini söylüyordu fakat onunla kurduğum beş dakikalık diyalogda bile geçmişle ilgili pot kırdığımı bana hissettiriyordu. Ve gözlerindeki kırgınlığı gayet net görüyordum. Unuttuğum için bana kırgındı. Peki ben kime kırılmalıydım?
Uzun zamandır tuttuğumu bile fark etmediğim kapıdan içeri girdiğimde devasa ekranlardan yansıyan yeşil ışıklar yüzünden gözlerimi kısmak zorunda kaldım. Ekranda kocaman bir "Sistem Bekletiliyor..." yazısı yanıp sönüyordu. Yan yana duran iki koltuktan en sağdakine oturdum. Önümdeki klavye normal bilgisayarlardaki Q klavye düzenine sahipti. Ama etrafında yanıp sönen renkli butonların ne işe yaradığından bihaberdim. Tereddüt ederek elimi farenin üzerine yerleştirdim ve biraz hareket ettirdiğimde önümde tonlarca şey belirdi.
Ekranın sol üst kısmında yer alan logo dikkatimi çekmişti. Büyük harflerle "Akis" kelimesi yazılıydı ve gereksiz süslü bir işlemesi vardı. Şu an ellerimin altındaki bütün bilgiler Akis'in veri tabanına aitti. Bu demek oluyordu ki deneklerin bilgilerinin tamamına erişebilirdim. Ne tür deneyler yaptıklarına... O deneylerin sonuçlarına...
İçimde belirmeye başlayan ürperme hissini engelleyebilmek için parmaklarımı saçlarımdan geçirdim ve bir süre ellerimi yüzüme doğru salladım. Sonunda büyüteç simgesine tıklayabildiğimde arama çubuğuna şu iki kelimeyi yazdım: Hareketli ryalar.
Önüme sadece tek bir kutucuk çıkmıştı. Siyah kalın harflerle yazılmış bir başlığa sahipti. Daha fazla bilgi alabilmek için kutucuğun üzerine tıkladım. Belge 6 yıl öncesine aitti.
11.07.2021 02.34
KONU: DENEK A23 ÜZERİNDE GÖZLENEN SORUNLU RYA PARÇALARI
Cinsiyeti erkek olarak tanımlanan kobay saat 00.14'te rutin kontrollerinin gerçekleştirilmesi için 22507 numaralı laboratuvar bölmesine sevk edilmiştir. Bireye sakinleştirici ilaç (ilacın türü için bknz.) enjektesi sırasında gözlenen komplike durum sonucu rya partiküllerinin hareket hâlinde olduğu gözlenmiştir. Sayın Dr. Pelin Yamalı'ya göre bu hareketliliğin sebebi öfke duygusunun oluşturduğu enerji patlamaları olarak kayıtlara geçmektedir. Hastaya enjekte edilen ilaç sonrası sakinleşmesi sağlanmış ve bu tarihte herhangi başka bir olgu saptanmamıştır.
Bilgi Güncellemesi
13.07.2021 14.58
Kobay üzerinde gelişen yeni bir nöbet hâli gözlenmiştir. Açığa çıkan farklı psikolojik duygular sonucunda 11.07.2021 tarihinde belirtilen komplikasyonların tekrarlanması durumu söz konusudur. Yönergede belirtilen ilaç hastaya enjekte edildiğinde sıvı kabulü vücut tarafından reddedilmiş, kobayın sakinleşmesi imkânsızlaşmıştır. Birey sadece öfke duygusu içerisinde bulunmadığından Sayın Dr. Pelin Yamalı'nın tezi tamamen çürütülmüş durumdadır. Yeni bilgiler bu belgenin devamı niteliğinde eklenecek olup güncelleme işlemleri herkes tarafından ulaşılabilir hâle getirilecektir.
Kobay geçirdiği krizler sonrası yaklaşık 15 dakika içerisinde solunum yetmezliği ile karşı karşıya kalmış, çok geçmeden yukarıda belirtilen tarih ve saatte beyin ölümü gerçekleşmiştir. (Denek A23 sevk detayları için bknz.)
Olgu Gözlemcisi: Prof. Dr. Alihan Sakar.
(Storm tarafından kaydedildi.)
Okuduğum satırlar sonrasında belirtildiği gibi bir bilgi güncellemesi bulamadım. Demek ki denek diye bahsedilen o kişinin ölümünden sonra başka bir bilgiye ulaşılamamıştı. Yazının dili ve insanlardan bahsediş şekilleri oldukça caniceydi. Okurken tüylerim diken diken olmuştu. Bahsedilen kişi ryaların hareket etmesinden iki gün sonra hayata veda etmişti. Bir an benim için de bu durumun geçerli olup olmadığını sorgulamıştım ama benim ilk seferim Doğu'nun öldüğü gündü.
Arama çubuğuna bu sefer Doğu ve Lunapark kelimelerini yazdım. Karşıma çıkan tek bilgi Doğu'nun ölüm saati ve tarihiydi. Belgenin başına Doğu'nun bir fotoğrafı yerleştirilmişti. Az önce okuduğum metin gibi ayrıntı verilmemiş, Doğu'nun adı yerine bir sürü rakam dizisi kullanmışlardı. Eğer bu tarih doğruysa 4 yıl önce ben ilk defa bu hareketli çipleri görmüşüm demekti. Acaba o zaman bu bilgiyi neden Ilgaz'a veya Uraz'a söylememiştim? İkisi de rüyamı yazdığım kâğıdı okuduktan sonra oldukça şaşırmışlardı. Çok fazla hüzne boğulduğum için unutmuş ya da önemsiz görmüş olabilirdim.
Peki bunun nedeni neydi? Dün gece Boris'le konuşurken de olmuştu ve hissettiğim şey öfke olabilirdi. Ilgaz'la ilgili söylediği cümle sonucunda bir karmaşa yaşamıştım. Ve Doğu'nun ölümü... O zaman da çok fazla öfkelenmiştim, yine bir karmaşa hâkimdi. Emin değildim ve az önce okumuş olduğum belge de bana pek yardımcı olmamıştı.
Aslında bugünlük kendime fazla yüklenmek istemiyordum çünkü olayları kazdıkça matruşka gibi yeni bir problem baş gösteriyordu ama tek fark sorunların içine açıp baktıkça küçülmemeleriydi. Aksine daha da devasa hâle geliyorlardı.
Kendime engel olamadım. Parmaklarım kendi adımı ekrana yazdı. 527 sonuç görüntüleniyor... Bir klasör hâline getirilmiş bilgiler beni fazlasıyla korkuttu. Hakkımda tam 527 belge vardı. İlk metnin başlığı şöyleydi: Denek 20 Akis'e giriş işlemleri. Benim almış olduğum etikette DenekA23 gibi başında bir harfin olmamasının nedenini sorguladım. Neye göre isimlendiriliyorduk?
Başlığın altında birçok paragraf mevcuttu. Hiçbirini de okumadım. Çünkü dikkatim bilgilerin altında bulunan bir video kaydına odaklanmıştı. Çok geçmeden görüntüyü büyüttüm. Videonun sağ üst köşesindeki tarih, kaza yaptığımız güne aitti. Benim ailemi o arabaya bindirdiğim güne...
Bir grup insan benim üzerinde yattığım sedyeyi hiç de acele etmeden ilerletiyorlardı. Görüntü fazlasıyla kalitesizdi. Hatta arada bağlantı kesiliyor sonra tekrar ekranda kendimi görüyordum. Ya bazı bölgelerde kamera yoktu, ki bu oldukça olasıydı, ya da kamera sistemleri bakımsızdı. Her şeyi özenle kaydeden bir laboratuvar örgütünün kameralar konusunda bu kadar ilgisiz olması saçmaydı. Bu yüzden birinci seçenek daha mantıklıydı. Doktorlar her hareketlerinin kayıt altında olmasını istemeyebilir ve kör noktalar oluşturabilirlerdi.
Beni odaya sürükledikleri sırada başıma kuvvetli bir ağrı saplandı. Kesinlikle bugünlük bitirmeliydim. Dans pratiğinden hemen sonra buraya geldiğim için de kendime yüklenmiş olabilirdim. Klavye üzerindeki çıkış tuşuna bastığımda az önceki yeşil ekranın gelmesini umuyordum ama sadece benim dosyalarımın olduğu bölümden çıkış yapmıştım. Belki de zaman aşımına uğradığında ekran yeşile bürünecekti. Bu düşünceyle buraya geldiğim her seferde yaptığım gibi deri kaplamalı koltuğa oturmuş, ekranın yeşile dönmesini beklemiştim. Ki öyle de olmuştu. "Sistem bekletiliyor..." yazısıyla birlikte buzluktan ayrıldım. Ne Hale'yi görmüştüm ne de başka herhangi birini. Saat fazlasıyla geç olmalıydı.
Hızlı adımlarla toprak yoldan çıktım. Yürümeye karar vermiştim aslında ama geçen otobüslerin dolu olduğunu fark edince ben de binmeye karar verdim. İnsanlar bu saatte gece vardiyasına falan gidiyor olmalılardı. Yolun üzerinde duran otobüs beni eve en yakın durağa bırakmıştı. Yorgun ve sessiz adımlarla eve girip odama çıktım.
Hızlı bir duştan sonra güzel de bir uyku çekecektim. Bu planımı sekteye uğratan şey ise yatağıma uzanmış birini görmemdi. Hazar tıpkı bir çocuk gibi dizlerini kendine çekmiş yüzü kapıya bakacak şekilde uzanmıştı. Elleri başının altında mışıl mışıl uyuyordu. Görüntüsü beni gülümsetmişti. Adımlarım sessizce yatağıma ilerledi ve hemen dizlerimin üzerine oturdum.
Onu çok fazla ihmal etmiştim. Kendi sorunlarımın içinde boğulmuştum. Bugün beni görmeye gelmiş olmalıydı, beklerken de uykuya dalmıştı anlaşılan. Sarı kıvırcık saçlarında gezdirdim ellerimi. Küçük masum bir erkek çocuğu gibiydi. Onunla teyzemle yaşadığım zamanlarda tanışmıştım. Üniversite sınavına hazırlandığımdan kaynak kitap paramı karşılamak adına kafede işe başlamıştım. Normalde lise mezunu hâlimle böyle bir iş bulmama mucize gibi bir şeydi ama şimdi asıl mucizenin bu çocuk olduğunu anlıyordum. Hazar her zaman benim yanımda durmuştu. Benim için mentollü mendiller taşır, etrafımda bir gülücük topu gibi dolaşırdı. Bu aralar durgun olduğunun farkındaydım. Ama farkında olmam hiçbir şeyi iyileştirmiyordu.
Bir süredir saçlarında dolanan parmaklarım ondan ayrıldığında yanağına kısaca bir öpücük kondurdum. Onu daha fazla rahatsız etmemek için ayaklandım ve dolabımdan kıyafetlerimi aldıktan sonra duşa girdim. Üzerimdeki gerginliği geçirecek kadar suyun altında kaldım. Çok oyalanmadan da çıkmıştım. Pijamalarımı üzerime geçirirken geçen günkü yara aklıma takıldı. Tam olarak bir yara değildi, daha çok kabartmalı bir çizgiydi.
Gördüğüm çizgiler beni endişelendirmeye yetmişti. Eskiden bir tane olan kırmızılık şimdi üç taneydi ve garip bir şekil oluşturmuşlardı. Telefondaki kare sembolünün üç çizgili hâli gibiydi. Ama en son oluşmuş gibi görünen iz en kalın olanıydı. Silik bir damar beni olabileceğini düşündüm. Yakında bir doktora görünsem fena olmazdı. Vücudumda oluşan değişimleri sadece duş aldığım zamanlarda fark etmem kendime ne kadar ilgisiz davrandığımın bir göstergesi sayılırdı. Bundan sonra daha dikkatli olacaktım.
İşlerimi hallettikten sonra ıslak saçlarımla beraber odama geri döndüm. Bugünlük kanepede yatsam iyi olurdu. Dolabımdan yastık ve yorgan alacağım sırada "Ne zaman geldin?" sorusu kulağıma ulaştı.
Hazar sorusunu sorduktan sonra yüzünü benim olduğum tarafa çevirdi. Sesi uykuluydu. "Az önce." diye yanıtladım. Birkaç mırıldanma sesi çıkarttı. "Neredeydin bu saate kadar bakayım?" Yanına gidip yatağın boş kısmına yerleştim. "Ilgaz'la çalıştık biraz. Sen beni görmeye mi geldin?"
"Ilgaz Bey neden senin yüzünü benden daha çok görüyor?" diye trip attı. Gözlerini zar zor açık tutuyordu ama çenesi oldukça iyi çalışıyor gibi görünüyordu. Yüzümde şefkatli bir gülümsemenin olduğuna emindim.
"Kafeye gelirsen senle daha çok görüşürüm Hazar." Bu sefer şaşkınca bana baktı. "Şimdi de beni işimi yapmamakla mı suçluyorsun? Görürsün sen." Ondan hiç beklemediğim bir çeviklikle saçlarıma asıldı. Az önce uykulu değil miydi bu çocuk?
"Hazar güzelce bırak. Bak sen zararlı çıkarsın." dedim bir uyarı tonlamasıyla. Hafifçe saçlarımı çekiştirdi. "Hadi oradan. Senin saçların daha uzun bir kere." Bunları söyledikten sonra gerçekten canımı acıtacak şekilde çekti saçlarımı. Islak olduklarından parmaklarının arasından kayıp duruyorlardı ve bu daha çok canımın yanmasına sebep oluyordu. Benden günah gitmişti.
Parmaklarım tutamlarını tuttu. Hazar sızlanmaya başladığında ben de birkaç saç telimi feda ettiğime emindim. "Üç deyince bırakıyoruz." dedi ağlamaklı bir şekilde. "Bir...İki...Üç."
Ve bırakmadı. "Ne kandırıkçı bir insansın ya." dedim sesimi yükselterek. Hazar bu sefer de gülmeye başlamıştı. Ben de fırsattan istifade parmaklarını saçlarımdan ayrıştırdım ve derin bir nefes aldım. Gözlerim sulanmıştı acıdan. "Neyim, neyim?" Hazar kahkahalarının arasından konuştuğunda ben suratımı asmıştım çoktan. Gerçi saçları kuş yuvasına döndüğünden gülmemek için dudaklarımı ısırıyordum.
"Kandırıkçısın." dedim ciddi ciddi. Daha fazla gülmeye başladı. Tamam kelime biraz uydurma olabilirdi ama gecenin bir yarısı böyle gülmemeliydi. Parmaklarım dudaklarının üzerini örttü. "Sus İkra'yı uyandıracaksın." dedim. Bir süre boş boş suratıma baktı ama hemen sonra kafasını aşağı yukarı salladığında elimi çekmiştim.
"Hadi uyuyalım artık."
"Dur bir. Seninle konuşmam lazım." Surat ifadesi beni endişelendirirken yerime biraz daha yerleştim. "Ne oldu?"
"Biz Baha'yla..."Bir süre bekledi. Gittikçe endişem artıyordu. "İkra için bir mekân tuttuk." dedi ve ellerini birbirine çarptı. Sinirle arkamdaki yastığı Hazar'ın suratına geçirdim. "Ne yapıyorsun kızım ya?" dedi alayla. "Seni şu an öldürebilirim. Ne diye kötü bir şey olmuş gibi anlatıyorsun?"
"Böyle daha aksiyonlu oluyor." dedi dudaklarını büzerek. "Sen biraz gerginsin galiba."
Omuzlarımı silktim. Gergindim ve sürekli diken üstünde gibi hissediyordum kendimi. Her an o kadın ve ne olduğu belirsiz insanlar arkadaşlarıma da zarar verir mi acaba diye düşünüyordum. Yakında kafayı yiyecektim. "E, güzel bir yer mi?" dedim konuyu değiştirmek adına.
"Evet. Çok gezdik bugün ama değdi. Canlı müzik mekânları ne kadar az bu şehirde?"
"Benim de aklıma çok bir yer gelmedi. Ben de sana sormasını tavsiye ettim."
"Tabi bebeğim. Hazar Dağlı bütün mekânları bilir." Rahatça arkama yaslanmadan önce Hazar'ın kolunu parmaklarımla kıstırdım. Acı yüzünden geri giderken soru dolu bakışlarını bana gönderdi. "O kelimeyi kullandığında seni uyarmamı söylemiştin." dedim alayla. Artık neden böyle bir şey söylediğini gayet iyi biliyordum.
"Bu kadar da sert uyarma." diye sızlandı. Eski mahmurluğuna geri döndüğünü fark ettim. Başını hafifçe bana yasladı ve gözlerini kapattı. "Bir şey daha söyleyeceğim." dedi uykulu sesiyle.
Onu dinlediğimi belirten bir mırıltı çıkarttım. "Baha bizim de şarkı söylememizi istiyor. Çift çift söyleyecekmişiz."
"Biz ikimiz söyleyeceksek herkese haber verelim de kulak tıkacı falan getirsinler." dedim başım onunkinin üzerine düşerken. "Haklısın. Senin sesin çok kötü..." Benimle dalga geçiriyordu ama ona bu aralar çifte standart uyguluyordum. İstediğini yapabilirdi. "Sen Ilgaz'lasın. Beraber bir şarkı seçin." Anında itiraz ettim. "Neden seninle söylemiyorum?" İkimiz de uyuşuk uyuşuk konuştuğumuzdan iyice uykum gelmişti. Ayrıca Ilgaz'la şarkı söylemek de nerden çıkmıştı?
"Çünkü ben de bir arkadaşımı getiriyorum ve Ada da öyle. Herkes getirdiği kişiyle söyleyecek."
"İyi de Ilgaz'ı ben çağırmadım ki?"
"Ama Ilgaz'ı bizim gruba dahil eden sensin." Doğru söylüyordu. Her şeyi, bütün bu sorunları onların hayatına ben sokmuştum. Ve tek yaptığım başlarına bir şey gelmemesini ummaktı. Kendimi lanetli gibi hissediyordum.
Anne ve babamı ölüme sürüklemiştim. Şimdi de ailem dediğim kişileri ateşe atıyordum. Ben sadece korkak biri olmak istememiştim. Korkmadan sevmek, sevilmek, değer vermek istemiştim. Sevdiğim herkesi mahvediyordum.
Hazar'ın nefesleri düzenli bir hâl aldığında onu yavaşça yatağa bıraktım. Kendime bir yorgan ve yastık alıp çıktım odadan. Salondaki büyük kanepeye uzandım. Buzlukta okuduğum belgeler bir türlü gözlerimin önünden gitmiyorlardı. Anlaşılan vücudunda hareketli ryalar gözlenen tek bir insan vardı ve o da ölmüştü. Ben de mi ölecektim? Elbet bir gün.
Peki neden Doğu ile ilgili hiçbir bilgi yoktu. Ölümü fazlasıyla şüpheliydi ve onlar için önemli biri olduğunu düşünüyordum. Sonuçta Uraz ve Doğu da zıt hastalıklara sahip olduklarından birbirlerini iyileştirmişlerdi. Uraz'ın durumu da bir o kadar garipti. Doğu hayatını kaybettikten sonra onu da laboratuvardan çıkarmışlardı. Tutarsız çok fazla nokta vardı.
Bense başlı başına garip bir geçmişe sahiptim. Kaza yapmıştık. Boris beni alıp Akis'e götürmüştü. İyileştirilmiştim ve gerçek hayatta gözlemlenmek üzere salıverilmiştim. Tabi hatıralarımı almışlardı. Laboratuvarda geçirdiğim bütün zamanların yerine başka anılar koymuşlardı.
Hafızamdakilere göre kazadan sonra hastanede uzunca bir süre yatmıştım. Bir iki ay devlet korumasında kaldıktan sonra da teyzemin yanına taşınmıştım. Teyzem bekâr bir kadın olduğundan beraber güzelce yaşamıştık. Şimdi olduğu gibi o zamanlar da uzun bir psikolojik tedavi sürecinden geçmiştim ve eğitimim hakkında hiçbir girişimde bulunmamıştım. Bu anılar laboratuvarda olduğum zaman diliminin yerine hafızama yerleştirilmişti. Laboratuvar beni gerçek hayata yönlendirdiğinde sınavlara hazırlanmaya başlamış ve üniversiteyi kazanıp teyzemin yanından ayrılmış olmalıydım.
Evet gerçekten bir teyzem vardı ve şu an yurt dışında kocasıyla beraber yaşıyordu. Nasıl hiçbir kopukluk olmadan kafama bu anıları yerleştirmişlerdi? Bazen psikolojik destek aldığım zamanları hatırlamaya çalıştığımda zorlanırdım çünkü silik siliklerdi. Şimdi nedenini daha iyi anlayabiliyordum. Ayrıca teyzem bütün o laboratuvarda kaldığım süre boyunca neredeydi?
Ilgaz olmadan beni izleyemiyorlardı. Bu izleme işinin nasıl olduğunu bilmiyordum. Ilgaz'a sormalıydım. Ama şehrin her yerindeki mobese görüntülerine ulaştıklarını biliyordum. Bugün buzlukta her şeyi görmüştüm. Beni gözlemlemek çok da zor değildi. Ilgaz'a sadece iyileşme durumumuzu kontrol etmek için ihtiyaçları vardı. Sonra ne yapacaklardı? Bizi bilim dünyasının önüne çıkarıp yaptıkları tedavinin büyük bir dönüm noktası olduğundan falan mı bahsedeceklerdi?
Bundan bir hafta öncesine kadar anılarımdan yoksun olduğum için büyük bir üzüntü içindeydim ama şimdi daha olumlu bakmaya çalışıyordum. Doğu'yu rüyamda gördüğümde ne kadar harap olduğumu hatırladım ya da anılarımın silindiğini izlerken ne kadar acı çektiğimi...
İkra bazen geçen seneleri çok fazla özlediğini söylerdi; önceden yaptığı şeyler, verdiği kararlar hakkında ne kadar pişman olduğundan bahsederdi. Ve bunu yaparken gerçekten üzgün görünürdü. Şu an bu konuda bir adım önde olabilirdim. Özleyecek gerçek anılarım veya pişmanlık duyacak kararlarım olmadığı, ağlayacak daha fazla acı hatıraya sahip olmadığım için şanslıyımdır belki de.
Yoksa sadece artık duyguları hissedebildiği hâlde, duygusuz bir dünyaya doğmuş küçük bir kız çocuğu muydum hâlâ?..
,
Bundan sonra Uraz ve Eylül'ün hikayesine de tanıklık edeceğizzzzzzz
Nasıl buldunuz bölümü?
Sizi yavaş yavaş teknik konulara boğmaya başladım djfjdshfj
Diğer bölümde görüşene kadar kendinize iyi bakınnn :)
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
1.36k Okunma |
162 Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |