Yeni Üyelik
3.
Bölüm

BÖLÜM 2: MİNİK RENKLİ IŞIKLAR

@yellowwheat

 

Ödevime attığım imzaya ve onun hemen altında bulunan ismime tekrar bir göz attım. Ailemin isim bulmak konusunda çok da yetenekli olduğunu düşünmüyordum. Büyüdükçe bütün kanatlarını kırdıkları kızlarına Peri ismini vermişlerdi. Gözlerimdeki büyülü ışıltıların hepsini söndürmüş, sonra da o hissiz gözlere bakarak benden bir mucize beklemişlerdi. Bekledikleri mucizeyi onları arabaya bindirerek vermiştim. Gerçekleştirebileceğim en büyük mucize ölümdü. Bence oldukça da fedakârdım.

 

Ödeve bakmayı bırakıp özenle poşet bir dosyanın içine yerleştirdim ve çantama koydum. Bu, sezon sonu ödevimdi. Erken bitirip hocaya teslim etmenin daha mantıklı olduğuna karar vermiştim. Aşağıdan İkra'nın sabırsız söylenmeleri gelmeye başladığında çantamı koluma takıp merdivenleri birer ikişer indim. "Bugün kaç saat dersin var?" diye sordum uzun botlarımı giymeye çalışırken. İkra son kez yeni boyattığı kızıl saçlarını girişteki aynada düzelttikten sonra bakışlarını bana çevirdi. "İki saat sanırım. Neden sordun?"

 

Omuzlarımı indirip kaldırdım. Bugün bir saatlik dersim vardı ve ardından yarı zamanlı işime gidecektim. Akşam da son beş gündür olduğu gibi yine bir sahil buluşmam vardı. Bu buluşmalardan henüz İkra'nın haberi yoktu. Bir süre de söylemeyi düşünmüyordum.

 

Ona cevap vermek istemediğimi anlamış olacak ki daha fazla konuşmadan kapıyı kilitleyerek bizi bekleyen arabaya doğru ilerledi. Ben de arka koltuğa oturduğum gibi Baha'ya selam verdim. "Günaydın enişte." Baha dikiz aynasından benimle göz göze geldiğinde gülümsedi. "Günaydın baldız." İkra ise bize kınayıcı bakışlarını gönderdikten sonra önüne döndü. Böyle akrabalık belirten kelimelerden pek hoşlanmıyordu. Araba hareket ettiğinde Baha İkra'nın elini tutup dudaklarına bastırdı. "Sana da günaydın güzelim." İkra anında küçük bir aşk topuna dönüşürken onlara biraz mahremiyet sağlamak adına arka koltukta iyice köşeye çekildim ve yolu izlemeye başladım.

 

Bundan yaklaşık üç yıl önce üniversiteyi zor bela kazandığım zamanlar kayıt için okula gelmiştim. O sıralar teyzemin yanından yeni ayrılmış, yine onun yardımıyla bulduğum küçük kiralık bir evde oturuyordum. Geçimimi de yarı zamanlı işlerle sağlıyordum. Ama üniversitede bu konuda zorlanacağımı düşünerek ilan hazırlamış ve okulun panosuna asmıştım. Bir ev arkadaşına ihtiyacım vardı. Kirayı paylaşacak birilerini bulursam her şey daha kolay olurdu. İkra da yurttan ayrılmak istediği için kalacak bir yerler arıyordu. Telefonla bana ulaştığında buluşup ona evi göstermiştim. Birbirimizi pek tanımadığımız için biraz şüpheyle yaklaşmıştık ama sonuç olarak yanıma taşınmıştı. O ikinci ben de birinci sınıftım. Hazırlık okuduğundan aramızda bir sınıf vardı sadece. O da sınavı kazanmakta benim gibi zorluklar yaşamıştı.

 

Birlikte yaşadığımız ilk sene boyunca farklı işlerde çalışarak para biriktirmiştik. Sonra ev sahibi yurt dışından oğlunun geleceğini bahane edip evden çıkmamızı istemişti. Neyse ki yaz aylarındaydık. Okula gitmediğimizden ev aramak için yeterli zamanımız vardı. Bütün şehrin altını üstüne getirdiğimizi hatırlıyorum. En son tam pes ettiğimiz sırada sahile inerken küçük şirin bir ev bulmuştuk. Ev iki katlıydı bu yüzden kirasının tuzlu olacağını biliyorduk. Evin içini ilk gördüğümde o kadar çok sevmiştim ki kira için aynı anda üç işte çalışmaya bile hazırdım. İkra da çok beğenmişti. Böylece şu anki evimize taşınmış olduk. Ayrıca kira için de çok çalışmama gerek kalmamıştı. İkra'nın babası bizi görmeye geldiğinde ev sahibiyle konuşmuş ve evi satın almıştı. Bunu ne ara yaptığı halen merak konusuydu ama İkra'nın babası ona çok düşkün olduğundan bu durumu fazla garipsememiştim. Şu anlık borcumu sadece İkra'ya ödüyordum. Her ay az bir miktar kira ödemek konusunda zar zor anlaşmıştık.

 

Arabanın camından üniversitenin yapay küçük gölünü gördüğümde Baha düşüncelerimi bölüp bana seslendi." Sen de gelmek ister misin akşam bizimle?" Nereye gideceğimizi bilmiyordum ama akşam daha önemli işlerim vardı. Ayrıca şu an bu arabadan inmek için can atıyordum. Arabaların üzerimde hâlâ böyle bir etkisinin olması sinir bozucuydu.

 

"Yok, siz gidin. Benim hiç canım istemiyor." dedim geçiştirmeye çalışarak. Baha eğitim fakültesinin önünde arabayı durdurdu. "Peki öyleyse. Teklif var ısrar yok." İkra sevgilisinin sözünü kesip hızlıca konuştu. "Gece geç gelirim. Kapıları iyice kilitle. Gazı da vanadan kapat. Tamam mı?"

 

"Tamam anne." dedim alayla. Ama sonra ne dediğimi yeni idrak edebildiğim için gülüşüm yavaşça soldu. Bu kelimeyi en son ne zaman kullanmıştım?

 

Arabada boğucu bir sessizlik oluştuğunda onlara hızlıca veda ettikten sonra attım kendimi dışarı. Soğuk hava hızlıca bütün hücrelerime hücum ederek beni sarmaladı. Soğuk havalara bayılırdım. Üzerimdeki montu çıkardım rüzgârı daha çok hissedebilmek için. Adımlarım dersimin olduğu sınıfa doğru ilerlerken telefonumun zil sesi kulaklarımı doldurdu. Arka cebime uzanıp gözlerimi telefonun ekranına diktim.

 

Erva Hanım arıyor...

 

"Efendim." diye cevapladım aramayı. Erva Hanım ayda bir görüştüğüm psikiyatristimdi. "Periciğim, rahatsız ediyorum kusura bakma. Müsait misin acaba?" Telefonu daha iyi duyabilmek için insanların olmadığı bir köşe bularak oraya doğru ilerledim. "Müsaitim buyurun."

 

"Görev yerimi başka bir şehre aldırdığımı haber vermek istedim Periciğim. Artık seninle daha fazla görüşemeyeceğim maalesef. Ama istersen seni bir arkadaşıma yönlendirebilirim."

 

Başka bir doktor... Her şeyi baştan anlatmak zorunda kalacaktım. Erva Hanım'a ilk gittiğim gün ne kadar zorlandığımı hatırladım. Korkuyordum. Bazı şeyleri yaşamıştım ve bitmişti. Yaşarken yeterince zorlanmıştım zaten. Olanları tekrar anlatmanın bana nasıl bir yararı olacağını bilmiyordum. Fakat duygularım kontrolümden çıkmıştı. Yaşadığım araba kazasına kadar hiçbir şey hissedemezken kazadan sonra mucizevi bir şekilde iyileşmiştim. Kolumda kocaman sarmal bir morlukla uyandığımda hissettiğim korkuyu hatırladım. Omurgamdan bir titreme geçti.

 

"Tabi." dedim içimdeki bütün endişeyi bir kenara atarak. "Numarasını verebilirseniz çok sevinirim." Zorlukla söylediğim bu cümlelerden sonra ne konuştuğumuzu pek hatırlamıyorum. Zihnimdeki duvarlar şiddetle çatırdamaya başlamıştı çünkü.

 

Dersimin olduğu sınıfa geldiğimde yumruklarımı bir açıp bir kapatıyordum. İçimde kopan fırtınalara rağmen sakince yerime oturdum. Hocanın konuştuğunu duyuyordum. Çok boğuk çıkıyordu sesi. Bir borunun içinden sesleniyormuş gibiydi. Kendimi daha çok derse vermeye çalıştım. Başarabildiğimi pek sanmıyordum.

 

Okulda bulunduğum bir saatin sonunda zaman yavaşça endişemi köreltmişti. Sakin adımlarla sınıftan çıkan öğrencilere ayak uydurmuştum. "Hey! Beni bekle. Peri!" Arkama dönüp kalabalığın içinden bana seslenen kişiyi bulmaya çalıştım. Hazar nefes nefese koşarak yanıma gelmeye çalışıyordu. Adımları tam önümde duraksadığında koluma tutunarak bekledi bir süre.

 

"Dram kraliçemiz de buradaymış." dedim bıkkınlıkla. Şurada toplasam bir dakika etmeyecek bir süre koşmuştu sadece. Ama boğazını tutup yaşlı gözlerle bana bakarken kırk kilometre koşmuş gibi davranıyordu. "Buldun benim gibi yakışıklı çocuğu koştur tabi peşinden." dedi alayla. Ellerimi havaya kaldırıp sabır dilerken bir yandan da kolumu ondan kurtarmaya çalışıyordum. Ne kadar sıktığının farkında değildi sanırım. Canımı acıtmaya başlamıştı.

 

"Aman sana kalmadık." dedim onu sinir etmek için. Yakışıklı olduğunu cümle âlem biliyordu zaten. Kıvırcık sarı saçları ve yeşil kocaman gözleri vardı. Aslında yakışıklıdan daha çok şirindi ama bunu ona söylersem gün boyu başımın etini yerdi. Kolumu sertçe ondan çektiğimde bir anda yere kapaklandı. Az kalsın burnunu betona çarpacaktı. Gözlerimi kırpıştırarak şaşkınca ona baktım. O kadar da sert çekmemiştim aslında. Tam Hazar'ı orada öylece bırakmaya karar vermiştim ki büyük bir çeviklikle yerden kalktığı gibi koluma girdi. Ani hareketleri beni ürkütüyordu. Ama o beni takmadan çoktan otobüs durağına doğru ilerlemeye başlamıştı.

 

"Sonunda kocan olduğumu kabul ettiğine göre sizin eve taşınabilirim artık." Elimi büyük bir bıkkınlıkla alnıma vurdum. Ona karşılık vermemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Eğer herhangi bir cevap verirsem girdiğimiz bu laf dalaşı sonunda saç baş kavgasına dönüşebilirdi ama Hazar'ın aksine ben saçlarımı seviyordum.

 

"Çok konuşma da yürü. Geç kalacağız." dedim durakta bekleyen otobüse doğru koşmaya başlamadan hemen önce. Bu otobüsü kaçırırsak yarım saat beklemek zorunda kalırdık ve bu da işe geç kalacağımız anlamına geliyordu. O yüzden hızlı davranarak otobüse bindim. Kartımı cihaza gösterdikten sonra cam kenarında bulunan koltuğu gözüme kestirdiğim gibi hemen oturmuştum. Hazar da yanımdaki boşluğa kuruldu anında.

 

"Al. Bak bu seferki okyanus kokulu." Bir elindeki ıslak mendile bir de Hazar'a baktım. Araba kokularından rahatsız olduğumu bildiği için hep bana böyle farklı kokularda ıslak mendiller getirirdi. Gözlerimin dolmaya başladığını hissettiğimde avuçlarımı gözlerime bastırdım.

 

"Bir şey mi oldu? Neden ağlıyorsun?"

 

"Ağlamıyorum kıvırcık marul." dedim elindeki ıslak mendili alıp burnuma bastırırken.

 

"Bana en son böyle seslendiğinde elinde kendi saçların varken ağladığını hatırlıyorum." Bahsettiği gün aklıma geldiğinde ellerim istemsizce saçlarımı buldu. Çok acıtmıştı hain. Ona kızgın bakışlarımı gönderdim. Eski sevgilisi ona öyle seslenirdi ve kızla pek iyi bir şekilde ayrılmamıştı.

 

Hazar beni takmayıp otobüsün içinde gözlerini dolaştırmaya başladığında ben de camdan dışarıyı izledim. Müzik dinlemeye karar verip kulaklıklarımı çıkardım ve birini sol kulağıma taktım. Hazar yan tarafımızda oturan kadının bebeğiyle ilgilenmekle meşguldü. Değişik yüz ifadeleri yapıyor, sarışın minik kız çocuğunu güldürmeye çalışıyordu ama çocuk bir anda ağlamaya başladı. Hazar hemen geri çekilip hiçbir şeyden sorumlu değilmiş gibi davranmaya çalıştı ama gözlerindeki endişeli bakışı görebiliyordum.

 

Onun bu garip surat ifadesine gülmekle meşgulken camdan gördüğüm beşinci durakla hızla ayağa fırladım. "Kalk Hazar kalk. Durağı kaçırdık." Ben kırmızı düğmeye ulaşmaya çalışırken Hazar ayağa kalktığı gibi şoföre seslendi. "Şoför amca! Bizi müsait bir yerde indiriver sana zahmet." Otobüs az ilerde durduğunda Hazar kolumdan tutarak dışarı çıkardı beni. Kafeye doğru yürümeye başladık. "Niye bana öyle bakıyorsun?"

 

"Nasıl bakıyormuşum?" dedim elimdeki ıslak mendili çöpe atarken.

 

"Kendisine yer verilmemiş yaşlı teyze gibi..." Benzetmesinin saçmalığı yüzümü buruşturmama neden oldu. Az önce otobüsteki teyze onda bir travma yaratmış olmalıydı.

 

"Sadece nasıl bu kadar rahat davranabildiğini düşünüyordum." dedim. Hazar her zaman böyleydi. Atılgandı, açık sözlüydü ve insanlarla iletişim kurma konusunda fazlasıyla yetenekliydi. Bazen dışarıda önemli işlerim olduğunda onu da yanımda sürüklerdim. Çünkü o her zaman işimin daha kısa sürmesini sağlardı.

 

Hazar ayakkabısının ucuyla önündeki küçük bir taşı sürükledi. "Sadece insanların ne düşündüğünü önemsemeyi bırakmalısın." diye tavsiyede bulundu. Soruyu sorarken kendimi katmamıştım ama benim her zaman böyle bir sorunumun olduğunu biliyordu.

 

Hazar kapıyı benim için tuttuğunda kafede bir zil sesi yankılandı. Kahve kokusunu içime çektim. "Sonunda gelebildiniz. Benim hemen çıkmam lazım." Kasayı kilitlemeye çalışan Ada'ya çevirdim gözlerimi. Acele ettiği için elleri birbirine dolaşıyordu.

 

"Ne o kör randevuya mı gideceksin yine?" diye sordu Hazar çantasını rastgele bir sandalyenin üzerine bırakırken. "Sen bana küs değil miydin ya?" dedi Ada. Üstündeki önlüğün düğümünü çözmeye odaklanmıştı. Arkasına geçip ona yardım ettim.

 

"Ah doğru. Küsüm." Aralarında ne yaşadıklarını bilmiyordum ama kavga ettikleri gün Hazar'ın yüzündeki o kırgın ifadeyi hatırlayınca gülümsemem silindi. Ada daha fazla konuşmadan eşyalarını alıp çıktı kafeden. Ben de o sırada önlüğümü giyiyordum.

 

Hazar "Ben kahveleri yenileyeyim." diyerek arka tarafa geçti. Onu kafamla onayladım ve masaları silmeye başladım. Şimdi bomboş olan kafe birkaç saat sonra dolup taşarken siparişlere yetişmekte zorlanmıştım. Neyse ki yarın dersim yoktu. Bol bol dinlenebilirdim.

 

Müşteriler iyice azalmaya başladığında Hazar'ın eşyalarını topladığını gördüm. "Dövüş kulübüne mi?" Çantasını omzuna astıktan sonra şapkasını kafasına geçirdi. "Aynen güzellik. Hadi sana kolay gelsin." Yanağımdan bir makas aldığı gibi çıktı kafeden. Ada'yı gördüğü zaman sabahki bütün enerjisi sönmüştü. Hemen barışırlar diye düşünmüştüm ama durum benim sandığımdan daha büyüktü anlaşılan.

 

Saat sekize yaklaşırken yerleri son kez paspaslamıştım. Kafeyi kapatmam gerekiyordu artık. Anahtarları bulmak için çekmeceleri karıştırmaya başladım. O sırada kafedeki küçük zil çınlayınca gözlerimi kapıya çevirdim. Uzun boylu siyah paltolu bir adam kapıyı arkasından kapatırken bütün hücrelerimin üşüdüğünü hissetmiştim. "Tam kapatıyordum ama istediğiniz bir şey varsa yardımcı olabilirim." dedim nazikçe.

 

Açık kahve gözlerini üzerime dikti. Bir süre arkamdaki menüyü incelemişti. "Bir tane iced americano lütfen." dedi yüzündeki zarif gülümsemeyle. Soğukluk her yerdeydi. Bütün hücrelerimdeydi. "Tabi ki." dedim ben de ona gülümseyerek. "Ama mevsim kış olduğu için hazır yok. O yüzden sizi bekleteceğim. Şöyle oturun isterseniz." Arkasındaki koltukları işaret ettim.

 

Gösterdiğim tarafa döndükten sonra koltuklara yöneldiğinde ben de arka kısma geçtim. Kış ayında iced americano içmesi biraz garipti. Ben de severdim ama daha önce hiç bu zamanlarda bir müşteri için hazırladığımı hatırlamıyordum. Yaklaşık beş dakika sonra hazır olduğuna karar verdiğim kahveyi plastik bardağa boşaltıp ağzını kapattım. Kasaya doğru yürüdüğüm sırada elimdeki bardağı mermere bırakmıştım. "Kahveniz hazır efendim." dedim gözleri üzerimde olan adama. Oturduğu yerden kalkarak zarifçe kasaya yaklaşıp elli lira uzattı. Kasayı etkinleştirdikten sonra parayı bölmeye yerleştirdim.

 

"Teşekkürler." Sesinin tonu farklı ve çok netti. Kafamın içinde yankılandıktan sonra bana ulaşıyordu sanki. Bu durum beni biraz şaşkına uğrattığından yüz ifademi koruyabilmek adına çaba sarf etmem gerekmişti. "Afiyet olsun." diye mırıldandım para üstünü uzatırken.

 

Adam bir süre duraksadığında bakışlarımı tekrar ona çevirdim. Kolumdaki sarmal morluğa dikmişti açık kahve gözlerini. Yerimde rahatsızca kıpırdandım. "Artık kapatmam gerekiyor." Koluma bakmayı kesip tekrar gözlerime odaklandı. "Elbette. Kolay gelsin size." Ve o rahatlatıcı soğukluğunu da aldığı gibi çıktı kafeden. Yumruklarımı bir sıkıp bir açarak rahatlamaya çalıştım. Adamın aurası beni fazlasıyla germişti.

 

Nihayet kafeyi kilitledikten sonra sahil yoluna indiğimde içimde garip bir huzur vardı. Son iki gündür sahildeki bankta biriyle buluşuyordum. İlk yanıma gelen oydu. Sessizliğime ortak olmuştu. Benim için yeni bir arkadaştan farksızdı açıkçası. Akşamları buraya gelmeyi severdim ve bana eşlik eden birinin olması hiç de fena olmamıştı.

 

Denizin soğuk rüzgârı tenimi okşarken yavaşça diğer akşamlarda oturduğumuz banka doğru ilerledim. Benden önce gelmişti. Gözüme biraz farklı göründü. Boyunun bu kadar uzun olduğunu hiç fark etmemiştim. Yanına oturduğumda tenimdeki soğuk, iğnelerini batırdı.

 

"Çok beklettim mi?

 

Hemen cevap vermedi. Yüzü siyah kabanının şapkasından gözükmüyordu ama nedense onun her gün buluştuğum kişi olmadığını anlayabilmiştim. Neden bu saatte tam da bu bankta oturduğunu düşünürken saniyeler sessizce ilerledi. Ve yabancı gözlerini yavaşça bana çevirdi.

 

"Gelecekse beklenen... Beklemek güzeldir."¹ dedi Özdemir Asaf'tan alıntı yaparak. Net ve nazik sesi kulaklarıma dolduğunda kırpıştırdığım gözlerimle ona bakıyordum. Etrafımdaki soğukluk daha da artmaya başlayınca istemsizce ellerimi birbirine sürttüm.

 

"Şaşırttım seni sanırım."

 

"Ben başka biri sanmıştım sizi kusura bakmayın." dedim ayağa kalkarken.

 

"O artık gelmeyecek." dedi buz gibi bir sesle. Dizlerim kilitlenip beni olduğum yerde sabit tutarken içimde bir şeylerin kırılmasını bekledim. Olmadı. Aradan dakikalar geçti. İlk defa sessizliğin beni bu kadar rahatsız ettiğini fark ettim.

 

"Bir şeyler söylemeyecek misin?" Gözleri elindeki buzlu kahvedeydi.

 

Hafif yağmur atıştırıyordu. Nefeslerimiz buhar olup soğuk havaya karışıyordu fakat bu zarif adam buzlu kahve içiyordu. Ve ben bir bakıma bir kez daha terk edilmişken tek düşündüğüm şey buydu. Bir tanıdıklık hissi vardı içimde, gecenin karanlığında korkularımı bastıran; bu ıssız yerden kaçıp gitmemi önleyen bir duyguydu bu.

 

Gözlerimi denizin sakin yüzeyine dikerek omuzlarımı indirip kaldırdım. İçimde büyüyen kendimi birilerine anlatma isteği beni boğmaya başlamıştı. Ve bu açık kahve gözler beni anlayabilecekmiş gibi bakıyordu.

 

"Sanırım alıştım buna. İnsanların gitmesine yani. Sanki başından beri biliyormuşum gibi hissediyorum."

 

Gecenin sakinliğine kendi sessizliğimizi katıp öylece oturduk bir süre. O kahvesini içti. Ben denizi seyrettim. O beni seyretti. Ben yine denizi seyrettim. Bakışları nabzımı hızlandırmaya başladığında içimde büyümesine engel olamadığım bir soruyu serbest bıraktım.

 

"Sen..." dedim. "Nerden biliyorsun bütün bunları?"

 

Gözleri yüzümde büyük bir kırgınlıkla dolaştı. Sanki karşımda küçük bir oğlan çocuğu vardı şimdi. Öyle kırılgan duruyordu ki endişeyle vereceği tepkiyi izledim. Önce dalgalı saçlarını kurtardı şapkasından. Rüzgâr bütün saç tellerinin arasında gezindikten sonra güzel bir kokuyu bana doğru taşıdı. Lavanta.

 

"Cevap vermeyecek misin?" Burnunu çektiğini duydum. Soğuktan olmalıydı.

 

"Bazı cevaplar istediğinin aksine seni daha da dibe çeker."

 

"Bu hangi şairden?" dedim merakla. "Alıntı yapmayı gerçekten seviyorsun ha?"

 

Gamzelerini ortaya çıkaran bir gülümsemeyle bana baktığında gözlerimi kırpıştırdım. Bu adamın benimle derdi neydi? Bütün bunları nereden biliyordu? Bilmiyordum. Ama bildiğim tek bir şey vardı: Karşımdaki adam çok güzeldi. Erkeklere güzel denmezdi. Fakat karşımdaki bu görüntüyü daha iyi tanımlayabilecek başka bir kelime bulamamıştım. Ay ışığı açık kahve gözlerini parlak birer cam küreye dönüştürmüştü ve yanağındaki o çukurlar hâlâ yerli yerindeydi.

 

Gülüşü yavaşça solarken içimdeki hayranlık daha da artmıştı. "Bu alıntı değildi." dedi sakince. Ve bana konuşma fırsatı vermeden tekrar araladı dudaklarını. "Bundan sonra burada ben olacağım. Eğer istersen..."

 

"İstemem." dedim hemen. İçimde beliren korku ellerimi titretmeye başlamıştı. Neden böyle davrandığımı ben de bilmiyordum ama bu his her neyse beni yutmak üzereydi. O da gözlerini şaşkınlıkla açmış beni izliyordu. Böyle bir tepki beklemiyordu anlaşılan.

 

"Neden?" Ona karşı dürüst olmak istiyordum. İçimdeki bir şeyler beni buna itiyordu. Karşı koymadım. Gücüm hislerime yetmedi. "Sen de gidersin bir gün." Gözlerine bakmaya devam ettim. Oradaki bir şeyler bana o kadar tanıdık geliyordu ki... Bir çift kahvenin beni ele geçirmesine resmen izin verdim o an. Bu adamın etrafındaki enerji beni ona doğru itiyordu sanki. Meraklıydım bir kere. Belki biraz da hayran...

 

"Herkes gider mi?" dedi yine aynı nazik sesiyle.

 

"Gitmez mi?" Sesimdeki kırgınlık çok barizdi.

 

"Gitmez benim küçük auroram." Gözlerinden bir damla yanaklarına süzüldü. "Ben gitmem."

 

Benim küçük auroram.

 

Ağlayan bu oğlan olduğu için miydi kalbimdeki ağrı yoksa her erkek ağladığında bu kadar kırılgan mı gözükürdü?

 

"Neden ağlıyorsun?" dedim telaşla. Ellerim benden bağımsız yanaklarına doğru yola çıkmıştı gözyaşlarını silebilmek için. Hatta bunu yaptığıma kendim bile şaşırdım. Ama o bileklerimi havada yakalayarak hemen beni engelledi. Temas sırasında bağımsız olarak kapanan göz kapaklarım omurgamdan inen soğuklukla titredi. Elleri bileklerimi hızla terk ettiğinde soğukluk da kaybolmuştu. Karşımdaki oğlana baktım. Fakat gördüğüm şey yerimden sıçramama yetecek kadar garipti. Buna rağmen sakince yerimde oturmaya devam etmiştim.

 

Açık kahve gözlerinde mavi benekler vardı.

 

Hızlıca dağılıyorlardı. Şaşkınlıkla ona bakmaya devam ettim. Bu da neydi şimdi? Bana bir hastalık yeterdi. Şimdi de gündüz düşü mü görmeye başlamıştım? "Ben bunu hak etmiyorum." dedi benim yerime kendi gözyaşlarını silerken. "Bir daha lütfen bana dokunma."

 

Kafamı hızlı hızlı salladım onaylamak için. Sanırım onu rahatsız etmiştim. Kafamda dolanan on binlerce soru vardı. Ama daha fazla soru sormayacaktım. Karşımdaki bu kırılgan ve güzel adam kaldıramayacak gibiydi. Gitmem demişti. İlk defa birine gerçekten inanmak istedim. Ya da o beni çoktan inandırmıştı. Bilmiyordum. Yarın da sorabilirdim sorularımı. Diğer günler de...

 

O an bana hitap etme şeklini hatırladım tekrar. Aurora demişti bana. Neden? Diğer sorularımı erteleyebilirdim ama bunu sormazsam bu gece gözüme uyku girmeyecek gibiydi.

 

"Bana neden öyle sesleniyorsun?"

 

Bana seslenme şekli diğer her şey gibi tanıdıktı... Büyük bir memnuniyetle kabul etmiştim bu hitap sözcüğünü. Sorgulamamıştım bile. Bu yeni bir şey değildi. Bazen bazı olaylar tanıdık gelirdi bana. Yaşadığım bir olay veya koku... Deja vu gibi değildi bu his. Ne olduğunu ben de tam olarak bilmiyordum. Belki de hastalığım yüzündendi.

 

"Gözlerindeki minik renkli ışıklar yüzünden..." diye cevap verdi.

 

"Peki, neden her akşam buraya gelmeye devam edeceksin?"

 

Aynı cevabı verdi bana.

 

"Gözlerindeki minik renkli ışıklar yüzünden..."

 

İnsanlar gelir ve gider. Böyle bilirdim hep ben. Hiç gelip de gitmeyen birini görmedim. Ve kimseye de gitmemesi için yalvarmadım bunca zaman. Ama o gün gitseydin yapardım bunu. Gerek kalmadı. Sen yalvardın bana. Kalmak için... Yanımda kalabilmek için.

 

,

 

¹ Özdemir Asaf'ın "Beklemek Güzeldir." adlı şiirinden bir alıntı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%