Yeni Üyelik
7.
Bölüm

BÖLÜM 4: UNUTULMUŞ

@yellowwheat

ILGAZ

 

Unutmak mı, unutulmak mı daha çok acı verir insana? Unutan kişinin hatırlayamadığı için duyduğu üzüntü mü daha büyüktür yoksa unutulan kişinin hatırlanmak için verdiği çaba mı?

 

Uzun zamandır üzerinde çokça düşündüğüm sorulardı bunlar. Bulduğum cevaplar tabi ki de objektif değildi. Çünkü ben unutulandım. Bütün varlığımla kaybolmuştum onun zihninden. En çok hatırlamasını istediğim kişi unutmuştu beni. Bütün hatıralarımız, fısıldamalarımız, dokunuşlarımız, duygularımız... Hepsi ama hepsi gitmişti şimdi. Beraber sıkıca tutmamız gereken anılar yavaşça kaymıştı onun parmaklarından. Uçan balon misali süzülmüştü gökyüzüne. Bütün renkleri içinde barındıran o balonları avuçlarımda zorlukla tutabilmiştim. İpler bileklerime dolanmış, sımsıkı kapattığım parmaklarım yüzünden ellerimde nasırlar oluşmuştu. Bütün yaşanmışlıkları tek başıma zihnimde tutuyordum. Eskimesinler diye çok düşünmemeye çalışıyordum geçmişi. Ama onu gördüğüm an hepsi bir anda kambur sırtıma biniveriyorlardı. İşte sebebi buydu dolan gözlerimin. Onu görünce hatıralar bir bir tırnaklarını geçiriyorlardı tenime. Bazen o kadar çok acıtıyorlardı ki küçük bir çocuk gibi oturup hüngür hüngür ağlamak geçiyordu içimden.

 

Eğer bir gün tekrar bana gelecekse bu acıların benim için hiçbir önemi yoktu. Tekrar hatırlayacaksa beni bir gün, o kutlu güne kadar sırtımda ve avuçlarımda taşırdım bütün bu acıları. Fakat bazen umutlarımın hepsi doğum günü partisinde üflenen mum ışığı misali sönüveriyordu. Onsuzluğa daha fazla katlanamıyordum. O hissiz parıltılı gözlere baktıkça beni hiç hatırlamayacak, diyordum kendi kendime.

 

Derken doğum günü çocuğunun yanına başka bir çocuk geliyordu. Mumları bir kez daha yakmasını rica ediyordu ondan. Ben hayatımda hiç mum üflemedim, diyordu. İzin verir misin bir kez de ben üfleyeyim? Doğum günü çocuğu acıyordu onun hâline ve çakmağı alıp tek tek yakıyordu bütün mumları tekrardan.

 

İşte o mumları tekrar yaktıran çocuk, onun hâlâ bana bakarken değişmeyen parıltılı gözleriydi. O gözler beni bazen denize iterlerdi serinlemem için. Güneşin ışıkları dans ederdi tenimde. Ama bazen hissizlikle yaktığı bir ateş olurdum. Onun gözleri aynı anda hem beni serinletir hem de yakardı.

 

Dün geceki gibi içinde mavi benekler dolaşan hayran bakışlar yakardı bütün mumlarımı. Sonunda derdim, hatırlayacak galiba beni. Ama sonra onu kahve dükkanında gördüğüm zaman aklıma gelirdi. Yine nazikti o bakışlar. Ama onun için sadece sıradan bir adamdım işte. Daha fazlası değildi. Kahveyi hazırlamasını beklerken ellerim titremişti heyecandan. Eskisinden daha mutlu görünüyordu. En azından daha huzurlu olduğu kesindi. Ama her zamankinden daha da bensizdi. Ben de her zamankinden daha da mutsuz ve huzursuzdum.

 

Bütün uğraşlarım sonucunda ilk kez karşısına çıkabilmiştim. Bana nazikçe isteğimi sorarken ne dolan gözlerimi fark etmişti ne de titreyen sesimi. Özleminden burnumun direğinin sızladığı bu kadın bir yabancıya bakar gibi bakmıştı bana. Omuzlarından tutup sarsmak istemiştim onu. Benim ben. Hatırlamadın mı beni? Her şey tekrar o güzel zihnine düşene kadar sarsabilirdim onu.

 

Tek yaptığım kahvemi alıp çıkmaktı o kafeden. Birbirimize verdiğimiz sözler ve hayaller tıpkı siyah karanlık bir gölge gibi geldiler benim peşimden. Artık kabullenmem gerekiyordu. Neredeyse üç yıl olmuştu. Koskoca üç yıl özenle kalbimde taşımıştım hatırasını. Sadece tek bir amaç için yaşadığım o yıllar silik birer defter sayfası gibiydiler şimdi. Kalemin defterde bıraktığı kalın izler gibi özlem de kalbimde derin yaralar açmıştı. Cemal Süreyya'nın da dediği gibi özlemek ölmekten sadece iki harf fazlaymış.

 

Bu sözü geçen o koskoca süre boyunca iyice özümsemiştim. Ölmek böyle bir şey miydi? Bu dünyada beni seven tek kişi de beni unutursa ölmüş sayılmaz mıydım zaten? Nefes aldığım gerçeği yetmezdi yaşadığımı ispatlamama. Hatırlanmalıydım aynı zamanda. Yaşamak için de başka biri tarafından hatırlanmak istemiyordum. Bir tek o... Bir tek o bilsin, duysun, görsün beni. Sadece yaşamak istemiyorum. Aynı zamanda o beni yaşatsın istiyorum.

 

Şu an oturduğum bu karanlık odada saatlerimi geçirmemin nedeni de buydu zaten. İntikam eskiden hiç tatmadığım bir duyguydu. Açıkçası şu son iki seneye kadar da çok saçma bulduğum bir amaçtı. Ama bu zamana kadar bütün inkârlarını yaşamış biri olarak bunu da yaşamadan ölmeyecektim. Beni de işte bu koltukta oturtan duygu intikamdı. Benden aldıkları şeyi ben de onlardan almak istiyordum.

 

Parmaklarım klavye tuşlarının üzerinde hızla gezinirken gözlerim devasa ekranlardaydı. En ufak bir işarette yerimden kalkıp o pisliği bulmak için hazırdım. Bir daha o kesik gözlere bakabilmek adına içimde dolanan inanılmaz bir istek vardı. Ekranda yanıp sönen kırmızı ışığa diktim gözlerimi hüsran ve öfkeyle. Yine kaçırmıştım elimden. Her seferinde kıl payı yırtıyordu ama biliyordum. Bir gün... Elbet bir gün çökecektim tepesine. İşte o gün ellerimin arasında yaşamak için yalvaracaktı.

 

Hâlâ gözlerim büyük ekranda dolanırken kapının sürgü sesini duydum. Bakışlarım odaya girenin kim olduğuna anlamak için sesin geldiği tarafa kaydı. "Bu herif nereden biliyor onun peşinde olduğumuzu? Her seferinde başarısız olmaktan sıkılmaya başladım." Ellerimi sıkıntıyla saçlarımın arasından geçirdim. Gözlerim yorgunluktan kapanmaya başlamıştı. Ve üzerimde bir kırgınlık vardı. Dün yağmurun altında çok fazla kaldığım için üşütmüş olmalıydım.

 

Uraz elindeki kahveyi masaya bıraktı ve yüzümü görebilmek için kafasını hafif eğdi. Başımdaki şapka yüzümü gizlediği için tepkimi görememişti anlaşılan. "Bugün biraz ara verelim. Yarın devam ederiz." Sesimdeki değişim zar zor anlaşılıyordu ama grip olduğum kesinleşmişti artık. Ayağa kalktığımda bana verdiği kahveye uzanacağım sırada geriye doğru bir adım atarak bardağı benden uzaklaştırdı.

 

"En iyisi sen gidip biraz uyu. Ve kahveden de uzak dur." Ona tepkisiz bir şekilde bakmaya devam ettim. Benim adıma karar verilmesinden asla hoşlanmıyordum. Bunu çok iyi biliyordu. Ama iyiliğimi düşündüğü de barizdi. Bu yüzden tek bir kelime sarf etmeden adımlarımı odanın çıkışına yönlendirdim. Kartımı kapının kare kısmına uzatıp kısa bir dıt sesiyle kimliğimi onaylattığımda kapı otomatik olarak aralandı. Kartı cebime tıkıştırırken Uraz'ın sesini tekrar duydum.

 

"Merak etme kardeşim. Kuşun bir ayağı kafese girdi bile. Artık daha fazla kaçamaz." Bana umut vermek istediğini biliyordum. Yıllardır bu işte beraberdik ama hâlâ atladığı çok önemli noktalar vardı. Bu yüzden kapı kendiliğinden kapanmadan önce benim de tekrar kendime hatırlatmam gereken bir durumu kelimelere döktüm.

 

"Onu asla hafife alma Uraz. Yıllar öncesini hatırla."

 

***

Ayağımdaki botlar beyaz fayansları gürültüyle ezerken gözlerimi ulaşmam gereken odaya dikmiştim. Elimde olsa bu lânet yere asla bir daha adımımı bile atmazdım ama dikkat çekmemem gerekiyordu. Yüz ifademi sabit tutarak köşede duran sandalyelere ilerledim. Bugün de kontrolüm vardı ve bu işkencelere bir süre daha dayanmam gerekiyordu.

 

Binaya hâkim olan beyazlık yüzünden gözlerimi kısmak zorunda kaldım. Duvarlar, ışıklar, zemin... Her şey rahatsız edici derecede temiz ve ışıl ışıldı. Bu koridorlar almıştı onu benden. Sırtımı destek alabilmek için bu duvarlara yaslamış, temiz bir nefes için çıplak ayaklarımla bu fayansların üzerinde koşmuştum. Gözyaşlarımı da bu koridorlarda akıtmıştım.

 

Hatırladıklarımla öfkem tekrar gün yüzüne çıkarken kendimi yatıştırmaya çalıştım. Her yerde kameralar vardı. Benden en ufak bir şey için bile şüphelenirlerse bütün planlar suya düşerdi. Dikkatli olmalıydım. Anılar şu an en son aklıma getireceğim şey olmalılardı.

 

Gözlerim hâlâ beyaz duvarlarda gezinirken karşımdaki kapı ölüm gibi bir yavaşlıkla aralandı. Benim sıramın geldiğini anlayıp ayaklanmıştım. Kapının o ufak aralığından minik bir kızın çıktığını gördüm. Uzun sarı saçları hastane önlüğüne benzeyen giysisinin üzerine dağılmıştı. Kollarında morluklar vardı. İfadesizliğimi korumak için dişlerimi sertçe birbirine geçirdim. Bu küçük kızın görüntüsü aklıma yine burada yaşadıklarımı getirmişti. Onu da koparmışlardı benden böyle. Tedavi edeceklerini söylemişlerdi. Şu an içimde bu küçük kızı alıp buradan kaçmak gibi engel olunamaz bir istek vardı. Hatta bunu yapmak için ileri doğru bir adım bile atmıştım.

 

Beni durduran şey masum bir gülümsemeydi. Küçük kız kahverengi gözlerini gözlerime dikmiş, kendi gibi güzel bir gülümseme belirmişti yüzünde. Sanki bana güvence vermek istiyordu. Benim çok canım yanmadı. Senin de yanmayacak diyordu. Benim canım çoktan yandı çocuk, benim canım çoktan benden alındı. Ben bu koridorda öldüm ama cesedimi bulamadılar.

 

Küçük çıplak ayaklarının beyaz zeminde ilerleyişini izledim bir süre. Bizi iyileştirdiklerini sanıyorlardı ama biz içten içe çürüyorduk. İyileşmek için vazgeçtiğimiz onca şey bir süre sonra sırtımıza biniyorlardı.

 

"Benim en büyük gurur kaynağım gelmiş. Geçsene içeri." Bu sesi nerede olursam olayım tanırdım. Yüzüne bakmama bile gerek yoktu. Eskiden bu kadını asla anlamıyordum. Nasıl bu kadar kalpsiz ve bencil olabiliyordu? Aklım almıyordu. Ama artık ben de onun gibiydim.

 

Gözlerimi ayakkabılarıma dikip girdim içeri. Eğer bu kadının yüzüne bakarsam kendimi kontrol edememekten korkuyordum. Ellerim her an boğazına sarılabilirdi onu nefessiz bırakmak için. Bu yüzden gözlerimi ona değdirmeden oldukça aşina olduğum odada gezdirdim. Büyük camdan duvarın arkasında yeni cihazlar vardı. Bunlar ne içindi? Bizim üzerimizde yeni şeyler mi deneyecekti yoksa başka bir proje için miydi?

 

Bu soruların cevaplarını öğrenip iyileşenlere bildirmeliydim. Benim görevim buydu. Yeni birilerinin canı yanmadan buna engel olmalıydık. Devasa odada biraz daha gezdirdim gözlerimi ama başka farklı bir değişiklik yoktu. Her şey yerli yerindeydi. Her zaman oturduğum koltuk kablolarla doluydu. Karşımda bir sedye vardı ve geri kalanlar da kocaman bir bilgisayar sisteminden ibaretti. "Biraz erken geldim ama sorun olmaz herhâlde." dedim artık konuşmam gerektiğini fark ettiğimde. Akel oturacağım koltuğa ilerlemeye başladığında cevapladı beni. "Sorun olacağını sanmıyorum. Deneğimiz hazır mı Storm?" Odayı robotik bir erkek sesi doldurdu.

 

"Denek 20 bağlantı için hazır efendim." Akel memnuniyetle gülümseyip ilerideki sedyeyi işaret etti. Benim tek yaptığım ise öylece olduğum yerde ayakta durmaktı. Gece boyunca şeytandan bozma bir adamı aramıştım ve gözlerimi bir an olsun kırpmamıştım. Şimdi de bu kaçık kadının beni deney faresi gibi kullanmasına izin verecektim. Akel'in bakışları sorgulayıcı bir hâl almaya başladığında ben de bacaklarımı hareket ettirmeye başladım. Ayağımdaki botları çıkararak önümdeki perdeyi çektim. Sedyedeki beyaz hastane önlüğüne benzer giysiyi giymem gerekiyordu. Ne kadar hastane önlüğü gibi dursa da daha farklı amaçlar için üretildiğini biliyordum.

 

Üzerimdeki sweatshirt ve pantolondan kurtularak önlüğü giydim. Çıplak ayaklarım soğuk beyaz zemine bastığında biraz olsun rahatlamıştım. Bu yüzden onları daha çok bastırdım bulunduğum yere. Şu an en çok ihtiyacım olan şey hissizlikti. Hiçbir şey hissetmek istemiyordum. Bu bağlanma işinden nefret ediyordum. Ona acı çektirmekten nefret ediyordum.

 

"Bağlanma için son 30 dakika." Storm adındaki yapay zekâ uyarıcı bir tonda konuştuğunda artık başlamamız gerektiğini anladım. İçime derin bir nefes çekerek kapalı gözlerimi araladığımda ellerim perdeyi kavradı. Her şey onun için...

 

"Gel böyle." dedi Akel perdenin arkasından çıktığımı görünce. Kablolarla dolu koltuğa bıraktım kendimi. Aşina olduğum bir his tüm damarlarımı sardığında kolumda iğnenin delici acısını hissettim. Acı o kadar fazlaydı ki neredeyse bir dakika boyunca dişlerimi sıkmak zorunda kalmıştım. "Denek 13 ve denek 20 arasında bağ kuruldu." Storm tekrar konuştuğunda karşımdaki cam duvarda bir görüntü belirdi. Gözlerimi kapatmak istedim. Onu görmeyi her şeyden çok istiyordum ama bu şekilde değil. Böyle acı içindeyken değil.

 

Burası onun odasıydı. Etraf karanlıktı ama yatağının yanındaki küçük lambalar az da olsa aydınlatıyordu ortamı. Sonra onu gördüm. Huzurla uyuyordu. Onu en son ne zaman böyle uyurken izlemiştim? Bu görüntüyü Akel göremezdi ki ben de bulanık bir şekilde negatif renkler eşliğinde izliyordum. Yine de aşinalığım ve hayal gücüm bana yardımcı oldu. Uzun kahverengi saçları yastığına dağılmıştı. Bir eliyle başka bir yastığa sarılmıştı sanırım, dudakları da hafif aralık kalmıştı. Yaşına eklenen yıllar onu olgunlaştırmış, daha da güzelleştirmişti. Gözlerim hayranlıkla onu izledi.

 

Akel'in elleri koltukta birkaç düğmeye basınca içimdeki soğukluk daha da arttı. Peri'nin yorganını üzerine çektiğini gördüm. "Şu an ne hissediyor?" diye sordu bana. Onu ilk gördüğümden beri içimde tek bir duygu vardı. Korku... Rüyasında her ne görüyorsa bu onu çok korkutuyor olmalıydı.

 

"Korku." dedim kısaca. Aramızdaki bu bağ sayesinde birbirimizin ne hissettiğini çözebilirdik. Hatta bazen aynı şeyi biz de hissederdik. Biz birbirimizi iyileştirmiştik. Ben ona aşırı duygularımı vermiştim o da bana hissizliğini. Biz birbirimizi iyileştirdik evet ama iyileştirirken benden birçok şeyi aldılar. Onu ilk gördüğüm zaman geldi aklıma. O kadar masum ve güzeldi ki... Bir koltuğa oturmuş onu izlemiştim saatlerce. Bıraksalar günlerce izlerdim. "Duyguları net bir şekilde hissediyor musun? Bir aşırılık yok değil mi?"

 

Kafamı iki yana salladım onu onaylamak için. Soğuk artık katlanılmaz olmaya başlamıştı. Dişlerim birbirine çarpıyordu titremekten. Peri de yorgana sıkıca sarılmış uykusuna devam ediyordu. Acı çektiğini biliyordum çünkü ben de çekiyordum. Onu kurtarmak istediğimi söylüyordum ama hâlâ ona acı çektiriyordum.

 

Peri'yi aradığım süre boyunca kendime sözler vermiştim. Hemen kendimi ona anlatmayacaktım mesela. Beni tekrar tanımasına izin verecektim. Bu olanlar onun suçu değildi biliyordum. Ama beni nasıl unutabilmişti aklım almıyordu. Ben hayatımın en güzel günlerini onunla yaşamıştım. Onun da öyle düşündüğünü biliyorum. Ama kendime sürekli hatırlattığım bir şey vardı. Sabırlı olmalıydım. Beni yavaş yavaş hatırlayacaktı. Ona zaman tanıyacaktım. Asla, bir daha asla onu yalnız bırakmayacaktım. Ben bir günde sevmedim ki seni bir günde vazgeçeyim.

 

"Bu üşüme semptomuna bir çözüm bulamadığıma inanamıyorum." Kolumdaki iğne sert bir hareketle çekildiğinde damarlarımdaki acı son buldu. İğnenin az önce bulunduğu yerde koca bir morluk oluşurken rahatlama hissiyle kafamı arkama yasladım. Bizi iyileştirmişti ama bunun tabi ki de bazı bedelleri olacaktı. Yan etkiler yavaş yavaş ortaya çıkıyordu. İlki üşüme hissiydi. Bu, bağlantı sırasında daha yoğun bir şekilde ortaya çıkıyordu.

 

Birbirimize yaklaştığımızda soğukluk daha farklı hissettiriyordu. Tatlı bir soğuktu bu. Temas ettiğimizde çok daha farklı bir his oluşuyordu içimde. Damarlarımda soğuk su akıyordu sanki. Ama asla üşümüyordum. Su buzluydu ama ben yanıyordum. Hatta bazen onun düşüncelerini bile duyabiliyordum. Eğer yeterince ona ve aramızdaki bağa odaklanırsam kolayca giriveriyorlardı aklıma.

 

Aramızdaki bağdan doğan bu garip yenilikleri yaşlı kadına söylemedim. Akel'in her şeyi bilmesine asla gerek yoktu. Daha fazla bilgi daha fazla deney demekti. Ve deneyler bana sadece acı veriyordu. Beni bazen kuklası olarak gördüğünü biliyordum. Öyle sanmasını ben sağlamıştım. Gel dediğinde gelirdim, git dediğindeyse de giderdim. Unuttuğu çok önemli noktalardan biri buydu. Ben onun kuklası falan değildim. Ben onun deneğiydim. Ve bu denek gayet de her şeyin farkındaydı. İyileştirme adı altında ne tür işkencelere başvurduğunu biliyordum. En kısa zamanda tek bir tökezlemede çökecektim tepesine. En sevdiği kuklası başına yıkacaktı bu binayı.

 

"Çok da önemli bir şey değil. Eminim en kısa sürede çözersin." Bana bir cevap vermedi. Oturduğum yerden doğruldum. Bu üstümdeki iğrenç beyaz kıyafetten bir an önce kurtulmalıydım. Az önce giyindiğim yere doğru ilerlerken yapay zekânın sesi tekrar duyuldu.

 

"Denek 13 ve Denek 20 arasındaki iyileştirme başarılı. Bağlantı sona erdi." Acaba Peri'yi en son buraya hapsettiklerinde bu yapay zekâ mı yapmıştı her şeyi? Bu cihaza sızmanın riskli olacağını biliyordum ama bütün cevaplar da bu yapay zekâdaydı. İlk şüphelenecekleri kişi ben olurdum. Çoğu denek bu odaya girmezdi bile. Ben ve Peri zıt hastalıkları eşleştirerek iyileştirdikleri ilk deneklerdendik. Bütün deneyleri ilk bizim üzerimizde yapmışlardı. Sonra da gerçek hayatta sonuçlarını görmek için bizi ayırmışlardı. O zamanlar bir tek bu oda vardı. Tedavi işlemleri burada başladığı için devam ettirmişlerdi. Şimdilik hackleme işini ertelemeliydim.

 

Perdeyi kapattığım gibi beyaz önlüğü çıkardım üzerimden. Kollarımdaki morlukların sayısı artmaya başlamıştı. Gizlemek adına bir çabam yoktu ama ucube gibi görünmemek için bunların bir çaresine bakmalıydım. Sweatshirt ve pantolonumu tekrar giyip botlarımı geçirdim ayağıma. Zihnimdeki Peri'nin uyuyan görüntülerini atmak için zaman verdim biraz kendime. Derin nefeslerim başımı döndürmeye başladığında perdeyi çoktan aralamıştım. Artık eve gitmeliydim ama ondan önce görevimi yerine getirmeliydim.

 

"Bu yeni cihazlar sorunu çözmende sana yardımcı olacaktır." dedim gözlerimi Akel'e dikerek. Tepkisini izledim önce. Sakinlikle elindeki kâğıtları masaya bıraktı. Gözleri makinelerin üzerinde gezindi. Tepkisizliği sinirlerimi bozarken içimden kendimle sakinleştirici bir konuşma yapıyordum. Amacını hatırla Ilgaz. Aurorayı hatırla. Onun için yaşıyorsun.

 

"Onlar sizler için değil." Sizler derken iyileşenlerden bahsettiğini anlamıştım. Başka bir grup daha mı vardı? Az önceki kız da onlardan biri miydi? Bütün bu soruları sorarsam kesinlikle benden şüphe ederdi. Soruları sağlam bir kutuya kilitleyip dudaklarımı birbirine bastırdım. Sonra tek bir kelime dahi etmeden çıktım odadan. Beni iyileştiren kendisi olduğu için ona minnet duymamı istiyordu. İçimde ona karşı öfke ve nefretten başka bir his yoktu. Çoğu zaman Akel'in istediği gibi davranırdım. Hâlâ bana ihtiyacı vardı. Şu an asıl izlediği kişi Peri'ydi ama bunun için o makine bağlanmam şarttı. Bizi izlemek için yine bize muhtaçtı. Ben o makineye bağlanmadığım sürece Peri'yi göremezdi bile.

 

Düne kadar bu kadına çok da zarar vermeyi düşünmüyordum. Fakat onu kahve dükkanından çıkarken gördüğümde bitmişti benim için her şey. Ona yaklaşmaya yeltenmemeliydi bile. Ben yetmiyordum kadına. İkimizi birden kuklası yapmak istiyordu. Buna asla izin vermezdim. Üç yıl önce güçsüzdüm. Onlara engel olamamıştım. Artık öyle değildi. Sevdiğim kadını tek başıma koruyabilirdim. Bir daha ona zarar vermelerine izin vermeyecektim.

 

Yıllar önce onu ilk aramaya başladığımda içimde bir huzursuzluk ve korku vardı. Ya Peri'yi tekrar bulduğumda onda sevdiğim bütün şeyler uçup gitmiş olursa? Beni artık tanımadığını biliyordum. Ama onda sevdiğim şeyler de giderse ben ne yapardım? Aynen böyle düşünmüştüm. Neyse ki aurora hâlâ kendi gibiydi. Öyle olmasa bile yine ona bütün sevgimi ve şefkatimi verirdim. İkinci defa âşık ederdi bu kadın beni kendine.

 

Fakat bütün bunlara gerek kalmamıştı işte. O hâlâ kendi gibiydi. Şefkati, sevgisi, bağlılığı... Her şey yerli yerindeydi. Hâlâ gülerken ellerini dizine vuruyordu, utandığında burnunu kaşıyordu, sinirlendiğinde topuklarını yere bastırıyordu... Ve hâlâ arabalardan nefret ediyordu. Keşke bu alışkanlığı uçup gitse diye düşünmüştüm ilk fark ettiğimde. Onun bütün korkularını yeryüzünden silmek istiyordum. Ona acı veren ne varsa hepsini... Bunun için uykusuz geçiyordu zaten gecelerim.

 

Şu an gecenin dördüydü ama onunla buluştuğumdan beri en son ne zaman kafamı yastığa koyup uyumuştum bilmiyordum. Yeni gelen cihazları iyileşenlere hemen bildirmeliydim. Yarınki toplanmada buzluğa gittiğimde söyleyebilirdim. Şimdi eve gitmeliydim. Güzel bir uyku çekmeli ve bir sonraki akşamı iple çekmeliydim.

 

Binanın merdivenleri son bulduğunda adımlarımı patika yola yönlendirdim. Arabayı ağaçların arasına park etmiştim. Cebimde birkaç dakika anahtarı aradıktan sonra sonunda bulduğumda seri hareketlerle sürücü koltuğuna oturdum. Evim şehir dışındaydı. Böyle olmasını seviyordum. Bu şehir içinde yaşamak istediğim bir yer değildi.

 

Acaba bir gün evime de gelir miydi? Hep bahçeli bir ev hayal ettiğini biliyordum. Çilekler ekecekti o bahçeye. Ben de bu yüzden ormanın içinden bir ev seçmiştim onun için. Şimdilik lavantalar dikmiştim etrafa. Beni rahatlatıyorlardı. Ama o geldiğinde istediği her şeyi ekebilirdi. Lavantaları sökebilirdi de. Gıkım bile çıkmazdı. Onun bana verdiği huzurun yanında lavantalarınki hiçbir şeydi. Dün geceki mavi benekli gözlerini hatırladım. Bana eskisi gibi bakmıştı. O kadar şaşkın ve büyülenmişti ki ne kadar tatlı göründüğünden haberi bile yoktu. Burnunun ucundan öpmek istemiştim o an. En çok oradan öpmemi severdi. Narin hissettirdiğini söylerdi. Kalbi elimin altında gümbürderken beni durduran şey fısıltıyla çıkan sesiydi. Benden alıntı yapmamı istemişti. Bir kez daha kırılmıştı içimde bir şeyler. Hâlâ kırılmayan ne vardı bilmiyordum ama kulaklarımda çınlamıştı kalbimin sesi. Sen alıştırdın beni buna demek istemiştim. Sen okurdun bana bu şiir kitaplarını.

 

O kadar hatırlamıyordu ki beni... Sadece bakışları tanıyordu gözlerimi. Etrafımızda oluşan garip soğukluğu hissettiğini biliyordum. Onu yakaladığımda nasıl irkildiğini biliyordum. Dün gece bir kazaydı. Henüz ona bu mavi ışıklardan bahsetmeyi düşünmüyordum. Ama o zaten ona yaklaştığımda, dans odasında çoktan görmüştü. Dans etmeye başladığımızda mecburen bahsetmem gerekecekti. Ve bu ışıltıları yok etmemiz gerektiğinin farkındaydım. Elimde birkaç ilaç vardı. Uraz'la bunun üzerinde uzun zamandır kafa patlatıyorduk. Buzluk bu işlemleri yapabileceğimiz tek yerdi. Yarın gittiğimde gelişmeleri kendi gözlerimle görsem iyi olurdu.

 

Arabayı evin önüne park ettikten sonra eve ilerledim. Gözlerim kapanmak üzereydi. Lavanta kokuları beni karşılarken onlarca anahtarın içinden bu kapınınkini bulup kilidi açtım. Bedenim koltuğa yayıldığında derince esnemeden edemedim. Birkaç saat sonra onun karşısına dinç bir şekilde çıkmak istiyordum. Akan burnumu çektim. Kesinlikle grip olmuştum. Uyku bana iyi gelecekti.

 

***

 

Cebimde bir şey sürekli titreyip durmaya başladığında yavaşça araladım gözlerimi. Karşımdaki gri tavanı izledim bir süre kendime gelebilmek için. Derin bir nefes alıp hafifçe doğruldum. Hâlâ üzerimde bir yorgunluk vardı ama birkaç bardak kahveyle idare edebilirdim. Ayağa kalkıp mutfağa ilerledim. Sıcak suyu ısıtıcıya koyduğum gibi üst kata ilerlemeye başladım. Üzerimdekileri artık çıkarmalıydım. O hastaneden bozma yerin kokusu sinmişti kıyafetlerime. Aslında bir duş alsam hiç fena olmazdı.

 

Odamdan içeri girdikten sonra cebimde titreyip duran telefonu yatağa bıraktım. Mesajları daha sonra ayık kafayla kontrol edecektim. Banyoya girip ısınması için suyu açtım. Üzerindekileri makineye tıkıştırarak sıcak suyun altına girdim. Bütün kaslarım esnerken derin bir nefesi bıraktım buğulu havaya. Kollarıma değen sıcak su canımı feci yakmıştı ama Uraz'ın kremleri buna iyi gelebilirdi. Yarın unutmadan almalıydım.

 

Sonunda o pis kokunun beni terk ettiğine emin olunca çıktım banyodan. Saatin kaça geldiğini bilmiyordum ama güneş henüz batmamıştı. Bu da demekti ki buluşma saatimize daha vardı. Üzerime siyah bir boğazlı kazakla siyah kotumu geçirdim. Bir daha üstümü değiştirmek istemediğim için buluşmaya uygun giyinmeyi tercih ettim. Saçlarımı bir havluyla kurulayarak kendi hâline bıraktım. Bedenim özellikle kollarım oldukça yorgundu. Akan burnumu kırıştırıp hapşırdığımda içime bir titreme girdi. Sıcak bir şeyler içmeliydim.

 

Yatağın üzerindeki telefonumu alarak mutfağa ilerledim. Isıtıcıdaki suyu büyük bir kupaya doldurup tanecikli kahveyi içine boca ettim. Aslında kahveyi şekerli severdim ama ayılmamı hızlandırsın diye şeker atmadım. Kupayı elime aldıktan sonra yorgunca salona ilerledim. Artık şu mesajlara baksam iyi olurdu. Koltuğa oturmamla telefonun kilidini açmam bir oldu. Uraz'dan birkaç mesaj vardı. Yarınki toplanmayla ilgili bilgi veriyordu sanırım. Ama mesaj kutumda başka mesajlar gördüğümde onu önemsiz bulmuştum. Umut Hoca "Pandia Dans Yarışması" adlı yeni bir grup oluşturmuştu. Peri'ye karar verip vermediğini sormuş, aldığı cevap sonucunda da bize methiyeler düzmeye başlamıştı. Peri kabul etmişti.

 

Yüzümde istemsizce bir gülümseme oluşurken bana sordukları sorulara sırayla cevap verdim. Tabi önce Peri'nin numarasını kaydetmiştim. Aurora yazısına birkaç saniye bakıp kaldığımda daha önce neden numarasını bulmaya çalışmadığımı sorguluyordum. Sanırım gerek olmadığı içindi. Onun kendisini bulmuştum zaten. Akşamları iyi geceler demek için arayamayacağıma göre gerek de yoktu.

 

Müsait olduğum zamanları yazmamı istemişlerdi. Aslında her zaman boştum ama pazartesi ve cuma günleri işlerim olduğu için bu günlerin dışında boş olduğumu söyledim. Peri ise çarşamba ve pazar günleri boştu. Sonunda cumartesiyi de boşaltabileceğini söylemişti.

 

Dansın şarkısını ve hangi türde olacağını belirlemek için pazar gününden önce buluşmamız gerekiyordu. Cumartesi günü dans kulübünde toplanmak üzere sözleşmiştik en sonunda. Onlar çevrimdışı olurken ben de Uraz'ın mesajlarına geri döndüm. Toplanmayı haber veren toplu bir mesaj çekmişti. Ben de bana biraz ilaç ve merhem hazırlamasını söyledim.

 

Yakında Peri'ye bazı şeyleri anlatmam gerekiyordu. Şu an çok üzerime gelmese bile özellikle dünden sonra kafasında onlarca soru olduğunun farkındaydım. Dans alıştırmalarımıza başlamadan önce mutlaka bir açıklama isteyecekti. Olanları onlardan gizli nasıl anlatabileceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu. Peri'nin hafızasını silerken benim gidip her şeyi tekrar anlatacağımı düşünmemişlerdi. Çünkü ben de onlar gibiydim. Bilim için çalışırdım. Üzerimde her zaman beyaz bir önlük taşırdım. Bilime yeni bir bilgi eklemek benim için büyük bir onur olmalıydı. Ama o binada yapılan şeyler artık bilim adını taşıyamayacak kadar caniceydi.

 

En güvenli yer benim evimdi. Onu buraya getirmeli ve her şeyi olmasa da bilmesi gereken kısmı anlatmalıydım ona. Bilmemesi daha kötüydü. Belki bu akşam olabilirdi. Eğer ruh hâli bunu kaldırabilecek gibiyse bu gece her şeyi açıklardım.

 

Buluşma saatimiz gelene kadar biraz Pandia'da çalışsam fena olmazdı. Yeteneklerim hâlâ yerli yerinde olabilirdi ama esnekliğim gün geçtikçe azalıyordu. Bu yüzden çantama birkaç kıyafet doldurup çıkmıştım hemen evden. Üzerime deri bir ceket almıştım.

 

Arabayı çalıştırıp sürmeye başladım. Peri'nin aksine arabalarla bir sorunum yoktu fakat onu rahatsız eden her şey beni de rahatsız etme potansiyeline sahipti. Neden böyle bir alışkanlığı olduğunu tam olarak anlatmasa da geçmişte bir araba kazası geçirdiğini biliyordum. Onu anlatması için asla zorlamamıştım ve o beyaz binada beraberken konuşacak bolca zamanımız olmasına rağmen bana anlatmadıysa bir nedeni olmalıydı.

 

Kulübün önüne geldiğimde uygun bir yere arabayı park etmiştim. Üyelik kartımı çıkarıp girişte bekleyen kıza uzattım. Bilgisayarda bir şeylerle uğraşarak bana şu an boş olan bir salonun numarasını söylemişti. Ona gülümseyip teşekkür ettim. Dans etmeye çok küçükken başlamıştım çünkü annem bale eğitmeniydi. Bana evde küçük küçük dersler verirdi. Bu zamanlara bayılırdım. Dans etmek benim için nefes almanın başka bir yoluydu. Peri de küçükken başlamıştı ama o benden kat kat daha profesyoneldi. Esnekliği muazzamdı ve hareketleri çok doğal bir şekilde yapardı. O şarkıda dans etmezdi. O dans ederken şarkı ona uygun olarak çalardı. O gün onu izlerken huzurla dolmuştum. Huzur benim her zaman uykumu getirirdi.

 

Kartımı kapıya okuttuğumda hemen açılmıştı. Eşyalarımı köşeye bırakıp hızlıca ısınma hareketlerine başladım. Telefonumun zamanlayıcısını da bir saat olarak ayarlamıştım. Buluşmaya geç kalmamalıydım.

 

Isınma hareketlerinden sonra ezbere bildiğim birkaç koreografiyi tekrar etmiştim. Zaten bütün bunlar bir saatimi doldurmama yetmişti. Biraz terlemiştim. Peri'nin yanına böyle gitmek istemediğimden çantamı da alıp üst katlardaki duş bölümüne ilerledim. Birkaç dakikalık kısa bir duştan sonra tamamen hazırdım. Saçlarım mecburen dağınık kalacaktı. Daha fazla vakit kaybetmeden çıktım hemen binadan. Onu tekrar görecek olmak içimde garip bir heyecana yol açmıştı. Peri'yle yıllar boyunca aynı evde yaşasam bile bana kapıyı açtığı her seferde içimde aynı heyecanın oluşacağına öyle emindim ki. Asla bıkmazdım. Hiçbir çaba sarf etmeden sevdirivermişti kendini bana.

 

Nihayet sahile gelebildiğimde arabayı yakın bir yere park etmiştim. Heyecan beni ayık tutuyordu ama hafiften ateşim çıkmaya başlamıştı bile. Küçük titremeler bedenimde geziniyordu. Her zamanki banka oturdum. Deniz sakindi bu gece. Yağmur da yağmıyordu. Saatimi kontrol ettim. Vakit sekize yaklaşmıştı. Önce adım seslerini duydum. Asla ayaklarını yere vurarak yürümezdi. Sakince ses çıkarmadan yürürdü. Ama sahil yolundaki kumlar ayaklarının altında ezilirken biraz gürültü yapıyordu. Adımları yaklaştı.

 

Sonra rüzgâr, kokusunu taşıdı bana. Yumuşatıcı kendi güzel kokusunu baskılamıştı ama o kokuya hasret hücrelerim anında algıladılar. Kalkıp ona sarılmamak için ellerimle oturduğum kısma tutundum sıkıca. Ayakları tam önümde hareketlerine son verirken sonunda bakmak için yanıp tutuştuğum gözlerine çevirdim gözlerimi. Gözbebekleri titreşti gecenin karanlığında. O da heyecanlıydı ama ne için?

 

"Senin için." Sesi kulaklarıma dolduğunda ellerindeki kahvelere baktım bu sefer. Buzlu kahveyi bana doğru uzatmış bekliyordu almam için. Parmaklarım bardağı kavrarken ona dokunmamak adına ekstra çaba sarf ettim. Rahatsız olmasını istemiyordum. Yanıma oturup benimle beraber denizi seyretti. İşte huzur buydu. Onunla tam bu bankta oturup gecenin sessizliğini dinlemek... Kokusu burnumda, saçları rüzgârdan hafifçe dalgalanırken onunla beraber susuyorum. Uyku beni ele geçirmeye başlayınca esnememek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Derken sessizliğimizi bozdu.

 

"Nasılsın?" dedi gözlerini bu sefer üzerime dikerek. O an bu soru bana o kadar anlamlı geldi ki... Her zaman iyiyim diyerek geçiştirdiğim bir soruydu ama bütün cümleler o söylemeden önce anlamsızdı sanki. Yine geçiştirmek istedim. İyiyim, sen nasılsın demek istedim. Fakat o benim yalan söylediğimi anlardı. Her zaman anlamıştı. Şu an beni hatırlamıyor olsa bile hemen anlardı. Buna inanmaya ihtiyacım vardı belki de. Bu yüzden geçiştirmeden dürüstçe cevap verdim. "Karmakarışık." Sesim pürüzlü çıktı. Dişlerimi birbirine bastırıp kollarımı bedenime doladım. İçimdeki soğuk iyice artmıştı.

 

Gözlerinde endişe kırıntıları gördüm. Bankta hafif bana doğru dönerek yüzümü taradı. Ellerinin hareketlendiğini fark ettim. Parmaklarımın arasındaki bardağı alarak benden uzaklaştırdı önce. Görüşüm bulanmaya başlamıştı. Sol eli alnımla buluştuğunda yüzünde mavi parıltılar belirdi ama bu çok uzun sürmedi. Elini hemen geri çekmişti çünkü.

 

"Yanıyorsun sen." dedi hızla ayağa kalkarken. "Hadi seni bir hastaneye götüreyim." Kafamı iki yana hızlıca salladım. Hastane olmazdı. Tenimin altında neler olduğunu ben bile tam bilmiyorken doktorları da işin içine sokmak istemiyordum. Ayrıca çok riskliydi. "Hastane olmaz." Dişlerim hızla birbirine çarptı. " Eve... eve gidelim." Artık sayıklamaya başladığımın farkındaydım ama buna engel olacak gücü kendimde bulamıyordum. Çantasından çıkardığı bir hapı dudaklarıma doğru uzattığında ağzımı hafif araladım. Kahveyle yuttuğum haptan sonra elleri koluma sarıldı. Temas ettiğimiz için hafif bir sıcaklık etrafımı sardı. Kendimi ondan uzaklaştırmaya çalıştım.

 

Peri beni umursamadan telefonunda bir şeylerle uğraştı. "Adresini buraya yazar mısın?" Telefonu bana uzattığında güçlükle ayakta durarak kelimeleri yazdım navigasyona. "Biraz bekle tamam mı? Hemen taksi çağırıp götüreceğim seni." Yanımdan uzaklaşmaya yeltendiğinde kolunu yakaladım. "Arabam şu tarafta." Sesim fısıltı gibiydi. Parmağımla işaret ettiğim yere bakıp kolumun altına girdi. Gözlerim iyice bulanıklaşmaya başladığında mecburen ağırlığımın birazını ona vermiştim.

 

Neyse ki arabayı yakına bırakmıştım. "Geldik, az kaldı. Biraz daha dayan lütfen." Sanırım havale geçiriyordum. Bir ateşlenmenin beni bu derece yıkabilmesi biraz garipti. Benim tarif etmelerim sonunda arabaya geldiğimizde ceketimin cebinden anahtarı bularak beni ön koltuğa yerleştirdi.

 

"Üzerindekini çıkaralım yoksa daha kötü olur." O kadar telaşlıydı ki onun telaşını ben de hissedebiliyordum. Deri ceketi üzerimden çıkarmaya çalışırken sadece yüzünü izledim. Yakından daha da büyüleyiciydi. Saçları yüzümü okşadığında derin bir nefes çektim içime. Emniyet kemerimi de bağladığında kapımı kapattı. Feci şekilde titriyordum ama tek düşündüğüm bu kadının benden uzaklaşmasıydı. Koşa koşa diğer tarafa geçip çalıştırdı arabayı. Onun da elleri deli gibi titriyordu. Arabalardan bu kadar korkarken benim için direksiyona oturması kendimi suçlamama neden olmuştu. Geçen sene korkusunu yenmek için ehliyet aldığını biliyordum. Eğer arabanın onun kontrolünde olduğunu bilirse korkusunu yenebilirdi. En azından psikiyatristinin verdiği tavsiye buydu. O psikiyatrist de hastaneden bozma o lanet yer için çalıştığından biliyordum bütün bunları.

 

Telefonu klimanın altındaki bir bölmeye yerleştirdiğinde navigasyonun sesini yeni idrak edebilmiştim. Gözleri benim ve yolun arasında gidip geliyordu. Çok fazla korkuyordu. Korkusunu yatıştırmak istedim. Sağ eli vitesi artırmak için hareket ettiğinde bileğini yakaladım. Parmaklarımı parmaklarına doladım. Benim şu an hissettiğim şeyi hissetmesini istedim. Huzur ellerimden onun ellerine akarken mavi ışıltıların dolaştığı yüz ifadesi rahatladı. Elini hareket ettirip vitesi dörde taktı. Temasımızdan dolayı titremelerim azalmıştı. Gözlerim yavaş yavaş uykuya teslim olurken sayıkladım mı yoksa içimden kendi kendime mi konuştum bilmiyordum. Ama bu söz ondan almak istediğim tek sözdü.

 

"Beni bir daha bırakma."

 

,

 

 

 

 

Loading...
0%