@yellowwheat
|
GEÇMİŞ
Anne ve babasının hep yanında kalacağını düşünürdü genç oğlan. Sevgilerini her zaman en güzel şekilde gösterirlerdi çünkü ona. Lise sınavlarına girdiği zaman şehir dışında okumak istemişti Ilgaz. Ailesi biz sensiz yapamayız diyerek göndermemişti onu başka şehirlere. Anne kuzusu sayılırdı. Çok fazla dışarı çıkmazdı buraya gelmeden önce de. Ama burası artık onu boğmaya başlamıştı.
Penceresiz, bembeyaz odada yatağında hareketsiz bir şekilde yatarken tavana bakıyordu boş gözlerle. Dışarıdan gürültülü adım sesleri geliyordu. Yeni biri dahil olmuş olmalıydı gruplarına. Ilgaz yataktan kalmak istedi. Bir pencere bulmak, dışarının temiz havasını ciğerlerine göndermek için can atıyordu. İlaç kokusu nefeslerini kesmeye başlamıştı artık. Ayaklarını zorlukla yataktan sarkıttı.
Beyni aldığı ilaçlar yüzünden pelte gibiydi. Ayağa kalktığında gücünü toplayabilmek için birkaç saniye süre tanıdı kendisine. Sonunda baş dönmesi geçer gibi olunca kapıya doğru ilerlemeye başlamıştı. Dışarıdan gelen sesler artık yok olduğundan rahatça çıktı dışarıya. Çıplak ayakları soğuk zeminde sessizce ilerledi. Koridorların hepsi birbirine benziyordu. Bir süre etrafına baka baka yürümeye devam etti.
Ilgaz, geçen on dakikanın ardından bedeninde artık hiç güç kalmadığına karar vermişti. Pes edip geri dönmek üzereydi. Ama aniden gözüne bir ışık huzmesi çarptı. Bu ışık bir camdan yansıyor gibiydi ve biraz ilerideydi. Temiz hava alma isteği yorgunluğunun önüne geçmişti bile çoktan. Koşar adım o yöne doğru ilerlemeye başladı. Işık saçan büyük floresan lambalar gözlerini kamaştırmıştı. Zorlukla camın önüne gelebildiğinde ellerini yasladı sakince.
Gördüğü manzara istediği şeyden çok farklıydı. Omuzları yavaşça çökerken bakışları camın ardındaki kızda takılı kaldı. Zayıf, çelimsiz bir genç kız yatıyordu yatakta. Kollarında ve bedenin belirli noktalarında kablolar takılıydı. Oğlan gözlerini ayıramadı kızdan. Saçlarına baktı, kapalı kirpiklerine, kollarına... Üzerine ince bir çarşaf örtmüşlerdi. Bu kız gruba yeni mi gelmişti?
Solgun tenine rağmen Ilgaz kızın nasıl bu kadar güzel göründüğüne akıl erdirememişti. Beyaz teni ay ışığı gibi parlıyor, saçlarının çikolata rengi küçük yüzünü çevreliyordu. Ilgaz bu sefer kendini engellemeye çalışmadı. Gözleri kıza kilitlenmişti ama ayakları bu hayran kaldığı görüntüye daha da yaklaşmak istiyordu. Kapıyı açarak camın arkasındaki odaya girdi oğlan. Sessiz olmaya özen göstererek yatağın yanındaki koltuğa oturdu sakince. Odaya ilaç kokusu hâkimdi ama başka bir koku daha vardı. Ferahlatıcı bir kokuydu bu. Genç adam koltukta ne kadar süre oturduğunu hatırlamıyordu.
Orada bulunduğu süre boyunca kızın yanına kimse gelmemişti. Bu biraz şüphe uyandırıcıydı çünkü Ilgaz'ın odasına saat başı kontrol için illa ki birileri gelirdi. Artık gitmesi gerektiğinin farkına vardığında ayağa kalktı Ilgaz. Kapıya doğru adımlarken buğulu bir ses durdurdu onu. "Sıkıldın mı?" Oğlan sesin sahibine doğru döndü yavaşça. Kız yorgun bakan gözleriyle onu izliyordu. "Sen bunca zaman uyanık mıydın?" Kız omuz silkmek istedi ama hareketi başlattığı anda acıdan dolayı yüzünü buruşturdu. Bedeni içten içten çürüyormuş gibi bir histi bu.
"Buraya yeni mi getirildin?"
Ilgaz çoktan az önce oturduğu koltuğa oturmuş onu hayran bırakan kızla iletişim kurmak için çabalamaya başlamıştı. Kız da en az onun kadar yorgundu ama bu çocukla aynı durumda olduğunu seziyordu. Neden burada olduklarını biliyor olmalıydı. "Bilmiyorum." dedi kız zorlukla soluyarak. "Sürekli uyuttular beni. Zaman kavramını çoktan kaybettim."
Bir süre kimse konuşmadı. Kaderleri ortak bu iki genç konuşmadan birbirlerini izlediler o gece. Odasından temiz bir nefes bulmak için çıkan genç adam amacına ulaşmıştı. Bu kız bundan sonra onun nefesi olacaktı.
***
Birilerine muhtaç olmak ne demek çok iyi bilirdim. Yıllarca bir anne ve babaya muhtaç olarak yaşamıştım çünkü. Evet...İkisi de yanımdalardı ama aslında yoklardı. Karnım aç yatmamıştım hiç. Fakat çok üşümüştüm geceleri. Hissedemezdim belki ama neye ihtiyacım olduğunu, geceleri neden üşüdüğümü çok iyi biliyordum. Belki de hissedemememin sebebi de anne ve babamdı.
Onlardan küçük bir sevgi kırıntısı görebilmek için ne isterlerse hemen yapardım. Yaramaz bir çocuk olduğumdan böyle olduğumuzu düşünüyordum çünkü. İkisi her akşam kavga ediyorlardı ve gözleri asla beni görmüyordu. O yaşta onların sevgilerine muhtaçtım, öfkelerine değil. Sonraları fark ettim ki onların kalbinde bırakın bana vermeyi, kendileri için bile minicik bir sevgi yoktu. Kendini sevmeyen bir insan çevresindekileri hiç sevemezdi.
Çok muhtaç olmuştum insanlara ama ilk defa şu an biri bana muhtaçtı. Yanımdaki koltukta yüzünde huzurlu bir ifadeyle uyuyan bu adam şu an ellerimin titreme sebebiydi. Gözlerimle dikkatle yolu takip ediyor, arada da iyi olup olmadığını kontrol ediyordum. Uyumadan önce bir şeyler mırıldanmıştı, panik hâlinde olduğumdan sözlerinin ayrıştıramamıştım kafamda. Ne diye hasta hasta geliyordu buluşmaya bilmiyordum. Evde kalıp dinlenmesi gerekiyordu. Ama o hasta hâline rağmen sözünü tutmuş, yine de sahile gelmişti benim için.
Elleri parmaklarıma sarılı olduğundan arabanın vitesini artırırken biraz yavaş davrandım. Gerçekten bitkin görünüyordu, evine varana kadar uyumalıydı. Hızımı biraz daha artırdım ve navigasyonun talimatlarına uydum. Evi gerçekten uzaktı, sokak lambaları çoktan yolumu aydınlatmayı bırakmışlardı. Uzun boylu ağaçlar almıştı ışıkların yerini.
Hem araba korkum hem de Ilgaz için hissettiğim endişe yüzünden ne yapacağımı bilemez hâldeydim. Onu öyle görünce gerçekten çok korkmuştum. Hastaneyi neden reddettiğini bilmiyordum ama belki de benim gibi büyük bir korkusu olabilirdi. O yüzden çok üzerine gitmemiştim.
"Hedefiniz sağ tarafta." Navigasyonun talimatıyla hızımı azaltıp sağıma baktım. Kontrol etme ihtiyacı hissetmiştim çünkü şu an bulunduğum alanda herhangi bir canlılık belirtisi yoktu. Buraya gelirken yol kenarlarında gördüğüm evler tek tük ve yazlık tarzında olduklarından etraf oldukça ıssızdı. Yine de direksiyonu sağa kırdım ve evi görene kadar ilerledim. Uzun ağaçlar nedeniyle iki katlı evi fark edememiştim. Navigasyonun beni buraya kadar getirebilmiş olmasına şükretmeliydim sanırım. Gerçekten de bu evden başka yakınlarda herhangi bir yapı yoktu. Ama huzurlu göründüğünü inkâr edemezdim. Tıpkı hayallerimdeki gibi bir evdi.
Arabayı evin önündeki çimlik alana rastgele park ettim. Farlar kapandığından burası artık daha karanlıktı. Etraftan böceklerin seslerini duyabiliyordum. Kendi tarafımdaki kapıdan dışarı çıktım ve Ilgaz'ı içeri götürmek üzere onun kapısını açtım. Saçları kirpiklerini örtmüş, başı hafifçe yan tarafına düşmüştü. Böyle boynu ağrımış olmalıydı. Ellerimi alnına bastırarak ateşini kontrol ettim. Sahildekinden daha düşük olduğu kesindi ama hâlâ fazlaca sıcaktı.
"Ilgaz? Geldik hadi uyan." Onu kolundan hafifçe sarstım ve sesimi daha iyi duyurabilmek için kulağına eğildim. İlk önce beni görmezden geldi ve kafasını diğer tarafa çevirdikten sonra uykusuna devam etti. Görüntüsü gülümsememe sebep olmuştu ama hava soğuk olduğundan artık içeriye girmeliydik. Az öncekinden daha şiddetli bir şekilde sarstım onu. Bu sefer gözlerini yavaşça aralayarak kafasını benim olduğum tarafa çevirdi. Sevimlice gülümseyip "Hadi içeri girelim." dedim. Şaşkınca etrafını izledi bir süre. Ellerimi sağ kolunda tutup kendine gelmesini bekledim. Gözlerinin son durağı benim kahvelerim oldu.
Ben onu kolundan desteklerken sendeleyerek arabadan indi. Hızlı hareketlerle arabayı kilitledim ve kolunun altına girdikten sonra yürümesi için ona yardımcı oldum. Yoğun bir lavanta kokusu eşliğinde uzun bahçe yolunu geçtik. Hâlâ kendine gelememiş olması beni korkutuyordu. Ateş düşürmek için basit anne yöntemlerim vardı ama Ilgaz'ın durumunun geçici bir soğuk algınlığı olup olmadığı kesin değildi.
Kapısının önünde anahtarı bulabilmek adına geçirdiğimiz uzun bir süre sonrası nihayet eve girebilmiştik. Bir yandan ışıkları yakıyor bir yandan da Ilgaz'a destek olmaya çalışıyordum. Gerçekten ağırdı. Salondaki en geniş koltuğa uzanmasını sağladım. "Üzerindekini çıkarmalısın. Yoksa ateşin düşmez." dedim onu uyararak. Çünkü direkt uyku pozisyonu almıştı. Boş gözlerle beni izledi. Acaba şu an benim kim olduğumu ayırt edebiliyor muydu? Dediğimi anlayabilmesi için sözlerimi tekrarladım. "Ben sana güzel bir çorba yaparken sen de kazağını çıkar olur mu?" Bu sefer uslu bir çocuk gibi kafasını aşağı yukarı salladı. Ona şefkatle gülümsedim ve mutfak olduğunu düşündüğüm yere doğru ilerledim.
Kendi evimdeki mutfak tarzına çok benziyordu. Genellikle açık mavi renk hâkimdi ama daha fazla inceleme fırsatı bulamadım. Ilgaz'ı çok fazla yalnız bırakmak istemiyordum. Bu yüzden hızlı hareket ettim. Tavuk çorbası yapmaya karar vermiştim. Hastalandığımda canım hep bu çorbadan isterdi ve beni iyileştirdiğine inanıyordum.
Neyse ki lazım olan malzemelerin çoğu vardı evde. Sadece limon ve karabiberi bulamamıştım ama sorun değildi. Yapabileceğim en hızlı şekilde çorbayı hallettim ve altını kıstıktan sonra bir havlu arayışına girdim. Mutfakta küçük bezler vardı ama işime yarayacak gibi değillerdi. Üst kattaki banyodan minik bir havlu buldum ve onu ıslattım. Aslında duş bu havludan daha etkili bir yöntemdi ama henüz kendine gelemediğinden bu seçeneği eledim.
"Alnına koyalım." Salonun ortasındaki sehpayı Ilgaz'ın uzandığı kanepeye yaklaştırıp ağırlığımı vermeden oturdum ve havluyu alnına bastırdım. Daha temas etmeden titremişti ama iyileşmek istiyorsa buna katlanmak zorundaydı. Bir koluyla gözlerini örtmeye çalıştığında ışığın onu rahatsız ettiğini düşündüm. Bu yüzden ışıkları kapattım ve perdeleri aralayarak Ay'ın ışığını içeri davet ettim.
Az önceki yerime dönerek alnında duran havluyu bir süreliğine ondan ayırdım. Çok fazla durması başını ağrıtabilirdi. "Birazdan geçecek." diye mırıldandım titremeleri arttığında. Benim de içimde yakıcı bir soğuk oluşmaya başlamıştı ama şu an kendimle ilgilenecek zamanım yoktu. Soğuk havluyu Ilgaz'ın kollarına, boynuna ve alnına bastırarak ateşini dindirmeye çalışıyordum.
Bir anda dişleri birbirine daha sert çarpmaya başlayınca panikledim. Kendini toplayabilmek adına uzandığı yerde doğrulmaya çalıştı. Çabucak oturduğum yerden kalkıp sırtından destekledim. Ona doğru eğildiğim için saçlarım yüzümü örtmüşlerdi. Doğrulmasına yardım ettikten sonra arkasına yastık koydum. Saçlarımın onu daha fazla rahatsız etmesini engellemek için hızlıca toparladım. "Af edersin." dedim hafif geri çekilirken. Dikkatle bana bakan gözleri daha da çok telaşlanmamı sağlarken neden özür dilediğimin de bilincinde değildim. Ona yardım edeyim derken biraz fazla yakınlaşmıştım ve şu an geri çekilmeme rağmen nefesleri yanağıma çarpıyordu.
"Çok güzelsin." dedi bir anda. Kirpiklerimi kırpıştırarak bir süre duyduğum şeyi idrak etmeye çalıştım. Az önceki temasımızdan dolayı oluşan mavilikler yavaşça dağılırken kendimi ondan tamamen uzaklaştırdım. Şu an onun söylediği şeylere kanmamalı ya da sevinmemeliydim çünkü neredeyse havale geçirmek üzereydi. Gözlerimi ondan kaçırdım. "Ben çorbanı getireyim." diye mırıldandım.
Mutfağa doğru ilerlerken avuçlarımı yanaklarıma bastırdım. Yüzümün yandığını hissediyordum. Ilgaz'ın cümlesi kafamda dönüp dururken sadece çorbaya odaklanmaya çalışıyordum. Bugün neyim vardı benim? Dolapta bulduğum ateş düşürücü hap, su ve bir kâse çorbayı tepsiye yerleştirirken içimden kendime telkinler veriyordum. Umarım bu çorba ona iyi gelirdi. Sessiz adımlarla salona giriş yaptığımda Ilgaz geldiğimi fark etmedi. Havluyu kollarına bastırmakla meşguldü çünkü.
"Kendin içebilir misin, ben yardımcı olayım mı?" Sesim ona ulaştığında çoktan az önce oturduğum sehpaya dönmüştüm. Bir süre düşündükten sonra ellerini bana doğru uzattı. "O kadar yorgunum ki kollarımı kıpırdatamıyorum bile." dedi küçük bir çocuk gibi sızlanarak.
Titremelerinin geçmiş olmasına ve alay edecek derecede iyi görünmesine sevinmiştim. Tavrına gülmekle meşgulken ona biraz yaklaşıp çorbadan bir kaşık aldım. Ağzını açmış kaşığı ona ulaştırmamı bekliyordu. İştahla bütün çorbayı içtiğinde yüzümde tatminkâr bir gülümseme oluşmuştu. Bir an beğenmeyeceğinden korkmuştum çünkü.
"Al bakalım." dedim ateş düşürücü hapı ona uzatarak. Bir yudum suyla birlikte onu da yuttu. Elimi alnına bastırdım. Artık çok fazla hissedemiyordum bile sıcaklığı. "Evinde ateş ölçer var mı?" diye sordum. Hemen kafasını olumsuz anlamda iki yana salladı. Ellerimle çok anlayamadığım için dudaklarımla bakmaya karar vermiştim. Alnına doğru eğilip "İzin verir misin?" diye sordum.
Soru dolu bakışlarını bana yöneltip ne yapacağımı şaşkınca izledi. Bir tepki vermesini bekledim ama saniyeler akıp giderken hiçbir itiraz belirtisi göstermedi. Dudaklarımı alnına bastırdım. Kesinlikle biraz ateşi vardı ama durumu giderek iyileştiği için şükrediyordum. Dudaklarım teninden ayrıldığında kocaman gözlerini bana dikmiş bir adet Ilgaz karşıladı beni. Elinde tuttuğu bezi almak istediğimde bırakmadı. Gözleri şaşkınca üzerimde dolaşmaya devam ediyordu. Bir kez daha çekiştirdiğimde havluyu sakince bana verdi. Hastalanınca bir çocuk gibi davranıyordu ve bu yönünü daha önce görmediğim için gözüme sevimli gözükmüştü.
"Hadi biraz uyu." dedim elimdekileri mutfağa götürürken. Burayı da biraz dağıtmıştım ama Ilgaz uyuduktan sonra toplasam daha iyi olurdu. Tepsiyi mutfağa bıraktıktan sonra geri döndüm. Ilgaz'ın ellerini başının altına sıkıştırmış bir şekilde uyukladığını gördüm. Ben de yorgunlukla tam karşısındaki koltuğa oturdum. Yorgunluğum kesinlikle fiziksel değildi. "Sakın bir yere gitme küçük aurora. Sana anlatacaklarım var." dedi uykulu sesiyle. Ona gülümseyip dediklerini onayladım. Kirpiklerini yavaşça kapattı. Bana sesleniş şeklini seviyordum.
Anlaşılan uzun bir gece beni bekliyordu. Bu yüzden Ilgaz'ın huzurlu ifadesini izlerken İkra'ya arkadaşımda kalacağıma dair bir mesaj yazdım.
***
Ellerim korkudan titriyorlardı. Odanın karanlığında Ilgaz'ın uzandığı koltuğun hemen önüne oturmuş, yükselen ateşini düşürmeye çalışıyordum. Ilgaz koltukta uyuyakaldığından beri iki saat geçmişti ve hava iyice kararmıştı. Bu sürede on dakikada bir ateşini kontrol etmiş, üşümemesi için ona ince bir tişört giydirmiştim. Daha beş dakika öncesine kadar vücut ısısı gayet normaldi fakat şimdi birden fırlamış, cayır cayır yanıyordu. Havluyu boynuna daha çok bastırırken bacaklarım uyuştuğu için biraz kıpırdandım. Sağ elimi dudaklarına götürerek nefes alıp almadığını kontrol ettim. Ilık nefesi parmaklarıma çarptı. Göğsü hareket etmiyormuş gibi göründüğünden paniklemiştim.
Onu uyandırıp uyandırmamak arasında gidip geldiğim bir zaman diliminde kirpikleri yavaşça aralandı. Oturduğum yerde hareket etmeden ne yapacağını izledim. Gözleri odanın içinde dolaştıktan sonra gözlerime ulaştı. Dudakları sevecenlikle yukarı doğru kıvrılırken bakışlarının yumuşadığını fark ettim. İstemsizce ben de ona gülümsedim. "Ne kadar oldu? " Hareketsizliğimi bozarak bağdaş kurduğum bacaklarımı çözdüm ve dizlerimin üzerine oturdum. Böylece onu daha iyi görebiliyordum. "Kaç saattir uyuduğunu mu soruyorsun?" dedim. Elimdeki artık nemliliğini kaybetmiş olan havluyu sehpaya bıraktım. Soruma kafasını sallayarak cevap verdi.
"İki saat oldu sanırım." Önce gözleri şaşkınlıkla açıldı. Sanki bu kadar saat uyuduğuna inanamıyordu. Sonra da yüzünü buruşturdu. Bunu neden yaptığını anlamadım. Ellerim benden bağımsız bir şekilde Ilgaz'ın omzuna ve alnına uzandı. Uzun bir süredir havluyla temas hâlinde olduğumdan parmaklarım buz kesmişti. Teni sayesinde, üşüyen ellerim anında ısınırken hissettiğim endişe yüzünden ağlamak üzereydim.
Duş alması gerekiyordu ama bu şekilde girerse düşüp bir yerlerini sakatlamasından korkuyordum. Tekrar sehpanın üzerindeki havluya uzanacağım sırada Ilgaz'ın parmakları bileğimi kavradı. "Ellerin daha iyi geliyor." dedi fısıltıyla. Neredeyse ne dediğini duyamıyordum. Sıkıca tuttuğu bileğimi kendi alnına yerleştirdikten sonra diğer bileğimi de tuttu ve onu da boynuna yönlendirdi. Ona karşı koymadım. Temasımız yüzünden teninde mavilikler süzülürken soğukluğumu ona iletmeye odaklandım. Gerçekten çok fena üşütmüş olmalıydı.
Mavilikler yoğunlaşmaya başlarken Ilgaz'ın görüntüsü karşısında biraz afalladım. Fazla güzel bir manzaraydı şu an karşımdaki. Her zaman böyle şaşıracak mıydım? Aramızda bu ışıltılara neyin sebep olduğunu bilmiyordum ama anlatacağını söylemişti. Şu an etrafımda bunun sebebini bilen başka biri olmadığından ona güvenmek zorundaydım.
Parmaklarımın altındaki esmer ten alev alev yanıyordu sanki. Benim ellerimin onun ateşini nasıl düşüreceğini anlamamıştım ama Ilgaz'a iyi geliyor gibi görünüyordu. Gözlerini kapatmış, düzenli nefes alıp vermeye çalışıyordu. Ellerimi tenine daha çok bastırdım. Aradan beş dakika gibi bir süre geçtiğinde Ilgaz gözlerini aralayarak dudakları arasından derin nefes bıraktı. Ben pür dikkat onu izliyordum. Ellerimden birini ters çevirip ısısını kontrol ettim. Normale dönmüştü ama nasıl olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ilgaz'la beraberken her şeyin mümkün olabileceğine inanıyordum artık. "Şimdi daha iyi misin?" dedim parmaklarımı teninden uzaklaştırırken. "Teşekkür ederim." dedi sadece. Önemi olmadığını belirtmek için omuzlarımı indirip kaldırdım. Bir bardak su içse daha iyi hissedeceğini düşünüyordum. Bu yüzden mutfaktan getirmek üzere ayaklandım.
Nefeslerimin hızlı olduğunun farkındaydım ama ona dokunduğum için miydi yoksa çok fazla mı korkmuştum bilmiyordum. Evin her bir tarafı lavanta kokuyordu ve bu yüzden uykum gelmeye başlamıştı. Lavantanın ayıltıcı özelliğinin olduğunu sanıyordum ama demek ki öyle değildi. Bu kadar yoğun kokmasının sebebi bahçedeki bitkiler olmalıydı. Daha önce sadece parfümlerden ve yumuşatıcılardan biliyordum bu kokuyu ama gerçek bitkilerin kokusu kat ve kat daha güzeldi. Esnememi durdurmaya çalışırken bardağı Ilgaz'a uzattım.
Gerçekten kendimi yorgun hissediyordum. Ilgaz'ın oturduğu koltuğun tam karşısındakine kuruldum ve gözlerimi ona diktim. "Senin başına da dert oldum." Elleri su içtiği bardağı sıkıca kavramıştı. Genelde sürekli benimle göz göze gelmeye çalışan Ilgaz şimdi bakışlarını kaçırıyordu. Uyumadan önce söylediği şeyi hatırladım. Bana anlatacakları vardı. Bu davranışlarını anlatacaklarının zorluğu yüzünden olduğunu düşünüyordum. "Şimdi iyiysen hiçbir şeyin önemi yok." Sesim uykulu çıkmıştı. Sabah okul yüzünden erken kalkmıştım ve birkaç saattir yaşadığım olaylar beni yormuştu. Söylediğim cümlede bu kadar şaşıracak ne olduğunu bilmiyordum ama Ilgaz şaşkın bakışlarını hızlıca bana diktiğinde benden böyle bir cümle beklemediği açıktı.
Şaşkınlığını üzerinden atabildiğinde gülümsedi ve gözlerini kucağındaki ellerine dikti. Şu anki hareketleri biraz garipti çünkü ani ruh değişimleri yaşıyor gibi görünüyordu. Hafif bir öksürük sesiyle belini dikleştirdiğinde anlatacağı şeyler her neyse sonunda benimle paylaşmaya karar vermişti anlaşılan. Merakla onu bekledim. "Sana bazı şeyleri anlatmam gerekiyor." dedi net bir sesle. Az önceki hasta görüntüsünden eser yoktu şimdi. Oturuşumu bozmadan ona odaklandım ve "Dinliyorum." dedim kısaca.
Bir süre gözleri halıda gezindi. Onu bu kadar zorlayan konunun ne olduğunu gerçekten merak ediyordum. Asla benimle göz göze gelmiyordu, sürekli parmaklarıyla oynuyordu. Yutkundu ve bir çırpıda kurtulmak istiyormuş gibi söyledi cümlesini. "Seninle temas ettiğimizde mavi ışıltılar oluşuyor çünkü biz birbirimizi iyileştirdik." Duraksadı. Ben de öyle. Tepkimi görmek istedi fakat şu an ne duyduğumun bile bilincinde değildim. Anlamaya çalışıyordum ama kafam almıyordu. Kaşlarımı çattım.
"Nasıl yani birbirimizi iyileştirdik?" Açıklamasına ihtiyacım vardı. Anlamaya ihtiyacım vardı. Ilgaz ilk cümlesinden sonra diğer söylediklerinde tereddüt etmedi. Sakince açıklamaya çalışıyordu. "Sen aleksitimi hastasıydın." dedi tane tane. Kafamla istemsizce onu onayladım. Evet, eskiden öyleydim ve kazadan sonra iyileşmiştim. Bunun Ilgaz'la ne alakası vardı ve asıl önemli soru bu hastalığımı Ilgaz nereden biliyordu? Onlarca sorum olmasına rağmen sabırla onu dinlemeye devam ettim.
"Ben de senin aksine duyguları aşırı derecede yaşıyordum." dedi kendini göstererek. "Birbirimizin eksik yönlerini tamamladık. Derilerimizin altında yüzlerce rya var." Gözlerim istemsizce kollarımda gezindi. Ne ryası ne eksik yönü? "Rya da ne?"
"Küçük, yuvarlak çipler gibi düşünebilirsin." dedi sakince. Dudaklarım aralanmış, gözlerim kocaman olmuştu. Saçma sapan bir hikâye dinliyormuş gibi hissediyordum şu an. Bütün bunlara inanmak yerine şizofren olduğum gerçeğini sakince kabul edebilirdim. Ama Ilgaz'ın ciddi ifadesi beni düşünmeye itiyordu. Şu an bütün bunlara karşı tek bir savunmam vardı.
"Ben böyle bir şey hatırlamıyorum." Sesim titremişti. Onu yalanlamak değildi niyetim. Kafamda oturmayan parçaların yerlerini bulmaya çalışıyordum. Ilgaz bacaklarını koltuktan sarkıtarak öne doğru eğildi. "Anlatmama izin ver." dedi. Gözleri dolmuştu. Dudaklarımı birbirine bastırdıktan sonra kendimi sakin olmaya zorladım. Bunları dinlemek benim için hiç de kolay değildi. "Bizi denek olarak kullandılar Peri. Bir kaza geçirmişsin ve onlar da seni bulup Akis'e getirmişler. Ben de oradaydım."
Kaza geçirdiğim doğruydu. Ama bu olaydan sonra hastaneye gitmiştim ve hayatımın geri kalanını teyzemin yanında geçirmiştim. Bu bahsettiği olayların hiçbirinin bir parçası olamazdım. Ayrıca Akis dediği yer de neresiydi?
"Sen bunların hiçbirini hatırlamıyorsun. Çünkü bizi gerçek hayata göndermeden hemen önce senin anılarını sildiler." Delirmek üzereydim. Saçmalıktı hepsi. Küçüklüğümden beri doğru düzgün bir yaşantım olmamıştı ve şimdi tam da her şeyi bir düzene oturtmaya başladığım sırada bir oğlan çıkıp senin bütün hayatın yalan diyordu. İnanmakta oldukça zorluk çekiyordum. Daha doğrusu inanmak istemiyordum. Eğer bütün bunları kabul edersem inandığım, sevdiğim, yaptığım hiçbir şey gerçek değil demekti.
Yerimde daha fazla oturamayıp ayağa kalktım. Salonun ortasında bir ileri bir geri giderken ne düşüneceğimi de şaşırmıştım artık. Ilgaz'la aramızda özel bir şeylerin olduğunu biliyordum. Birbirimize dokunduğumuzda mavilikler oluşuyordu ve ona yaklaştığımda etrafımı saran gerçek bir soğukluk vardı. Ama her şeye rağmen asla böyle şok edici bir açıklama beklemiyordum. Sanki bunlar çok normal belirtilermiş gibi...
Ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. Artık sorularımı sorma vaktiydi. "Yani biz birbirimizi iyileştirdiğimiz için bu mavilikler, soğukluk... Bu hissettiğim garip şey... Öyle mi?" Ilgaz da benim gibi ayağa kalkmış, hafifçe bana yaklaşmıştı. Gözleri hüzünle parlıyorlardı. "Sana bütün bunları kanıtlayabilirim." dedi adımları bana yaklaşmaya devam ederken. Kollarını iki yana açmış, kendini bana anlatmaya çalışıyordu. Gözlerindeki yaşlar ona inanmam için önümde diz çökmüşlerdi. "Bizim gibi onlarca insan var aurora."
Artık ben de bütün sakinliğimi kaybetmiştim. Ilgaz gibi benim de gözlerimden yaşlar akıyordu. Ağlıyordum. Geçmişime ağlıyordum. Bu zamana kadar gerçek sandığım kişilere, olaylara ağlıyordum. Güzel olan bütün anılarıma ağlıyordum. Bilinmezliğime, darma dumanlığıma ağlıyordum. Ben aslında ben değildim. Karşımdaki oğlan bana bunu göstermişti. Ona inanmamam gerekiyordu belki ama bir tarafım aslında bugüne kadar bir şeylerin çok yanlış ilerlediğinin farkındaydı sanki. Ilgaz'ın bana tanıdık gelmesi bile bir şeylerin kanıtıydı benim için.
Bu oğlan benim umudum olmuştu çünkü bunca zaman kalbimin bu kadar canlı olduğunu hiç hissetmemiştim. Hayatımdaki garipliklerin son bulduğunu düşünmüştüm. Genelde insanlarla arkadaşlık ilişkisinden başka bir seviyeye atlayamazdım. Anne ve babam gelirdi hemen gözlerimin önüne. Ama Ilgaz'ı gördüğüm anda hissettiğim o güven ve tanıdıklık sonunda bundan kurtulduğumu düşündürtmüştü bana. Demek ki ben de diğer kızlar gibi birilerinden hoşlanabiliyordum, sevebiliyordum. Bunu keşfetmemi sağladığını düşünüyordum.
Ama şimdi umudum olan bu çocuk bana bütün hissettiklerimin çip benzeri şeyler yüzünden olduğunu söylüyordu. Aramızdaki bu garip duygunun bütün sebebi çiplerdi. Omuzlarım fark ettiğim şeyle çökerken yanaklarım gözyaşlarım tarafından tamamen sırılsıklam olmuşlardı. Salonun tam ortasında dikilmeye devam etmekte kararlıydım ama Ilgaz usulca bana yaklaştı ve elleriyle yanaklarımı kavrayıp dikkatimi ona vermemi sağladı. Sadece izin verdim. Bana gerçekleri verdiğini sanırken aslında büyük bir boşluğa atan bu oğlanın beni tutmasına izin verdim. Sahi seçme şansım olsaydı gerçekleri tekrar öğrenmek mi isterdim yoksa Ilgaz'ı hiç tanımamış olmayı mı seçerdim?
Az öncekine oranla aklımdaki sorular kafamın içinde dolaşmayı bırakmış usulca havada asılı kalmışlardı. Dolu gözlerle Ilgaz'ı izledim. O ise yanaklarıma avuçlarını yasladı. Parmakları özenle gözyaşlarımı sildi. Gözlerim kendiliğinden kapanırken yine onun etki alanına girdiğimi fark ettim. Bütün bunları niye yapıyordu?
"Yani şimdi bu hissettiğim şey ryalar yüzünden mi?" dedim fısıltıyla. Gözlerim kapalı, kulaklarımda onun nefes sesleri varken yanaklarımdaki baskı arttı. Gözlerimi usulca araladım ve tişörtünden açık kahvelerine çıkardım bakışlarımı. Yine ve yine yüzünde mavi ışıltılar dolaşırken nefes kesici gözüküyordu. "Hissettiğin şey ne aurora?" Son kelime hoş bir melodiyle kulaklarımı doldurdu. Tanıdıklık hissi tekrar sardı etrafımı.
"Bana dokunduğunda..." duraksadım. Nefeslerim boğazımı yakıyordu. "Hissettiğimiz bu şeyden bahsediyorum." Sözlerime hiçbir tepki vermedi. Sorumu onaylamasından ölesiye korkuyordum. "Senin de hissettiğini biliyorum." dedim sözlerimi devam ettirerek. Bu hissettiğim şey tek taraflı olamazdı. Olmamalıydı.
Tepkisiz ifadesini korumaya devam ederken ellerinin yanaklarımdan uzaklaştığını hissettim. Onun yerine saçlarımı gözlerimin önünden çekerek omuzlarımdan sarkıttı. Saç tellerime dokunduğunda bile bu maviliklerin oluşması gerçekten sıra dışıydı. Gözlerimi yemin etmiş gibi onunkilerden çekmezken kalbim deli gibi atıyor, nefeslerimi kesik kesik yapıyordu. Az önce ateşler içinde yatan kişi Ilgaz değildi de bendim sanki. Önümde bütün heybetiyle dikilmiş, açık kahve gözlerini bana dikmişken artık hissettiğim şeyin çipler yüzünden olduğunu söylese bile inanmazdım.
Bir adımını bana doğru attı. Ne yapmaya çalıştığını kestiremediğimden olduğum yerde beklemeye devam ettim. Neredeyse burunlarımız birbirine değeceklerdi. Üzerime doğru bir adım daha attığında refleks olarak geri çekildim. Biraz gergin hissetmeye başladığımda ellerimi pantolonumun iki yanına yapıştırdım. Ne yapmaya çalışıyordu?
Bir bir geri çekilirken sonunda sırtımın bir yere çarpacağını biliyordum ama bu kadar çabuk olmasını beklememiştim. Düşmemek için ellerimle arkamdaki sandalyeye tutundum. Ilgaz kafasını bana doğru eğdi ve sağ kulağıma yaklaştı. Evdeki lavanta kokusu başkaydı, Ilgaz'ın üzerinden yayılan lavanta aroması bambaşkaydı. Bu bitkiler yüzünden yorgunluğum artmaya devam ederken beni dinç tutan tek şey Ilgaz'ın fısıltısıydı.
"Kalbinin böyle atmasının tek sebebi benim. Ryalar değil." Fısıltısı tüm hücrelerimde dolaştı. Ellerim pantolonuma daha çok yapışırken avuçlarımın terlediğini fark ettim. Kalbimin gümbürtüsü kulaklarımı sağır etmişti. Benden uzaklaştığını hissettiğimde ne zaman kapattığımı bilmediğim gözlerimi araladım. Dikkatle bana bakıyordu. Bir sonraki hamlesinin ne olacağını düşünmekle meşgulken bu gece hayatımın bilmem kaçıncı şokunu yaşadım.
Ilgaz'ın sesi kafamın içinde yankılandı.
"İnan bana, güzel aurora. Buna çok ihtiyacım var." Bu telepati miydi?
Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. Artık soru sormaktan yorulmuştum. Ama Ilgaz açıklamaktan yorulmamıştı. "Bu cümleyi duyman ise tamamen ryalar yüzünden." Hipnotize bir şekilde onu izliyordum. Ne yapacağımı ne söyleyeceğimi ne tepki vereceğimi bilmiyordum. Ilgaz bir adım geri çekildikten sonra sol kolumu kavradığında da hiçbir tepki veremedim. Artık sadece soğukluğun beni içine çekmesini ve uyutmasını istiyordum.
Tişörtümün kolunu hafifçe kaldırdığında orada olduğunu bildiğim kocaman bir morluk karşıladı beni. Bu şaşırtmamıştı ama Ilgaz da kendi kolunu gösterdiğinde yüzümü buruşturmaktan kendimi alamadım. "Buralar ryaların yerleştirildiği yerler." Kolunda bir sürü morluk vardı. Benimkinin aksine irili ufaklı derisi boyunca dizilmişlerdi. Çok acıyorlar mıydı? Parmaklarım yavaşça tenine dokundu ve morlukların üzerinde gezindi. "Neden sende daha fazlalar?" diye sordum.
Gözleri ikimizin kollarında gezindi. Az öncekinin aksine yüz ifadesi daha üzgündü. "Her ayda bir kontrolüm oluyor." diye açıklamaya başladı. Dediğim gibi açıklamaktan asla vazgeçmiyordu. "Seni izlemek için bana ihtiyaçları var ve bunu yaparken de bu morluklar oluşuyor işte. Hastalıklarımızın iyileşip iyileşmediğini kontrol ediyorlar."
Bu iş sandığımdan daha karmaşıktı. Ilgaz bana anlatana kadar birileri tarafından izlendiğimi bile bilmiyordum. Bu gerçekten korkunç bir şeydi. Bahsettiği kişiler kimdi bilmiyordum ama onlar benim hafızamı tamamen silmiş, yerine başka anılar eklemişlerdi. Durum şimdilik böyle gözüküyordu. Ayrıca Ilgaz'a her ay acı çektiriyor, beni kafesteki bir deney faresi gibi izliyorlardı ve bütün bunlara da iyileştirme adını veriyorlardı öyle mi?
Bugünkü sorgulama kotamı doldurduğumu düşünüyordum. "Bana bütün bunları kanıtlayabileceğini söyledin değil mi?" Sırtımı arkamdaki duvara iyice bastırmış soğukluğunun beni ayıltmasını dilemiştim. Sağlıklı düşünebilmek için Ilgaz'dan biraz da olsa uzak dursam iyi olacaktı ve şimdilik sağlayabildiğim mesafe bu kadardı. Uzaklaşmaya çalıştığımı fark etmiş olacak ki bana yardımcı olarak biraz daha geri çekildi ve "Hemen yarın kanıtlayabilirim." dedi hızlıca. Bunu için hevesli görünüyordu. Kafamı aşağı yukarı sallayarak onayladım onu.
Soracağım binlerce soru vardı ve hepsini bir geceye sıkıştırmak imkânsız görünüyordu. Ayrıca daha fazla cevabı da kaldırabileceğimi sanmıyordum. Bu yüzden Ilgaz'ın bana göstermesine izin verecektim. "O zaman yarın..." dedim yorgunca. Omuzlarım çökmüş, saçlarım darmadağınık olmuşlardı. Gözlerim uykusuzluktan ve ağlamaktan şişmiş, tenim koyulaşmış olmalıydı. Kesinlikle berbat hâldeydim. Hayatımın bir yalandan ibaret olduğunu öğrendikten sonra gerçekten nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. Sadece uyumak istiyordum.
"Biz..." dedim aniden. Aklıma bir şey takılmıştı ve daha önce düşünemediğim için kendime kızmakla meşguldüm. "Nasıl dans edeceğiz?" Birbirimize dokunduğumuzda mavi birer ışık topuna dönüşüyorduk ve dans sırasında partner olduğumuza göre elbette temas edecektik. Hayatım gibi hayallerimin de mahvolmasını istemiyordum. "Bunun bir çaresine bakacağım. Yarın daha detaylı bahsederim." İçime su serpilirken bir iki adımımı kapıya doğru atmaya çalıştım. Eve gitmeliydim. Ve yumuşacık yastığımda huzurlu bir uykuya dalmalıydım. "Yorgun gözüküyorsun aurora."
Kesinlikle öyleydim, şu an auroralığım falan kalmamıştı. Patlamış bir sokak lambası gibiydim. Adımlarımı az öncekinden daha hızlı hâle getirerek hedefe kilitlendim ve dalgınca kapıya ilerledim. Bileğime dolanan buz gibi bir el olmasa çoktan evden çıkmış olurdum. Bu adam az önce yanmıyor muydu? Neden şimdi bu kadar soğuktu?
Saçlarımın arasından enseme doğru süzülen bir nefes hissettim sonra. Uyku ve uyanıklık arasında gidip geldiğim şu anda, yere yığılmamak için kendimi zor tutuyordum. "Bugün burada kal küçüğüm." dedi nefesin sahibi. "Odamı sana vermekten onur duyarım." Fısıltı şeklinde olan sesi bana hoş bir melodiyi andırırken kapanmak üzere olan gözlerimin üzerindeki hâkimiyetimi kaybetmeme sebep oldu. Kirpiklerimi daha fazla açık tutamadım.
Sonunda uykuya kavuştuğum için dudaklarım mutlulukla kıvrılırken bedenimin havalandığını hissettim. Az önceki sesin sahibi beni nazikçe kucakladı. Kapalı gözlerime rağmen düşmemek için kollarımı bu lavanta kokulu adamın boynuna doladım. Başımı huzurla göğsüne yasladım. Bir şeyler mırıldanıyordum ama bunların gerçek birer sözcük olduğundan bile şüpheliydim.
Bayılacakmış gibi hissettiğim birkaç saniyenin ardından baş dönmem arttığında üzerime doğru bir karanlık süzüldü. O koskoca siyahlığın beni sarmasına izin verdim. Acaba rüyamda yine garip şeyler görecek miydim?
,
|
0% |