@yellowwheat
|
GEÇMİŞ
Kız yine aynı yerdeydi. Merdiven basamaklarının soğuk zeminine oturmuş, sırtını duvara yaslamıştı. Yaklaşık bir saat önce yeni bir deneyden çıkmıştı. Bu yüzden kendini bitkin hissediyordu. Olanların kendisini neden bu kadar yorduğunu henüz anlayamamıştı.
Ilgaz'ı en son birbirleriyle eşleştiklerinde görmüştü. Oğlan ona buraya gelmesini söylemişti ama biraz geç kalmıştı Peri. Çünkü onu Ilgaz olmadan bir kez daha test etmek istemişlerdi. Duygularında belli bir değişim olduğu kesindi. Şimdilik yaşadığı iki duyguyu da oldukça yoğun ve gerçek bir şekilde hissetmişti. Korku ve endişe... İlk kez kendi başına o koca odada bulunduğu için de olabilirdi bu. Asıl önemli olan eski yaşantısını düşündüğünde oluşacak duygularıydı. Ve şu ana kadar olabildiğince bundan kaçınmıştı.
Odanın aydınlandığını fark etti genç kız. Omzunun üzerinden gizli kapıya doğru çevirdi gözlerini. Sonunda Ilgaz gelmişti. Oturduğu yerden kalkarak oğlanı daha iyi görebilmek adına bir iki adım öne çıktı. Ilgaz kapıyı tamamen kapattığında ortam tekrar eski karanlığına geri döndü. Onun da üzerinde kızınkine benzer beyaz bir hastane önlüğü vardı. "Bir sorun mu çıktı?" diye sordu Peri. Normal şartlarda Ilgaz asla geç kalmazdı.
Ilgaz adımlarını tam Peri'nin önünde durdurup gözlerini sevdiği kıza dikti. Kendinden çok onun iyi olup olmadığını merak ediyordu. Sanki hâlâ o günkü çığlıkları kulaklarındaydı. "Başımda beklediler bir süre. Odadan çıkamadım." Peri içinde tuttuğu sıkıntılı nefesi dudaklarından serbest bıraktı. Ona bir şey olmasından endişelenmişti ama neyse ki Ilgaz gayet iyi görünüyordu.
"Beni tekrar aldılar. Ne için olduğunu bilmiyorum. Kan verdim sadece." Ilgaz ilgiyle kızı dinledi. Başından beri bu olayın onlar için kötü sonuçlar doğuracağını tahmin ediyordu ama şu an için eli kolu bağlıydı ve biraz beklemeyi seçmişti. Sonuçta bu iyileştirme işlemini yapanlar kendileri için yapıyorlardı. Mutlaka bir çıkarları olmalıydı.
Ilgaz neden Peri'den kan aldıklarını düşünürken kız ona bir adım daha yaklaşmıştı. "Sen nasıl hissediyorsun? Bir farklılık var mı?" Oğlan kafasındaki soru işaretlerini bir kenara atarak bu soruyu düşündü. O andan beri anormal bir şey fark etmemişti ve duygularını kolaylıkla yönetebiliyordu. Bazen o da Peri gibi bunun bir mucizeden ibaret olmasını diliyordu. Keşke öyle olsaydı.
"Bence işe yaradı." dedi kısaca Ilgaz. Sesi tekdüzeydi. Kafası oldukça karışıktı çünkü. "Bu harika bir şey değil mi?" dedi Peri ışıltılı gözleriyle. Aslında o da bu olayın bu kadar basit bir şey olmadığını biliyordu ama bütün sorunlardan bu şekilde kurtulmayı seçmişti. Sadece göz ardı etmek istiyordu. Ilgaz ise olayların üstüne gitmek ve bunlardan sonsuza dek kurtulmak için çabalıyordu. İkisinin anlaşamadığı nokta burasıydı.
Kız yavaşça elini kaldırdı. O güzel mavi ışıltıları tekrar görmek istiyordu. Beklentiyle Ilgaz'a dikti gözlerini. Oğlan birkaç saniye Peri'nin ne yapmaya çalıştığını anlamak için öylece bekledi. Ama hemen sonrasında sağ eli kızın havadaki parmaklarına doğru uzandı. Peri elini hareket ettirerek parmaklarını tam ortada kenetledi. Odanın duvarları anında mavi ışıltılarla aydınlandı. İkisi de şaşkın bakışlarla birbirlerini izlediler. "Neden bu kadar güzel?" dedi Ilgaz kısık çıkan sesiyle. Peri hiçbir cevap vermeden parmakları üzerine çıkarak alınlarını birleştirdi. "Peki bu soğukluk normal mi?" diye sordu aradan biraz zaman geçtiğinde.
Ilgaz daha yeni fark edebilmiş gibi kısılmış gözlerini iyice kapattı ve aralarındaki bu hisse odaklanmaya çalıştı. Soğuktu ama aynı zamanda ayık tutuyordu. Ve garip olmasına rağmen iyi hissettiriyordu. Oğlan gözlerini biraz aralayarak karşısındaki güzelliğe baktı. Gözleri kapanmış huzurlu bir ifadeyle öylece duruyordu. Mavilikler yüzündeki damarlarda süzülüyor gibi görünüyordu. Birleşik olmayan elini kızın yüzüne yaklaştırdı yavaşça. İşaret parmağını yanağına bastırdı. Mavilikler hemen parmağının bulunduğu yere hücum etmişti. "Vay canına." dedi şaşkınlıkla Ilgaz. Bu durumdan korkması mı gerekiyordu? Bu kadar büyüleyici bir şeyden korkabilir miydi?
Peri gözlerini hafif aralamış neler olduğunu anlamak ister gibi Ilgaz'a bakıyordu. Aralarındaki soğukluk yüzünden hafifçe titredi birden. Ilgaz temaslarından dolayı bunu hemen hissetmişti. Az önce yanağına uzanan elini bu sefer kızın beline doladı ve biraz daha kendine çekti. Acaba şu an da elinin altında toplanmışlar mıydı?
Peri boynunu geriye atarak yakınlıklarından dolayı oluşacak bir teması engelledi. Ilgaz'ın dudakları gözlerinin önünde duruyordu. "Ne yapıyorsun?" dedi heyecanla. Sesinin titrememesine şükrediyordu o an. Ilgaz'ın ani hareketi onu şaşkına çevirmişti.
Ilgaz zaten yakın olan yüzleri arasındaki mesafeyi biraz daha daraltarak "Bir şey denemem lazım." dedi. Gözleri anlık olarak kızın pembeliklerine kaymıştı. Peri nabzının hızlandığını hissetti. Birleşik olan ellerini birbirinden ayırdı ilk önce. Sonra zarifçe Ilgaz'ın omuzlarına yerleştirdi parmaklarını. Kafasını biraz daha kaldırdı. Ilgaz kendi kontrolü dışında tamamen kızın dudaklarına odaklanmış bir şekilde öne doğru hareket etti. Aralarında sadece birkaç santim varken Peri fısıltıyla söylendi. "Bunu sadece denemek için mi yapıyorsun?"
Ilgaz dudaklarına değen nefesten dolayı gözlerini az kalsın kapatacaktı ama bir an olsun bu kızın güzelliğinden mahrum kalmak istemiyordu. Kendini kontrol etmeye çalıştı. "Karşında nasıl olduğumu görmüyor musun?" dedi bariz bir olayı açıklar gibi. "Sence sadece denemek için mi yapıyorum?" Peri neredeyse bu cümleyi duyamıyordu. Ilgaz o kadar kısık bir sesle söylemişti.
"Bilmem. Şu an oldukça..." duraksadı Peri. Gözleri karşısındaki oğlanı süzdü. Tam cümlesine devam edecekken lafı sıcak bir baskıyla bölündü. Ilgaz'ın sabrı oldukça sınanmıştı ve işte buraya kadardı. Oğlan dudaklarını sevdiği kızın pembeliklerine bastırdı hızlıca. Dudaklarından yayılan bir soğukluk hızlıca ikisinin de yanaklarını sardı.
Aynı anda şokla geri çekildiler. Ilgaz kızın belindeki ellerini, kendi yanaklarına sardı hızlıca. Peri de bir iki adım geri giderek çıplak ayaklarını zemine daha çok bastırdı. "Bu da neydi?" dedi Peri. Hâlâ şokta gibiydi. Farklı bir histi bu. Yanaklarına birer buz küpü yerleştirmişlerdi sanki. Ama aynı zamanda da yakıyordu. Ilgaz kafasını iki yana salladı. Bilmiyorum demek istemişti ama dudakları hareket etmeyi reddediyordu. Kız bir iki adım daha geri gitti ve sırtını destek almak ister gibi duvara yasladı. "Bu biraz garipti." dedi oğlan. Kızın dudaklarının hissi hâlâ kendi dudaklarındaydı. Kısacık bir andı fakat fazla güzeldi.
Peri kafasını belli belirsiz aşağı yukarı salladı. Gözleri oğlana kilitlenmişti. Ona her geçen gün daha da çok bağlandığını biliyordu. Eğer bundan bir gün kurtulması gerekirse nasıl yapacağına dair bir fikri yoktu ve o günün gelmemesi için her şeyini verebilirdi. Ilgaz'dan asla, ne olursa olsun vazgeçmek istemiyordu. Onlar birbirlerini iyileştirmişlerdi. Asla ayrılmamalılardı. Kız bunu kaldıramazdı.
Peri istemsizce belini duvardan ayırdı. Çıplak ayakları soğuk zeminde seri bir şekilde hareket etmeye başladı. Gözleri sevdiği adamdaydı. Ellerini Ilgaz'ın boynuna dolamadan önce dudakları üzerine hayatı buna bağlıymış gibi fısıldadı. "Ne olursa olsun beni sakın bırakma." Ve dudakları bir kez daha oğlanın dudaklarını örttü.
Ilgaz ellerini hemen Peri'nin beline sardı ve kendine çekti sıkıca. Dudakları yavaşça hareket etti. Ilgaz Peri'ye birkaç saniye müsaade etti onu öpmesi için. Kız oğlanın alt dudağına bir öpücük kondurdu ve geri çekilmek için hamle yaptı. Ama Ilgaz son anda kızın boynuyla yanağı arasındaki bölgeye avcunu yasladı. "Söz." dedi gözleri dolu dolu. "Seni her zaman böyle sıkıca tutacağım."
Sözlerini doğrulamak ister gibi kızı sıkıca sardı ve yanağındaki elinden destek alarak dudaklarını büyük bir tutkuyla öptü. Peri yanaklarından bir yaşın aktığını hissetti ama kimin gözyaşı olduğunu çözemedi. Tamamen onu tutan ellere odaklanmıştı.
Belki bir saniye belki de bir dakika... O muhteşem soğukluğa teslim olan kadar... Peri güvende hissetti, onu tutan bu kolların arasındayken kimse ona zarar veremezmiş gibiydi. Ilgaz evinde olduğunu düşündü, sonunda aradığı o rahatlatıcı hissi bu kızda bulduğu için kendini şanslı hissetti. Yavaşça geri çekildiklerinde Peri ellerini tutunduğu omuzlardan çekmedi. Yanağında nazikçe gezinen parmaklar yüzünden uykusunun geldiğini hissediyordu. İkisi de geçen dakikaları umursamadan bir süre öylece dikildiler. Tam artık gitme vaktinin geldiğine karar vermişlerdi ki koridordan birkaç ses duyuldu. "Sen sağ tarafa bak. Sen de sol. Hadi çabuk!" Bir erkek sesi bütün koridoru inletmişti.
Ilgaz hızlıca kızın kolunu kavrayıp merdivenlere sürükledi. Peri endişeli bir sesle sordu. "Ne oluyor?" Ilgaz işaret parmağını dudaklarının üzerine yerleştirerek ona sessiz olmasını işaret etti. Tıkırtılar ve emir sesleri artarken bulundukları sığınağın gizli kapısı gürültüyle açıldı. Oğlan kollarını kıza dolayarak onu görünmez kıldı. Sert adımlar beton zeminde hareket ettiğinde kız telaşla bulunduğu yerden çıkmaya çalışmıştı. "Peri burada olduğunu biliyoruz. Şimdi çabuk ortaya çık." Gür bir erkek sesi soğuk odada yankılanırken Ilgaz kafasını hızlıca sağa sola sallıyordu. Peri çoktan kararını vermişti. Eğer çıkmazsa Ilgaz da yakalanırdı ve belki de birbirlerini deneyler dışında bir daha göremeyebilirlerdi.
Peri yavaşça ellerini Ilgaz'ın yanaklarına yerleştirdi. "İyi olacağız." dedi fısıltıyla. Oğlan hâlâ kafasını olumsuzca sallıyordu ama başka çıkış yolu da bulamıyordu. Kızın gözlerinin dolmaya başladığını fark ettiğinde "Onlara sakın soğukluğun değiştiğinden bahsetme. Sadece duygularının düzenli olduğunu söyle. İkimiz arasındaki hiçbir şeyi bilmemeliler. Anladın mı aurora?" Kız hızlıca onayladı onu.
"Güzel." dedi Ilgaz kızın burnunun ucunu öpmeden önce. Peri bir süre cesaretini toplamayı bekledi. "Burada kal." dedi yerinden doğrulurken. Bu adama olan sevgisi onun başına bir gün bela açacaktı. Biliyordu. Ama asla ondan vazgeçemezdi. O belayı ikisi halletmek zorunda kalacaklardı.
Kız adımlarını hızlıca merdivenlere yönlendirdi. Sesleri duyan görevliler ona doğru hızla yürüdükten sonra kollarından yakaladılar. Peri nedense bu durumu komik bulmuştu. Zaten kendi ayaklarıyla onlara teslim olmuştu çünkü.
Ilgaz olduğu yere sinerek ses çıkarmamaya çalıştı. Peri'yi gözlerinin önünde alıp götürmüşlerdi ama tek yaptığı burada sessizce oturmaktı. Bir korkak olduğunu düşünüyordu o an. Elleri iki yanında yumruk olmuştu. Gizli kapının kapandığını anladığında oturduğu yerden hafifçe kafasını uzattı ve odayı taradı. Herkes gitmişti. Biraz daha burada durması gerektiğini düşündü.
Ama hemen sonrasında arkasından kendi adının seslenildiğini duydu. Gözleri temkinli bir şekilde o tarafa dönerken bir fener ışığı yolunu aydınlattı. "Ilgaz." dedi tekrar aynı ses. Oğlan dikkatlice olduğu yerden kalkarak ışığa doğru hafifçe birkaç adım attı. Yukarıda küçük bir havalandırma peteği vardı ve ışık o bölmeden yayılıyordu. Orta yaşlarda bir adam ızgarayı elleriyle bulunduğu yerden kaldırdı.
Ilgaz bu adamı bir iki defa deneyler sırasında görmüştü. Şu an fena hâlde yakalanmış mıydı yoksa şans yüzüne mi gülmüştü kestiremiyordu. "Acele et. Tekrar gelecekler." Adam nasırlı elini Ilgaz'a doğru uzattı. Bir karar vermesi gerekiyordu. Belki de hayatında verdiği en önemli ve hızlı karardı bu. Aradan çok zaman geçmeden Ilgaz bu yaşlı adamın elini sıkıca tuttu ve onu havalandırma borusuna çekmesine izin verdi. Ona en doğru gelen yolu seçmişti ama en iyi seçeneğin bu olup olmadığını zaman gösterecekti.
***
Hayatta çaresiz hissettiğim birçok anım oldu. Çoğunda da bana ailem olduklarını söyleyen kişilerin yanındaydım. Ancak şimdi içinde bulunduğum şu an, beni oldukça yaralayan bu olaylardan çok daha çaresiz ve kırılgan hissettiriyordu. Tam arkamda bulunan saatin tik tak sesi odadaki tek gürültü olmasına rağmen sanki büyük bir kalabalığın içinde gibiydim. Birçok ses vardı ama hiçbiri de bana ait değildi. Üzerinde oturduğum deri kahverengi koltuk oldukça rahattı. Bana sorsanız dışarıdaki yağışlı havada çimlerde oturmayı yeğlerdim. İçimdeki huzursuzluk ve korku her geçen saniye daha da artıyordu.
Hafızamda dolanan bazı olaylar yüzünden buradaydım. Onlardan kurtulmak istediğimden başlamıştım bu işe. Artık ben de arabalara rahatça binebilmek istiyordum. Anne ve babamı sadece anılarda hatırlamak istiyordum. Yaşadığım her kırıcı olayda annemin aklıma gelmesinden, biri sesini yükselttiğinde gözlerimin dolmasından nefret ediyordum. Ama anlaşılan bazı olaylar bizzat yaşarken değil, onları hatırladığımızda daha çok acı veriyordu.
Babam bana ve anneme bağırdığında karşısında dimdik dururdum. Ya da annem beni yine hayal kırıklığına uğrattığında ağlamayı bırakın gözlerimi bile kırpmazdım. Ancak bütün bu yaşanmışlıkları yeni psikiyatristime anlatmak zorunda kaldığım şu anda babamın gür sesi ve annemin balkonda oturan görüntüsü en net şekliyle benimleydi. Hepsi de hiç acımadan boğazıma dizilmişlerdi. Sürekli yutkunuyordum bu hissin geçmesi için ama asla işe yaramıyordu. Tekrar anlatmak bana yaşamaktan daha çok acı çektiriyordu.
Biraz olsun gevşeyebilmek için gözlerimi ellerimden çekerek krem rengi duvarlarda gezdirdim. Yeni doktorum önündeki kâğıtlarla meşguldü ve nasıl kıvrandığımı görebildiğinden emin değildim. Durum böyleyken bana nasıl yardım edebileceğini sorguladım. Yine sadece ilaç verip beni eve mi gönderecekti?
"Peri Karaay. Anne ve babanı senin de bulunduğun bir trafik kazasında kaybettin ve bir süre hastanede yattıktan sonra teyzenin yanında kaldın. Bu yüzden araba kokularından rahatsız oluyorsun ve eskiden aleksitimi hastasıydın. Doğru mu?"
Bütün söylediklerine başımı aşağı yukarı sallayarak karşılık verdim. Bunlar eski doktorumdan edindiği bilgilerdi. Ben kadının isminin yazılı olduğu bronz renkli tabelayı izlerken o tekrar kâğıtlara gömüldü. Lara Özdemir.
"Hiçbir tedavi almadan kendiliğinden atlattığın bir hastalık öyle mi?" Tekrar bana soru sorduğunu duyduğumda gözlerimi isminden çekerek kadına baktım. "Evet." dedim kısaca. Odadan kaçıp gitmemek için kendimi zor tutuyordum. Tırnaklarımı koltuğun kollarına geçirerek sırtımı biraz daha dikleştirdim.
"İsminiz..."dedim. "Değişikmiş. Anlamı nedir?" Farklı tondaki mavi gözlerini kâğıtlardan ayırdığında ben de biraz yüzünü inceleme fırsatı bulmuştum. Kadının benden büyük olduğu kesindi zaten ama nedense benden daha genç gösteriyordu. Kopkoyu simsiyah saçları vardı. Boyalı oldukları belliydi çünkü bu tonda bir siyahın doğal olması imkânsızdı. İnce dudakları ve çıkık elmacık kemikleri vardı. Fazla mı zayıftı yoksa yüz kemikleri hep böyle belirgin miydi bilmiyorum ama sert bir mizacı vardı.
"Mitolojide ölümü temsil eden bir semboldü sanırım. Annem söylemesi güzel diye vermiş." diye açıkladı. Gözlerinin garip tonu yüzünden olsa gerek bu kadınla göz göze gelmek beni biraz geriyordu. Ürkütücü bakışları hâlâ üzerimdeyken ellerini çenesinin altında birleştirdi. "Sır tutamadığı için dili kesilmiş bir su perisi..." Omurgamdan aşağı bir soğukluk indi. "Araştırdığımda böyle yazıyordu." Sözlerini bitirdiğinde gülümsedi. Her açıdan garip bir kadındı. Zaten beni de normali bulmazdı.
Halen gergin olduğumdan ona herhangi bir cevap veremedim. Yüz ifademi sabit tutmaya özen göstererek parmaklarımla oynadım. "Her neyse. Sanırım ehliyetin varmış. Sıklıkla kullanıyor musun?"
"Pek değil. Zorunlu olmadıkça kullanmıyorum." dedim. En son Ilgaz hastalandığında kullanmıştım. "Bunun üzerine gitmeni istiyorum. Eğer kendi kontrolünde olduğunu düşünürsen atlatman kolaylaşır." Eski doktorum da böyle söylemişti ancak ben sürekli kaçmayı seçerdim. "Her fırsatta o koltuğa oturmaya çalış lütfen." Kafamı aşağı yukarı salladım. "Uyku problemin var mı?" dedi önündeki kâğıda bir şeyler yazarken.
"Son zamanlarda kabuslarım arttı." diye cevap verdim. Yaklaşık bir haftadır geceleri ani bir şekilde uyanıyordum. Genellikle o kazayla ilgiliydi. Diğer rüyalarım ise benim hatırlamadığım anılarımla ilgiliydi. Bunlardan kadına bahsetmedim. Ilgaz bahsetmememi söylemişti ve ben de öyle yapacaktım. Oldukça korkutucu bir durumdu aslında. Anılarımı hatırlamıyordum ama onlar rüyalarıma geliyorlardı.
"O zaman uyku ilacı yazıyorum." Tekrar önündeki kâğıtlara dönerek bir şeyler karaladı. "Kabusların ne hakkında Peri?" İlaç hakkındaki yorumumu beklemeden sorularına bir yenisini eklemişti. Aslında herhangi bir ilaç kullanmak istemiyordum çünkü nedense beni fazlasıyla etkiliyorlardı. İyileşmem gerekirken uyuşuyormuş gibi hissediyordum. Gözlerim duvarlarda gezinirken "Daha çok kaza günüyle ilgili." diye cevap verdim. "Sürekli o arabadan çıkarılışımı görüyorum." Mavilikleri tüm dikkatiyle üzerimdeydi. "Ne sıklıkla?"
"Son zamanlarda haftada bir." Kafasını aşağı yukarı sallayarak anladığını belirtti. Gerginlikle doktorun ayağa kalkmasını izledim. Dişlerim dudaklarımı kemirdi. "Sana yardımcı olacağını düşündüğüm ilaçları buraya yazdım." Bana beyaz bir kâğıt uzattı. Bütün sessizliğimle reçeteyi çantama tıkıştırdım. "Artık çıkabilir miyim?"
"Tabi ki. 3 hafta sonra görüşürüz tatlım." Kendimden beklemediğim bir çeviklikle koltuktan kalktım ve kapıya yöneldim. Bir dakikamı daha burada geçirmek istemiyordum. Veda etmeden çıktığım odadan sonra beni uzunca bir koridor karşıladı. Hızlıca saati kontrol ettim. Sırf bu randevu için bugünkü dersimi ekmiştim ve şimdi elimde bir torba ilaçtan başka bir şey yoktu. Bu saçma terapiye biraz da İkra yüzünden gelmiştim ama görüldüğü üzere bir halta da yaramıyordu.
Adımlarım gürültüyle merdivenleri indi. Saat bire geldiği için hava biraz daha sıcaktı ama yine de yağmurun serinliği hâlâ havada asılıydı. Ceketimi üzerime geçirdikten sonra bir şeyler yemek için güzel bir yer aramaya başladım. Sabah doğru düzgün kahvaltı edememiştim. Caddede yavaş adımlarla yürüdüğüm sırada ilerde şirin bir hamburgerci tabelası gözüme çarptı. Açlığım yüzünden ayaklarım hedefe kilitlenip adımlarım hızlanırken telefonum cebimde titreşti. Gördüğüm isim karşısında neredeyse gülümseyecektim.
"Efendim." diye cevapladım bekletmemek için.
"Peri neredesin?" Sesi biraz aceleciydi. Arkadan gürültülü bir müzik sesi geldiğinden zar zor anlayabilmiştim. "Caddedeyim. Bir sorun mu var?" Muhtemelen bir kulüpte ya da partideydi. Ayaklarım hamburgerciye varmak için hareketine devam ederken kaşlarım şüpheyle çatıldı. "Saat üçte. Unutmadın değil mi?" Dünkü konuşmasından bahsediyordu. Bana ışıma haplarına benzer bir paket vermişti. "Merak etme." dedim kısaca.
"Güzel. Bugün tekrar görüşmemiz gerekiyor. Seni evden 4'te alsam?" Müzik sesleri biraz azaldığında ben de hamburgerciye gelmiştim. "Kafeye uğramam gerek. Orası nasıl?" dedim gözlerimi menülerde gezdirirken. Ilgaz'ın cevabını beklerken görevli kız yanıma gelerek ne istediğimi sormuştu. Telefonu kulağımdan hafifçe uzaklaştırıp ekrandan istediğim menüyü işaret ettim. "Şundan olsun. Bir de büyük boy patates lütfen." Kız hemen onaylayarak ücreti ödememi bekledi.
Telefonu tekrar kulağıma yasladım. "Hamburger mi yiyorsun?" Konumuzdan bağımsız sorusuna ne cevap vereceğimi düşündüm bir süre. "Bak canım istedi şimdi." diye devam ettirdi sözünü.
"Hem de çift köfteli." dedim ben de dalga geçerek. Karşı taraftan itiraz içeren sesler duydum. Gülümsemem genişlerken görevli kız fişimi uzattı. Beklemek için sakin bir köşeye geçerken Ilgaz'dan ses çıkmadı. "Afiyet olsun." dedi sonunda kısık bir ses tonuyla. Sonra arka taraftan ona seslenildiğini duydum. Biri ismini söylemişti.
Nerede olduğunu sormak için dudaklarım aralanırken aceleci sesini işittim. "Gitmeliyim. Saat 4'te kafenin önünden alırım seni." Beni göremediğini bilmeme rağmen kafamı aşağı yukarı salladım. "Görüşürüz." dediğimde aynı şekilde karşılık verdi ve telefon kapandı.
Bir süre ekrana bakakaldım. Nerede olduğunu fena derecede merak etmiştim. Sabahın bu saatinde bir kulüpte ne işi vardı? Gerçi kulüpte bile olmayabilirdi. Benim saçma sapan tahminlerim dışında bir bilgi yoktu şu an elimde. Telefonla olan bakışmamızı kasadaki kızın sesi böldü. Siparişimin hazır olduğunu gördüm. Tepsiyi elime aldığım gibi cam kenarı bir yer bulup oturmuştum.
Birçok yemeği çok severdim ama şu an önümde duran bu güzellik benim için apayrı bir şeydi. İştahla büyük bir ısırık aldım. Yarışma için formumu korumam gerekiyordu yine de şu an bu durum pek umurumda değildi.
Yemeği beklediğim süreden, daha kısa bir zamanda bitirdiğimde neyse ki doyabilmiştim. Aç olduğum zamanlar çekilmez bir insan olduğum su götürmez bir gerçekti. Ama şimdilik tehlike geçmişti. Geldiğim gibi çıktım hamburgerciden. Şimdi de kafeye gidip Hazar'a yardım etmeliydim. Randevum olduğu için kafeden de izin almak zorunda kalmıştım ve bu sıralar fazlaca kaytardığımın oldukça farkındaydım. Eğer Çağrı Abi yerine başka biri olsaydı çoktan kovulmuştum.
Araba korkum yüzünden onca yolu yürüdüm. Cadde bizim kafeye baya bir uzaktı ama yorgunluğu kesinlikle arabalara tercih ederdim. "Peri geldi." diye seslendim kapının üzerindeki zil eşliğinde. Sesim boş kafede yankılandıktan sonra bana geri döndü. Kimse yok muydu? Hızlı adımlarla arka kısma doğru ilerlediğimde Hazar'ın sesi kulaklarıma doldu. İçimdeki endişe uçup giderken telefonla konuştuğu için beni duymadığını fark ettim.
"Bilmiyorum... Biraz garip davranıyor sadece... Bilmediğimi az önce söyledim." Kiminle konuştuğunu kestiremedim ama biraz sıkıntılı olduğu belliydi. Bir iki adım öne çıkarak beni fark etmesini sağladım. Göz göze geldiğimiz an gülümsedi ve telefondaki kişiye seslendi. "Sonra konuşalım." dedi kısaca, ardından cevabı beklemeden telefonu kapatıp cebine yerleştirdi. Az önceki gibi giriş seslenmemi tekrarladım.
"Peri geldi." dedim kollarımı iki yana açarak. Sağ kolunu omzuma attığında yanında biraz küçük kalmıştım. "Hoş geldi." dedi o da aynı neşeli sesiyle. Beraber tekrar ön tarafa doğru ilerledik. "Madem geldin masaları temizlemeye başla." İşaret parmağı kahverengi masalarda gezindi. Kafamı sallayıp önlüğü üzerime geçirdim. O sırada iki genç kız kapıdan içeri girdi. Ben Hazar'ın dediği gibi masaları silerken o da kızlarla ilgilendi.
Gözlerim duvardaki saatteydi. Daha yarım saat vardı ama unuturum diye korkuyordum. Masaların işi bittiğinde yeri paspaslamıştım. Yapacak başka bir şey kalmadığında arka tarafa geçtim. Hazar hâlâ kızlarla ilgileniyordu. Gevezelik ediyor desek daha doğru olurdu aslında. Telefonumu tezgâha yerleştirip sayacı açtım. 14.55. Cebimdeki ilaç kutusunu çıkarttıktan sonra musluktan bir bardak su doldurdum. Hap küçük bir şeydi ama diğer ilaçlardan ayrılan en belirgin yanı belki de siyah olmasıydı. Hayatım boyunca siyah bir hap gördüğümü hatırlamıyordum.
Üçe son bir dakika kaldığında hapı ağzıma attım. Küçücük şey dilimin üzerinde eriyip gittiğinde suya ihtiyacım kalmamıştı. Birkaç saniye ayakta öylece bekledim bir etki görebilmek için. Çok geçmeden dünkü hisse benzer bir büzüşme damarlarımı sardı. Nefesimin kesildiğini hissettim. Ellerimle tezgâhı kavradım düşmemek için. Kısacık bir andı ama bana saatler gibi hissettiren bir acı çekmiştim.
İçerdeki seslerin yükseldiğini duyduğumda kendime gelebilmek adına derin nefesler aldım. Biraz daha iyiydim. Dündeki gibi damarlarımdaki büzüşme hissi de yoktu artık. "Peri!" Hazar ismimi seslendi. İlaç kutusu ve telefonumu tekrar cebime tıkıştırarak onun yanına yürüdüm. Müşteri sayısı arttığından yardım için çağırmıştı. Şu an sadece işime odaklanmalıydım.
Son dönemlerde hayatımdaki karmaşa oldukça fazlalaşmıştı. Ilgaz'a güvenmek konusunda da küçük de olsa bir şüphem vardı ama yine kaçıyordum işte. Görmezden geliyordum. Sonuçta hâlâ ölmek isteyen o 18 yaşındaki kızdım ben. Kolumda kendime zarar verdiğime dair izler taşıyordum. İnsanlara göre hayattaki en korkunç şey ölümdü. Fakat ben bir zamanlar bunu arzuluyordum. Ilgaz eğer bana zarar verecekse de en fazla ne kadar canımı yakabilirdi ki? Belki de bu yüzdendi umursamazlığım. Canım daha da fazla yanamazdı. Çünkü ben anne ve babasına ölümü hediye eden o kızdım.
"İyi misin?" Omzumdaki elle irkilmiş elimdeki banknotlarla öylece dikildiğimi fark etmiştim. Gözlerimi Hazar'a çevirip sorun olmadığını göstermek için gülümsedim. Yoğun olduğumuzdan üstelemeyerek elindeki kahveleri servis etmeye gitti. Paraları kasaya yerleştirdim.
"Ada ne zaman gelecek?" dedim Hazar'ı arka tarafta yakaladığımda. "Bugün o kapatacak. Bir saate gelir herhâlde." Dolaptan krema çıkarttım. Azalmaya başlamıştı. "Birazdan Ilgaz beni almaya gelecek." diye haber verdim. Elindekini çalkalamayı bırakıp bana imalı bir bakış attı. "Ne var?" dedim ellerimi belime yaslarken. "Randevuya mı çıkıyorsunuz?" Sırıtması genişledi. Sinirli bakışlarımı yüzünde gezdirdim. Nereye gideceğimizi ben de tam olarak bilmiyordum ama deneylerle ilgili olduğu kesindi. Ve bundan Hazar'a bahsedemezdim. "Hayır Hazar. Dans koreografisi için toplanmamız gerekiyor." dedim kelimelerin üzerine basa basa.
Kaşlarını alayla indirip kaldırdı. Kesinlikle Ilgaz'la ikimizi bir eğlence aracı olarak görüyordu ama bugün onunla uğraşacak enerjiyi kendimde bulamıyordum. Bu yüzden kremaları raflara dizme işlemime odaklandım. O da daha fazla konuşmadı ama hazırladığı kahveleri götürürken omzuma çarpmayı da ihmal etmedi. Kaşlarımı çatmakla yetindim. Telefonum cebimde titreştiğinde Ilgaz'ın mesaj attığını gördüm.
Kafenin önündeyim. 15.53
Cevap vermeden önlüğümü başımdan çıkardım. Kafeden çıkmak için kapıya ilerlerken Hazar'a veda edip ona el salladım. Karşılık olarak imalı bir bakış almıştım. Hazar'ı umursamadan çıktım kafeden. Hedefimin karşı kaldırımda gördüğüm siyah araba olduğunu düşündüm ve oraya doğru ilerlemeye başladım. Yaklaştığımda camdan içeri göz gezdirdim. Ilgaz sürücü koltuğuna oturmuş, telefonuyla ilgileniyordu. Ben de yanındaki koltuğa oturmak için kapıyı açtım. "Selam." dedim emniyet kemerimi takarken. Araba her zamanki gibi lavanta kokuyordu. "Merhaba." dedi Ilgaz ve arabayı çalıştırdı. Üzerinde kot ceket ve siyah bir pantolon vardı. İçine beyaz bir tişört giymişti, saçları her zamankine göre biraz daha dağınık görünüyordu.
"Nereye gidiyoruz?" diye sordum merakla. Kafenin sokağından çıktıktan sonra sağa dönerken gözleri kısacık benimle buluştu. "Seni anılarına kavuşturmaya..." diye cevap verdi. Şaşkınca gözlerimi yan profiline diktim. Ne demek anılarıma kavuşturmak? Hemen şimdi mi?
"Ben bu kadar çabuk olabileceğini tahmin etmiyordum." dedim şaşkınlığıma bir açıklama getirmek için. Bu sefer sola döndü. "Zaten hemen hepsini hatırlayamazsın ama bugün bir başlangıç olacak." diye açıkladı. Toprak bir yola girdiğinde buzluğa gittiğimizi anladım. Anılarımı hatırlayabilme ihtimali içimi umutla doldurmuştu. Ağaçların bir bir geçmesini izlerken aklıma başka bir şey takıldı.
"Sabah..." dedim biraz çekinerek. Eğer o bana sorabiliyorsa ben de ona sorabilirdim değil mi? "Neredeydin? Beni aradığında..." Arabayı yavaşlatıp tamamen durdurdu. Gözlerimi Ilgaz'dan çekerek etrafıma baktım. Gelmiştik. Tepkisine odaklandığım için fark edememiştim.
"Bir görevim vardı. Bilirsin ajanlık işleri." Arabadan inmeden önce bana göz kırptı. Elimi kalbime götürmemek için yumruk yapmak zorunda kalmıştım. Bu adamın göz kırpması bile beni bu derece etkileyebiliyordu demek ki. Kısa bir an bu his beni korkuttu. Üzerimde bu derece etkisinin olması beni rahatsız etmişti. "Gel bakalım." dedi kapımı açarak. Hâlâ arabanın içinde oturduğumun farkına vardım. Bugün çok fazla dalıp gidiyordum. Güne berbat bir şekilde başladığım için enerjim oldukça düşüktü ve doktorla olan görüşmem yüzünden sinirlerim hâlâ gergindi.
Arabadan indiğimde ceketimi düzelterek arabanın camından kendime bir göz gezdirdim. Neyse ki tipim, moralim kadar bozuk değildi. Ilgaz'ın arabayı kilitlemesini bekledikten sonra onu takip ettim. Geçen seferki gibi şifreli bir şekilde kapıya ritmik hareketlerle vurdu ve içeriden bir soru duyuldu.
"Su kaç derecede donar?" Ilgaz gözlerini bana dikti ve elini izin verir gibi öne uzattı. Benim cevap vermemi mi istiyordu? Bir an ne söyleyeceğimi bilemedim ama hemen sonrasında Ilgaz'ın verdiği cevabı hatırladım. "Benim damarlarımda su hep donuktur." Kapı ağır bir hareketle aralandı. Ilgaz'ın eli parmaklarımı kavradı. Bunu beni korumak için yaptığını biliyordum ama heyecanlanmamak elimde değildi. "Neden böyle bir şifre oluşturdunuz? Yani anlamı ne?" Kocaman makinelerin arasından ilerlerken gerçekten merak ettiğim bir soruyu sordum. Hem anlamsız hem de anlamlı bir cümleydi çünkü. "Biz iyileşenlerin..." dedi eliyle etrafındaki insanları işaret ederek. "Vücut ısıları normal insanlardan kat kat daha düşük."
Hemen itiraz etmek için ağzımı açacağım sırada açıklamaya devam etti. "İkimiz dışında." Ellerimizin temasını keserek cebinden bir kart çıkardı ve önünde durduğumuz kapıya okuttu. "Çünkü biz soğuğu dışımıza yansıtmıyoruz." dedi kapının açılma sesiyle beraber. Cümlesini devam ettirdim. "İçimize yansıtıyoruz." Ilgaz kafasını salladı. Sonunda bazı şeyler mantıklı gelmeye başlamıştı.
"Vay kardeşim gelmiş." Arkamdan duyduğum sesle başımı o tarafa çevirdim. Uraz kollarını açmış, Ilgaz'a doğru yürüyordu. Geçen günkü karşılaşmamızdan biraz daha farklı görünüyordu bugün. En azından daha sağlıklı olduğu kesindi. Açık kahve tonundaki saçlarını bu sefer biraz dalgalandırmıştı ve mavi gözleri de daha canlı görünüyordu. Sıcak kanlı bir yapısı olduğundan yanında kendimi rahat hissediyordum.
İkisi kısa bir kucaklaşmadan sonra ayrıldılar. O an nasıl tanıştıklarını merak ettim. Ilgaz ona gerçekten güveniyor olmalıydı. Aynı zamanda da değer veriyordu. Bunu görebiliyordum. "Hoş geldin Peri." Uraz'a gülümseyip kısaca başımı salladım.
"O zaman hemen başlayalım." dedi soru dolu bakışlarını Ilgaz'a gönderirken. Hemen sonrasında bana baktı. "Gergin misin?" Ilgaz elimi tuttu sıkıca. Huzur bütün hücrelerimi kapladı. "Biraz." diye cevap verdim Uraz'a. Ilgaz elimi bırakmadan yürümeye başladığında ben de onunla beraber hareket ettim. Büyük ekranlarla kaplı duvara yaklaşarak beni değişik görünümlü bir sandalyeye yönlendirdi. Sandalyenin üzerinde çokça düğme vardı. "Ceketini çıkarıp buraya oturabilir misin?"
Dediğine anında uyarak ceketimi üzerimden çıkardım. Uraz cekete uzanıp onu başka bir yere götürdü. Yavaşça sandalyeye oturdum. Ilgaz dizlerimin önüne çöktü ve iki elimi elleri arasına aldı. Mavi ışıltılar yüzünde gezinmeye başladı. İstemsizce gülümsedim. Gözleri bu açıdan daha güzel görünüyordu. "Sakın korkma. Tamam mı? Ben buradayım."
Gülümsemeye devam ederken "Tamam." dedim kısık bir sesle. Parmaklarını biraz daha sıktı ve ellerimizi benim dizlerimin üzerine yerleştirdi. Soğuk sular damarlarımda geziniyormuş gibi hissediyordum. "Uraz birazdan seni uyutacak. Bilincin tam kapanmayacak ama yine de hareket edemeyeceksin. Sana bazı görüntüler izletecek." Her cümlesinden sonra kafamı salladım. O benden daha gergin gözüküyordu. Sağ elimi parmaklarından çekerek yanağına yasladım. "İyi olacağım." dedim baş parmağım maviliklerde dolaşırken. Yanağını elime bastırdı. "İyi olacağız." dedi hemen ardından.
Uraz bilgisayarla işini bitirmiş olmalıydı ki benim tam arkama geçti. Elinde ne olduğunu anlamadığım bir kablo yığını vardı. Alnımın iki yanına yuvarlak soğuk iki metal tutturdu ilk önce. Bunu yapmasıyla Ilgaz'ın elleri benden uzaklaştı. İşte o zaman içimdeki bütün endişeyi onun engellediğini anladım. Çünkü şu an gerçekten korkuyordum.
Uraz arkamdan çekildiğinde işinin bittiğini sanmıştım ama bu sefer de bileklerime uzandı. Sağ bileğime siyah plastik gibi bir maddeden yapılmış kocaman silindir bilekliği takmıştı. Sonra tekrar arkama geçti. Saçlarımı omuzlarımdan aşağı çektiğinde gözlerime bir şey bağlayacağını düşünmüştüm. Gözlerimi Ilgaz'ınkilere diktim. Ama onun da arkama geçmesiyle rahatlamak adına bakabileceğim bir şey kalmamıştı. Şimdi karşımda sadece devasa bir bilgisayar ekranı vardı.
Kulağımın hemen yanından Ilgaz'ın sesi yükseldi. "Unutma ben buradayım." Fısıltısıyla eş zamanlı yutkundum. Gözlerimin üzerine ağır bir cihaz yerleştirdiklerinde gördüğüm tek şey koskoca bir karanlıktı. Gerçekten iyi olacak mıydım?
"Şimdi seni uyutacağım." Bu Uraz'ın sesiydi. Dediğini onaylayan bir sızıyı sol kolumda hissettim. İğne tenimi deldi. Çok geçmeden gözlerimin önündeki karanlığı ürkütücü bir beyazlık kapladı. Kulaklarım uğulduyordu. Derin bir havuzun dibinde gibiydim.
"Bu kızın farklı olduğunu söylemiştim sana." Tanımadığım bir erkek sesi bütün uğultuları kesip attı. Sonra kendimi gördüm. Hatta biraz daha incelemem gerekmişti. Çünkü kendimi tanıyamamıştım. Şimdikinden çok daha zayıftı bedenim. Saçlarım bembeyaz çarşafın üzerine serilmiş, kollarım beyaz hastane önlüğünün içinde mosmor kalmıştı. Benim burada ne işim vardı?
"Yine şu 'ben demiştim' konuşman başlayacaksa ben gidiyorum. Bugün senin kaprislerini çekemem." Ama işte bu ses tanıdıktı. Şu an bir film izliyor gibiydim ama bu sefer başrol bendim. "Ne zaman uyanacak?" dedi bu sefer aynı erkek sesi. Neler olduğunu göremiyordum. Sadece kendi görüntüm vardı gözlerimin önünde. Kolumda acı dolu bir baskı hissettim. Bunu Uraz mı yapmıştı? Az önceki uğultular ağır ağır kulaklarıma dolmaya başlarken görüşüm tekrar karardı.
Ama bu sefer tek farklı olan şey görüntü değildi. Kaslarımın her bir zerresini dayanılmaz bir acı sardı. Dişlerimi birbirine bastırdım. Özellikle kollarım kırılmıştı sanki. Uğultuların arasından Ilgaz'ın boğuk sesi bana ulaştı. "Neler oluyor?" dedi telaşla. Uraz "Sessiz ol." diye uyardı onu.
Sonra bir süre ne bir ses duydum ne de bir şey gördüm. Sadece acıyı hissettim. Aynı zamanda yorgundum da. Vücudumun hareket etmeye başladığını fark ettim. Kolların sahibi bedenimi havalandırarak başka bir yere yatırdı. "Uyansa da uyanmasa da bugün bu iş bitmeli." Tanıdık kadın sesi hemen sağ tarafımdaydı. Gözlerimi aralamaya çalıştım. İlk önce beyaz floresan lambalar girdi görüş açıma. Bir sedyedeydim. Etrafımda bembeyaz insanlar vardı. Sedyeyi ilerletiyorlardı.
"Uyandı." dedi aynı erkek sesi. Peri onu görmek için kafasını biraz arkaya attı. Orta yaşlarda bir adamdı. Ama onu tanımamı sağlayan asıl özelliği gözleriydi. Siyah göz bebekleri birer yarık şeklinde bal rengi irislerini kesmişti. Timsaha benziyordu. Ve bu adam haftada bir kabuslarıma giren beni o yanan arabadan çıkaran kişiydi.
Hemen buradan gitmek için hamle yaptım ama bedenim bir milim kımıldamadı. İşte o zaman bir anımı bizzat deneyimlediğimi fark ettim. Sadece gözlerimi oynatabiliyordum ki bunu da kendi irademle yaptığımdan emin değildim. Sedyede yatan kişiye baktım. Az önce film izler gibi izlediğim bedendi bu. Tek fark şu an ben bu bedenin ta kendisiydim.
Sedye sarsılarak genişçe bir kapıdan geçti. "Cihaza yerleştirin." dedi kadın. Onu görebilmek için uğraşmama gerek kalmadı. Kafasını eğerek tam yüzümün hizasında durdu. Bu kadının benim hatıramda ne işi vardı?
"Anılarına veda et tatlı Pericik." dedi bu tanıdığım kadın. İçinde bulunduğum acı dolu beden kımıldamaya başladı. Yattığı yerden doğrulmaya çalıştı ama başaramadı. "Boris." Kadın timsaha benzeyen adama seslendi. "İşleme başlayalım." Beyaz giyimli insanlar kollarıma deriden yapılma kumaş benzeri aleti sıkıca sarmaya başladılar. Bedenim ellerinden kurtulmaya çalışıyordu. Çırpınışları devam ederken yanaklarından iki yaş süzüldü. Bu adamlar bana ne yapıyorlardı böyle?
Boris isimli timsah adam kafamın üzerine fanus benzeri bir şey yerleştirdiğinde sağ tarafımdaki kapı büyük bir gümbürtüyle açıldı. Yorgun bedenim hissedebildiğim bir umut duygusuyla gözlerini kapıya çevirmişti.
Ve sonra onu gördüm. Ilgaz'ı... Şimdikinden daha çocuksuydu ama oydu işte. Göğsü şiddetle inip kalkıyordu ve yumrukları gözyaşlarına tezat bir şekilde iki yanında sallanıyordu. "Peri." diye bağırdı gür sesiyle. Eş zamanlı olarak benim kollarımla ilgilenen adamlar onun üzerine akın etti. Dudaklarımdan fısıltı şeklinde ismi döküldü ama öylece yatmaktan başka hiçbir şey yapamadım. Gözyaşlarım yanaklarımda yüzlerce yol çizdiler.
"Burada olmamalısın evlat." dedi kadın. Ilgaz onu tutan onlarca kola rağmen ileri atılmaya çalıştı. "Akel onu bırak. Bak ben buradayım. Ben yatayım oraya." Eskiden de cesurmuş anlaşılan. Peki ben Ilgaz için neden bu kadar önemliymişim? Benim yerime geçmek isteyecek kadar önemsiyormuş beni.
"Maalesef. Bugünlük kontenjanımız doldu." dedi Akel isimli kadın. Hissettiğim iğrenç duyguyla yüzümü buruşturmak istedim. Ama ben şu an geçmişte bir hatıramı yaşıyordum. Yapmak istediğim hiçbir şeyi gerçekleştiremezdim. Ilgaz'ı apar topar odadan çıkardıklarında artık beni kurtarabilecek hiç kimse kalmamıştı. Büyük bir üzüntü hissettim. Ilgaz'ı gördüğümdeki bütün umudum tuzla buz olmuş, kalbime batmaya başlamıştı.
Sedye silindir şeklinde bir makineye doğru ilerledi. Artık hatıralarıma veda etme zamanıydı anlaşılan. Sedye bir tık sesiyle bölmeye yerleşti ve robotik bir gürültü duydum. "İşlem başlatılıyor." Aynı anda başıma koca bir tokmakla vurulmuş gibi hissettiren dayanılmaz ağrıyla baş başa kaldım ve bedenim titremeye, görüşüm bulanıklaşmaya başladı. Acı her yerdeydi. Kollarımdan ayak parmaklarıma kadar vücudumun her yerinde katlanılamaz bir ağrı vardı.
Gözlerimin önü tamamen karardığında hâlâ titriyordum. Artık o bedende değildim ama kendimi de kontrol edemiyordum. Ellerimi yumruk yaparak oldukları yere vurmaya başladım. Hemen buradan çıkmam gerekiyordu. Kafamı acıyla arkaya attığımda uğultuların arasından Ilgaz'ın sesi beni buldu. "Uraz kes şunu!" diye bağırdı önce. "Durdur hemen! Sana diyorum!"
Omuzlarımın sarsıldığını hissediyordum ama tepki veremedim. Hâlâ bedenim titriyordu. "Bana birkaç dakika ver." Konuşan Uraz'dı. Ve Ilgaz'ın öfkeli sesi..."Sana şu lanet makineyi kapat dedim!"
Bir süre hiçbir ses duymadım. Sadece uğultu, karanlık ve acı vardı. Buraya sıkışıp kalmış mıydım? Artık acıdan gözyaşlarım akmaya başlamışken büyük bir gürültü duydum. Aynı zamanda birçok telaşlı sözcük...
Sonra gürültüler bir anda kesildi. Benim çektiğim işkence de son bulmuştu. Gözlerimdeki perde kalktığında ilk gözüme çarpan burnunu tutan Uraz'dı. Eli tamamen kan olmuş yerde oturuyordu. Ilgaz ona yumruk mu atmıştı? Ayağa kalmak istedim.
Hareketlendiğim sırada bacaklarım beni taşımadı. Ilgaz'ın kolları olmasa çoktan yeri boylamıştım. Zar zor açık tuttuğum gözlerim kapanmaya başlarken şu an sadece uyumak istiyordum. Bu da başka bir kaçış yöntemimdi. Ilgaz bana sesleniyordu. Duyuyordum ama karanlık beni içine çekerken düşündüğüm tek bir şey vardı: Ilgaz'a geçmişte nasıl bir iyilik yapmıştım da beni şimdi bile bu derece önemsiyordu? Onun merhametini hak edecek ne yapmış olabilirdim?
,
|
0% |