@yenibiryazar__
|
Selim önden giderken ben tereddüt ettim. Sonra kendimi toparlayıp ardından gittim. Selim çoktan aşağıya inmişti. Sesleri geliyordu. Ne hakkında konuştuklarını bilmiyordum. Uğultu olarak duyuluyordu. Merdivenin başına geldiğimde artık yukarıdan onları izliyordum. Kendimi gösterip göstermeme konusunda kararsızdım. Kimseyle konuşmak istemiyordum. Onların bana acıyan şekilde bakmasını hiç istemiyordum. Ama neden bu kadar geç kaldıklarını da merak ediyordum. Ben gittikten sonra orada kalmaları için bir sebep yoktu. Hemen arkamızdan gelirler diye düşünmüştüm ama onlar bizden 15-20 dakika geç gelmişlerdi. Ben bunları düşünürken kapıdan içeri giren yabancı bir adam gördüm. Aslında dikkatli bakılırsa Dağhan'a benziyordu. Bu, İnan olmalıydı. Cenazede arabadan hiç inmemişti. Bu bana yaptığı bir saygısızlıktı. Aslında müstakbel yengesine yaptığı saygısızlıktı. Selim'in dedikleri doğruydu. Beni neden sevmediğini bilmiyordum. Daha benimle tanışmamıştı bile. Ön yargılı biriydi, bu belliydi. İkilemime bir son verip odama gitmeye karar verdim. Onunla tanışmaya henüz hazır değildim. Selim'in dediği gibi kimse beni zorlamazdı. En azından birkaç gün rahat olabilirdim. Açıkçası kimseyle muhattap olmak istemiyordum. Biraz kendimi dinlemeye ihtiyacım vardı. Arkamı dönüp yavaş adımlarla odaya geri döndüm. Henüz içeriye girmemiştim ve açıkçası merak ediyordum. Elimi kulpa götürüp yavaşça aşağı indirdim. Temkinle kapıyı açıp içeri girdim. Burası bana çok yabancı hissettirmişti. Oda çok büyük değildi. Ortada geniş bir yatak vardı. Yatak başlığı krem rengiydi. Nevresim takımı gri rengindeydi. İki yanında koyu renk komidin vardı. Üstleri ise boştu. Yatağın karşısında, sağ taraftaki boşluk makyaj masası ile doldurulmuştu. Pufuna kadar her şeysi beyazdı. Yuvarlak bir aynası vardı. Masanın yanında yan yana iki kapı vardı. Kapılardan birinin içine baktım. Burası banyoydu. Soldaki kapıya gittim. Burası da giyinme odasıydı. Ama tuhaf bir şey vardı. Dolapların içi görünüyordu. Dağhan'ın takım elbise ve gömlekleri, ortadaki adada ise saatleri ve kemerleri görünüyordu. Ama tuhaf olan bunlar değildi. Oda ikiye bölünmüştü. Bir tarfat Dağhan'ın kıyafetleri varken diğer tarafata... Kadın kıyafetleri vardı. Hem de şık ve lükslerdi. Giriş kısmının kenarlarındaki raflarda, bir tarafat erkek ayakkabısı varke bir tarafta da topuklu ayakkabılar vardı. Ama şöyle bir sorun vardı. Bunlar benim kıyafetlerim değildi. Ben kıyafetlerin kime ait olduğunu düşünürken kapı açıldı. Beklemediğim için yerimden sıçradım. Arkamı dönüp gelene baktım. Dağhan'dı. Onunla aynı odada, üstelik ikimizin yatak odasında baş başa kalmak biraz tuhaf gelmişti. Ama alışmalıydım. Upuzun bir süre bu şekilde yaşayacaktık. Ama burada yaşayacak, odam diyeceksem başka birinin kıyafetlerinin burada olmasını istemezdim. Bunları buradan kaldırmalıydım. Dağhan, bana doğru yaklaşıp, "Beğendin mi odayı?" diye sordu. Kafamı sallayıp, "Evet. Güzel bir odan var," diye cevap verdim. Oda cidden güzeldi. Yatağın sağ tarafında kalan boydan pencereler vardı. Küçük bir balkon görünüyordu. Çok hoş bir odaydı. Fazla büyük değildi ve çok da eşya yoktu ama sadeliğin getirdiği bir şıklık vardı. "Beğenmene sevindim. Selim anlatmış zaten gerekeni. Yine de kafana takılan bir şey varsa sorabilirsin." "Aslında var." Dinliyorum dercesine kafasını salladı. Ben de devam ettim. "Biz daha evlenmedik. Neden aynı odada kalıyoruz?" Buraya gelirken evlenene kadar kendi odamın olacağını sanmıştım. Selim, ikimizin odası olduğunu söylediğinde şaşırmıştım. Derin bir nefes aldı. "Aslında bende senin gibi düşünmüştüm ama annem böyle olsun istedi. Zaten odayı anlaştığımızda hazırlatmıştım. Sadece senin gelmen gerekiyordu. Senin adına karar vermiş gibi olduk. Eğer istersen misafir odasını hazırlatabilirim." "Hayır, gerek yok. Zaten nikaha fazla zaman olduğunu sanmıyorum. Her şey bittiğine göre yakında olur. " "Aslında bugün seninle bu konuyu konuşacaktım. Babam haftaya olsun istiyor. Biliyorum, yasın var. Eğer istersen uzatabilirim." Tam da tahmin ettiğim gibi olmuştu. Bana verebilecekleri en fazla bir haftaydı. Bu süredede gelinlik gibi şeyleri almak için sürekli dışarıda olacaktım. Yine yalnız olmayacaktım. Maksimum iki gün rahat olurdum, sonra beni rahat bırakmayacaklardı. Ama naz yapamazdım. Bu naz yapmak değildi aslında ama onlar bunu bu şekilde düşünebilirdi. Yasımı içimde tutmam gerekecekti. Başka şansım yoktu. Dediğini reddederek, "Hayır, gerek yok. Haftaya olabilir. Ne kadar erken, o kada iyi. Başka derdimiz olmamış olur en azından," dedim. Yüzünde tuhaf ama hüzünlü bir ifade geçti. "Üzgünüm ama sana daha büyük dertler verebilirim." Ne demek istediğini anlamamıştım. Kaşlarımı çatarak, "Ne demek istiyorsun?" diye sordum. Yatağı işaret ederek, "Oturarak konuşalım," dedi ve gidip oturdu. Bende onu takip edip birbirimize dönük olacak şekilde yanına oturdum. Diyeceklerini merakla bekliyordum. "Sana her şeyi tam olarak anlatmadım aslında. Biz, sadece şirket yönetmiyoruz. Aynı zamanda karanlık işlerle de uğraşıyoruz." "Ne gibi?" "Silah ticareti gibi." Ağzım şokla aralandı. Böyle bir şeyi bana nasıl söylemezdi? Bu, kapıdaki korumaları açıklıyordu. Tehlikli işler yapıyorlardı ve hâliyle düşmanları vardı. Olası bir saldırıya karşı ev halkını korumak için burada olmalılardı. Filmlerdeki gibiydi. Tek fark, başroldeki adam benim kocam olacaktı. "Bunu bana daha önce nasıl söylemezsin?" "Aslında söyleyecektim ama normal şartlarda bile kimse kabul etmezken bu şekilde hiç etmezdi. Amacım seni kandırmak değildi. Gerçekten değildi. Güvenliğin için endişe ediyorsan etme. Ne pahasına olursa olsun güvende olacaksın. Dışarı çıkmak istediğinde çıkabilirsin ama yanında korumalar olacak. Onlar olmadan bir yere gidemezsin." Şimdi ağlayacaktım. Ben cidden neyin içine düşmüştüm? Nasıl bir anlaşmaya evet demiştim? Tuhaf bir şekilde beni koruyacağına inanıyordum. Ben her zaman işin iyi kısmından bakardım. Diğer türlüsü asla iyi olmazdı. Bu konuda da öyle yapmalıydım. Zaten dışarı çıkmazdım. Çıkarsam bile çok nadir olurdu. Evde her istediğim vardı. Yüksek ihtimalle olmasa bile alan olurdu. İnternetten de alışveriş yapabilirdim. Bunlara katlanmak zorundaydım. Bana söylememiş olabilirdi ve bu yüzden ona biraz kızgın olabilirdim ama vazgeçmek için çok geçti. O, parasını vermişti. Ona borçluydum. Eğer buradan çıkıp gidersem ona parayı geri ödemek zorunda kalırdım. Bunu nasıl yapacağımı da hiç bilmiyordum. Burada kalmaktan başka çarem yoktu. "Buradan gidemem. Gitsem bile paranı geri ödeyemem. Buna katlanmak zorundayım. Ama şunu bil, gittiğim her yere yanımda takım elbiseli adamlarla gitmek hiç hoşuma gitmedi." "Mecbursun. Ben yanında değilken seni koruyan birileri olmalı. Yoksa aklım sende kalır." İçime sinmese de anladım dercesine kafamı salladım. Sonra aklıma gelenle yeni bir soru sordum. " Peki, içerideki kıyafetler kimin? Ben burada kalacaksam kendi kıyafetlerimi oraya koymam gerekmez mi? Neden orayı boşalttırmadın?" "Aslında onlar başkasının değil, senin kıyafetlerin." Ona boş gözlerle baktım. "Ne demek senin kıyafetlerin? Daha yeni geldim ya ben, nasıl benim olabilir?" "Şöyle ki, senin normalde giydiğin kıyafetler bu evde pek tercih edilmez. Yanlış anlama, giyinişinde bir şey yok. Sadece evlilik sürecinde onları giysen daha iyi olur. Senin bedenine göre aldırdım. Hepsi yeni." Bu kadarı fazlaydı artık! Giyimime de karışamazlardı. "Çok merak ediyorum, bana söylemediğin daha ne var? Anlaşmamız dışında olan daha kaç tane şey çıkacak?" "Haklısın. Ama ben senin için söyledim. Benlik elbette bir sıkıntı yok, hatta anne ve babam için de. Ama biliyorsun ki kardeşimin bir nişanlısı var ve sen daha onu görmedin. Seni giyinişinle yargılayacaktır. Tabii ki onun dediği hiçbir şeyi ciddeye almayı düşünmeyeceksin bile ama belli olmaz, kötü bir anına denk gelir alınırsın diye şey yaptım. Ayrıca başka bir şey yok. Gerçekten bu kadardı." Çekingen bir şekilde dedikleri çok da etki etmemişti. Bu benim yerime kararlar verdiği gerçeğini değiştirmiyordu. "Beni değiştirmeye çalışıyorsun. Farklı biri gibi görünmek istemiyorum. Ben halimden memnunum. Ayrıca o kıyafetler benim tarzım değil. Öyle şeylerin içinde yarı çıplak olacağım. Rahat edemem ben." "Tabii ki seni değiştirmeye falan çalışmıyorum." Sıkıntılı bir nefes verdi. "Seni bunun için zorlamayacağım. Senin fikrine bırakacaktım. İster giy, ister giyme. Senin kararın. Ben sadece lazım olur diye bulunsun dedim. Açık şeyler giymeyeceğini de bildiğim için makul şeyler hepsi. Rahatsız hissedeceğini düşünmüyorum. Ama tabii ki karar senin. Kimse seni istemediğin bir şeyi giymeye ya da yapmaya zorlamayacak." Ne diyeceğimi bilememiştim. En azından zorlanmayacaktım. "İyi bari, teşekkürler. Bu arada cenazede ne oldu. Geç geldiniz?" Sıkıntılı bir nefes çekti. "Baban olacak o adam bizden para dilendi. Peşimizi de bırakmadı. Koruma götürmediğimiz için başımızdan atmak biraz zor oldu." Şuan utançtan yerin dibine girebilirdim. Böyle bir şey olacağını biliyordum. Babam iflah olmaz biriydi. Ne laftan, ne de hayırdan anlardı. İnsana sülük gibi yapışırdı. "Çok özür dilerim Dağhan. Biliyordum böyle yapacağını," dedim mahçup bir şekilde. "Saçmalama Yaren. Bu onun ayıbı, senin değil," dedi ve ayaklandı. "Ben gideyim artık. Valizlerini getirirler şimdi. Sen de yerleşirsin. Akşam yemeğine az kaldı. Bizimle yersen seviniriz." "Tamam. Ama bir şey soracağım." Beni dinlediğini görünce devam ettim. "Kardeşin de orada olacak değil mi?" "Tabii ki. Sorun mu var?" "Hayır, yok da... O buradaysa nişanlısı da mı olacak? Gerçi burada mı kalıyor bilmiyorum ama..." "Selim gözünü fazla korkutmuş anlaşılan. Ama sen en kötüsünü düşünüp ona göre önlem al tabii, böylesi daha iyi olur. Ayrıca hayır, Çağla burada kalmıyor. Ama sık sık gelir. Sen varsın ya, artık daha sık gelir. Yerini korumak ister. Ondan çok sevilmeni istemez ama bilmediği bir şey var, onu bu evde, İnan dışında seven kimse yok. Yemeğe gelip gelmeyeceğini bilmiyorum ama İçin rahat olsun, ben varken bir şey söyleyemez." Hafif tebessüm ettim. Bu adam cidden insana güven aşılıyordu. Ona inanıyordum. Onun yanında bana bir şey olmazdı. Ayrıca kızın ismi demek Çağla' ydı. Bu ismi severdim aslında ama şuan tekrar düşünecektim. "Öyle diyorsan." "Öyle diyorum. Neyse, yemekte görüşürüz o zaman?" Soru sorarcasına bana baktı. Kafamı onaylarcasına salladığımda istediğini alıp gitti. Şimdi tekrar yalnızdım. Çok geçmeden kapı çaldı. Gidip açtığımda koruma olduğu belli olan bir adam -ilk geldiğimde gördüğüm adam gibi giyinmişti ve onun gibi davranıyordu - elinde valzilerimle dikiliyordu. Elindekileri bana doğru uzatıp, " Buyrun efendim," dedi. Valizlerin kulplarından tutup içeri sürükledim. Tekerlekli olduğu için zorlanmamıştım. "Teşekkür ederim." Kafasını salladı ve gitti. Bu sürede başını hiç kaldırmamıştı. Buna nasıl alışacaktım bilmiyordum.
Valizin içinden kıyafet çıkardım ve duşa girdim. Ne kadar şık bir banyo olduğunu söylemeyecektim bile. Küveti es geçip duşa kabine girdim. Benim için şampuan ve duş jeli bile konulmuştu. Bu kadar ince düşünülmek gururumu okşadı. İşimi hemen halledip giyindim. Biraz şık giyinmek istemiştim. Fazla kısa olmayan, dizlerimin hemen üstünde biten, çokta dar olmayan beyaz bir etek giymiştim. Üstüne de beyaz bir gömlek giyip eteğimin içine sıkıştırmış, ayağıma da beyaz spor ayakkabı giymiştim. Baştan aşağıya beyazdım. Aslında Ömer için siyah giyinmem lazımdı ama beyaz kadar siyahı sevmezdim ve Sweet dışında siyah kıyafetim pek yoktu. Bu sefer böyle olacaktı. Saçlarımı da kurutup açık bıraktım. Kahküllerimi - evet, kahküllerim vardı ama ben pek sevmezdim, bu yüzden sürekli toplardım- kenarlardan toplayıp tokalarla tutturdum. Gömleğin açık bıraktığım iki düğmesinden görünen tenimde şık duracağını düşündüğüm için, biri hafif uzun zincir olan ve diğeri de diğerinden daha kısa olan kalp figürlü iki kolye taktım. Başka bir şey ekleme gereği duymadan, günlerdir ağlamaktan mahvolan yüzüme biraz renk gelmesi için çok haifif, sadece yüzümü toplayacak kadar makyaj yaptım ve işte, hazırdım. Artık gidebilirdim. Yemek saatinden daha erken inmediğimi umut ederek merdivenlerden inmeye başladım. Ne de olsa saat altı olmak üzereydi. Eğer çok erken inmişsem kesin birileri beni sorguya çekerdi. Ne de olsa kimse beni tanımıyordu. Merdivenin sonunu indiğimde korkarak etrafa bakındım. Ben evi hiç gezmemiştim ki. Nereye gideceğimi bilmiyordum. Burası çok büyüktü. Doğruyu söylemek gerekirse kaybolurdum ve bundan deli gibi korkuyordum. Çünkü beni bulduklarında çok utanırdım. Etrafıma bakındım. Gelen giden de yoktu. Birini görsem beni herkes neredeyse oraya götürmelerini isteyebilirdim. Şansıma kimse yoktu. İlk geldiğimde salona çıktığını düşündüğüm yere gittim. Tam eşikten geçmiştim ki önümden, yardımcı olduğu belli olan, yirmili yaşlarında bir kız geçti. Hemen öne atılıp durdurdum. "Affedersin, ama Dağhan neredeyse beni oraya götür müsün?" Kız gülümseyerek, "Tabii ki efendim. Buyrun," dedi. Önden gitmeye başladığında onu takip ettim. Beni, dışarıya açılan kapıdan çıkardığında şaşırdım. Hava çok olmasa da soğuktu. Sonbahardaydık. Geceleri çok soğuktu ama gündüzler iyiydi. Üstümdeki ince gömlekten dolayı hafif üşüdüm. İçerisi iyiydi, o yüzden bir şey gömlek dışında bir şey gitmemiştim. Dışarı çıkacağımızı bilseydim bir şey alırdım. Burada yemek yiyeceksek vay halime! Yardımcı kız beni evin yan kısmında kalan bir yere götürdü. Bahçe de çok büyüktü. Zaten bu kadar büyük bir evin bahçesi de büyük olurdu. Önüne geldiğimiz yer bir seraydı. Tamam, burada yemek yenmeyeceğine göre Dağhan içeride yalnızdı. Ben ailesiyle birliktedir diye düşünmüştüm. Burada ne yapıyordu acaba? Yardımcı kız bana dönüp güler yüzle, "Dağhan bey burada efendim," dedi. "Tamam, teşekkür ederim," deyip gülümsediğimde o da aynı şekilde karşılık verdi ve yanımdan geçip gitti. En azından bu kız yüzüme bakarak konuşmuştu. İçeriye girdim. Burası kocamandı. Bu evde küçük bir yer yok muydu? Banyoları bile abartı olmasa da büyüktü. Eski evimdeki odam kadardı. Tabii ki sera çok daha büyüktü. Ortada boylu boyunca çiçekler vardı. Sağ tarafta bir dolap ve bir masa vardı. Dolapta bakım eşyalarının olduğunu tahmin ettim. Çiçekler çok güzeldi. Rengarekti ve çok canlı görünüyorlardı. Lale hanım, bu güzelliklere iyi bakmış olmalıydı. Bir çiçeğin yanına yaklaştım. Çiçeklerle aram pek iyi değildi ve bunun ne olduğunu bilmiyordum. Dik ve sert bir gövdesi vardı. Yan yana çeşitli renklerlde aynı çiçek vardı. Dik bir şapka gibiydi. İlk kez görmüştüm ve merak etmiştim. Elimi yaprağında haifif gezdirerek, "Adın ne senin?" diye sordum. Sanki bana cevap verecekmiş gibi. Aslında bir cevap geldi ama bu, çiçekten gelen bir cevap değildi. "Aslanağzı." Dağhan'ın konuşmasıyla yerimden sıçradım. Çömeldiğim için neredeyse düşüyordum. Ayağa kalkıp elimi göğsüme koydum. Cidden çok korkmuştum. Bir an çiçek konuştu sanmıştım. Dağhan'ın geldiğini duymamıştım. "Beni çok korkuttun. Niye sessizce geliyorsun?" "Sessice gelen sensin." Haklıydı. "Ben yardımcı bir kıza senin nerede olduğunu sordum. O da beni buraya getirdi. Gözüme direk bu çiçek takılınca da içeri seslenmeyi unuttum. Amacım böyle gelmek değildi." "Fazla açıklama yapıyorsun Yaren. Kimseye kendini açıklamak zounda değilsin. Çok zor bir durumda değilsen eğer. Kötü bir şey düşünmemiştim zaten." Haklı olabilirdi. Ama bu evde yabancıydım ve birinin yanlış bir şey yaptığımı düşünsün istemezdim. Çalmak gibi ya da karıştırmak. Bu yüzden açıklama ihtiyacı hissetmiştim. Konuyu değiştirerek, "Burada ne yapıyorsun?" diye sordum. "Yemekte vazoya çiçek koymak istedi annem. Birkaç dal koparmaya geldim." "Ben Lale hanımın yerinden olsam serama kimseyi sokmazdım. Burası çok güzel. Bu güzelliklerde çok kırılgan. Yanlış bir yere basmayla zarar verilebilir." "Bunu bilmene sevindim. Çünkü ben de serama kimseyi sokmam. Ama anlaşan sen buna dahil değilsin." Ağzım şokla aralandı. Şaşırınca yaptığım ilk şey maalesef ağzımı açmaktı. Üçüncü cümlesi de şaşırtıcıydı ama ben bir yere takılmıştım. Burası onun serası mıydı? Onun gibi biri nasıl çiçekleri severdi ki? "Ben, Lale hanımın sanmıştım." Aklıma gelen görüntüyle, "O zaman giriş yolundaki çiçeklerde senin," dedim. "Bu evin neresinde çiçek görürsen bil ki ben ekmişimdir." Süs havuzunun etrafını donatan rengârenk çiçeklerde demek onundu. Ama bu tahmin edilemez bir şeydi. Bir erkeğin çiçek sevdiğini ilk kez görmüştüm. Keyifli bir ifadeyle, "Şaşırdın bakıyorum," dedi. "Biraz." "Şimdi gidelim. Yemek saati geliyor. İstersen bir ara gelir bakarız. Fazla sevmiş gibisin." "Burası çok güzel. Kim sevmez ki?" Burnundan gülerek, "Sevmeyen o kadar çok ki," dedi. O çıkmak için yürümeye başlamıştı bile ama ben hâlâ çiçeklerden gözümü alamıyordum. Hiç değilse burada vaktimi harcayacağım güzel bir yer vardı. Tabii Dağhan izin verirse. "Hadi Yaren." Dağhan'ın seslenmesiyle gözümü çiçeklerden çekip hemen yanına gittim. Elinde kopardığı çiçeklerle beni bekliyordu. Yanına vardığımda seradan çıktık. Gelen ani soğukla titredim. Dağhan bunu fark etmiş olacak ki bana dönüp, "Kar çiçekleri soğuğa dayanıklıdır. Sen niye üşüyorsun?" diye sordu. Ne demek istediğini anlamamıştım. Kaşlarımı çatarak, "Efendim?" dedim. "Diyorum ki, neden üşüyorsun?" "Hava soğuk çünkü." Bu konuşmaya anlam verememiştim. "Biliyorum. Ama senin üşümemen lazım. Soğukta yetişen fedakar bir çiçeksin sen." Sanırım bu bir iltifattı. Duyduklarım karşısında ayaklarım yürümeyi bıraktı. Bu adam çiçeklerle zaman geçirmekten kafayı mı yemişti? "Ben çiçek değilim Dağhan. İnsanım ve üşüyebilirim." Benim durduğumu fark edince o da durdu. Karşıma geçti. "Hayır, çiçeksin. Çünkü bir insan yaptığın şeyleri yapmazdı." "Daha açık konuşur musun? Hiçbir şey anlamadım." Cidden kafam karışmıştı. Ciddiyetle, "Senin yaptığını herkes yapmazdı. Kardeşi için kendini hiç bilmediği bir ateşe atmazdı. O kadar parayı bulamak için bu kadar uğraşmazdı. Kaderi buymuş deyip geçerdi. Sen hayatını Ömer'e adamışsın. Gencecik kızsın ama o rahat etsin diye kendi rahatını düşünmemişsin. Ben yaşamadım, o yaşasın demişsin." Ağlamaklı çıkan sesimle, "Ama yaşatamadım," dedim. Kelimeler fısıltı şeklinde çıkmıştı. Gözlerim dolmuştu. Böyle bir şey beklemiyordum. "Ama denedin. Bunun için kendini feda ettin. O gülsün diye sen ağladın. Yalan mı?" Sorusuna kafamı evet şeklinde salladım. Çünkü doğruydu. O da devam etti. "O zaman sen bir Kar Çiçeğisin. Bu çiçeğin özelliklerini biliyor musun?" Başımı iki yana salladım. "Bilmiyorum." "Kar çiçeği, karın altında yetişir. Bu yüzden, sabır ve fedakarlık anlamına gelir. Diğer çiçekler sıcağı severken o, sadece kışın yetişir. Güçlüdür. Karı delip altından çıkar. Her zorluğa dayanır. İşte bu yüzden sen Kar Çiçeğisin. Fedakârsın, güçlüsün. Bu çiçeğin tanımısın." Gözümden akan yaşa engel olamadım. Bu benim için çok anlamlıydı. Çok duygulanmıştım. Ne diyeceğimi bilemediğim için, "Teşekkür ederim," dedim. Gülümsedi. Dağhan'ın bana karşı sıkça güldümsediğini fark ettim. Bu beni mutlu etmişti. "Ben olanı söyledim. Hatta bu çiçeğin hikayesi de var. Dinlemek istersen bir ara anlatırım." Gülerek, "Olur. Dinlemek isterim," dedim. Ceketini çıkartıp omuzlarıma koydu. Sıcaklığı ve kokusu beni sarmalamıştı. Çok güzel bir kokusu vardı. Çok erkeksi ve ona özgüydü. Ceketine iyice gömüldüm. Onu daha çok sarmaladım. Kafasıyla evi işaret etti. Yüzünde hâlâ gülümsemesi vardı. "O zaman gidelim Kar Çiçeği." Ben de yüzümdeki gülümsemeyle cevap verdim. "Gidelim."
Arkadaşla bir sorum var. Ben karaterlerim için bulduğum modellerin resimlerini paylaşacağım ama fotoğraf eklenmiyor. Nasıl yapıldığını bilen varsa ya da yapılmıyorsa yorumlarda beni bilgilendirir misiniz lütfen. Desteklerinizi esirgemezseniz sevinirim. Ayrıca okuyup geçenler var. Lütfen oy vermeden geçmeyin.
Kitabımın yan isminin anlamı buradan geliyor. Bu bölümde onu öğrendiniz. Artık Dağhan, Yaren'e Kar Çiçeği diye hitap edecek. Karahallı isminin de anlamı var. Bunu da ilerleyen bölümlerde okuyacağız. Çok anlamlı bulacağınızdan eminim.
|
0% |