Yeni Üyelik
2.
Bölüm

İKİNCİ BÖLÜM

@yenibiryazar__

İsmimin seslenilmesiyle atın olduğu yere doğru yürümeye başladım. Herkes yere basarak oklarını ataraken ben atın üstünde atacaktım. Hem herkesten bir adım önde olurdum hem de Kralın ilgisini çekerdim. Şimdiye kadar kimseyi seçmemişti. Ben seçeceği ilk kişi olacaktım. Son olur muydum orasını bilmiyordum ama beni seçeceğinden emindim.

Amcamdan bana at ayarlamasını istemiştim. Amacımı öğrenince hemen kabul etmiş ve beyaz, güzel mi güzel bir kız ayarlamıştı. Gitmem gereken yerin tam tersine gittiğim için herkesten şaşkınlık nidaları dökülüyordu. Kaçtığımı düşünüyor olmalılardı ama hayır, şov daha başlamamıştı.

Hemen atın yulasını çözdüm ve bindim. Beni görenlerden tekrar şaşkınlık nidası döküldü. Gözlerimi devirdim. Herkes şaşırmaya da pek bir meraklıydı.

Beni gören askerler hemen savunma pozisyonuna geçtiler. Onlara böyle bir bilgi verilmemişti çünkü kimsenin haberi yoktu. Beni tehdit olarak görmüş olmalılardı.

Doğruydu. Sadece biraz erkendi.

Yerime geçtiğimde, yarışmayı sunan adam bana şaşkın bir şekilde bakıyordu. Etraf çok kalabalıktı. Halktan birçok kişi izlemeye gelmişti. Üzerimde çok fazla göz vardı. Alışkın olduğum bir şey değildi. Dikkat çekmeyi sevmezdim ama bugün mecburdum. Dikkatini çekmek istediğim kişinin gözlerini üzerimde hissedebiliyordum.

Sunucu, "Yarışmaya atla katılmak yasak. Hemen in," dedi.

Hiçbir tepki vermeden, "Atın yasak olduğunu da kim söylemiş?" dediğimde eminim ki herkes Kralın huzurunda böyle konuşma cesaretini nereden bulduğumu sorguluyordu.

Her şeyi dozunda yapıyordum. Bu tavrım ölümüme sebep olmazdı ama iyi de olmazdı. Neyseki birazdan yapacaklarımla bunları unutturacaktım. Ama benim niyetim farklıydı. Kral cesaretli kişileri severdi. Bu bilgileri çok iyi birinden öğrenmiştim. Zamanında Kralı iyi tanıyan birinden... Bu hareketimin onu meraklandırdığını biliyordum. Bu da onunla yüz yüze görüşeceğim anlamına geliyordu.

Sunucu şaşıkın yüz ifadesini hemen topladı. "Kayıt yaptırırken ata binebilirsiniz denmedi."

"Binemezsiniz de denmedi." Cevabım karşısında dumura uğramıştı. Kimse benden böyle bir şey beklemiyordu. Güzel. Beklenmedik olmayı severdim.

Sunucu, "Majesteleri, ok ve yay dışında hiçbir şey kullanılma..." diyordu ki gür bir ses sözünü kesti.

"Bırakın. Atıyla atsın okunu." Kralın bir sözü herkesin susmasına yetmişti. Nasıl oluyordu da bir kadının sesi erkeğinkinden daha fazla çıkarken hep duyulan erkek oluyordu anlamıyordum. Yakında bu değişecekti. Ben sağlayacaktım.

Kralın onayıyla sunucu yerime geçmek için işaret verdi ama ben yine tam tersi yöne gittim. Alandan baya uzaklaşana kadar atımı dört nala sürmeye başladım. Yeterince uzaklaşınca atı yulasından tutup ters yöne gitmesi için çekiştirdim. Şimdi alana doğru gidiyorduk. Sırtımdan yayımı ve okumu aldım. Okumu yerine yerleştirip yayımı gerdim ve tam karşımdaki hedefe nişan aldım. Atım hızla giderken hedefe baya bir mesafe vardı.

Gerdirdiğim yaydaki oku bir ıslıkla serbest bıraktım ve benden beklendiği gibi tam on ikiden vurdum. At, hedef tahtasını geçmiş dümdüz ilerlerken yulasından tuttuğum gibi tekrar ters yöne çevirdim. Terar bir ok aldım. Yayımı gerdim ve bu sefer direkteki hedefe nişan aldım.

Atım çok sallanıyordu ama bu bana engel değildi. Bunu defalarca kez yapmıştım. Ne zaman at bulsam bu fırsatı değerlendiriridim. Yayımı biraz daha gerdim ve yine bir ıslıkla oku bıraktım. Bu hedefi de on ikiden vurmuştum.

Yulayı tutup çektim ve bu sefer durmasını sağladım. At birden şaha kalktı. O an herkese tepeden baktım. Tam karşısında durup gözlerinin içine baktığım Krala bile. O an benden başka büyük kimse yoktu. Tüm ülkenin hükümdarı o an için bendim.

Atın ayakları yere basınca her şey bir duman gibi dağıldı. Ama hissettirdiği aynı kaldı. Krala bakarken başımı eğmedim. Dimdik bir şekilde sanki ben Kraliçe, o ise normal biri gibi baktım ona. Bakışlarımın anlamını gördü mü bilmiyordum ama bana tuhaf bir şekilde bakıyordu. Sanki hem etkilenmiş, hem de ona gösterdiğim bu cesaretten hoşlanmamış gibiydi. Bunlar aramızdaki mesafeden bile belli oluyordu.

Birden gelen ıslık ve alkış sesiyle kendime geldim. Bakışlarımı Kraldan çekip etrafımda gezdirdim. Neredeyse bütün seyirciler beni alkışlıyordu. Bu hoşuma gitmişti. Dikkat çekmeyi sevmeyen ben, şuan çok sevmiştim.

Dikkatimi seyirciden çekip tekrar Krala döndüm. Yanındaki askere bir şey söylüyordu. Asker kafasını sallayıp reverans yaptı ve koşar adım bana doğru gelmeye başladı.

"Majesteleri seninle konuşmak istiyor. Atından in ve hemen yanına git. Reverans yapmayı da unutma. Ayrıca sakın az önceki gibi gözlerine bakma," diye beni kabaca uyardı. Sanki ben ne yapılıp yapılamayacağını bilmiyordum. Bizi cahil sanıyorlardı. Ne zaman yanımızda asker olsa, bahsedilen konuda bir şey bilmiyoruz sanıp mala anlatır gibi anlatırlardı.

Hiçbir şey söylemeden atımdan indim. İstediğim olmuştu. Kralın dikkatini baya bir çekmiştim. Asker atı götürürken ben de Krala doğru adımlamaya başladım. Az olan merdiveni çıkıp çadırının önüne geldim. Ufak bir reverans yapıp başımı kaldırmadan bekledim. Uzaktan bakabilirdim ama yakından gözlerine bakarsam bu baş kaldırı olurdu. Kralın önünde Kraliçe bile başını eğerdi.

"Çok marifetlisin Katerina..." Devamını getirmeyip beklemeye başladı. Ona istediğini verdim.

"Martin, Majesteleri. Katerina Martin." Soyadımı gururla söylemiştim. Bu bana babamdan kalmaydı. Soyadımı hatırlayıp hatırlamadığını merak ettim.

"Katerina Martin," diye dediğimi tekrarladı. Sesinde merak duygusu yoktu. Soyadım tanıdık gelmemişti. Zaten Kraldan en sadık askerleri bile olsa onu hatırlamasını bekleyemezdiniz.

Hiçbir tepki vermedim. Başım yere eğik durmaya devam ettim. Çok geçmeden birinin bağırdını duydum.

"Katerina Martin, yarışmanın birincisi seçilmiştir." Sunucu bunu söylerken eksik bir şey vardı. Kralın askeri olamamış mıydım? Ama kendimden emindim. Beni birinci seçmişti üstelik son kişi bile değildim. Benden sonra da yarışmacılar vardı. İçimde büyük bir öfke patladı. Bunu dışarı yansıtmamak o kadar zordu ki. Bugün Kraldan bir kez daha nefret etmiştim. İnsanların hakkını yiyen zorbanın tekiydi.

Kralın sesi beni kendime getirdi. "Çok iyiydin Katerina. Çok da güzel bir kadınsın. Yeteneklisin de ama ben erkek askerleri kadınlardan daha çok tercih ederim. Bu sizin için daha güvenli olur." O an yüzüne bir yumruk savurmak istedim. Kendimi erkeklere karşı koruyamayacağımı düşünüyordu. Birçok kadın öyle olsa da ben değildim. O bunu bilmiyordu ama ben gösterecektim. Hem de çok yakında.

Başımı biraz daha eğdim ve, "Siz nasıl uygun görürseniz majesteleri," diyerek geri çekilmemi söylemesini bekledim.

"Çekilebilirsin," der demez hızlı bir reverans daha yaptım ve hemen oradan uzaklaştım. Yoksa ona vurmam an meselesiydi. Ama benim sabırlı olmam lazımdı. İstediğim güne elbet gelecektim.

Gösterisini yapan kişilerin beklediği yerde yerimi aldığımda askerlerin olduğu taraftaydım. Aramızda çok da bir mesafe yoktu. Belki önemli bir şey konuşurlardı da ben de duyardım.

Biraz zaman geçtikten sonra sonunda biri konuşmaya başladı. "Kral, ava çıkarken kaç asker orada olacak?" İşte benim istediğim şeyler bunlardı.

Diğeri kendinden emin bir şekilde, "Tam on asker olacak," dedi. Şimdi bir tek ne zaman ve nerede olacağı kalmıştı.

"Batı ormanında çok fazla hayvan yok. Bakalım majesteleri kaç hayvan avlayacak."

Diğeri, "Yarın göreceğiz," dediğinde ben çoktan plan yapmaya başlamıştım bile. O Krala beni hafife almaması gerektiğini gösterecektim.

Yarışma biter bitmez oradan ayrıldım. Kral hiç kimseyi seçmemişti. Herkes boşuna geldiğini düşünüp öfkelenmişti. Bazıları haklıydı. Evime gidip üstümü değiştirdim. Akşam olur olmaz yola koyuldum.

Bir meyhaneye gelmiştim. Burada her türden insan vardı. Ama genellikle haydutlar olurdu. İçeri girdim. Biraz kalabalıktı. Gözlerim direk onları buldu. Kıyafetlerinden anlardınız zaten.

Deri veya siyah giyerlerdi. Kıyafetleri hep kaliteli olurdu. O kadar altını çalsam ben de iyi giyinirdim. Saçlarının yanları kazınmış, orta kısımları hep uzun olurdu. At kuyruğu yapıp örerlerdi. Kaliteli giyiniyor olabilirlerdi ama çok pislerdi. Kokularından yanlarına yaklaşılmazdı. Ve hepsi ayyaştı.

 

Bir bardak şarap aldım ve gözüme kestirdiğim bir gurubun yanındaki masaya oturdum. Kendi halinde biri gibi görünüyordum ama kulağım onlardaydı. Yavaşça şarabımı içerken doğru zamanı bekliyordum.

"Geçen birinin arabasını soydum. Adam öyle bir korktu ki görmeniz lazımdı. Ben zaten tüm malları almışım, onları satsam bir sürü altın eder ama adam hâlâ, 'lütfen beni öldürme, sana altın veririm' diyor. Salak, zaten her şeyini aldım. Bana daha ne vereceksin."

Pis haydutun söylediklerine masadaki herkes gülmüştü. Bense gırtlağına yapışmak istiyordum. O adamcağızın hesabını sormak istiyordum. Kafası ile bedenini salatalık koparır gibi koparmak istiyordum. Bazen böyle şeyler duyup da bir şey yapamamak çok kötü hissettiriyordu. Neyseki yarın bu haydutların icabına bakılacaktı. Onların ölümünü kendi gözlerimle izleyecektim. Her bir anından keyif alacağım kesindi.

Adalet maalesef burada yoktu. Kimse güçlü kişilere ya da öyle görünenlere dokunmazdı. Burada benim gibi düşünen insalarda vardı ama kafalarını dahi çevirip bakmamışlardı. Korkuyorlardı. Ya savaşmaya çalışınca ben zarar görürsem, diye korkuyorlardı. Zaten şimdiye kadar kim bunu denemişse sonuç hep aynı olmuştu. Ya donlarına kadar sorulmuşlardı ya da öldürülüp bir köşeye atılmışlardı. Kimse de bir şey yapamıyordu. Ölenlerin ya da soyulanların aileleri bile.

Yan masadakiler hayvani kahkalar arttıkça midem bulanıyordu. Bir an önce buradan gitmek istiyordum. Bu yüzden harekete geçtim. Ayağa kalkıp yan masaya gittim. Boş yer yoktu o yüzden kendi sandalyemi alıp oturdum. Tüm gözler bana dönmüştü. Ne yaptığımı sorguluyorlardı. Kimse onların yanına yaklaşmaya dahi cesaret edemezken ben diplerine kadar girmiştim. Bu da onları şaşırtmıştı.

Dişleri simsiyah olan biri güldü. Islık çalarak, "Vay vay vay, bu küçük kız niye bizim yanımıza geldi, söyle bakayım?" dedi.

Bir diğeri de, " Ölmek ya da soyulmak istiyordur belki. Yoksa ne olduğumuz belli. Başka türlü niye yanımıza gelsin ki?" dedi.

Hep bir ağızdan bir şey söyleyip, söylediklerine güldüler. Kendimi kaybetmemek adına derin bir nefes aldım. Bu şekilde onların pis kokularını daha çok almıştım. Anında pişman oldum ve daha fazla bu rezilliğe katlanmak istemediğim için lafa girdim.

"Benim buraya gelme amacım başka."

"Neymiş bakalım gelme amacın?" Alaycı şekilde söylemesine sinirlensem de devam ettim.

"Size iş buldum."

Hepsi kahkalara boğulurken, gerçekten boğuluyormuş gibi sesler çıkıyorlardı. Beni ciddeye almamışlardı. Neysi ki ben çok sabırlı biriydim. Sakinliğimi koruyarak boş gözlerle onlara baktım ve gülmelerinin bitmesini bekledim.

Sonunda bittiğinde birisi, "Duydunuz mu? Bize iş bulmuş." Bana doğru döndü. " Bize ne iş getirdin velet? Patates soyma işimi mi?" Herkes daha çok gülerken dişlerimi sıktım. Ama beni zorluyorlardı.

"Hayır. Size çok daha karlı bir iş getirdim." Sert bir şekilde söylemem dikkatlerini çekmişti. Benden bu kadarını beklemiyor olmalılardı. Bende çok daha fazlası vardı ama onlar bilmiyorlardı. Yarın öğreneceklerdi.

Sonunda beni dinlemeye başladıklarında, "Yarın, çok zengin bir aile ava çıkacak. Hemde at arabasıyla. O arabanın içindeki malzemeler ve adamların üstünden çıkanlar sizce ne kadar değerlidir? Altın bile bulabilirsiniz. Giydikleri kıyafetler en kaliteli kumaşlardan, keza kılıçlar ve oklar da öyle. En iyisi. Size hayatınızın fırsatını veriyorum. Kaçırmayın derim." dediğimde herkes duraksadı. Böyle bir şey söylememi beklemiyorlardı. Kimse onlara gidip de şu kişiyi soyun demezdi.

Kendine geldiklerinde daha ilgiliydiler. "Peki sana neden inanalım küçük?" Liderleri olduğunu düşündüğüm kişinin sorusuna hemen cevap verdim. Yoksa bana küçük dediği için vurabilirdim. Bu kadar adamın içinden sağ çıkarmayacağımdan değildi. İşi batırmak istemediğimdendi.

"Size gelip bunları söylememin sebebi, çaldıklarınızdan bana da pay vermeniz. Durumum iyi değil ve altına ihtiyacım var. Kendim de çalamam, gücüm yetmez. ikimizin de kârlı çıkacağı bir iş teklif ediyorum size."

Eğer bir kez daha gülerlerse bu defa yumruğu yüzlerine çakacaktım. Ama bana bu zevki yaşatmadılar. Hepsi büyük bir ciddiyetle düşünmeye başladılar. Ardından liderlerine bakıp sözünü beklediler.

Liderleri ciddiyetle, "Eğer dediğin kadar zenginlerse baya altın kazanırız. Sana da pay verebiliriz. Sen yeter ki bizi zamanında oraya götür. Gerisi bizde," dedi. Son cümlesinde diğerlerine bakarak göz kırptı. Onlar da güldü. Bana payımı vereceklerini söylemelerine rağmen vermeyeceklerini anlamamak aptallık olurdu. Neyseki benim derdim altın değildi.

"Batı ormanında olacaklarını biliyorum ancak zamanını bilmiyorum. O yüzden erkenden gitsek iyi olur. Ne zaman gelecekleri belli olmaz."

Liderleri kafasını sallayıp onayladı. "Öyle olsun küçük. Ama bil ki orada olmazsan payını vermeyiz. Ve eğer dediğin şey doğru çıkmazda vaktimizi boşa harcarsan da," baş parmağını boğazına götürüp kaydırdı. "ölürsün." Tam tersi olacaktı ama bunu söylemedim.

Kafamı sallayıp ayağa kalktım. "Anlaştık." Şarabın sonunu da kafama dikip bardağı masaya koydum. "Bunu da ödersiniz artık," deyip oradan ayrıldım.

Yarın büyük, çok büyük bir gün olacaktı. Haydutlara işim düşeceğini söyleseler inanmazdım. Neyseki sonunda ölüm olan bir işti. Ve bundan sağ çıkıp kazanan ben olacaktım.

 

 

 

 

Lütfen oy vermeyi unutmayın.

 

Loading...
0%