Yeni Üyelik
17.
Bölüm

ÇOK AĞLADIM TÜM AYRILIKLAR İÇİN

@yesilkutuphane61

Ah almışım ben. Öyle diyorlar. Can yakmışım, yuvamda mutlu olamazmışım zaten. Babamı, annemi kırmışım. Bir de Fatih'e yüz çevirmişim, ortada bırakmışım onu. Haberimin olmayışının bir önemi yok. Mutsuzluk üstüne kurmuşum yuvamı, hayır gelmezmiş. İyi olmuş bana, Eyüp'ün gidişini hak etmişim. Cezamı çekmişim.

"Doğru mu Fatih? Ah mı ettin bana? Hakkını helal etmedin de vermediğim bir sözün vebalini mi yükledin omuzlarıma?" Bir hışım karşısına çıktığım genç adam şok olmuş bir halde ne diyeceğini kestiremez gibi bakıyordu yüzüme. Oysa ben konuşsun istiyordum. O konuşunca diğerlerinin sözlerinin bir ehemmiyeti kalmayacaktı gözümde.

"Nehar sen... Nereden çıkartıyorsun bunları?" Ben çıkartmıyorum ki arkadaşım. Benim şu dengede duramayan duygularımdan faydalanmak ister gibi kulağıma iliştiriyorlar zehirli sözlerini. "Bak bir sakin ol. At kafandan bunları. Yok öyle bir şey." Esasında güvenmiyorum kimseye. Fakat Fatih'in sözlerine sorgusuz sualsiz inanmak istiyorum. Bir tek sesindeki üzüntünün samimiyetiyle muhatabım şimdi. İtham edildiğim şeylere mi, ucunun ona dokunmuş olmasına mı bilmiyorum ama üzülmüş işte. Ah şu diğerleri, bizi ne hale getiriyorlar!

"Ben... Kimsenin vebaliyle yaşamak istemiyorum." Bir adım geriledim. İnsan özür dileyemeye böyle paldır küldür gelmezdi de benim durumum farklıydı. Başkasının yaptığı adına, belki mümkün değildi ama yeniden doğrulmak için af dilemeye gelmiştim ben. Beni anlayabilir miydi karşımdaki? "İstemiyorum..." Kiminle konuştuğumu anlamaya çalışıyor olmalıydı. En az onun kadar yabancıydım kendime. Dünya kadar değiştim ben de. Vehimler ve zanlar karıştı adımlarıma. Yabancıların kapılarını çaldım. Namahreme çok şey sordum.

"İsmet amcayı arayayım mı Nehar? İyi gözükmüyorsun." İyi gözükmeye çabalamak şöyle dursun, ben gözükmek bile istemiyordum. Hangi kayanın dibinde kaybolsam diye düşünüp duruyordum geceleri. Öylece havada salladım ellerimi, hayır demeye çalıştım belki. Bakarım başımın çaresine. Burada beklemek istemiyordum. Ayağıyla gelen ben değilmişim gibi. Cam kapıyı ittirip dükkândan dışarıya çıktım. Yine bakışlar, yine konuşacaklar. Fakat Fatih ah etmemiş bana. O söyledi ben de inandım. Nehar olabilmek için buna inanmaya ihtiyacım vardı.

Nehar'dan geriye pek bir şey kalmadı. Yıkıldı tüm kaidelerim. Benden habersizsin fakat senin yüzündendi bu susuşlarım. Bir ihtimal döndüğünde sen, arkamdakileri enkaz bırakmayayım diye çektim sineye her sözü. Fakat sen devrim niteliğinde bıraktın beni geride. Artık yansın tüm gemilerim. Paramparça ettikleri kalbimin gözleri görmez oldu. Karşımda yanlış kelam edeni ezip geçmeye niyetlendim Eyüp. Gözüm kapalı, sesinden tanıyabileceğim adam da kırsa kalbimi değişmez bu kaidem.

Gözlerim buğulandı, günlerdir ağlamıyordum. Üşümüş parmak uçlarımı kirpiklerimde gezdirdim, bir ıslaklık yoktu. Fakat yavaşça bedenime yayılan bir his kaybı kendini belli etmeye başladı. Bacağımdaki hiç dinmeyen sancı gittikçe arttı. Dakikalar önce koşar gibi yürüdüğüm kaldırımda öylece kaldım. Büküldü belim, ah ettim. Duymadı kimse. Çantam düştü omzumdan. Sokağın ortasında oluşumu umursamadan dizlerimin üstüne çöktüm. Karnımı kaplayan ağrıyı durdurmak ister gibi ellerimi kendime sardım. Fayda etmedi. Kendimden geçtim.

Öfkeden sonra korku ele geçirdi Nehar'ı. Olmadığı gibi birine dönüşmenin bedelini ödedi. Başına gelecek ne varsa kabulüydü de, hiç kıyamadığı minik cana bir şey olması ihtimali kalan birkaç parça mantığını da alıp götürüyordu başından.

***

Günlerdir bir türlü yolunu bulamadığım hastanedeydim nihayet. Nasıl geldiğimden haberim yoktu. Uyandığımda başımda konuşan doktorlar karşıladı beni. Bayılmama sebep olan ağrı, hafif de olsa hâlâ benimleydi. Önce algılamaya çalıştım, zorladım zihnimi fakat silik birkaç anıdan ziyade korkum hatırlattı kendini. Henüz doğmamış bir bebek için günler sonra, başım soğuk kaldırım taşındayken ağlamıştım. Doktorların sessizliğini bölsem de bebeğimi sorsam, seninle o deseler, derin bir nefes alabilsem…

"Nasıl hissediyorsun kendini?" Ben, benden geçmişken önemli miydim şu saatten sonra? Bir yerlerde yalnız başına bırakmıştım Nehar'ı, ben de Eyüp'ün yaptığını yapmıştım. Neşeli, seven, bazen cesur, bazen çocuk gibi, bazen de olgun davranan o kızı bilinmeze emanet etmiştim. Ölümden beterdi bu. Nehar'ın gözlerindeki kocaman hayal kırıklıklarını unutmak için kaç kez daha paramparça olmalıydı, benim şu acıyla başını göğsüme vurup duran kalbim?

Cevap bekleyen doktoruma bakıp elimi karnıma götürdüm. Bir keder yerleşti gözlerine. Savsak adımlarıma kızması gerekirken neydi bu hüznün sebebi? Diğer beyaz önlüklere baktı, onlar bir nefes alıp odadan çıktılar. Gidişleri seyretmekte kazandığım ustalıkla kapıyı kapatışlarını izledim. Fakat bir evlat söz konusuyken, gözlerim metanet kelimesini unutacaktı.

"Nehar" şefkatli bir sesin ardından elimin üstünde bir sıcaklık hissettim. Sahi, şefkati hak ediyor muydum ben? Çektim elimi sertçe. Doktorum beni azarlasaydı ya şimdi de. Bir hıçkırık kaçtı ağzımdan. Sol elimin tersiyle gözlerimi kapattım.

"Bakamadım ben ona..." diyebildim zorla. Eyüp gibi gitmişti. Ben yanında durulmaz bir insan mıydım da herkes gidiyordu? Gitmek övünülecek bir şeymiş gibi herkes birbiriyle yarışıyordu. Evlat, annesini bırakır mıydı? Ben de bırakmıştım, birkaç bahaneyle. Dünyadaki kısasım mıydı bu? Oysa benim çocuğum gitmekte haklıydı. Kucağıma verilseydi de görseydim yüzünü. Kızsa saçlarına tokalar taksaydım, erkekse bir topun peşinden koştursaydık. Anneler böyle bırakılır mıydı? Ah benim adını koyamadığım evladım!

Çok ağladım, tüm ayrılıklar için. Nefesim kesilecek gibi olduğunda, bana sesini duyuramayan doktorum omuzlarımdan tutup beni doğrultmaya çalıştı. Yanıma oturdu. Başımın altındaki yatak da hareketlenip yükselince benim yapamadığımı yapan doktoruma izin verdim. Yanağımdaki yaşları sildi.

"Nehar, sakin ol lütfen. Henüz her şey bitmiş değil!" Başımı salladım hızlıca. Ne kaldı ki geride? "Bebek seninle, o iyi." Duyduğumla duraksadım. Bunu biraz daha geç öğrenmiş olsaydım, ecelim kederimden yol bulup gelecekti yanıma.

"Nasıl?" diyebildim.

"Dinlemedin ki be kızım! Başladın ağlamaya, anlıyorum seni korkuyorsun. Ama bir nefes al."

"Yaşıyor mu yani?" Elini tuttum sıkıca.

"Evet." Fakat yine de rahatlatmıyordu beni bu cevap. Tavırlarında bir tedirginlik vardı doktorun. Bir sorun vardı. "Bayılmışsın yolun ortasında. Seni getiren gence sorduk, halin kötüymüş zaten." Sıkıca yumdum gözlerimi. Fatih mi getirmişti beni hastaneye? "Ani hareketlerden, seni yıpratacak duygulardan kaçınman gerekirdi Nehar." Bu kaçıncıydı beni ikaz ettikleri? Uslanmaz ve laf dinlemez bir çocuk gibi davranıyordum. Sıkıntılı bir nefes verdi doktor hanım. Yolun başında, kendimi tehlikelere savuruşuma ah etti sanki. "Fakat başka bir konu var." Hâlâ elini sıkıyordum, uzun uzun bakmıyordu bana.

"Ne oldu?" diyebildim boğuk çıkan sesimle.

"Annen kapıda, bacağındaki ağrıdan söz etti. Birkaç tetkik yaptık biz de." Buz gibi olmuş yanaklarıma süzülen sıcak yaşları umursamadan dinlemeye devam ettim. Bu ağrı yüzünden iki büklüm olup bayılmıştım zaten. "Ben seninle açıkça konuşacağım Nehar. Sen de sakince dinleyeceksin söylediklerimi. Sonra da bir çaresine bakacağız." Her şeyi patır patır söyleyen doktorum bu gün kalbime indirecekti ağır balyozları. Ama işi yokuşa sürüp duruyordu. Sabırsızca kıpırdandım yerimde. "Ağrının sebebi, anne adaylarında görülmesi muhtemel kistlerin sende de oluşmuş olması. Bazen kendiliğinden geçebilir..." Duraksayıp yüzünü kaşıdı. "Biz seni takibe alacağız. Kontrollerini daha da sıklaştıracağız."

“Bazen de…”

“Bazen de tedavi gerekebilir. Dikkatli olmak zorundayız. Bebeğin ve senin sağlığın için. Hassas bir bünyen var, biliyorsun.”

"Geçmeyecek mi?" Umutsuzluk fırtınası düşürdü omuzlarımı. Uzun ve sessiz yağmurlar yağdı.

"Dördüncü aya kadar tedavi uygulanacak."

"Geçecek mi?" İnanmak istedim bir kelimelik masala.

"Biz... Elimizden geleni yapacağız tabi." Elimi çektim. "Öyle bakma, çaresi olmayan bir şey değil ki bu."

"Tedavi işe yaramazsa?" Sakladığı ihtimali de öğrenmek istiyordum.

"Cerrahi müdahale uygulanır. Ama... Nehar o zamana kadar, ben inanıyorum iyi olacağına."

"Bebeğe zarar verir mi?" Bir ihtimal der gibi başını salladı. Yüzümü silip burnumu çektim. "Diyorsunuz ki; bu gün olmadı ama..."

"Öyle bir şey söylemiyorum!" Kızmaya niyetlenip çattı kaşlarını. Ama her nasıl gözüküyorsam şu an, yine yumuşattı bakışlarını. "Beni korkutan senin bu halin! Güçlü değilsin, ne bedenin ne de duyguların dirayetli değil. Bak, senin özel hayatını bilemem ama doktorun olarak halini görebiliyorum. Tedavide bize düşen görev birse, sana düşeni dokuz. Geç olmadan toparlan Nehar."

Yokladım kendimi. Ah koca bir viraneye dönüşene dek neredeydi aklım? Çok zordu toparlanması. Dünyaya başka pencereden bakar olmuştum. Evladıyla arasındaki bağı güçlendirmeye çalışan bir anne olmak yerine gidenin peşinden koşmuştum. Sonra ona soramadıklarımı başkalarına sormuştum. Toparlanmam lazımdı, fakat nasıl? Kolay değildi hakikaten. Yıpranmaktan fazlasıydı bu. Bu duygu karmaşaları midemi bulandırıyordu artık. Belki biraz zamana ihtiyacım vardı. Ama zaman yoktu, bana verileni tüketmiştim bad-ı heva.

"Ben beceriksizin tekiyim, yapamayacağım. Korkuyorum." Biraz daha yaklaşıp bana sarıldığında, başımı usulca omzuna dayadım. İhtiyacım varmış. Annemden uzaktım günlerdir. Odada bir başımaydım.

"Her şeyden önce bir annesin sen. Anneler daima güçlü olurlar. Evlatları için her şeyi yaparlar."

"Ama o benim yüzümden tehlikede." Sırtıma hafifçe vurdu.

"İnançlı bir kız olduğunu sanıyordum. Sanki hastalığı sen alıp da miniğin yanına koymuşsun gibi davranma lütfen."

"Ama daha önce gelmedim."

"Esasında temiz bir dayağı hak ediyorsun sırf bu yüzden." Gülerek benden ayrıldı. Gülmese, beni azarlasa daha iyi hissedeceğim kanısındaydım hâlâ. "Şimdi Nehar, yeni bir yol var önünde. Geçmişi düşünmeden, çocuğun için ayakta durmaya çalışacaksın. Meslek hayatım boyunca bir sürü bebek doğdu elime. Senin miniği de sevmek istiyorum." Ah doktor hanım, ben de bunu her şeyden çok istiyorum.

***

Bir poşet ilacı komodinin üzerine koyan annemi geride bırakıp yatağımın ucuna iliştim. Kapıyı kapattı, dargın değilsek de konuşmadı. Bense yakınlarından ziyade yabancılarda teselli bulmuş biri olarak içerlemedim. Düştüğümde de, doktorla konuşurken de yalnızdım. Sanki biraz büyümüştüm. Kendimi teselli edecek hale gelmiştim.

"Ben yemek için Mercan'a yardım edeyim. Sen dinlen, çağırırım seni." Cevap alamayınca bana döndü, başımı salladım. Bir süre seyretti yüzümü. Dudaklarını aralayıp bir şey söyleyecek gibi olduysa da durdu, eğdi başını. Çıktı odadan. Ellerimi kucağımda birleştirmiş, kulağımı hafif kalbime yaklaştırmış halde durdum biraz. Anne de olsa insandı, yorulurdu, üzülürdü. Benden uzakta biraz dinlense iyi olurdu.

Masanın üstündeki koliye çarptı gözüm. Henüz yerleştiremediğim, kalbimin kirinden yüzümü eğip de yanlarına yaklaşamadığım kitaplarım duruyorlardı öylece. Hakikat lemalarına ihtiyacı olan bendim. Hasta, ilaçtan kaçmazken ben iç âlemimi kurak topraklara çevirmek üzereydim. Kalktım ağır ağır. Masanın önüne gidip, kolinin üstündeki kitabı aldım elime. Lemalar.

Dizlerimin üstüne çöktüm. Mağaraların kaybolduğu asırda, ben kendi mağaramı buldum. Bir dergâha sığındım. Derviş olmadım, arz ettim. Halimi benden önce bilene yöneldim. İradesiz hallerimden, sağlam iplerle bağlanmayışımdan utandım. Her şeyden önce kabul görmek istedim. Kitabın ilk sayfalarını açıp göz gezdirdim.

"O vazife-i ubudiyete halel gelir düşüncesiyle kendi istirahati için değil belki ubudiyet-i İlahiye için demiş: "Yâ Rab! Zarar bana dokundu, lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime halel veriyor." diye münâcat edip Cenab-ı Hak o hâlis ve safi, garazsız, lillah için o münâcatı gayet hârika bir surette kabul etmiş."

***

"Sensiz de iyi olurum Eyüp."

Loading...
0%