@yesilkutuphane61
|
Her adım katıksız sancı. Bir köşede kalmış bulutların depreştiğini hissetmek mümkün. Ne yöne dönersem döneyim hep uzak. Kapının ardı da koridorun sonu da uçurum. Adımlarım ürkek olsaydı, zaman kazanırdım belki. Ben ki bir zamanlar, zamana tahammül edemezdim. Zamanla değiştim. Peki bu sonsuz yolun sonunda cevap bulabilecek miyim? Cevap istiyor muyum? Soruları unuttuğumu saklayamam. Bunca zaman iradem dışında oldu her şey. Ben bununla yaşamayı öğrendim. Harlı alevde işlenir gibi muamele gördü kalbim. Bir şekilde toparlanmaya niyetlendim. Kendime döndüm, iyi olmaya çalıştım. Eyüp bana sorup da gitmedi, babam yeni bir kaybın eşiğinde vicdanına yenildi, annem anneliğine sığınıp ağır bir yemin etti. Ne rüzgârdım ne yaprak, savruldum yine de. Unutmuş muyum karar vermeyi? Bir adım ötemdeki Eyüp için değil miydi bunca yaşanan? Eyüp, ben kendimi bulayım diye gitmiş sanki. İyilik mi bu, teşekkür mü etmeliyim? Fakat sorulması gereken bir hesap var. Bir hastane odasında ve bilmediğim bir halde o. Haydi Nehar, öfkelen biraz! O zaman bir hışımla girersin içeriye. Kalır mı ki öfken, Eyüp'ü görsen hasta halde? Ne acı... Soğuk küller dağılmış içime. Ya taş kesilmişim, ya kabullenmişim. İnsanların yokluğunda, kalbimi teselli eden hakiki dostun varlığına eriştiğimden, olabilecek her ayrılık ya da kavuşmaya baş göz üstüne demişim. Allah'ım, gitmişti o, saklanmıştı benden. Şimdi gideyim mi yanına? Var mı biraz hatırı bende? Ben sevmeyi bile seven biriydim. Değil sevdiğime, sevgime gelen zeval bile koca ziyanlara sürüklerdi beni. Şimdi bu sükûnetim hayra alamet mi? Aralık kapıyı ittirdim ağır ağır. Madem bir şeyler olmuş bana, anlayayım ne olduğunu. Yalancı bir teselli mi benimki? Yoksa hakiki bir tesellinin sakinliği mi? Önce adımlarımı, sonra da başımı soktum içeriye. Küçük odanın ortasında bir yatak, hemen solumda pencere altında tekli koltuk ve sağımda yere serili bir seccade; üstünde diz çökmüş Eyüp. Sırtı bana dönük, ellerini açmış kıpırdamadan dua ediyor. Fakat muhakkak biliyor geldiğimi. Buradasın işte, ey şehrimin kayıp adamı, oturmuş bir köşede dua ediyorsun. Belki şifa istiyorsun, belki af diliyorsun. Benimle yeniden bir olmayı istiyor musun acaba? Ben öyle dua etmeyi bırakalı ne kadar oldu, Allah biliyor. Allah biliyor ya Eyüp, çok şey götürdün benden. Ver geri desem, bomboş ellerin havada. Sırtın dönük ama anlıyorum, senden de çok şey gitmiş. Kıyafetin birkaç beden büyümüş sana. Güneş altında kahverengiye çalan saçlarına ne zaman veda ettin bilemem, dalgalı ve yumuşak. Takken güzelmiş, yakışıp yakışmadığını umursamıyorum, yeter ki tak. Aylarının geçtiği bu halısı olmayan odada, kabul olsun diye ettiğin duaların bitmesini ve bana dönmeni bekliyorum. Huyum kurusun, yine bekliyorum. Dönüp arkamı gitmeliyim değil mi? Şeytan bilmediğim bir yönden yaklaşıyor. Hak ediyor mu bu adam beklenmeyi? Allah affetsin, öyle olduğunu hiç düşünmüyorum Eyüp. Sen içimde bir yerlerde kalmışsın, yanındayken bile seninle değil kendimle konuşuyorum. Öyle gitmişsin benden Eyüp. "Nehar." Bir iç çekişten farksız sesin iliştiğinde kulağıma, arkamı dönmek için artık geçti. Ben, senin aksine birilerini es geçip gitmeyi etik bulmuyorum Eyüp. Hafif zorlanarak kalkışını izledim. Ağır ağır kaldırdın başını. Solgun ve zayıflamış yüzünde gezdirdim gözlerimi. Çok hastaymışsın Eyüp, edebileceğim bir duayı bile esirgemişsin benden. Bir iki adım atıp da durman isabetli oldu. Öylece adımı telaffuz edip, yanıma yaklaşacak hakkın olmadığını ben söylemeden anlayacak kadar zeki bir adamsın. Eyüp yutkundu, özlemle bakan gözleri doldu. Kifayetsiz kelimelerin arkasına sığınma gereği duymadı. Böyle sessiz bir kavuşma hayal etmemiştim. Sonsuz bir ayrılığın ortasındaki karşılaşmaya, kavuşma diyemezsin Nehar! Bir iki dakika, onu baştan aşağıya süzdüğüm gibi o da beni süzdü. Değişmiştik bir hayli. Gençliğini erkenden bir kenara bırakanlardan olmuştuk aynı zaman içerisinde. Eyüp hasta olmuş, insanlara bırakmadan kendini kentin dışına atıvermişti. O kent ki genç bir kızın körpe yüreğinin tam ortasına inşa edilmişti. Eyüp büyük bir ihtilalciydi, devrimciydi. Bunca şeyi biliyor olmalıydı ki hâlâ bir adım daha atmamıştı. Bense omzumu hafiften duvara yasladığımı geç fark ettim. Adını söyleyecek takatim bile yoktu. Bitmişti her şey, göreceğimi görmüştüm. Eyüp iradesini kullanmıştı bir kez, ben de evime dönerek hakkımı kullanacaktım. Doğruldum, kapıya döndüm. Ardımda kaldı. "Gidecek misin?" Ağladı ağlayacak sesin sahibinin bu sorusu, insanı güldürecek cinstendi. Muhtaçtı kalmama, özlem kokuyordu çekingenliği, bir adım atsam suçlu çocuğun annesine sığındığı gibi sarılacaktı bana. Yakıp yıktığı şehri görecekti böylece yamacımda. Küllerin peşinden koşup beyhude yorulacaktı. Öğrenecekti; Nehar içinde Zümrüdüanka taşımıyordu. "Senden... Bahsediyordum ben de..." Burnunu çektiğini duyunca anladım ki başlamış bir yağmur. Hafiften çatıldı kaşlarım. Tabi, gözlere gölge lazımdı. Oturmuş dua ederken, kime bahsediyordu benden? Suçlusun Eyüp, anlatmaya başladığın hikâyenin devamını dinlemek için sana dönmeyeceğim. "Allah'ım diyordum, nasıl da özledim Nehar'ı." Özleyeceğini bilerek gitmemiş miydin zaten? Bir hasretin bizi yakıp kavuracağını bilerek sırt çevirmemiş miydin evine? Artık önemi yok Eyüp, birbirimizin yokluğunda en çok da bu özleme sarıldık. Biraz daha sarılırız. “Dilimden düşmeyen duam, kabul olmuş bu gün.” Sesin Eyüp, hoş bir tını kulağımda… Dizlerim tutmasa, düşüversem şuraya… Tutamazsın ki, taşıyamazsın yükümü. Aralık kapı hareketlendi, beyaz önlüğüyle orta yaşlı bir hemşire içeriye girdi. Bizim ağır hareketlerimizin aksine o fazlasıyla atikti. Hastalığa düşenlerden değildi. "Eyüp" dedi, benim hitap etmeye ton bulamadığım ismi söyleyiverdi. "İlaç saati geldi, bölmek istemezdim. Misafirin kim?" İsmi Nehar, kocasının hasta olduğunu bu gün öğrendi ve tek kelime etmeden arkasını dönüp gitmeye niyetlendi. Bir zamanlar dünyada ikimiz vardık sanki. Şimdi aramızda onlarcası... Bir şok, garip olsa da kabulleniş ve metanetle, yeniden sessizliğimi muhafaza edip odanın dışına attım kendimi. Bir gücün bedenimi ittirmesini ve hızlıca bu hastaneden çıkartmasını istiyordum. Koridor uzuyordu, karnıma ağrılar saplanıyordu. Destek almak için elimi duvara yasladığımda, alçı benzeri zemin müthiş bir rahatsızlık uyandırıyordu içimde. Uğuldayan başımla hiçbir şey hissetmeden öylece yürüyüp asansöre bindim. Dedemi, yattığı katı hatırlayamadım. Çıkmalıydım ben buradan. *** Kilitlediğim kapının önünde biraz daha dil döktü annem. Bana bir zarar gelmesinden korkuyordu. Oysa zarar çoktandır bana dokunmuştu. Sokak lambasının loş ışığıyla birlikte odama misafir olan ağaç dallarının gölgelerinde takılı kaldı gözüm. Uzun zaman baktım, ne geçmiş gördüm ne gelecek. Yer bulmaya çalışanlar gibi seyrettim gölgeleri. Bir ikindi vakti son bulmuştu kâbusum. Görmüştüm Eyüp'ü. Sandığım gibi ölmemişti, başına bir felaket gelmemişti, cesedini teşhis etmek için çağırmayacaklardı beni. Kocaman bir bencillik bulutuyla sarmalanmış kısacık düşüncelerim, kayıp adamın hastalığını es geçiyordu. Bolu'da, neredeyse haftada bir uğradığım hastanedeydi. Belki defalarca görmüştü beni. Nasıl bir iradesi vardı da kapımı çalmamıştı? Daha önceden bilsem, bu kadar çok cenaze görmemiş olsam yani, yerini öğrendiğim an gider sarılırdım ona. Biz bu kadar çok şey kaybetmeden evvel. Ama... Olanları aklıma sığıştıramadığımı nasıl anlatabilirim ki? Sanıyordum ki Eyüp'ü bulsam sorularım bir son bulacak. Aksine, katlanıp kasvetle çöküyorlar üstüme. Büyük bildiklerim aciz, yakınlarım uzak. Senden başka kime sorayım Allah'ım? Önce Eyüp'ü, sonra yaptıklarını başka kime sorayım? "Nehar, aç kızım kapıyı." Uzun zaman sonra babamın sesi doldu kulaklarıma. O benden önce konuşmaya başladı. Bilmiyordum o konuşunca, bana söz kalmayacağını. "Korkutuyorsun bizi Nehar. Ben her şey bitsin istedim. Çok çektiniz, yüzünüz gülsün istedim." İşte buna güldüm, hatta saatler sonra sesimi duyacak kadar güldüm. Kalkıp yerimden, ağrı girmiş bacağımı sürüye sürüye kapıyı açtım. Neredeyse tüm aile karşımdaydı. Işığın gözlerime taarruzunu def etmeye çalışıncaya dek, herkes ayakta olduğumdan emin oldu. "Belki alışmasaydık bu hüzne, yüzümüz gülerdi baba." "Tedavi sürecini, ameliyatı beklemek zorundaydık. Borç değil bu ödensin, yol değil yürünsün. Hastalık… Nehar, hep dua ettik düzelsin diye." "Dualarımızın kabul olması için yapılması gerekenler vardı değil mi? Hastane buraya ne kadar uzak?" Coğrafya öğretmeni gibi ciddi ama sakince mesafe soruyordum sanki. "Ben size yalvarırken kaç kez gittin... Onu görmeye?" Yutkundu, Mercan'ı bile halime üzülürken gördüm. Ben bırakmıştım kendime üzülmeyi de merak ediyordum sadece. "Polislere ne dediniz de onca zaman oyaladılar beni? Senin ifadenden sonra, belki de kendi rızasıyla gitmiştir dediler. Bırakın kameraları kayıtlarını, o gün ben bile gördüm Eyüp'ü. Benzettin dediniz..." Hem anneme hem babama baktım. "Bana yalan söylediniz." İşte bu cümle babam için çok ağırdı. İşin kötü yanı, ithamdan fazlasıydı. "Hatırlamıyordu kimseyi." Babamın başı gittikçe eğiliyordu. Kendini temize çekmek yerine ben iyi olayım diye uğraşıyordu. Fakat ben anlatamıyordum. Çok geçti her şey için. Demek hatırlamıyordu kimseyi, bu hikâyenin karmaşık noktaları anlatılmak isteniyordu şimdi bana. Fakat gaddar bir umursamazlıkla ve kesip atmak nev'inden bir vazgeçişle dinlemeyi reddediyordum. "Bir önemi yok artık." İstediklerim kadar istemediklerimde de diretebilirdim. Sonra anneme döndüm. "Senden son bir şey istiyorum" dedim. Yaşı kurumamış gözlerini kırpıştırdı. Benden daha çok ağladığına emindim. "Senden rızanı istiyorum, bırak da gideyim." Benim kederim bu kadının ömrünü tüketmiş olabilirdi. İzin vermezse de gideceğimi, fakat ikimizi de günahkâr edeceğimi sezmiş olacak ki sesimde bir anda atılıp ellerimi tuttu. "Asla müsaade etmem gitmene. Duydun mu Nehar? Annesine kıyan evlatlardan etmem seni. Öyle yataklara düşmekten söz etmiyorum, beni bir dahaki görüşün toprağın altında olur bak." Ah bizim bu sevmelerimiz! Ah bizim bu, insanlara kopmaz sandığımız bağlarla bağlanan kalbimiz! "Alışıyor insan anne. Düştüğünü sandığı an, tüm teselliler bir yolunu bulup geliyor yanına. Hiç korkma. Allah bizimle." Metanetin şefkatle harmanlandığı bakışlarım tüm duygulara boyun eğdirmişti. Ellerinden çektiğim ellerimi hafifçe arkama götürdüm. "Hazırlanıyorum bu akşam." Ürküyordum Bolu'da arkasını görmediğim her duvardan. Nasıl bir sır karabasan gibi yolumu keserdi acaba? “Hakkınızı helal edin bana. Çok emek verdiniz iyi olayım diye. Varsa benim hakkım, helal olsun.” Kimseye söz hakkı tanımadan odaya girip kapımı kapattım. Bir gün daha meşgul ederdim bu insanları. Ani kararlarımın peşinden gitmek yorucu, kabul ediyorum. Fakat daha başka ne yapayım ben? Durulur mu burada, bunca şeye rağmen? Gitmek için onlarca sebebim var. Rotamı çevirdiğim yeri, evimi yurdumu bilmiyorum ama. Yarını beklemeden aceleyle toparlanıyorum yine. Cahilliğim üstümde, yine. *** "İsim düşünmüş müydün?" Doktor ekrana dikkatlice bakarken başımı salladım. Bu gün cinsiyetini öğrenecektim bizim miniğin. "Bir iki tane geçiyordu aklımdan." "Kız olursa ne koyacaktın? Erkek olursa ne koyacaktın?" Beni merak içinde bırakmak için yapıyordu. Önce kız demişti, belki de hep hissettiğim gibi cinsiyeti kızdı. "Yalnızca kız ismi düşünmüştüm" diye mırıldandım. "Ayıp ediyorsun ama" dedi büyükçe bir peçete uzatırken. "Otur da oğluna isim düşün biraz." Peçete elimde, şaşkınca duraksadım. Oğlan mıydı? Hislerimin kuvvetli olmadığını bilmese daha mutlu olacak oğluma belli belirsiz gülümsedim. Sürpriz yapmıştı anneye, kerata! "Sen toparlan, ben şu tahlil sonuçlarına bakayım." Gülümseyerek kalktığında, kıyafetimi düzelttim. Yabancı bir doktor kadar bile canlı değildi hareketlerim. İki kat üstümde, henüz çocuğuyla tanışmamış bir baba vardı. Ben hiç tamam olmayacakmış gibi hissederken, o hep yakınlarımdaydı. "Ne oldu, niye çatıldı kaşların?" Eyüp'e sinirlendim yine. Onun yüzünden uykusuz ve huzursuzum. Evde hazır bir bavulla meçhule bilet bakıyorum. "Seni tanımasam üzüldün diyeceğim." "Ne? Hayır, olur mu öyle şey? Aklım takıldı bir yere." "Fark ettim, dalgınsın bu gün. Bir şey mi oldu? Toparlanmıştın biraz da olsa." Oturup derin bir nefes aldığımda huzursuzca elindeki dosyayı masaya bıraktı. "Aman diyeyim Nehar, sakın ha yolundan şaşma." Başımı salladım öylesine. Yol mu kalmıştı? "Sonuçlar nasıl? Ameliyata gerek yok değil mi?" Hızlıca değiştirdiğim konu şu an için en önemlisiydi. Bu rahatsız edici kistlerden kurtulurdu anne adayları. Bana da öyle denmişti. "Sonuçlar beklediğim gibi değil. Gözle görülür bir iyileşme için bekledim onca zaman ama şu yok dediğin ağrılarının sebebi hâlâ yerinde duruyor ve korkarım ki daha tehlikeli bir hal almaya başlıyor." Günler süren tedavi işe yaramamıştı demek. Tehlike yine benimleydi. Oğlumun müjdesini aldığım gün, bu haber içime oturmamalıydı. "Ne... Olacak peki?" "Kısa süre içinde müdahale etmemiz en doğrusu." Mesleği gereği bana doğruları söylese de, gözlerimdeki korkunun onu zorladığını görebiliyordum. "Bebeğe bir şey olacak mı?" Konuşulması gereken ilk şey buydu. Duraksamasından pek de iyi bir cevap almayacağımı anlamam gerekirken, yine de umutla bekledim. "Nehar, her ameliyatta risk vardır..." "Ne kadar?" Sözünü kestim hırsla. "Durumun bize gösterir bunu. Biz bebeğe zarar vermeden operasyonu tamamlamaya çalışacağız." "Durumum meçhul ve ben bir meçhule çocuk emanet edemem." Tatmin edici değildi yaptığımız konuşma. Ben bebeğe dokunulmayacak bir tedaviye onay verirdim sadece. Dün annesinin karşısına geçip efelenen kız değildim şimdi. En ufak zarardan bile çocuğunu korumaya çalışan bir anneydim. Annemin yeminine hak vermeyi de öğrenirdim. "Korkularını anlıyorum ama yapılması gereken en iyi şey bu. Doktorun olarak söylüyorum. Beni dinlemen gerekiyor. Bu saatten sonra beklemenin alemi yok." Acı ve öfkenin izlerini taşıyan sahte bir gülüşle yerimden kalkıp çantamı aldım. "Bebek doğana kadar dayanabilirim, sonra ne yapacaksak yaparız." Başkası yapsa mantıksız diyeceğim bir davranış sergilerken kendimden gayet de emindim. "Senin elinde olan bir şey değil ki bu. Beklenmedik bir şey olsa, erken doğum olsa Allah korusun, o zaman ne yapacaksın? Yine tehlikeye atıyorsun bebeğini." "Doğuma kadar iyileşme şansım var ama ameliyat sırasında ölen dört aylık bir bebeğin..." Karmakarışık oldum yine. Elden bıraktığımda teslimiyeti, hep böyle oluyordum. Tedavi aramak ile ölüm ve yaşama karışmak farklıydı. Doldu gözlerim çaresizce. Burnumun kemiği sızladığında elimi yüzüme bastırdım. Hastalık benimdi, bebek ölmemeliydi. "Gel bakayım, sakinleş biraz." Doktor gelip sarıldı bana. Ben bu dünyanın içinden çıkamıyorum bir başıma. Serkeş aklımla kaybolup duruyorum. "Sen dua etmeyi bilen, epey zorlukların üstesinden gelmiş bir kızsın. Metin olmanı istiyorum yine." "Ona bir şey olmasın." Doktor da bir şey yapamazdı ki, kendi kendime söyleniyordum işte. Oldu sandıklarımızın olmadığı, yolun sonuca ulaşmadığı yerdeydik. Her an değişebiliyordu her şey. "Bakma benim sana çok müdahale ettiğime, durumunu sebepleri ve sonuçlarıyla anlatıp kararı sana bırakmam lazım esasında. Ama sen bir kötüden kaçıp diğerine gidiyorsun. Hiçbir şey yapmamış olmanın vicdan azabını nasıl taşıyacaksın?" "Ben ameliyattan tek kişi çıkarsam taşıyacağım azabı düşünüyorum. Söylesene doktor, dayanamaz mıyım beş ay daha? Ölümcül hastalara bile en az altı ay mühlet veriyorlar. Kalp atışlarını dinledik birlikte. Sen de görmek istiyordun bebeğimi. Öyle dedin." "Ben seni de sağ salim ayakta görmek istiyorum Nehar." İnatla söylemiyor. Bebeğin de kurtulacak Nehar demiyor. Zorda kalacak biri varsa ben olayım, alıştım bir şeylere direnmeye. Anne karnında yeterince sıkıntı çekmiş bir çocuğun vebalini üstlenemem. Her gideni izler de evlat acısına katlanamaz insan. Düşüncesi bile yakıp kavuruyor içimi. Oğlum olacakmış benim. Ona isim koymak istiyorum Allah'ım. Israrlı isteklerimin sonucu hep hasaretti bunca zaman. Şimdi hırstan uzak, şefkatle istiyorum. Yavaş yavaş öğreniyorum Allah'ım. Bir nefeslik koku kadar zaman istiyorum. *** Görüyorsun ya Eyüp, sırtımı dayadıkça duvarlar gibi olmuşum. |
0% |