@yesilkutuphane61
|
Abim, Şule'yi otogara bırakmak için arabayı kapıya getirdiğinde, son kez vedalaştık. Bir daha ne zaman görüşeceğimiz bilinmezdi ama şu kısa vakitte birbirimizin yanında olabilmek çok değerliydi. Küçük Esila'yı ve her yerde karşımıza çıkmasını da özleyecektik. Her kavuşmanın bir müddeti vardı. Yengem gözyaşlarını otogara kadar saklayacak gibiydi. Arabaya bindiler, el salladık arkalarından. Ve yine birileri gitti. Çocuklar ve Mercan önden eve döndüler. Ben en geride kalan olacaktım, bacağım hâlâ ağrıyordu. Yalnız kalsam kimse sezmezdi halimi. Fakat annem de benim tempoma ayak uydurmaya niyetliydi sanki. Olabildiğince düzgün yürümeye çalışarak bir iki adım attım. "Nehar." Çatık kaşlarıyla koluma girip, ifadesini normal tutmaya çalıştığım yüzüme baktı. "Sen niye böyle yürüyorsun?" "Normal... Yürüyorum işte anne." "Kızım görmüyor muyum seni sabahtan beri?" Anneydi, görürdü. Telaşlandırmak için bir şey söylememiştim. "Bacağım ağrıyor da biraz." "Niye? Sormasam söylemiyorsun Nehar! Alınacağım artık ama! Yabancı mı düştük kızım seninle?" Telaşı bariz bir siteme dönüşürken sıraladığı cümlelerdeki gibi bir durum olmadığını belirtmek istedim. "Anne, öyle değil. Yoğundunuz bu gün, yarın hastaneye gidecektim endişelendirmek istemedim." "Ne olursa olsun, ben kızıma vakit ayırırdım!" Sohbetimiz iyiydi hoştu da ayakta durdukça sırtıma doğru yayılan ağrı artıyordu. Bir dayanakmış gibi annemin koluna tutundum. Hafif eğildim rahatlamak için. "Gel, gel şöyle oturalım." Sedire geçtik, oturduk. "Dün kramp girdi, gece. Sonra da geçmedi ağrısı." "Hay Allah, ne sebeple bu kadar uzun sürdü ki? Hastaneye gitmek lazım, şimdiye kadar beklediğin hata! Baban da dışarıda, abini bekleyebilecek misin? Taksi çağırayım mı yoksa?" Endişesi ağrıma katık oldu, yüreğim sıkıldı. "Bu gün pazar anne, doktorum orada değil. Yarını bekledim bilerek." "Acilde başka doktor da mı yok Nehar?" Ağrıyı geçirebilecekmiş gibi elini bacağıma koyup küçük masajlar yaptı. Bu ağrı kemiğimin içinden geliyordu, krem sürsem geçecek türden değildi. "Eğer hastaneye gitmemek için yapıyorsan!" Bilirdi hastaneleri sevmediğimi. İlaçlara karşı türlü bahanelerim vardı. Ama bu sefer sebep o değildi. Yine doktoruma muayene olmak istiyordum, bir gün dayanabilirim sanmıştım. Bir de sürekli misafirlerin gelip gittiği şu dönemde, ailem bir de benimle uğraşmasın istiyordum. *** "Bu kızın neyi var böyle?" Abim, ben müjdeyi verene kadar sorusuna cevap alamayacaktı. Bizi hastaneye bırakıp arabası için park edecek bir yer aramaya gitti. Acilin önü çok kalabalıktı. Ambulans ışıkları doktorların beyaz önlüklerini mavi ve kırmızıya boyuyor, hemşireler koşuşturuyordu. Hastalar sedyelerin üstünde acile alınırken bir duvarın dibine geçmiştik annemle. Buna rağmen omzuma bir iki kez çarpan hemşireler olmuştu. Yaralı insanların peşinden koşturuyorlardı ve beni görecek halde değillerdi. Koridor biraz boşalınca, konuşmadan yürüdük annemle. Evimize giren bir ölümdü, kim bilir bu akşam kaç tane eve uğrayacaktı? Bir kaza, dikkatsizlik, bir kıvılcım kadar anlık, hafif bir perde vardı ölümle hayat arasında. Yırtılıyordu bazen. Üst kata çıktığımızda polisler ilişti gözüme. Haftalar öncesinde peşlerinde dolaştığım, bana ait bir kaybı bulamamış polisler. "Her yerde kameralar var, insanlar adım başı kayıt altında ve polis üç haftadır bir muhasebeciyi bulamadı öyle mi?" Nereden yol bulup geldiyse yengemin sözleri çınladı kulaklarımda. Burada yatan birçok insan vardı ve hepsinin ailesini bulacaklardı. Eyüp'ü niye bulamamışlardı? Sahi, bulunmaz mıydı bir muhasebeci onca zaman? Ölüsü de dirisi de yakalanmaz mıydı hiçbir kameraya? Bıraktım annemin kolunu. Üniformanın içindekileri ayırt edemezdim, onlar şu anda ilk başvurduğum memurlardı benim için. Kendimi kaybetmiş olmalıyım. Ya da Eyüp’ü köşe bucak arayan Nehar’ı bulmuşum. Bilinçsizce yanlarına yürüdüm. Ellerinde listeler vardı, hararetli bir şekilde bakınıyorlardı. Diyecektim ki; herkesi buldunuz da Eyüp neden hâlâ kayıp? "Eyüp'ü buldunuz mu?" Duymadılar sesimi. Biraz daha yaklaştım yanlarına. "Eyüp'ü buldunuz mu?" Şimdi duymuşlardı. Annemin yeniden tuttuğu kolumu kurtardım parmaklarının arasından. Ne yaptığımı bilmiyordu, ben de öyle. Sorguluyordu hareketlerimi, düşüncesizce davranıyordum. "Soyadı neydi?" "Bayazıt... Eyüp Bayazıt." O listede Eyüp'ün adı yoktu, çok iyi biliyordum. Yine de orada bulacakmış gibi baktı kâğıtlara. Sanki bulacaktı. Bacağımın ağrısı iyice yayılmıştı sırtıma. Sırtımı dayasaydım yine bir duvara. "Bakın, büyük bir kaza oldu. Ulaştığımız yaralıların hepsinin kimliğini öğrenemedik. Burada bahsettiğiniz isimde biri yok. Ama yakınınız şu an içeride müdahale görenlerden biri olabilir. Pencerenin ardından tanıyabilir misiniz?" Tanırdım tabi ya, nerede görsem tanırdım. Bazen benzetirdim ama tanırdım. Başımı salladım nereden geldiği belli olmayan bir metanetle. "Nehar, Eyüp orada değil Nehar!" Annemin dişlerinin arasında söylediğini polis duymadı. Beni buradan götürmek isteyen kadının peşinden gitmeyecektim. Ağrım da umurumda değildi. Ben her ölüme karşı böyle hazır olacaktım! Onu geride bırakıp büyük beyaz sürgülü kapıdan geçtim. İlaç kokuları yaktı genzimi. Önden giden polisi takip ediyorken hâlâ aklım başımda değildi. Öyle olsaydı bunca yarayı görmeye dayanamazdım ben. "Bakın, tanıyabilecek misiniz Eyüp Bayazıt'ı?" Değil, değil, değil... Yanımdan geçip giden kan kokusuyla gözlerimi kapattım. Midem ayaklandı. Elimi bastırdım ağzıma. Eyüp burada değildi. Önümde insanlar acıyla kıvranıyordu. Kimisinin yarasına burada müdahale edilmeyeceğinden bir üst kata sevk ediliyorlardı. Ve ben anlık bir gafletle yaptığım hatayı, o an fark ettim. Bunca acı arasında, olmayan biri için yürüdüm. İnsanlar yaşam savaşı verirken ben bencillik ettim. Gözlerim açık etrafa bakınırken hiçbir şey görmedim. Kalbimi çıkartıp atmış gibi davrandım. Polis bembeyaz olmuş yüzüme bakarken geriye adımladım. "İyi misiniz?" "Ben... Özür dilerim." Seslendi arkamdan ama olabildiğince hızlı koşup koridora çıktım. Eyüp'ü bulamadılar diye ceza mı verecektim aklımca? Titriyordu bedenim. Annemin kolları arasına nasıl attım kendimi bilmiyorum. Bir bank bulma zahmetine girmeden olduğum yere çöktüm. O söyledi ben başımı salladım. Anlamıyordum ki sözlerini. Kızıyor olmalıydı, daha fazlasına layıktım. "Anne... Eyüp yok orada!" Biliyordu bunu zaten, ben de biliyordum. Parmağımla gösterdiğim kapıya bakmadı. Eyüp yoktu orada. "Nehar, hadi gidelim annecim. Hadi kızım. Zarar veriyorsun kendine." Şimdi Eyüp'ü görmek bile kaldırmazdı beni ayağa. Her şeyden önce öyle büyük bir gafletti ki yaptığım, asla unutmayacağım acılara şahit olmak belki bu bencilliğime kısas olurdu. Sızmıştı şeytan beynimin kıvrımlarına, git de tüm kayıplarından hesap sor demişti sanki. Elimden bıraktığım kontrol, dizlerimdeki dermanı alıp götürmüştü. "Ne yaptım ben?" dedim pişmanlıkla. Abim ne zamandır yanımızdaydı? Ağladığımın bile farkında değildim, yüzüme değen elleri ıslanıyordu. "Ben bulamayacağım onu." İkna olmuşçasına başımı salladım. "Her yüze tek tek baksam da bulamayacağım." Sonra abimin kederli bakışlarını hak etmeyişimle sızladı kalbim. Her ne oluyorsa ben yapıyordum kendime. Herkese Eyüp diye koşulur muydu hiç? Ben koşuyordum. Kocaman kadındım üstelik. "Sen tanıyor musun onu?" Yengem Eyüp'ü tanımadığımı ima etmişti. Belki bulurdum tanıyan birilerini. Abim cevap veremedi, iki çocuk koşarak kapının yanına geldi. Ağlıyordular, sonra annelerini gördük. İçerde yaralı bir parçasının olduğunu bilmenin yangınıyla akıyordu gözünden yaşlar. Doğrulmaya niyetlendim, beceremedim. Bencilliğimden nefret ettim, onlar kadar ağladım. Sonra kapı açıldı, az önceki memur tekerlekli sandalyede başı ve kolu sargılı bir adam çıkarttı. Çocuklar sevinçle zıplarken, kadın derin bir nefes aldı. Öyle bir nefesti ki yaşattı tüm ölüleri. Kıpkırmızı yüzüme inat güldüm onların o haline. Sarıldılar dikkatlice, kavuştular. Dikkatsizlik, kaza, Nehar'ın kendini kaybedişi engel olmadı onlara. Nefes aldık birlikte. *** "Konuşacağız Nehar ama hiç soru sormayacaksın. Bilmen gereken ne varsa anlatacağım sana." Ben henüz üstümdeki şoku atlatamamışken babam halimi görüp konuşmak istemişti. Karşısındaydım, ne konuşsa dinlerdim. Soru soracak kadar başımda değildi aklım. "Eyüp'le ne konuştuğumuzu merak ediyordun ya. İki kişi arasındaki sırdı, bir yeminle muhafaza ediliyordu. Sana dahi anlatıp bozmayacağım yeminimi." Çöktüğüm koltukta göz ucuyla babama baktım. Dudaklarım sıkı sıkıya kenetlenmişti birbirine. O da nefes alırken zorlanıyordu. Sıkıntısına sebep, benim kontrolümü kaybediyor oluşum muydu? Peşinden koşmayı bıraktığım cevapları kendisi verecekti bana şimdi. Eyüp’ün adını duysam bile, yerimde kıpırdamayışım onu durdursa da kelimelerini toplamak için zaman kazanıyordu. Ne de olsa sırdı, Nehar'dan bile saklamak gerekirdi. Nehar, daha başlamadan anlatılacaklar kırgınlık yerleştirmişti gözlerine. "Eyüp, senin için kayıp. Sana haber vermeden gitti ama bana söylemişti gideceğini." Bu gece çat diye çatlasa kalbim, bir kez acırdı sonra savrulur giderdi külleri. Ben daha hiç üzülmezdim. Var mıydı bunu gerçekleşme ihtimali? "Artık arama onu, gelmek istediği zaman gelecek." Babamın bile zar zor kurduğu bu cümle içimde bir gülme isteği uyandırdı. Öyle ki kendimi tutamadan kahkaha atmaya başladım. Eyüp, terk etmişti beni. Kayıp sandığım adamın yokluğu bir kaçıştı. İstediği zaman da gelecekti öyle mi? Üstelik karşıma çıkmaya cesaret edemeyip, gideceğini bana değil babama söylemişti. "Nehar, zor olduğunu biliyorum ama bunları söylemesem kendine eziyet etmeye devam edecektin. Ben baban olarak seni düşünmek zorundayım. Sen de kendini düşün. Beklemeyi ve herkese Eyüp diye koşmayı bırak artık." Sesi ulaşmıyordu kulaklarıma. Eyüp bir yalanla sağır etmişti beni. Akşama görüşürüz demişti. Sonra ben kavuşmalara inanmayı bıraktım. Silindi yüzümdeki gülümseme. O gece son kez ağladım. "Bir şey sorma dedim, beni anlar mısın hak verir misin bilmem. Ne kadar zorda olduğumu sana anlatmaya çalışsam, onu da beceremem." Ağla baba, sen de ağla. Bizi rahatlatır türden değil bu yaşlar. Fakat sen de ağla söyleyemediğin her kelime için. "Sormayacağım zaten. Gidişinden mahrum etmiş beni, tek kelime etmem arkasından daha." Demiştim, terk edilmiş olsaydım eğer, tek kelime etmezdim kimseye. Bunca ısrarım olmazdı benim. Geride bırakılmışım, sözümde durmalıyım. Kalktım yerimden acıyla. Babamın sarsılan omuzlarına dokundum. Yüzümde bazı değerleri öldürüşümün soğukkanlı ifadesi vardı. Sesim beni bile ürpertmişti. Sahi, Eyüp'ten öyle kolay vazgeçilir miydi? "Dönmeye niyetlenirse... Görürsen söyle ona; çıkmasın karşıma." Onca zaman üstüne toprak attığım şüpheler bir gerçekliğe dönüşüp meyve vermişti. Israrla kayıp olduğunu savunduğum adam, kendi rızasıyla gitmişti. Açık bir terk edişti bu. Sebebi bir yeminde gizliydi. Yemin etmek büyük cesaretti. Mesela ben o akşam sormamaya kararlıydım ama yemin ederim sormayacağım diyememiştim. Korkağın tekiydim esasında. Belki kendince sebepleri vardı, belki artık sevmiyordu beni. Hepsi başka bir acı değil miydi? Benimle paylaşmayışı, onca zamana ihanetti. İnsan söylerdi neye ihtiyaç duyduysa. Nehar'dım ben, onun bu hayatta yanında olan tek kişiydim. O ise yabancı bir şehirde tek varlığımdı. Ve benim kırgın kalbimin keskin parçalarıyla kesip attığım bu konuşma bir daha yapılmayacaktı. Düştüğüm şu duruma, bekleyişlerime, düşüşlerime ve yalnızlığıma sebep olandan söz etmek ilk kez başımı eğmeme sebep oldu. Onu gözüm kapalı savunmaya hazırken, habersizce kendi kabuğuna çekilmesi beni koca dünyanın ortasında tek bırakmıştı. Eğmişti, işte bu adam diyen Nehar'ın dik başını. Umutları çiçeklere benzetirlerdi. Fakat duvarları tek tek yıkılan viranelerde çiçek yetişmezdi. Bir rüya öğretti bunu bana. Soldu renkler, artık yüksek çıkmaz benim bu sesim. Haklı bir direniş içinde değilim. Temelli bir dönüşün, bilinmezliğin ve boşluğun ortasındayım. Aradığım bir Eyüp yok. O gitmiş, onu bulmamı istememiş. Ben Eyüp diye kan kokulu koridorlardan geçmişim, Eyüp istediği zaman dönecekmiş. "Dönmesin baba. Sakın dönmesin!" *** "Hayal edebilir miydin bu odada benimle oturacağını?" "Niye edeyim canım elin adamıyla!" "Nehar ben elin adamı mıyım?" "Henüz tanışmamışken öyleydin." "E peki şimdi?" "Şimdi de hayal etmiyorum. Oturuyoruz işte Eyüp, var mı daha gerçeği?" |
0% |