Yeni Üyelik
27.
Bölüm

HAYAT KADAR GERÇEKTİN NEHAR

@yesilkutuphane61

Elle tutulur boşlukların içindesin Nehar. Sırtını dikleştiren can, senden alındı. Girmeden önce beyaz ışıkların son bulduğu odaya, Allah'a emanet demiştin. Allah ki emanetlerin sahibiydi. Hakiki sahibine teslim ettin. Yine de ağladın Nehar, korktun. Bir nefeslik kokudan mahrum kalacağın için titredi kalbin. Güzel olurdu, bir çift yumuşak yanağı öpebilseydin. Kokusunu alanlar hiçbir bahara benzetemiyorlar. Öyle taze…

Gitmek ve gelmek zaman işidir. Yerin hazır edilmiş bir yurda gitmektir doğru olan. Verilmiş bir emanet varsa, ilgilenmektir esas olan. Sen ikisini de yapsan yanlış olmaz. Uzanırken demiştin Eyüp'e "bana cenneti okur musun?" diye. Ayrılığı tatmış ve bir yenisini sezmiş Eyüp, esas yurdu hissedilir bir hüzünle okumuştu sana. Sen sana vaat edilene gitmek istesen, kim seni durdurur Nehar? Oyum ben; sana lazım olanı, gitmeni söyleyenim. Fakat şimdi, kal Nehar.

Seni çağıranlardan, başkalarının yanında Allah'ın sahip çıktığı o yavrunun ağlayışından etkilenmiş olarak konuşuyorum seninle. Anladım ki insan kalbi kendinden fazlasıyla bağlı. Gidişin beni bu çağrılardan kurtaracaksa git fakat bu araftan çıkmalısın. Rüyalarda geziniyorsun, tatlı meltemler çarpıyor yüzüne. Bazen geriye dönüp bakacak gibi oluyorsun. Evet, diyorlar, dönecek. O tatlı tebessümün var ya Nehar, kandırıyor insanları. Sanıyorlar ki Nehar aldırış edecek bu çağrılara. Edecek misin Nehar?

Bozguncu uykuların unutturmadığı kederler var bilir misin? En büyüğü ise senin bu uykun, başlı başına keder! Geridekilerin gecelerine çomak sokuşun mu bu tebessüme sebep? Fakat Nehar sen, merhameti sevinince parıldayan göz bebeklerine bile sığdıranlardansın. Geride yetim bir babanın öksüz kalacak çocuğu ağlıyor. Duyuyorsun Nehar. Asırların yorgunluğunu üstlenmiş gibi uyuyorsun ama. Anneler bu dönemlerde uykusuzdur hep. Uykudan lezzetli uykusuzluklardan mahrumsun.

Elini attığın toprak, güz gülleri yeşertecek Nehar. Fakat kışın ortasındasın. Kışlar Nehar, uykuda olanları hain pusularda yakalamak adetindedir. Henüz sona ermemiş hikâyeleri bir soğuğa teslim etmemelisin. Bu senenin bitmeyen kışının sonunu beklemelisin. Merak etmiyor musun Nehar? Çiçekler çeşit çeşit büyüyecek, yaz meyveleri lezzetiyle sofralara taşınacak, oğlunun gözleri ne renk olacak? Hiç merak etmiyor musun? Oysa biliyorum, zamanla yumuşayanlardansın. Olgunlaşan fakat çürümeyen insaniyetin orta yolu bulmuştu sen ayaktayken. Gitmek ve gelmek arasındaki orta yolu bulamaz mısın Nehar?

Hayat kadar gerçektin Nehar, insan kadar yaşamış. Ben senin sol yanında bir yerlerdeydim hep. Yapman gereken ne varsa söyledim. Dinledin yahut duymadın. Fakat varlığın sesim oldu. Yokluğun susmam gerektiğinin işaretidir. Belki yaklaştık bu hikâyenin sonuna. Son bir çağrım var sana. Dönülmeyecek kilitler vuruyorsun kapılara. Üstelik bu sefer emri veren ben değilim. Emir dediğime de bakma, iyiliğin için emek edenlerdenim. Yine de sendenim, metaneti öğrenmişlerdenim. Gitmeyi de kalmayı da bilenlerdenim. Ben Nehar, görmediğini görüp nefeslerin sayısı bitene dek sana fısıldayacağım. İnanır mısın, sanki biten mühletimizi hissediyorum. Hikâyemizin sayfaları çevrildikçe azalıyor, seni bilmem ama ben sonumuzu merak ediyorum.

Bir vaade mi yürüyorsun Nehar, yoksa söylediğin gibi dinleniyor musun? Herkes öğrendi gitmeyi de kalmayı da, fakat metaneti öğrenmek için çokça zamana ihtiyaçları var. Zaman ki Nehar, geçip gidiyor üstümüzden. Sen bir gün doğumu, bir güneşin doğumusun. Akşam değilsin Nehar, batmış güneşin insanı değilsin. Şimdiki uykunu saate veriyorum. Vakit geç, gece yarısı. Fakat sabah olduğunda bekleyeceğim gözlerini açmanı. Biraz şaşkın ama çokça meraklı olacaksın Nehar. Adını koyamadığın oğlundan önce gözyaşlarıyla avuçlarını doldurmuş Eyüp karşılayacak seni. İhtimal o ki; açsan gözlerini.

Aksi olursa Nehar, zamanında gitmeni söylemiş bir kalp zamanı gelince yine gider. Ve yarın sabahtan sonra araftan yaptığın yolculuğu seyrederim. Gidişin ve dönüşünü senden öğrenilmiş bir metanetle kabullenirim. Son sözlerim Nehar, hikâyenin son daveti. Ağzından çıkmış kelimeleriyle bütün olmuş öykünün son sayfaları...

***

"Yirmi ikinci gün Nehar. Bana beklemeyi öğretiyorsun. Senden çok şey öğrendim ben. Sen ki hayatın ta kendisiydin. Hayat bana seninle geldi. Ve ben tüm cahilliğimle hayata yüz çevirdim. Ben de özlüyorum diye vicdanımı rahatlatmaya çalıştığım zamanların utancı her gün tazeleniyor. Kalan bir belirsizlik içinde, özlemek ne kelime Nehar, yanıyor.

Tattım korkuları, damakta yayılan zehre benzer bir tadı var. Anlıyorum beni boğmak istiyor. Boğulmak kurtuluşsa teslim olurum. Fakat bir umut dönüşünü bekliyorum. Bana umudu da öğretiyorsun. Dermanı kalmayan dizlerime güç veren de budur. Bir alt katta oğlumuz var, senden sonra onun yanına gidiyorum. Utanıyorum Nehar, annesiyle kucaklaşamamış çocuğumdan.

Adını söylemek karşısında, suskunluğun kısıyor sesimi. Hevesle Eyüp deyişini özlüyorum. Bir zamanlar ne güzelmiş adım. Yaş almışların güldüğü yaşım hep özlem kokuyor. Geniz yakan yanık kokusundan bile beter. Gözlerini açsan olmaz mı Nehar? Beni duysan, beni kurtarsan Nehar! Biz hasım değildik seninle, beni cezalandırışının sonu gelmeyecek mi? Hiç söylemedin bana affettiğini. Gözlerinden değil, sesinden duymak isterdim.

Bir sabah vakti acılar içinde kapattın gözlerini. Elimi bıraktın ama sen de iyi biliyordun; henüz yeni tutmuştum. Ne derin bir uyku bu yattığın! Kısas mı yapıyorsun bana? Çocuklar dua ediyor Nehar, yaralı olanlar bile. Kalk lütfen. Hayat ağacı yeşermiş gülümsemeni özledik. Adı konmamış evladım, hiç alamadı senin mis kokunu. Mahrum etme bizi Nehar.

Öğreniyorum sanırım. Yine yüzleşiyorum. İnsan bile duymaz insanı. Seni Allah'tan isteyeceğim. Önceden de böyle yapmıştım. Açmıştım ellerimi, ilk kez seninle yolumu kesiştirene yalvarmıştım. Affetmesen de beni, etrafa saçtığın belli belirsiz gülümsemelerden mahrum etmemiştin. Kızgınlığının içindeki merhametle bu hem yetim hem öksüz Eyüp'ü sarmalamıştın. Şüphesiz sen, Allah'ın sahip çıktığı kuluna verilen müşfik bir refikaydın. Dost diye çağırdığım hakiki olunca karşılaştık seninle."

Ne zamandır konuşuyordu bu güzel ses? Dediklerini algılayabildiğimden beri benden istediğini yapmayıp, gözlerim kapalı dinliyorum bu duaya benzeyen cümleleri. Bu ses kapıların arkasından dinlediğim Kur'an'ı okuyan Eyüp'ün sesi. Tanıdık ve munis. Ne şanslısın Eyüp. Gözden ırak bir kayıp değil sevdiğin, yanına gelmiş meramını anlatıyorsun. Sahi yirmi ikinci günde miyiz? Yüz yirmi iki günün bedeli verilmiş bir yokluk, tam karşında duruyor. Yokluk ki ne yokluk. O bile nerede olduğunu bilmiyor. Bildiği tek şey, aylarca içinde büyüyen candan ayrı olduğu.

"Eyüp" istediği gibi olmasa da söyledim adını. Adının söylenişi kurumuş boğazımdaki acıya değer. Gözlerimi ışığa açtım, algım bir hastane odasında olduğuma kani oldu. Fakat Eyüp inanamadı. İstemiyor muydun ben uyanayım? Ne diye cevap vermiyorsun bana? "Eyüp."

"Sen... Uyandın." Bıraktığımda da ıslaktı gözleri bu adamın. Ne çok ağlıyorsun Eyüp, sırılsıklam etmişsin elimi. "Nehar uyandın." Biliyorum uyandım, fakat böyle güleceksen coşkuyla, birkaç kez daha söyleyebilirsin. "Allah'ım şükürler olsun, şükürler olsun. Açtın gözlerini!” Bekle Nehar, bekle de doktor çağırayım." Beklemekten başka ne yapayım Eyüp? Nereye gideyim bu halde? Gerçi gidilecek birkaç yer vardı fakat duydum ki çağıranlar çokmuş. Sormuştum ya Eyüp, biliyorum artık cevabını. Biri seni çağırsa duyarmışsın. İmtihanların ortasındayken bile.

***                                                                                                                       

Ah benim beklediğim, hatırına bükülmüş belimi doğrulttuğum yavrum. Küçücük halinle, duama dahil ettiğim kokunla kollarımın arasındasın şimdi. Nasıl da narinsin, nasıl da kırılgan. Uyandığımda geçecek sandığım korkularım dağ olmuş, kucağıma kurulmuş. Küçücüksün sen, çok miniksin. Fakat çok özlemişiz birbirimizi. Yeniden doğmuşuz birlikte, kalp çarpıntılarımız birbirine karışmış. Ben annen, sana hep geç kalan annen. Seninle erkenden ayrıldık, yirmi iki günün ardından buluştuk.

Ben babanı affetsem, sen beni affetsen, biz ölümlerden dönmüş Bayazıt ailesi bundan sonra yaşayabilir miyiz? Allah biliyor, seninle şöyle bir ömür yaşanır. Sen beklenenden de güzel bir kokuya sahip, yumuşacık, şefkat körükleyen bir evlatsın. Annesinden isim ve süt bekleyen gözleriyle, erkenciliğine aldırmadan ummadığı yerden rızıklandırılanlardansın.

Adıyla doğar insanlar, ben bir gün ışığında açtım gözlerimi. Sen balığın karnında yaşayan Yunus gibisin. Hani o gece vakti dalgalı denize atılmıştı da, rabbi onu kurtarılmaz denilen vahşetten kurtarmıştı. Hatırlıyor musun oğlum? Bize imkânsız denenlere rağmen kucağımdasın. Benim annem beni, senin annen seni sarmalıyor. Biz ki insanların esefle baktığı kuyulardan geçip kavuştuk. Kardeşleriyle imtihan olunan Yusuf gibisin. Annesiz babasızken emin ellerde büyüyenlerdensin. Anlıyorum oğlum, Allah sebepleri yaratıyor fakat gaflete dalmadan görmek lazım ki esas mülk sahibi O'dur.

Güzel yüzlü Yusuf diyelim sana. Sen balığın karnında muhafaza edilen Yunus peygamberi, yani ilk dersini unutma. Biz çok balıkların karnına girip sıkışık ve küçücük yerlerde imtihan edilirken muhafaza edileceğiz. Güzel günlerin olsun oğlum. İmtihanların hafif olsun.

***

Bütünüyle değiştim. Fazla dikkatli, bazen endişeli, biraz şaşkın bir anne oldum. Uzun bir komadan kaldırdım başımı. Erken doğmuş oğlumun doktorların elinde küçücük burnuyla nefes alışını göremedim. Ayrı odalarda aynı kaderleri yaşadık. O hatırlar mı bilmem ama Allah bize öğretti. Yaşamayı da, taşıdığımız emanetin hakiki sahibini de gösterdi.

Şimdi yatağımın kenarındaki beşiğin içinde uyuyan Yusuf'u seyrediyorum. Tufanların arasından çıkıp geldi. Parmağını kıpırdatsa sıçrıyorum yerimden. Üç çocuk büyütmüş annem gülüyor halime. Fakat engellenir bir hal değil benimki. Anlıyorsun ya anne, çetin kışlarda başımızı topraktan çıkartmaya çalıştık biz. Nehar, Eyüp, Yusuf kıymet bilenlerden oldu artık. Korkuları onları çepeçevre sardığında yaptıkları hataların bedellerini ödediler. Savruldular yaprak gibi, çocukluk denilecek şeyler yaptılar. Fakat anne, onlar henüz büyümüş çocuklardılar.

"Nehar" dediğinde Eyüp yüzüme yapışmış bir gülümsemeyle bakıyorum ona. O da gülüyor fakat farkındayım, konuşulmamış mevzuların ızdırabı takılıyor kursağına. "Doktorla konuştum, iyileşme sürecine girse de seni ve bebeği tehlikeye atacak bir hastalıkla yaşamışsın bunca zaman. Kimseye söylemedin Nehar, sessiz sedasız gidecek gibi yola koyuldun, sır gibi sakladın." Söyledim Eyüp, elinde derman olana söyledim. "Yüzleştim ben, yemin ederim bununla da bunun acısıyla da yüzleştim. Hâlâ tüylerim diken diken oluyor. Yusuf'un nefesini kontrol ediyorsun ya, ben de gece gelip sayıyorum nefeslerini. Kendiminkini tutuyorum, sana vereyim diye uğraşıyorum. Ah Nehar, sen beni affetmedikçe ben imkânsızlıklar içinde koşturuyorum."

"Ben sorumsuzluk ettim Eyüp. Yusuf'a geç kaldım. Oradan oraya koşturup kendimi yorarken, bebeğimi ihmal ettim. Masum muyum sanıyorsun? Sonra doktor dedi ki anne adayının bir hastalığı var, bebeğin durumu iyi ama. Ameliyattan değil, ona gelecek bir zarardan korktum. Annem de azarladı beni, öyle kızdı ki yaptığıma. Bir yandan ağlıyor sarılıyor, bir yandan öfkesini dillendiriyordu. Kibir değil de büyük bir inançla uzaklaştım bıçaklardan. Sanki biz oğlumla kucaklaşacaktık. Hisle çıktığım bu yolda tek kelim etsem, uçup gitmiş aklım daha da karmaşık konuşurdu benimle. Hiç anlamazdım Eyüp, yine de duymazdım." Yine dertleştik Eyüp'le. Bir zamanlar bizim olan evin balkonundaki gibi. O beni dinledi bölmeden, ben anlattım.

"Sen bir yana oğlum bir yana giderken, hazırlıksız yakalandık biz. Doktor da biliyordu sen de biliyordun. Kafamda deli ihtimaller var, kovamadım hâlâ Nehar." Yanımdan inip yere oturdu. Başını dizime koydu. Yusuf'u Kenan'da kaybetmeyeyim diye bu hale geldik Eyüp. Babasın, anlarsın. "Rüyada mıyım diye sorguluyorum bazen. Aynı odanın içinde üçümüz varız. Elimi uzatsam dokunabiliyorum size. Ama merak ettiklerim var. Senin de kalbin bana mahrem mi Nehar?" Başın dizimde Eyüp, teslim olmuş haldesin. İster vur, ister okşa der gibisin.

"Şifadan çok rıza istediğimde barıştık seninle." Eyüp yara oldu bende. Çok yandım, bittim sandım. Kırgınlıklarım zehir gibi yayıldı hayatıma. Öldüm dedim. Fakat birkaç adım ötemizde hayat çeşmeleri akmaya başladı. Önce Eyüp yaraları tedavi edildi sonra Nehar, suyundan kana kana içti. Yaşamak varmış dedi. O yaşamak ki keyfemayeşa değil, olması gerektiği gibi. O güvenmek ki, hata payı bırakmak. O sevmek ki, önce sevmeyi vereni sevmek. Ancak böyle iyi oluruz biz. Çekiştirilen yaralar böyle tedavi olur. Ve biz önümüzdeki baharda arzın dirilişini seyredebiliriz.

***

Babam Yusuf’u sevip kucağıma bıraktı. Bir de alnımdan öptü. “Önceden sabahları birlikte otururduk, şimdi üçümüz oturacağız” dedi gülerek. Onun da üstüne sinmişti yumuşak bir koku. Başka renklere bürünmüştü ev. Annem mutfaktan çıkıp geldi, çayı demlemişti. Yanıma oturdu, doğrudan torununa baktı.

“Anneannesi yesin onun yanaklarını.” Yusuf alıştığı simaya merakla bakınıyordu. Annemin öyle sakin, yumuşak bir sevme tarzı vardı ki çocuklar ondan korkmazdı. Ne Kerim ne Melisa babaannesinden çekinmişti bebekliklerinde. “Sen bu saatte niye uyanıksın bakayım? Erkenci mi olacaksın? Dayın gibi çalışkan mı olacaksın?”

“Oğlan dayıya benzermiş” dedim sakince. Annem yine bakmadı bana.

“Dayına benze, teyzene benze. Ama annene de babana da benzeme sen evladım. Onlar yüreğimize indirmeyi kendilerine zevk etmişler.”

“Enise!” Babamın uyarır tonda adını zikretmesiyle doğruldu annem oturduğu yerden.

“Yalan mı söylüyorum İsmet? Senin kızına her Allah’ın günü sağlığını sıhhatini soruyordum, iyiyim anne diyordu. İyi miymiş peki? Gördük neler olduğunu.” Gözleri doldu, sesi titredi. “Eyüp’e kızıyordu, hiç kızmasın. Al birini vur ötekine!”

“Hanım şimdi konuşulacak şey mi Allah aşkına? Senin de bir anın diğerini tutmuyor. Bir bakmışsın şerbetler içiriyorsun kıza, bir de bakmışsın ki azar çeşmeleri açılmış.” Ben iyileştikçe ve annem fırsat buldukça o çeşmeler daha fazla açılacaktı. Avuç içlerini gözlerine bastırıp burnunu çekti. Kaşları hâlâ çatıktı. Kucağımda Yusuf’la mahcup bir şekilde oturuyordum aralarında. Söyleyecek, savunma yapacak kelimem de kalmamıştı artık. Umutlarımı anlatmak, annemin yaşadığı korkuyu geçirmiyordu. Eyüp bana ne yaptıysa, sonu görünmeyen bir yola girip aynını yapmıştım aileme.

“Tamam, neyse. Söyletmeyin beni sabah sabah. Kahvaltı hazırlayacağım.” Yerinden kalkmıştı ki tuttum kolundan.

“Anne” dedim gitmesin diye. “Eskisi gibi Nehar’ım desen bana. Daha fazla ihtiyacım var sevgine, böyle bırakıp gitmesen beni.” Yusuf hareketleniyordu kucağımda. Azıcık salınsam yerimden gözüme biriken yaşlar akacaktı.

“Bıraktığım yok evladım” dedi ağlamamın yumuşattığı sesiyle. “Kahvaltı hazırlayacağım, ondan gidiyorum.”

“Ama gelince Yusuf’u sevdin. Bana bakmadın hiç.” Babamla göz göze geldiler. İkisi de aynı anda güldü. Sonra annem kapattı sitem kapılarını. Oturdu yanıma. Beni kolunun altına alıp başımı omzuna yasladı, okşadı, sevdi.

“Küçükken kıskanç değildi bu kız, büyüdükçe ne oldu dersin İsmet bey?”

“Kıskanmadım” dedim yüzümü gömdüğüm yerden.

“Ah benim kızım, ah benim Nehar’ım. Bakma kucağında bir evlat tuttuğuna. Seni kollarıma bıraktıkları anda nasıl muhtaç ve savunmasızsan yine öylesin gözümde. Ama demek değil ki sana kızmayacağım. Hem bazen öyle bir sitem edeceğim ki yaşattığın korkunun dehşetini anlayasın, pişman olup bir daha yapmayasın.” Öptü başımdan. Hiç kıpırdamıyordum, dinliyordum annemi usul usul. Haksız olmadığını biliyordum. “Pencerenin ardından, hastane odasındaki evladımı seyretmek bir on sene yaşlandırdı beni. Doktorlar da gelip böyle olması muhtemeldi dediklerinde, pişman ettin bu anneni. Nasıl inandım dedim, niye gidip doktorla birebir konuşmadım?”

“Senin suçun değildi.”

“Suç bellediğimden söylemiyorum, bu bir hastalık. İnsanın iradesi dışında gelir. Ama önlem almak, dikkat etmek insanın vazifesidir. Sen kimseye danışmadan çıktın bu yola.” Geriye çekildim, ıslak kirpiklerine baktım annemin. Yusuf’u gösterdim ona.

“Yusuf için” dedim, hem tahliller iyileştiğimi gösteriyordu. Azalmıştı kötü ihtimal ama gitmemişti kapımdan. Geç fark etmiştim. “Sen anlarsın beni anne…” Bir kızı bir de torunu vardı karşısında. İkisine de kıyamıyordu. Kalbi büyümüştü sanki hepimizi içine sığdırıyordu.

“Anlıyorum” dedi başını sallayıp “en fenası da bu ya, öyle çok kızamıyorum sana.”

“Oh” diye derin bir nefes verdi babam. “Şunu en başından söyleseydin de sabah sabah gözyaşı dökmeseydiniz Enise. Nehar, bakma annenin kızdığına. Çok sevdiğinden, sen de biliyorsun. Kolay şeyler yaşamadık hiçbirimiz, yıprandık. Ama bu sabah kapatın artık eski hesapları. Küsmesin daha kimse birbirine. Dua edelim, daha da iyi olalım.”

“Yeniden doğmuşuz, tertemiz sayfalar açmışız. Daha küslük olur mu baba?” Güldü keyifle. Benden böyle sözler duymak hoşuna gitmişti, belli.

“İyi madem, ben de kapatayım artık bu konuyu. Eskinin bir imtihanı olarak kalsın.” Annemin dudaklarından dökülenler de içimi rahatlatmıştı. Sahi, güzel bir sabahtı. O temiz sayfaya inci gibi bir yazıyla, biz birbirimizi affederek uyandık, yazmak lazımdı.

***

Kırtasiyedeki kütüphanenin raflarını düzelten Eyüp'e onu ziyaret edeceğimi söylemediğimden, işini bitirene ve beni fark edene kadar bekleyecektim. Cam kapıyı açıp içeriye girdiğimi duymamıştı bile. Ders notlarının fotokopisini yanlış çekip beni mağdur eden Eyüp değildi artık o. Kendini büyük bir sorumluluğa adamıştı. Yaşlanan dükkân sahibinden kırtasiyeyi devralmaya hazırlanıyordu. İnsan bir şekilde başladığı yere dönüyordu. Ve ben de şanslıydım ki, sakin bir saatte etmiştim ziyaretimi.

"Nehar, hoş geldin." Arkasını döndüğünde yüz aydınlığıyla karşıladı beni. Ben taze kitap kokularını içime çekerken o bir sandalye getirdi.

"Ziyaretine geleyim dedim."

"Ne iyi yapmışsın. Gel otur. Çay vereyim mi sana?"

"Tazeyse alırım açık bir bardak çayını."

"Değilse de yaparım tazesini." Güldük birlikte. Vakti bolmuş gibi konuşuyordu da Yusuf vardı evde. Bir şey konuşmak için gelmiştim Eyüp'ün yanına. Olmadı çayı da akşam içerdik balkonda.

"Abimler amcamın katına taşındı ya." Yengem İstanbul'a gitmişti. Ameliyat olması gerekiyordu. Hızlı yürüyemiyordu, belinde oluşan sorunlar yüzünden uzun bir tedavi sürecine girmişti. Kızı ona bakmak için buraya gelmeyi kabul etmemişti, onlar İstanbul'a gidecekti. Amcam da evden gelir elde etmek istediğini söyleyince, yabancıların girmesini istemediğimiz eve abim taşındı. Bu fikri öylesine konuşuyormuş gibi ortaya attığımda, kabul göreceğini düşünmemiştim. Yusuf'u kucağına almak için bile izin isteyen Mercan minnettar olmuştu bana. Belki istediği yaşam alanına sahip olurdu. Abimle aralarını düzeltirlerdi.

"Annem gitmek istediğimizi biliyor, alt katta da siz oturun diyor." Sırtını gördüğüm Eyüp'ün hareketleri yavaşladı. Benim iyileşmemi bekliyordu yeni bir eve taşınmak için. Uzun misafirliğimizi bitirmekti niyeti. Bu teklif hoşuna gitmemişti. Ben yeni hatıralar biriktireceğimiz, gözyaşıyla ıslanmamış duvarları olan bir evde yaşamayı isterdim şimdilerde. Fakat anne ve babamın baskısı, en azından bu konuyu bir kez dillendirmeye itmişti beni. Yaşları zamanla geçiyor ve boşalan odalar yalnızlıklarını hatırlatıyordu onlara.

"Nehar, ben çok borçlandım." Sormuştu babama; borçlarımı nasıl öderim diye. Bana baba dersen kapatırız hesapları, cevabını almıştı. Kapanmıştı hesaplarınız Eyüp. Fakat biliyorum ben seni, hak da veriyorum. İnsan kendine ait bir dört duvar arıyor. "Bilmiyorum Nehar, sanki yeniden başlamak için duvarlarını kendimiz boyadığımız bir ev bulsak daha güzel olmaz mı?" Olur Eyüp, hatırasız kapıları açsak güzel olur. "Hem, baştan sona defalarca konuşmak istiyorum seninle. İçimde kalanlar var. Eskisi gibi dizinin dibine oturup, sessizlik içinde içimi dökesim var. Benim dinmeyen özlemlerim var Nehar." Kimin yok ki Eyüp? Kim tamamen olmuş, silinmeyen izlerle yaşamış?

"Artık pek sessiz yaşayamayız biz. Yusuf beye bağlıyız biliyorsun." Güldü keyifle.

"Babasının paşası."

"Paşa yok Eyüp, o senin çocuğun." Eyüp'ün dolu dolu yaşadığı sevgi ve sahipleniş bizim oğlanı şımartmasın diye de uğraşacaktım anlaşılan. Evde annenin annelik, babanın babalık ve çocuğun da çocukluk yapması gerekirdi. Sınırı aşan anlamlar yüklenmek insana ağır gelen bir şeydi. Kaldıramayacağı sorumluluklar demekti bu, zulümdü. Ben en çok da bunu öğrenmiştim hayattan. Çoklarla yaklaşmamak lazımdı sevdiklerimize. Esas sevmek de buydu zaten.

“Tamam” dedi Eyüp, söylediğimi kendine kabul ettirmeye çalışırken. Doludizgin hisleri onu biraz zorlayacağa benziyordu. Sonra başını kaldırıp gülümsedi. “Öğreniyorum Nehar, baba olmayı da öğreniyorum.” Kucağında tuttuğun Yusuf, senden razı olsun Eyüp. Barışsın babasının çocukluğuyla, büyüklerinin kusurlarını affetsin. Bir gün bir fotoğraf karesine baktığında, anne babamın kucağına yakışmışım desin.

Kalktım yerimden, önüme konmuş bir bardak çayı içemeyecektim. Sözüm olsun, ben sana yenisini demlerim. Eyüp de ayaklandı, aramızdaki mesafeyi azalttı. Kitapların arasında olmak ona iyi geliyordu.

Gidiyor musun?”

“Evet, fazla vaktim yok. Akşam görüşürüz inşallah. Geç kalma yemeğe. Ev bakma işini de konuşuruz.” İlk ev arayışımız, eşya alışımız geçti gözümün önünden. Geride kalmıştı heyecanlarımız. Kendi ellerimle kilitlemiştim o kapıyı. Bir devri kapatmıştım. İnsan, bazen oluyordu ki, bulunduğu ana saplanıp kalıyordu. Etrafını kaplayan bir sis bulutuyla, kendinden başkasını görmüyordu. Belki o anda en doğru olanı yapıyordu. Her can acıtan adım, yanlış değildi nihayetinde.

Ben valizime eşyalarımı, bir de Eyüp’ün kazağını koyduğumu zannederken, günler sonra ev sahibi mobilyaları bir depoya indirttiğini söylemişti. Yaşlı, vicdanlı bir adamdı. Satmaya da dağıtmaya da razı olmadım demişti. Zaten iki kişilik şu yolda, doldurmamıştık dünya sepetini. Öyle çok değildi yükümüz. Fakat sepetimizdekiler de ziyan olmamıştı. Korunmuştu, demek ipleri elinde tutan biri vardı.

“Yeni yollardan söz ediyorsun Nehar. Hayaller kurduruyorsun bana. Sevmekle doluyor, taşıyor içim.”

"Güzel sev Eyüp. Ölçüyle sev." O zaman küsmezsin kimseye. Biz bu imtihandan, en çok da bu dersi aldık.

Cam kapıyı çekip dışarıya çıktım. Adımlarımı seyrederek yürüdüm, güldüm. Ne çok yol kat ettim. Öğrendim, bildim, dirildim. Yanımdan geçen insanlarınki kadar hikâye biriktirdim. Rızık dediler, ummadığım yerden aldım. Muhabbet dediler, zoru da kalbime kabul ettim. Dik dur dediler, acizlikle güçlendim. Yüz çevirdim dünyalıklardan, daha çok sevindim.

Eyüp'e yürüdüğüm yollardan dönüyorum, Yusuf'a gidiyorum şimdi. Takılmış hayat kanatları omzuma, adımlarım eskisinden hafif. Güzel sedaları dinliyorum, rayihaları çekiyorum içime. Dışarıdan görüldüğünde siyahlara bürünmüş, sıradan adımlarla evine yürüyen Nehar heybesinde bir öykü taşıyor. Toprağın altına atılıp çürüyen, ayaz yiyen, yanan kavrulan tohum gibi içinde meyveler büyütüyor.

Dünya bu dönüyor, bir selamet sahiline erişmişim. Biraz soluklanayım. Fakat yakınlarda varsa bir fırtına, yenilenecek ve bize öğretilerle gelecek bir imtihan yoldaysa, heybeme aldığım birkaç gram sabrım var. Kederli zamanlarda yağmış yağmurların meyvesi metanetim var. Dilime yerleşen dualar, hislerimin seviyesi var. Bense dışarıdan bakanın gördüğü, sıradan yürüyüşüyle Nehar.

Başladığım yerdeyim, doğduğum şehirde. Yalnız değilim, biraz daha uyanmış gözlerim. Kapalı yüzümün ardından gülümserken özgürüm. Ne divaneyim, ne sermest. Tüm insanlığıyla, hatasıyla sevabıyla Nehar'ım. Bir kader yolcusuyum. Şifa bulmuş Eyüp yarasıyım.

Yakub, "Nefisleriniz sizi bir iş yapmağa sürükledi. Artık bana düşen, güzel bir sabırdır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir" dedi. Yusuf 83

***

"Tatlı uykusuzlukların, yeni yolların henüz başındayız..."

Loading...
0%