@yesilkutuphane61
|
Odamın penceresinin önündeki bodur mandalina ağacı. Koyu yeşile, turuncunun hediyesi. Bulutları kıpır kıpır eden kokusu. Babama teşekkürüm. Ağzımın tadı, şifam... İki gün geçti hiçbir yeni şey olmadan. Artıyordu geçen gün sayısı Eyüp yokken. Yemekleri hep beraber yemiyorduk artık. Babam soğuk havayı bahane edip mutfağa kurduruyordu sofrayı. Amcamlar da babaannemlerle yiyordu. Ben kimse görmeden ağlaya ağlaya yerleştirdim kıyafetlerimi dolaba. Devamlı mırıldandım. "Temelli bir kalış değil Eyüp. Sen gelince razı edeceğim annemi, döneceğiz beraber." Tekerlemeden farksızdı bu söylediklerim, bir teselli gibilerdi. Bu sabah iki kez telefonum çaldı. Birinde Eyüp'ün patronu aradı. Artık uzatmayacaklarını, Eyüp'ün yerine gelen kişiyi ve fabrikayla kesilen bağlantımızı anlattı. Sessizce dinledim. Eyüp'ün yerine, demişti ya... Aklıma sığıştıramadığım şeyler için konuşmadım. Banka kartıma tazminat ücretini yatıracaklarını söyledi ve azalan sesiyle iyi günler dileyerek telefonu kapattı. Eyüp'ün yokluğuna biçtiği bedeli duyduğumda kulaklarım uğulduyordu. İşe girebilmek için günlerce uğraşması geldi aklıma. Zengin değildi, hatta maddi zorluklar yaşadığı bile olmuştu. Ama gözle görülür bir azmi ve sadakati vardı. Yetiyordu ikimize bu hayat. Sonra hastaneden aradılar. Tahlil sonuçlarını konuşmak için doktor beni çağırıyordu. Devlet hastanesinde kişinin telefonla arandığına şahit olmamıştım. Belki de ben doktor hanımın ısrarıydım. Öğle vaktini beklemeden, yine işim var diyerek evden çıktım. Hastaneye gittim. Sıra numarası aldım ve doktorun yanına girdim. Sanki bir iş toplantısındaydım ve önüme dosyalar fırlatılıyordu. "Aferin sana. Yemek tabağa lazım zaten, sen hiç yeme. Vitamin mi, ne gerek var değil mi? Damarlarında kan akmıyor söylediler mi bunu sana?" Tüm sinirini benden çıkartıyordu bu kadın. Derdi neyse? Geçen günkü kadar da uysal değildim üstelik. Önümdeki küçük masaya atılan rapora göz ucuyla bakıp kaşlarımı çattım. "Dikkat etmem gerektiğini söyleseniz yeterliydi!" Öfkeme karşın güldü. "Be kızım, sen bilmiyor musun zaten bunu?" Suçlu çocuk gibi gözlerimi kaçırdım. "Hadi senin aklın başka yerlerde anladık. Kocan ne diyor bu işe? Bunca vakit geçmiş aradan, o da mı düşünmüyor çocuğunu?" Söz konusu değildi ama ben çocuğumu düşünmemekle itham ediliyordum. Fakat bunu Eyüp'e yapmasına izin veremezdim. O yanımda olsaydı ben böyle olmazdım zaten. Durumlar karışıktı, ayrıydık ve yalpalamıştım. Hepsi bundan ibaretken başka ithamlar yapılamazdı. "Eşim yanımda değil!" Ayağa kalkıp çantamı koluma taktım. "Bir sorumsuzluk yaptım ama telafi edeceğim bundan sonrasını. İyi bakacağım bebeğime." Öfkemden ya da nasihat dinlemekten sıkıldığımdan aniden dikleşmişti başım. Kararlı cümlelerim doktorun yüzünü güldürdü. Gülünce daha bir farklı oluyordu. "İnanayım mı sana?" Omuzlarımı silktim, inanıp inanmaması ona kalmıştı. Zaten kısa sürede aldığım kararla doktorumu değiştirmeyi kafama koymuştum. Kontrole mi geliyordum azarlanmaya mı belli değil. "İyi günler size!" "Bekle!" Başımı geriye atıp oflamamak için kendimi zor tuttum. "O kocan nereye gittiyse döndüğünde temiz bir dayağı hak ediyor." Önümde durup önlüğünü çekiştirdi. Biraz da Eyüp'ü çekiştirecekti anlaşılan. Yanımda olmayışını farklı anlamıştı. "Leyla olmuşsun sen." Tepeme çıkan sinirlerimle, rahatça konuştuğu mevzuyu bir daha ağzına almamasını söyleyecektim ki raporları ve ilaç reçetesini burnuma dayayıp dışardan yeni bir hasta çağırdı. Kararlıydım, aynı zamanda da dalgın… *** Öğle namazını meydandaki büyük camide kıldım. Özlemiştim bu atmosferi. Yerde kırmızı üstüne yeşil desenli halıları, kubbede işlemeleri, büyük avizesi ve saygıdan kaynaklı sükûnetiyle namazdan sonra bile oturma isteği uyandırıyordu insanda. Oturayım, dinleneyim, huzurda olayım, huzurlu olayım istiyordu insan. Neredensin? Huzurdanım, huzur ülkesinin huzurlusuyum ben. Maksadımsa tart olmamaktır. Hanımlara ayrılmış geniş bölümde, en uçtaki duvarın dibindeydim. Düşünmekten uzaktım, düşlemekteydim hâlâ. Avucumda sıkıca tuttuğum küçük kare kâğıtta bizim ufaklığın fotoğrafı vardı. Buruk sevincimi paylaşabileceğim tek kuvvetin yanında titrek bir soluk verdim. Eyüp'ü arkasından söylenenlerden korumak da, belli bir vakit sonra bebeğimi gizli tutmak da benim harcım değildi. Dosta dayar gibi, duvara dayadım başımı. Bazen taşınmayacak hale geliyordu. Üç saf önümde duran tahta korkuluklar, küçükken ayaklarımı salındırdığım ve aşağıda namaz kılan cemaati izlediğim günleri getirdi hatırıma. İmam eğilirdi, ardından içinde babamın da olduğu cemaat onu takip ederdi. Ramazan ayında her akşam gelişimiz, Teravih namazı mest ederdi beni. Büyüdükçe dahil olduğum saflar, beni en geriye atmıştı. Belki benim çocuğum da bacaklarını salındırır izlerdi emre itaat edenleri. İlk Ramazanımızda aksatmamaya çalışarak, camiye gitmiştik Eyüp'le. Aylar öncesinden başlayıp çalışmaya, Kur'an okumayı da öğrenmişti. Namazlarını aksatmaz, hatta sabah namazlarında alarm gibi dikilirdi başıma. Kışın soğuğunda üstümdeki yorganı çekip az çektirmemişti bana. "Kalkacağım diyorum, merhametin yok mu be adam!" Ben uyku mahmuru yarım ağız konuşurken gülerdi halime. "Merhametimden yapıyorum esasında" derdi. Yanağımdaki ıslaklık diken ettiğinde tüylerimi irkildim. Düşlemek de düşünmek miydi? İnsan düşünmez miydi? Bu adam neredeydi? İçimde hangi hisler varsa karın ağrısına tutulmuş gibi kıvranmaya başladılar tekrar. Yanağımı silip toparlandım. İçi neredeyse boş çantamı alıp ayaklandım. Feracesinin üstüne örttüğü uzun siyah başörtüsüyle, güzel çehreli bir kızı beni seyrederken yakaladım. Ne zaman geldiğini fark etmemiştim ama tespih çekişinden namazı çoktan bitirdiği anlaşılıyordu. Önünden geçip gidecektim ama selam vermek de lazımdı şimdi. Titrer miydi sesim? Mırıldansam duyardı belki. "Selamun aleyküm." Sen duydun mu Nehar? "Ve aleyküm selam." Yaşıtımdı belli, tatlı bir tebessüm etti. Konuşacaklı gibiydi, hızlıca gidememem bundandı. Çabucak çantasını karıştırıp elim boyutunda, su yeşili bir kitap çıkarttı. Feracenin eteklerini toplayıp dikkatle ayağa kalktı, karşıma geçti. Siyah gözleri, tabiri caizse renkli bakıyordu. Sakin tebessümünün arkasındaki; canlı, hayat bulmuş nergisleri görmemek mümkün değildi. Kitabı bana doğru uzattı. "Kabul etmenizi çok isterim." "Ben..." Durduk yere gelen bu hediyeyi beklemediğim şaşkın yüzümden okunabilirdi. Hiç tanımadığı birine bir anda kitap uzatmak onun için normaldi herhalde. "Çıkarken yanıma almışım, sanki birine kısmet olacağını hissetmişim." Israr eder gibi kaşlarını kaldırdı. Komut almışçasına kitaba uzandım. Niye kabul ettiğimi, kitabın veriliş sebebi kadar bilmiyordum. Küçük Sözler yazıyordu üstünde. "Teşekkür ederim, şaşkınlığımı mazur görün lütfen. Beklemediğim bir anda geldiniz." Gülümseyip anlamını bilmediğim iki kelime mırıldandı. Arapça olmalıydı. "Ummadığı yerden..." dedi anlamadığımı fark edince "Ve onu ummadığı yerden rızıklandırır. Talak suresi 3. Ayet." "Bu da kalbimin rızkı o zaman." "İnşallah öyle... Ne güzel dediniz." Esasında bir duaydı, Rabbe ait, açılan her kapıdan içeri girme çabasıydı. Ondan güzel gelmişti bu tatlı kızın kulağına. "Tekrar teşekkürler o zaman, okuyacağım." "İstanbul'dan buraya sahibine geldi, okuyun mutlaka." "Buralı değilsiniz yani?" "Evet, okuma yapmak için geldik... Arkadaşlarım da var." Belli belirsiz güldüm. "Demek okumak için." Normalde konuşacak halde değilken, ayaküstü sohbet ediyordum. O da anlatmak istiyordu sanki. "Kur'an bir hafızdır; kudret kalemiyle kâinat sahifelerinde yazılan ayatı okuyor." Yine bir alıntıyla başladığında söze, daha da cezbetti beni konuşması. "Okumak mesleğimizin esasıdır. İstidatları inkişaf ettirmek için çok okumak. Daima okumak ve damarlarımıza karışacak derecede okumak. Az da olsa devamlı okumak. Okumak, yazmak, dinlemek, susmak. Satır satır, kelime kelime okumak. Her şey, her mesele okumakla halledilir." Konuştukça kızaran yanakları, hiç durmayacakmış gibi hissettirirken fark etmeden gülümsemeye başlamıştım. Sıcak bir heyecan dokundu kalbime, bir makinenin düğmesine basıp çalıştırmak gibi, küçük bir elektrik dalgası gibi. "Okumak, okumak, okumak, yine okumak..." "Söylediklerini bu kitaptan mı öğrendin?" Gülümseyip başını salladı. "Daha fazlası da var." Sabırsız ve kıpır kıpır gözlerini etrafta dolaştırdı. "Ama sanırım vaktimiz yetmeyecek. Tekrar görüşmek isterdim. Fakat ben bu akşam İstanbul'a dönüyorum." Uzun zaman sonra gördüğüm farklı bir insandı ama zamanımız ne yazık ki kısıtlıydı. Adını bile bilmediğim bu kızın gidişine üzüleceğim aklımın ucundan bile geçmezdi. "Neyse ki... Hazinenin anahtarı sizde. Daha fazlasına ulaşabilirsiniz." İkimiz birden elimdeki Küçük Sözlere baktık. Hazine kelimesini vurguladığını fark ettim. Elimdekinin ağırlığının ve ciddiyetinin farkındaydı. "Fakat... Henüz adınızı bile bilmiyorum." "Ah tabi... Tanışmadan aynı yola girmiş bulunduk. Ben Zeynep." "Ben de Nehar." Yalnız başıma çıktığım evden, dosta giderken bana bir arkadaş nasip olacağından habersizdim. Elimdeki kitabı, içinde ne olduğunu bilmeden sıkıca tutarken Zeynep'in samimiyeti ve aynı zamanda okuduğunu güzelce aktarması sanki yeni kapıları aralamıştı bana. Bir hazineden söz ediliyordu, anahtarı bende olan... *** Çayları tazeleyip babaannemin yanındaki boş yere oturdum. Açık çayına attığı şekeri karıştırmakla meşguldü. Amcamla babamın iş hakkında sohbetlerine katılan dedemdi. Uzun süre ticaretle uğraşmıştı, emekli olsa da konuya ilgisi vardı. Bahar, anneme okulla ilgili bir şeyler anlatıyordu. Mercan elindeki küçük morlukla ilgilenip duruyordu. Abimin görmesini bekliyor olmalıydı. Melisa uyumuştu, Kerim ona hazırladığım küçük stantta arabalarıyla oynuyordu. Bahçenin her tarafı ışık aldığından, akşam karanlığı oyunlara engel olmuyordu. Sanki hiçbir şey olmamıştı... "Baksana Hamit." Kendini daha fazla tutamamış olacak ki, gündemden sohbete dalmış ağabeyime kimseye fark ettirmeden elini gösterdi. "Ne oldu eline?" Abim onca büyük arasında mesafeli bir yakınlıkla ilgilendi Mercan'la. Severdi hanımını, ailesi bellediği kim varsa severdi abim. Kimse görmeden gülümsedim merhametine. "Koltuğu çekerken çarptım." "Sen ne diye koltuk çekiyorsun Mercan?" "Temizlik de mi yapmayalım Hamit?" "Yap da niye tek başına yapıyorsun onu sordum?" Önüme baksam da rahatlıkla duyduğum konuşmanın ucunun bize dokunma zamanıydı. Çay tabağının içindeki bardağı, parmağımla döndürürken Mercan beklediğim hamleyi yaptı. "Kiminle yapayım peki? Bahar okulda, Nehar desen dışarıdaydı kaç gündür. Annem hasta. Bana kalıyor işler de." Benden başka bekleyen de varmış Mercan'ın sitemini. Yengem sesini alçaltma gereği duymadan sohbetlerine müdahil oldu. "Kız haklı Hamit, gelin diye bu kadar yüklenmeyin canım. Onun da canı var, iki tane de çocuk var." "Biz ona gelin değil kızımız diyoruz Ayfer. Evimizdeki insanı düşünmediğimizi sanma." Annem yengemi terslemekte gecikmedi. O da duyuyordu abimin konuşmalarını demek ki. Ama hemen karışmıyordu söze. Kendine söz hakkı doğmasını bekliyordu belki de. Elinden geldiğince Mercan'a yardım eden, çocuklarla ilgilenen bir kadındı. Bir kaç günün yoğunluğu ve rahatsızlığı sebebiyle işe ortak olamamıştı sadece. "Kızın çarşılarda dolaşıyor, gelin evde temizlik yapıyor. Böyle düşünecekseniz! Yanlış anlama Mercan, seni düşündüğümden söylüyorum. Seni severim bilirsin." Mercan, yanlış anlamam dercesine başını salladı. Kaynanan seni sevmiyor Mercan, kızlarını seviyor seni de köle olarak kullanıyor ama yanlış anlama! "Sen niye karışıyorsun Ayfer!" Amcam karısını uyardığında, tadımız çoktan kaçmıştı zaten. İlk kez yaşadığımız bir şey değildi. Kadın zevk alıyordu kaostan. Aşureye çeviriyordu aileyi. "Çarşıda dolaştığım yok yenge. İşim vardı halletmeye çıktım." Açıklamayı hak ettiğinden değil, yakamı bıraksın diye konuştum. Üstelik sürekli itham altında olmam ailemi de tedirgin ediyordu farkındaydım. Babam hemen düşürüyordu yüzünü. Elindeki tespihi hızlıca çekmeye başlıyordu. Annemin koruma içgüdüsü, abimin büyüklerinin hatırını saymakla konuşulanlar arasında kalması, hepsini görüyordum. Bahar'ın etkilendiğini, sınav zamanında ona bunu yapmamam gerektiğini biliyordum. "Bizim komşu görmüş seni çarşıda." Çayını içerken üstelemeye devam etti. "Çarşıya çıkmadım demedim, dolaşmadım dedim. Gören olmuştur muhakkak, aynı semtin insanıyız. İşimi hallettim geldim. Eve ne lazımsa yaparım bundan sonra da." Amcamın yüzüne bakmamaya gayret ettim konuşurken. Karısı sebebiyle ailesiyle ters düşmemişti hiç ama ses tonumun sertliğine de kırılabilirdi belki. Çaylar yarım kalmıştı, bu akşam burada sonlanacaktı anlaşılan. Babam göğsünü kabartan bir nefes çekti içine. Işığın altında kızaran gözlerinden uykusunun geldiğini anlamak mümkündü. Yerinden kalkıp sandalyesini düzeltti. "Çay da tıpkı yemek gibi çok güzeldi. Yapanın elleri dert görmesin. Uzun zamandır yememiştim böyle lezzetlisini. Hadi hayırlı akşamlar." Bıyıklarını düzeltip eve doğru adımlamaya başlamışken; soğuk yeller tersine dönmüş, deniz dinginleşmiş, kalbim teklemişti. Yemeği de çayı da yapan bendim. Kendine has tarzıyla beni savunan da babamdı. Sırtı dönük olsa da gülümsediğini bildiğim, bu akşam kalbimi kimsenin ayaklarının altına vermeyen adam; babamdı. "Afiyet olsun" dedim. Duyması gereken herkes duymuştu. *** "Düşünsene otuz üç rekat namaz kıldık ve ben zamanın nasıl geçtiğini anlamadım." "Demiştim sana Allah kolaylık verir diye." "Yarın da gelecek miyiz? Bence gelelim, yani koca bir cemaatle namaz kılmak çok farklı." "İstersen gelelim. Hatta tüm Ramazan ayı boyunca gelelim. Ama tabi bunu belli başlı şartları var." "Abdest aldım, oruç tutuyorum. Başka ne şart var ki?" "Dondurma almak şartı var." "İstediğin dondurma olsun Nehar." "Vişneli ve limonlu olsun Eyüp." |
0% |