Yeni Üyelik
11.
Bölüm

KENDİMDEN BİR ŞEYLER

@yesilkutuphane61

Merdivenin yanındaki küçük odayı boşaltan abim son kontrolleri yaparken yanına gittim. Yorulmuştu, dükkânı geç açacaktı bu gün. Mercan kadar, Melisa da bir odası olmasını bekliyordu ve muhtemelen ben duymasam da bu konuyu fazlaca dillendiriyorlardı abime karşı. Benim büyük odamdan sonra burası küçük gelebilirdi gözlerine ama küçüklüğüne rağmen ferah ve aydınlıktı. Küçük bir kız çocuğu için yeterliydi.

"Hakkını helal et abi" deyiverdim arkasından yaklaşıp. Bunu beklemiyormuş gibi kaşlarını çatıp, sorgularcasına baktı. "Ben geldim ya, yeniden uğraşmak zorunda kaldın bu oda işiyle."

"Öyle şey olur mu Nehar'ım?" Beni rahatlatmaya çalışmasına gerek yoktu. Fazladan bir nefes bile düzen değiştirirdi, bu göz ardı edilemez bir gerçekti. Evime de dönemiyordum. Hem annemin hakkımı helal etmem deyişi çınlıyordu kulaklarımda, hem Eyüp yokken duvarları üstüme gelen odalardan korkuyordum. Cesaretim kırılıyordu.

"Lütfen abi, planlar değişti işte. Bunda saklanılacak bir şey yok." Yakasını çekiştirip yanıma geldi. Küçükken peşime düşen ve beni kovalayan çocuğun ne kadar büyüdüğünü göstermek istercesine omuzlarını geriye attı.

"Planlar sen gelmeden önce değişti Nehar. Biz zaten sen geleceksin diye vazgeçmiştik bu oda işinden. O sebeple duvara dayamıştık mobilyaları." Duyduklarımla kaşlarım çatıldı.

"İyi de" dedim şüpheyle "size geleceğimi söylememiştim ki?"

"Yani..." Abimin yüzündeki kendine ait güvenin silindiğini gördüğümde daha çok üstüne gitmek istedim. "Söylemene gerek yoktu Nehar. Orası senin odandı sonuçta."

"Ama Melisa'nın odası yapmaya niyetlenmiştiniz. Bir şey olmuş ki fikriniz değişmiş." Az önce oda ferah mı demiştim? Sanki daralmış, sorularımı içine almaz hale gelmişti.

"Eyüp gittiğinde tek kalacak değildin ya? Ben telefonda konuştum seninle, defalarca gel dedim. Elbet geleceğini biliyordum. Annem durmadan gelse, orada yalnız kalmasa diyordu." Hâlâ ikna olmadığımı görünce elini omzuma attı. "Bu evde bir sürü insan var Nehar. Bazen konuşulanları tartacak kafa kalmıyor bende. Ne söylenirse yapıyorum fakat sonra görüyorum ki doğru değil bazı şeyler." Gevşeyen yüzüme merhametli bir ifade yerleştirmeye çalıştım. Büyümek için bir şeyleri göğüslenmek gerekiyordu işte.

Abim de bu evde birden fazla rolü üstlenmiş, yine de hiç şikâyet etmemiş biriydi. Buna rağmen yüzünde gördüğüm yorgunluk gerçekti. Sabah sabah üstüne gitmek istemedim. Bazı sözler beni Eyüp'e götürür hevesiyle peşlerine takılıyordum ama beni istediğim yere götürmüyorlardı. Desem ki abime "üç hafta boyunca neden gelmedin?" başka bir yükün altına girerdi omuzları. Hiçbir şey olmamış gibi gülümseyip ayrıldım yanından.

***

Annem balkondaki kutuları halıyı kaldırdığı zemine yerleştirirken yanına gittim. Tek başına ağır işlere kalkışmıştı yine. Akşam da ağrılarından şikâyet ediyordu sonra. Bahar odasındaydı, okuldan arta kalan zamanının çoğunu orada geçiriyordu zaten. Yanıma çok az uğrar olmuştu. Bir sıkıntı sezdirmiyordu hayatına dair, belki de kendi dünyasında mutluydu.

"Ne yapıyorsun anne?" Son kutuyu da içeri koyacakken elinden almaya kalktım.

"Esas sen ne yapıyorsun?" Sonra alçalttı sesini. "Bu halde yük mü kaldıracaksın?" Kaldırmazdım tabi ama onu öyle tek de bırakamazdım.

"Sanki senin halin benden çok iyi" diye söylendim. "Akşama belinden başlayan ağrı omuzlarına kadar yayılacak biliyorsun değil mi? Bırak da yardım edeyim."

"Çoğunu hallettim zaten." İçi dolu kutuları kaldırınca çoğu bitmiş sansa da balkonu yıkaması ve sonra yerleştirmesi de hayli zahmetliydi. Bu ev kalabalık bir aile için inşa olunduğunu her kısmıyla ispat ediyordu. Odalar, eşyalar, bahçe, ağaçlar, konserveler ve depolara sığmadığı için balkonun bir köşesine atılan eşyalar. Bana kalsa atılmaları gereken yer, çöp olurdu ama lazım olduğunu iddia ettiklerinden sesimi çıkartmıyordum.

Onu dinlemeyip kollarımı sıvadım ve işe giriştim. Rüzgâr başörtülerimizi uçuştururken, bu havada balkon temizlemenin gereğini sorguluyordum içten içe. "Hava daha da soğumadan yerleştirelim şu balkonu." Annem aklımı okumuyordu ama yaptığımız işin mantığını kavramama yardımcı oluyordu. Bana kalsa rüzgâr kemiklerimize işlerken uçuşan tozları süpürmek yerine evde başka işlerle meşgul olurduk. "Suyu açacağım sen içeriye gir." Verilen yeni talimatla elimdeki bezi mermerin üstünden çektim.

"Neden?"

"Hava soğuk, su da soğuk olur şimdi. Hasta olma. Zaten dün sırılsıklam geldin eve." Parktan dönerken son anda yağmura tutulmuştum. Eve ıslak girince de bir telaşeyle üstümü değiştirmem için odaya gönderilmiştim. Bu yaşımda bunun azarını işitiyorken bir gülme isteği doldu içime.

"Bana ne olacaksa sana da aynısı olacak anne. Ya beraber gireceğiz içeri ya da..." Elimdeki bezi salladım sıkı tuttuğu hortumla bana bakarken.

"Senin bu inadın kime çekti bir bilsem? Allah vere de torunum sana benzemese."

"Bak alındım şimdi" kıkırdarken hiç de öyle durmuyordum ama. "Mis gibi kızın var bir de laf ediyorsun." Sen var ya sen, bakışları atıp musluğu açtı. Ah annem, ben varım. Uzak kaldığım duyguları yaşayarak kendimden bir şeyler hatırlamaya çalışıyorum.

***

Sıcak duşun bile ısıtmadığı ellerimi kalın hırkamın ceplerine soktum. Bu üşüme durumunu anneme anlatsam sağlam bir azar daha işitirdim. O yüzden odamdan çıkmadan uzun zamandır normal olmayan vücut ısımın dengelenmesini bekleyecektim. Karnımın üstüne yakın ellerim, odada yalnız olmadığımı hatırlattı bana. "Anneanne öğrense fena kızacak" diye mırıldandım gülerken. Sohbet arkadaşım da gülmüştü belki de. Müstahak olduğumu bile söyleyebilirdi hatta. "Anneye öyle denir mi? Tamam hak etmiş olabilirim ama sen yine de deme."

“Kızıyor musun bana? Belki dikkatsiz buluyorsun anneni. Rahat ettiremiyorum seni. Zihnim çok dağınık, üç parçaya bölünmüş. Bahane değil ama babanı arıyorum. Bu dünyada bizden başka gidecek yeri yok. Kaybolup bir daha yolunu bulamamasından korkuyorum. Babaannen, erken yaşta bıraktı onun elini. Öyle hassas kalpli, yufka yürekli bir adam ki, ona senden bahsettiğimde nasıl tepki vereceğini çok merak ediyorum. Üç kişilik minik ailemiz, yeniden gülümseyen gözlerle birbirine bakabilecek mi bilmiyorum.”

Kendi kendime konuşurken komodinin üstündeki telefon çalmaya başladı. Kim kalkacaktı şimdi yerinden? Tam da ısınmaya başlamıştım hem de. Arama sonlandırılmayınca ağır ağır kalktım. Başım hafiften dönmeye başlamıştı. Demirden değildim, hatta son dönemin en hassas zamanlarındaydım. Telefonu elime alıp ekranda yazana baktım. Ev sahibimizdi. "Ah tabi ya, kirayı ödemedik" diye söylendim.

Fakat arama sebebi başkaydı. Halimi hatırımı, Eyüp'ten haber olup olmadığını soruyordu. Geri dönüp dönmeyeceğimi merak ediyordu çünkü üç aylık kiramız peşin ödenmişti. Defalarca sordum “emin misiniz” diye. Tekrar tekrar sorguladım yeni haberdar olduğum bu bilgiyi. Fakat doğruydu işte. Eyüp benden habersiz üç kirayı peşin ödemişti, sonra da...

Zar zor yutkundum. Yeni beliren boğaz ağrısı mı yoksa aklıma gelen başka şeyler mi buna sebepti bilemedim. Ayaktaydım, daha çok döndü başım. Bir sürü şey geçti aklımdan. Eyüp'ün rızası, gidişi, ondan haber alınamayışı hepsi renk değiştiriverdi bir anda. "Ya dedikleri gibiyse" ilk kez dehşet içinde kurdum bu cümleyi. Bu sefer odadaki arkadaşıma hitap etmiyordum ama ince bir sızıyla cevap verdiğini hissedebiliyordum.

Eyüp'ün babamla konuştuğu mesele bu olabilir miydi? Abimin söylediklerini hatırlayınca aklıma ilk bu ihtimal geldi. Belki de evdekiler bu konudan haberdarlardı. Onun başına bir şey gelmediğini biliyor ve bu yüzden rahat davranıyorlardı. Beni bu yüzden kabulleniyorlardı...

Ben... Hiç yakıştıramadım bunları. O kısacık anda düşündüklerim ne bana ne Eyüp'e yakıştı. Herhangi bir nedenden böyle dağılmamız ağır geldi. Eğer bilerek yaptıysa, bana biçtiği üç ay müddet üç yıl nefes alamamak gibi sıktı boğazımı.

***

Babamların gelme saatine kadar odamdan çıkmadım. Ateşim yükselmişti, başım ağrıyordu, kimseyle konuşacak kadar iyi hissetmiyordum. Bahçedeki hareketliliği duyunca yarım açtığım gözlerimle saate baktım. Algılamam uzun sürmüştü, bulanık görüyordum resmen. Bu halim pek hayra alamet değildi. Yavaşça doğruldum yattığım yerden. Üstümdeki yorgandan ayrılmam zaman alsa da ayaklarımı yere indirebildim nihayet. Dünyanın dönerken beni de kolumdan tutup çekiştirmediğini bilmesem, zeminin ayaklarımın altından kaymasından onu sorumlu tutardım. Ciğerlerimden boğazıma koşturan bir öksürükle ağzımı kapattım.

Kalkıp başörtümü başıma atana kadar babam gelmişti çoktan. Ama bilemiyordum, sanki biraz gürültülüydü hareketleri. Karanlık odamın kapısını açınca salonun ışığı gözlerimi acıttı. Annem babamın koluna yapışmış bir şeyler soruyordu. Abim de gergindi. Mercan da onunla ilgileniyordu. Ne olmuştu onları bu hale getirecek?

"Baba" diyebildim zorla. Gerginliklerini aşıp kulaklarına erişti sesim. Boğazım da öyle çok acımıştı ki. Yaslandığım kapı pervazındaydı hâlâ elim. Babam bakışlarını dikti üzerime. Sinirini bastırmaya çalıştığını okuyabiliyordum yüzünden. İşle ilgili olsa kendini odaya atardı, öyle uzun ve düşünceli baktığına göre mevzu benimle ilgiliydi.

"Yatıyorum ben. Yorgunum." Annemin kolundan sıyrılıp odasına geçti.

"Sonra konuşuruz anne, şimdi sakin olun." Abim de odasına girince biz bir şey bilmez halde öylece kalakaldık.

"Allah yardımcımız olsun. İnşallah geçici bir şeydir."

"Hâlâ anlamadın mı anne? Konu Nehar işte!" Adımı duyunca taşıyamadığım kafamı yaslamaktan vazgeçip Mercan'a döndüm. "Milletin ağzı torba değil. Meraklılar, Nehar hakkında bir sürü şey söyleniyor. Elbet babamın kulağına gelecekti değil mi? Dua et de kavgaya karışmıyorlar." Sinirle arkasını dönüp odasına geçti. Herkes son sözünden sonra dönüp gidiyordu. Bense korktuğumun başıma gelmesini bile yarım yamalak algılayabiliyordum.

"Bir şey mi demişler babama?" Gözleri dolan anneme doğru bir adım attım. Hâlâ kapı pervazından destek alıyordum. Bilmediğini belirtircesine başını salladı. "Ben bulurum bilen birilerini." Söylediğimle ikimizin de başı üst kat merdivenlerine çevrildi. Bu raddeye gelmişken yengemin söyleyeceklerinden korkmuyordum. Kulaklarımı kapattığım her şeyi kendi rızamla dinlemeye gidecektim.

Elimi çektim dayandığım yerden. Dünya hâlâ dönüyordu, bu dengesizlik içinde ayakta kalabilen ben olmalıydım. Birkaç sarsak adam attığımda annemin seslenmesine kulak vermedim. Dursam öylece, içim içimi yese beni korumuş mu olacaktı? Şu an tek istediğim üst kata çıkabilecek dermanın ayaklarımdan çekip gitmemesiydi. Titreyen çenemi durdurmak için dişlerimi sıktım. İçim dünyadan daha soğuktu sanki.

"Nehar nereye gidiyorsun?"

"Yengeme gideceğim, o biliyordur kimin ne söylediğini." Annemin aksine ben sesimi alçak tutmaya çalışmadım. Hatta bağırmak için ağrıyan boğazımı zorladım. Odalarına çekilen herkesi başıma toplamak pahasına yaptım bunu.

"Baban sakinleşsin anlatır bize." Koşturup kolumdan yakaladı beni. Kederli bakışları yüzümde gezindiğinde kaşlarının çatıldığını gördüm. Temas ettiği bedenim zangır zangır titriyordu. "Senin neyin var bakayım?" Az önceki karmaşada fark etmediği feri gitmiş gözlerim, şimdi hastalığımı ele veriyordu.

"Hiç" dedim kendimi ondan kurtarmaya çalışarak. Konu ben değildim. Aslında bendim, ben ve arkamdan konuşulanlar yüzünden ailemin üzülmesiydi. Eli ellerimi bulduğunda dehşetle açıldı gözleri. Sonra hızlıca alnımı ardından da yanaklarımı kontrol etti.

"Ne... Ne demek hiç? Yanıyorsun sen!" Geciktirmeye çalışsam da telaşesine hedef olmuştum. Esas şimdi yanacaktım. Yapabildiğim kadarıyla omuzlarımı dikleştirdim. Ağırlaşan göz kapaklarımı birkaç kez açıp kapattım.

"Önemli bir şey değil. Yengemle konuştuktan sonra yatacağım."

"Konuşmayacaksın kimseyle!" Elinden kurtulup merdivene yönelmiştim ki neredeyse bağırmasıyla irkildim. Hasta olduğum için ya da bir şey sakladıkları için beni engelliyordu ve o an bunu fark edecek halde değildim. Hastalık dermanım gibi cesaretimi de tüketiyordu. Yine sendeledim olduğum yerde, zemin ayaklarımın altından kaydı. Elimi boşluğa kaldırdım hafifçe, tutunacak bir yer aradım. Annem kapattı kısacık mesafeyi. Önce kolumu sonra da belimi kavrayıp ayakta durayım diye bana destek oldu.

"Ben... Duramadım ayakta" diye mırıldandım.

"Sus Nehar!" Beni neredeyse sürüklerken kızmayı da ihmal etmedi. Kısacık mesafeyi karınca adımlarıyla kat ederken annemin sinirli solukları da bizimleydi. Nihayet yatağımın kenarına geldiğimizde beni komodinin önüne çekti. "Dur burada, yatağını düzelteceğim." Hasta insanlara biraz daha şefkatli davranılması gerekmez miydi? Yine azarlanıyordum, gözlerim doldu. Yorganımı çekiştirirken oluşan her hava akımı kemiklerimin içinden geçti sanki. Üşüdüm, daha çok üşüdüm. "Otur şimdi, kıyafetlerini değiştirelim."

"İstemiyorum" dedim omuzlarımı silkerek.

"Hâlâ konuşuyor musun sen? Laf dinle biraz. Annenim ben senin, yap söylediklerimi. Yat bakayım şöyle. Yavaş ol." Bir yağmur bir de rüzgâr yemiştim, bu bedene bu kadar ağrı fazlaydı. Ah u enin edişim ilişiyordu elbet annemin kulağına. Bir şey demeden beni yerleştirip üstümü örtüyordu sadece. Daha fazla direnmeyen gözyaşlarım akıverdi. Yüzümü yastıktan tarafa çevirdim. Deterjan kokusunu alamayacak kadar hızlı uykuya daldım. Bir baygınlıktan farksızdı bu.

***

"Nehar, biliyor musun? Burası benim evim."

"Altı ay sonra bunu söylemene ne desem bilemedim."

"Hani bazen inanamaz ya insan. Bakıyorum etrafa, burası benim evim, diyorum. Buradan çıkınca gidecek yerim yok. Dışarıdayken aklım burada. Bir de mutluyum. Yani rüyada olmadığımı biliyorum ama gerçekliğine hayret ediyorum."

"Evet, aklına geldikçe insanı gülümsetmiyor değil."

"Buradan başka gidecek yerim yok Nehar. Şu kapıdan adımımı atsam kaybolacak gibiyim."

"Aman Eyüp, servisine bin işine git gel. Kaybolayım deme!"

"Mecazen söylemiştim."

"Fark ettim. Yine de kaybolayım deme, sen olmasan ben de yabancısıyım bu şehrin. Tek başımayım…”

Loading...
0%