Yeni Üyelik
18.
Bölüm

KİLİTLERE KİLİT VUR

@yesilkutuphane61

Gizleyemedim ellerimin titrediğini. Apartman boşluğunun duvarlarına yerleşen soğuk sebep değildi üstelik. Anahtarı birkaç denemeden sonra deliğe sokup çevirdim. Eyüp'ün evim dediği yerdeydim. Kapı sonuna kadar açıldı. Bıraktığım kokusuyla ev beni karşıladı. Fakat artık her şey çok farklıydı. Yabancılık sancıları çekti yüreğim. Tekrar dönme umuduyla kapattığım kapı, esasında hiç açılmadı.

"Geçelim Nehar." Annem omzuma dokunup beni kendime getirmeseydi, öylece bekler belki de geriye dönerdim. Alacaklı olmasam, eşikten öylece geçemezdim. İnsan ne eşiklerden atlıyordu hayat boyu. Ben bir kez baba ocağının eşiğinden, bir kez de evim bildiğim yerden geçen biriydim. İçeriye girip, salona yöneldim. Annem de arkamdan geldi. Her yabancılığımda, her ilkimde yanımdaydı. Ben misafir gibi bir koltuğun ucuna iliştim. O etrafa bakındı.

Kaç gece sabahlamıştım bu koltukta. Gözyaşlarım dökülmüştü yumuşak kumaşına. Tek başıma bu evde, çıldırmanın eşiğindeyken omzuna başımı yaslamıştım. Şimdiyse yabancıydık. Bizi bu hale getiren utansın! "Otursana anne." Geldiğimizden beri ilk kez konuştum. Sakindi sesim, fakat normal değildi. Bizden sonra buz gibi olan bu ev kadar soğuktu. "Aslında birçok kez hayal ettim, sizi burada ağırlamayı. Coşkulu, sıcak, samimi..." Onun gibi etrafa bakındım ben de. "Kalabalık oluruz diye biraz daha büyük almıştık şu masayı." Eyüp'ün kararımı sorgulamadan aldığı masayı gösterdim.

"Oda sayımız fazla değil ama koltukları konforlu ve kullanışlı seçtik. Ben çoğu zaman bunların üstünde uyudum." Elimi gezindirdiğim kumaşın üstüne oturdu annem. "Bakma şimdi soğuk olduğuna. Kaloriferi yakınca sıcacık olurdu burası." Güldüm dolaba kaldırdığım pembe kalın pijama takımımı hatırlayınca. "Gel, mutfağa götüreyim seni. Bakalım beğenecek misin?" Kalkmaya niyetlenince elimi tuttu annem.

"Eminim salon kadar derli topludur." Sanki veda edeceğimi hissetmiştim de tertemiz yapmıştım evi. Sanki bir temizlik beziyle tüm izleri silmeye kalkmıştım.

"Eşyalar tamamlanmamışken gelmiştin buraya. Ev boş sayılırdı. Üzülmüştün de biraz. Belli etmemiştin üstelik. Yavaş yavaş tamamladık hepsini."

"Yardım etmek istedik, biliyorsun değil mi Nehar? Seni hiç yalnız bırakmadık." Eyüp her şeyi kendisi tamamlamak istemişti. Baştan sona. Rahmetli annesinin, onu terk edip giden babasının sorumluluklarını da omuzlamıştı. Tabi tüm yükü ona yüklememiştik, Bolu'dan eşyalarımın olduğu bir çeyizle ayrılmıştım. İlgilenilmişti eksiklerimle, harçlığım konulmuştu cebime. Ama yalnız bırakılmadığım kısmı doğru değildi. Burnumu çekip kaşlarımı çattım.

"Hiç gelmediniz." Yalan değildi ya. Ben Eyüp'ün iznini bekliyordum ama onların bekleyecek bir şeyleri yoktu. Gelmemişlerdi.

"Barıştınız mı babanla?" Ani soru karşısında afalladım.

"Küs değildik ki." Biraz tedirgin, yine ketum ama huzursuz baktı yüzüme. Sonra netleşti kafasında tüm söyleyecekleri. Belki yine anlayamadım, belki artık sorgulamaya gücüm yetmiyordu, yine üstünü örttü bana lazım olan kelimelerin.

"Kırgındınız. Sen buruk sevinçlerini yaşarken babanın korkuları vardı. Taze bir evliliğin üzerinde kötü tesir bırakacak türden bir ziyaret olurdu eğer gelseydik. Yine de... Kendimizce bulduğumuz bu bahane hiçbir hatayı örtmez. Bayramları ya da tatilleri beklemek yerine biz de gelebilirdik yanına." Nihayet duymak istediklerimi söyledi annem. "Bu yaşımızda bile yeni şeyler öğreniyoruz Nehar. Ertelememek gerektiğini öğrendik biz yeniden."

"Doğru, şimdilerde hiçbir şeyin anlamı yok." Yerimden kalkıp pencerenin yanına gittim. Yağmur damlalarıyla kirlenmiş camın ardındaki sokağa baktım göz ucuyla.

"Bizi suçluyor musun Nehar?" Saf bir tedirginlikle sorulan soruya birçok cevap verilirdi. Geçmişteki özlemler için suçlamıştım, şimdilerde kimseyi suçlayacak halde değildim. Arkamı dönüp duvara yaslandım. Yine. Kollarımı göğsümde kavuşturdum. Annem öyle bir bakıyordu ki, günlerdir uzak duruşunun sonu olacaktı sanki söyleyeceklerim. Deseydim ki; siz benim en yakınımsınız, sizi suçlamıyorum, haydi kucaklaşmanın zamanıdır. Özürler dileyerek boynuma sarılırdı. Fakat özürlerin bir anlamı yok, benim hep bir yanım eksik.

"Suçlu ararsak... Çok var anne. Önce hastalıkla evladını aynı bedende taşıyandan başlarım saymaya."

"Senin ne günahın var yavrum?"

"Sizin de bir suçunuz yok ona bakılırsa. Ben Eyüp'ün arkasından yürüdüm, Eyüp de kendi kararının peşinden gitti. Hatta siz, ben ne istersem onu yaptınız. Ortada bırakılışımı dert etmeyin kendinize. Hayat boyu birlikte yürüyeceğimi sandığım insanı kendi kalbimle seçtim." Çenemin titrediğini hissettiğimde, soluklanmak için sustum. Annem yeterince eziliyordu karşımda. Belki de babamın ezip geçemediği yemini düşünüyordu. Ya da en başından beni dinlediği için pişmandı. Damat adayını ilk onunla tanıştırmıştım. Bu günleri görseydi, Eyüp'ün ısmarladığı tatlıyı yer miydi? Yuvamda, veda konuşmaları yapıyorduk. Ağırdı yükümüz. "Ha benden uzaklığınıza gelirsek... Bahsettiğin kırgınlık, özlemle bastırılmış içimde. Bilmiyorum annemsin diye mi? Senden gücenip yine senin dizine yatıyorum."

Hastaneden sonra güçlü olmanın sözünü vermiştim kendime. Fakat etten kemikten ve dalgalanan bir kalpten yaratılmış insandım nihayetinde. Bir kaç damla gözyaşı dökmemde beis yoktu. Her ağlayan güçsüz değildi hem. İnsanlar arasında var olup, kendi dünyamda yaşamak olacaktı benim esas maharetim. Yerinden kalkıp beni sinesine sardı annem. Kucaklamasına karşın, uykulu bir çocuk gibi bıraktım başımı omzuna. Eyüp'le yıldızları seyrettiğimiz yerde, gizlice teselli aradım bir müddet. Sırtım sıvazlandı, yine de bulamadım.

"Haydi, hazırlanalım" dedim geriye çekilip. Basit iki kelime, dünyanın en zor işiydi o an için. Kıyafetlerimi toplamak, bana ait ne varsa buradan götürmek ve geriye kalanları hayatımdan çıkartıp atmak yapmam gerekendi. Ufak fotoğraf albümünü de mi almayacaktım? Sana ait olanlar Nehar! Ellerimle hazırladığım yuvamı dağıtıyordum. Esasında Eyüp'tü dağıtan. Ben yıkılan duvarların altında kalmak istemiyordum.

"Emin misin Nehar? Ev dursun istersen, biraz daha bekle." Güldüm kapıya doğru yürürken.

"Biraz daha mı? Kaç vakit daha? Ah evet, ne de olsa üç ay zaman vermiş Eyüp bana, değil mi anne?"

***

Git Nehar, kilitle bir kentin kapılarını. Eyüp'ün şehrini terk et. Eyüp gibi yap, biraz da olsa sevdiğine benze. Sezdirmeden git. Usulca ört pencereleri, süzül duvarların arasından. Gölgen bile kalmasın. Git Nehar. Esasında hakiki bir vedanın, büyük bir vazgeçişin, kalp uçurumlarının ortasındasın. Uçurumun ortası kadar tehlikedesin, düşmüşsün. Feryat figan ağlamak hakkındır. Fakat şimdi, yalnızca git Nehar. Tutabildiğin tüm nefesler kadar tut gözyaşlarını.

Dağılmış için Nehar, darmadağın. Sen en kıymetlilerini, dağıtması için yabancı ellere teslim ediyorsun. Bunu kendin yapma cesaretine de, dönüp arkana bakma kudretine de sahip değilsin. Bir ömürlük hayale kilit vuruyorsun. Sana lazım olanlar değil bavulundakiler, soğuk bir kış ortası yalnızlık. Gelmemiş bir kışın tam ortasına atan seni; habersiz bir veda.

İnce, narin, hassas... Eşyadan tut ta hislerine dek zarar görmüşler. Ve narin şeyler ki Nehar; hasarların telafisinden faydalanma hakkına sahip değillerdir pek. Parçalanıp, bir anda yükseklerden düşmenin acısıyla yaşayan incelikleri daha iyi anlayacaksın. Kıymet verdiklerin yerli yerindeyken, onlardan yüz çevirişin yeni ama yaşamaktan başka bir hayata atacak seni. Yaşamak diyecekler... Bir zamanlardı diyeceksin. İçinde bunca ölmüşle ne kadar gülebileceksin?

Yabancılar bile tereddüt ediyor yaptıklarını görünce. “Bir yuva böyle kolay arkada bırakılır mı” diyorlar. İçleri acıyor, titreyen gözlerinden anlıyorsun. Ve buz gibisin Nehar, bu keskin ve kararlı bir sessizlik. Alt üst olmuş çünkü kim yakın kim uzak? Eyüp değil mi senden sakladıklarını başkalarına anlatan? Yastığa baş koyduğunuzda sana gözünü kapatan. Gitmek için ketum bir sessizlikte kaybolan. Bu evde, yaşa diye üç aylık bir ömür bırakan. Aynı evin içinde, günlerin sessiz kandırmacasıyla yemek yemişsiniz Nehar!

Çocukluğunun şehrini arkanda bırakabildin, Eyüp'ün kentini de bırak. Böyle mutlu olacağım, inanın bana demiştin ya kendinden emin. Sana inananlara yine aynısını söyle. Dünya kocaman derler, küçücük Nehar. Doğduğun odada çocuk büyüteceğin kadar küçük şu dünya. Eyüp'ü duymadığın gibi, başka konuşanları da duyma. İyice kilitle kapıyı Nehar! Anahtarı bir yabancıya teslim edeceksen de, hırsızlar zarar vermesin kıymetlilerine.

Suçlu değilsin Nehar. Kısılan sesinin, bükülen boynunun, kırılan kalbinin, sahipsiz kalan yuvanın suçlusu sen değilsin. Öyle ya, annesin. İçerdeki duvarlar yıkılsa güçsüz omuzlarına, bir enkazın altında kalsan daha mı iyi? Bakma sen onlara sırtını yasladığına, kuvveti biten her şey yıkılır. Suçlusu duvarlar değil. Çevir kilidi Nehar, kapıyı açarken titreyen elin şimdi daha çok titriyor. Her zamanki dışarı çıkışlarını düşün. Eyüp'ün akşama gelecek gibi evden çıktığı anı düşün. Öyle hiçbir şey olmamış gibi kilitlere bile kilit vur.

Sahi Nehar, muhakkak başka hisler yerleşmiştir adamın gözlerine. Hiç mi anlamadın? Eyüp ki sevgi sarhoşluğuyla daima gülümseyen, yüzünde huzurlu tebessümlerle dolaşan biriyken o gün kendini buna zorladı. Sormadın Nehar, görmezden mi geldin? Elin kolun mu bağlandı? Öyle ya; bazen olacaklar olur. Müdahale edemeyiz. Bir kez daha kilitle Nehar. Annenin cam kırıkları yutar gibi acıyla yutkunuşuna bakma. Bir kez daha kilitle. Ne sen ne de başkası açabilsin. Bu üç aylık ömrü kalmış daireyi saklama isteğini sök at içinden. Ya da başka bastırılmışlarla beraber bir sandığın içine koy. İçin çok dağınık Nehar, toparlanmaya ihtiyacı var. Annen görmesin! Anne olacaksın Nehar.

Çıkarken nefesini kesen merdivenlerden koşarak inme fırsatın var. Yüklerini de hesaba kat! Yine temkinli, yavaş ve sakin in Nehar. Bu sakinlik yüzüne bir vakur yerleştiriyor. Öfkeden daha çok yakışıyor sana. Tabi, artık yakıştığı gibi davran. Eyüp'e çıkmıyor yolların, bil! Yeni bir yol var. Ha güllük, ha dikenlik... Yürümen gerektiği sürece yürü. Dayanamayıp bavuluna attığın, esasında sana ait olmayan birkaç küçük parça var. Onun kokusu takıldı peşine. Sureti bir çerçevede. Tamam değilsin Nehar, sözünün eri vaz geçişlerin piri, aklının hâkimi değilsin. Olacağın güne kadar bekle fakat şimdi git.

Ağrıyan bacağını bahane etme yavaşlığına. Annenden güç almayı da yasak etmişsin kendine zaten. Doktor söyledi Nehar, ağrıların gün geçtikçe artacak. Sana düşen iyileşmeyi beklemek. Nasipte varsa. Başka şeyler de öğrenmenin zamanı gelmiş demek. Dilden değil, kalpten nasip demeyi bilmenin zamanı mesela. Hayırlısı diyebilmeyi, tevekkül etmeyi... Ama bunları musibetten önce ya da sonra değil, vaktinde yapabilmeyi öğrenmenin zamanı.

Koparılmasın dikenli dalından, maneviyat ülkesinin gülleri. En çok da susanlar yakacak bulutları. Dilinden dökülemeyen isimler karışmadığında nehirlere. Kan çanağına dönecek göğün gözü. Kâinat anlar insanın halinden. İnsan birdir kâinatla. Güldüğünde açan çiçeğe kadar benzerler birbirlerine. Şimdilerde Nehar, tahir yolcuların peşi sıra yürümek ayaklarının borcu olsun. Kış çiçekleri de vardır, kışın da baharı vardır. Eyüp bir devir kapattı, mevsimler renkler değişti. Gece gündüz oluyor, sen bir sayfayı kolayca çeviriyorsun, hep temiz ve aydınlık sayfalar açılıyor. Yine olsun Nehar, kendinden geçtiğinden söz etme. Nehar değilsin belki, unutuyorsun tekrarla; annesin.

Hastasın üstelik. Sanki Eyüp'ten dön yüzünü diyor sana birisi. Öyle ya, sen yapmazsan başka sebepler çıkar. Çok dua etmen lazım. Zaten ediyordum deme hatasına düşme. Yeniden, daha çok ve bilerek yapman lazım bu kez. Avuçlarının içinde başka isimler vardı. Dilin başkalarına dönerdi. Kim bilir, bu kez dünyaya gönderilmiş bir kul olarak edersin duanı.

Apartman kapısı da kapandı Nehar. Anahtarın da yok üstelik. Zile bassan koşa koşa açmaz Eyüp kapıyı. Ya burada durur donarsın, ya da yoluna gidersin. Git Nehar, söyletme beni daha fazla. Başım ağrıyor diye söylenmelerin de bana aynısını yapıyor çünkü. Söz dinlemez dağınık düşüncelerin yorgunluğunu yağdırıyor üzerime. Yolcusun sen, bir duraktı bu sokak. Ve ayrılık zamanı geldi. İstediği zaman gelecek olanların izlerini, mümkünse ağır ağır uzaklaştığın apartmanın duvarlarında bırak. Bırak yıkılan yıkılsın, dağılan dağılsın. Hevesle aldığın su yeşili nevresim takımın bir evsiz tarafından kaldırımın kenarına atılsın. Bırak Nehar, olan olsun. Kıymetten düşenleri düşünmeye vaktin yok.

Valizindekiler için söylenecek gücüm kalmadı. Omuzlarından tutup sarsamam seni. Başı dik sözlerimi dinlemek zorunda değilsin. Canım yanar, susarım. Her Allah'ın günü içinde, sol yanında bir yerlerdeyim ne de olsa. Uslanmaz yanlarına aşinayım. Zaman olgunlaştırır Nehar. Seni de büyütür kucağında. Fakat biliyorum, sussan da biliyorum. İnsan özler Nehar.

***

"Evde değilim Eyüp, kapıda kalırsın. Anahtarını yanına al."

Loading...
0%