@yesilkutuphane61
|
Sonra babaannem gitti. Söylüyordum anneme, fazlasıyla soğumuştu havalar. Yatağın babaannem kokan tarafı buz gibiydi. Dedem yaşlı haliyle dayanamazdı bu yokluğa, kemikleri sızlardı. Ölüm giren evde üşürdü insanlar. Kapanmayan kapıların rüzgârlarına, pencerelerden yol gözlerken karşı koyamazlardı. Mülk insanın değildi. Gece yattığı yatak, sabah onun değildi. Bu gün olan, yarın yoktu. Evden çıkan, dönmüyordu. Ağladık, yapmamızı istediği gibi Kur'an okuduk. Söylemişti bize esasında, görmek istememiştik sadece. Son zamanlardaki durgunluğu, dünyaya uzak oluşu yolculuğa hazırlanmasından kaynaklıymış. Her gün saatlerce vakit geçirmesek de alt kattaki kadının yokluğu bize dokunacakmış. Allah biliyordu, babaannem hissediyordu. Babam, benim kocaman babam annesini kaybetti. Bu yaşımda öksüz kaldım diye söylendi. Ağlarken güldü. Başını annemin omzuna yasladı. Sanki kendine bir anne aradı. Sonra insanlar geldi, gitti. Babaannem herkese bir ibretti. Yokluğuna ağladılar, soğuk topraktan korktular. Kimisi hazırladı kendini, kimisi dünyaya tutunur gibiydi. Dedem bir şok içindeydi. Bunca yıl yanında görmeye alıştığı kadını, ara sıra başını kaldırıp tekrar arıyordu sanki. Zaman geçti kalabalıklardan sıyrıldık. Gün geçtikçe katlanan özlemlere aşinaydım ben. Evdeki herkes alışmaya çalıştı. Benimki biraz daha katlandı. Her zaman yabancıydı oysa, alışınca benden bir parça olur sandıklarım. Yemeklerin tadı tuzu biraz gözyaşıydı. Babamın kursağından geçmeyen çok lokma saydım. Çocukların büyük babaannenin eksikliğini hissedişlerine şahit oldum. Bahar iyice kapandı odasına, annem okuduğu surelere besmele ile başlayıp iç çekişlerle devam etti. Bu evden bir ölüm geçti. *** Bir haftanın sonunda onca gelen gidenin arasında genç bir kıza takıldı gözlerim; Hale. Beni görünce ayaklandı. Yanıma gelip sarıldı, baş sağlığı diledi. Annesi Suzan teyze de kalktı yerinden. Uzun zaman sonra ilk karşılaşmamızdı. Çok güzel kek yapardı, keşke güzel bir çay saatinde buluşmuş olsaydık. Gerçi artık o da mümkün değildi. Aralarındaki ufak sırrı öğrenmek beni haklı bir çekingenliğe sürüklüyordu. Kimseyi suçlamıyordum, temkinli davranıyordum. "Biz daha önceden karşılaşmıştık Nehar'la" dedi Hale hal hatır sorulup sabır dilendikten sonra. Nerede karşılaştığımızı öyle ulu orta söylemeseydi bari. "Bebek ziyaretine gittiğimiz gün gördüm onu. O da başka birini ziyarete gelmiş." Cenaze evinde olmanın verdiği ağırlık da olsa üstünde, konuşmasındaki canlılıktan bir şey eksilmemişti. Öyle ki Mercan'ın dikkatini çekebildi. "Kimi ziyaret ettin Nehar?" Mercan'a cevap vermeden tedirgince anneme baktım. Yalan söylemek istemiyordum. Fakat bulunduğumuz durumda bir önemi var mıydı? Hale eski arkadaşını bir kez daha gördüğünü söylemişti o kadar. Yani yabancı değildik, yani görüşmüştük. Şimdiyse havadan sudan değil, topraktan söz ediyorduk. "Mercan, hadi kızım çay getirelim misafirlerimize." Annem kırgın da olsa yine de hitap şeklini değiştirmemişti. Konuyu ustaca kapatışına minnettardım. O da torununu korumak ister gibi saklıyordu herkesten. Bana gizliden destek oluyordu, yanıma gelip ikimizi de kontrol ediyordu fakat sır tutmasını iyi biliyordu. Yerinden kalktığında Suzan teyze durdurdu onu. "Allah razı olsun Enise. Biz kalkalım artık. Sizin de durumunuz ortada." Toparlanıp sarıldılar birbirlerine. Babaannem, annem için kayınvalideden fazlasıydı. Ölüm onu da sarsmıştı. "Nehar, seninle de müsait bir vakitte görüşmek isterim kızım. Özlettin kendini." Bana da sarıldı. Belli belirsiz gülümseyip başımı salladım. Bu bir söz değildi. Uğurladık misafirleri. *** Biraz hava almak için bahçeye indiğimde erkekler çoktan evlerine gitmişti. Dedem kapısını kapatmış oturuyordu. Annem uyurken, babam odasında Kur'an okuyordu. Bir evladın anne babasına yapabileceği en büyük iyilik de buydu. Güneş bir yerlerde batmaya hazırlanırken, akşam vakti sessizliğini bölen bir tıkırtı duydum. Kimse gözükmüyordu etrafta, sesi takip edip sahibini buldum. Kedi değildi, çok daha tatlı minik bir şeydi. "Seni atom karınca! Demek buradasın!" Şule'nin iki yaşına basmış kızı Esila, ellerini toprağa bulamış yakalanmanın şaşkınlığını yaşıyordu. Yengem, torununun burada olduğunu ya da o kadar merdiveni nasıl tek başına indiğini bilmiyor olmalıydı ki evi ayağa kaldırmamıştı. Gülerek yanına yaklaşırken, suçunu bastırmak için anlamadığım kelimelerle cümle kurmaya çalıştı. Konuşmak şu an için pek de iyi yapabildiği bir şey değildi. "Sen nasıl geldin bakayım buraya?" Önüne diz çöküp kollarımı uzattım. Paytak adımlarla gelip kucağıma oturdu. "Gidelim mi anneye?" Başını salladı. Her çocuk kadar yaramazdı. Cenaze günü apar topar gelmişlerdi. O zamandan beri kucağımızda buruk bir sevinç gibi dolaşıyordu. Belki de farkındaydı her şeyin. Elinden geleni yapıyordu, gülümseyebilmemiz için. Üç kat ve bahçeyi kendine tahsis etmişti. Her an herkesin yanından çıkabilirdi. Fazla görmemiş olsak da birbirimizi beni de baya sevmişti. Şule de kızını sakınan pimpirikli bir anne değildi. Yengemin müdahaleleri olmasa herkes yapması gerekeni yapıyordu aslında. İlk katın merdivenlerini çıkıp durdum. Fazla ağır bir şey de değildi ama nefesim kesilmişti. Birkaç gündür bacağımda dolaşan kramp benzeri hafif sızı yine kendini gösterdi. Topraklı ellerini yüzümde dolaştırmaya başlayınca güldüm. "Annen ikimizi de temizlemek zorunda kalacak değil mi?" Anladı mı bilmiyorum ama üst ve alt olmak üzere çıkmış dört dişiyle güldü. "Merdivenleri nasıl indiysen öyle çık bakalım atom karınca." İndirmeye niyetlendiğimde omuzlarımı sıkıca tuttu. Nasıl bırakacaktım şimdi bu güzel hanımefendiyi? Amcamın katına çıktım, açık kapıdan Şule'ye seslendim. İçeriye girmek istemiyordum. Sağ salim çocuğu teslim etmekti niyetim. Birkaç dakika sonra elinde mutfak havlusuyla geldi yanımıza. Halimizi görünce önce çatıldı kaşları, sonra güldü. "Sen yine ne yaramazlıklar yaptın? Yormuşsun teyzeyi." "Bahçede buldum. Yerinde duramıyor ki." "İnan o kadar yoruldum ki fark edemedim bile." Biz ayaküstü konuşurken Esila içeriye girdi ve odasından çıkan yengemin ayaklarına sarıldı. Esila toprak içinde ben toprak içinde. Yengemin asılan yüzü ve bakışları keyif kaçıracak türdendi. Şule'nin kolunu sıvazlayıp aşağıya yöneldim. Bir şeyler söylendi arkamdan, duymamayı tercih ettim. Şu baş ağrıları son günlerde yine yokluyordu beni. *** “İnsan-ı mü'mine nur-u iman ile gösterir ki mevt, idam değil; tebdil-i mekândır. Kabir ise zulümatlı bir kuyu ağzı değil, nuraniyetli âlemlerin kapısıdır. Dünya ise bütün şaşaasıyla âhirete nisbeten bir zindan hükmündedir. Elbette zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana çıkmak ve müz'iç dağdağa-i hayat-ı cismaniyeden âlem-i rahata ve meydan-ı tayeran-ı ervaha geçmek ve mahlukatın sıkıntılı gürültüsünden sıyrılıp huzur-u Rahman'a gitmek; bin can ile arzu edilir bir seyahattir, belki bir saadettir.” Okumayı bitirip babama baktım. Yaşlı gözlerini sildi, göğsünü kabartıp bir nefes aldı. "Rahmetli Mustafa amcan niye gamdan uzaktı, şimdi daha iyi anlıyorum" dedi. Yorgunca gülümsedim. "Annesi, babası, sevdikleri hep başka diyara gitmiş. Elbet insan arzu eder peşlerinden gitmeyi, kavuşmayı. Geride bir boşluk bırakıyorlar ama teselli bulmamız lazım, değil mi baba?" Başını salladı. Gönlü daha ferah olurdu artık, aksattığı ilaçlarını içerdi belki. Rengi solmuşken herkesi korkutuyordu çünkü. Saat hayli ilerlemesine rağmen ne ben ne babam yatsıyı kılmıştık. Yorgunluk iyice kaplamıştı her yanımı. Kalktım yerimden. Biraz gülümsemeye çalıştım. "Haydi, çıkalım evimize. Annem bekliyor bizi." Çenesi titredi, anne dedim diye. "Babasız kalmayalım." Bu sefer de dilim dönmeyecek gibi oldu. Bir yanımız hep eksik kalıyordu. "Nehar." "Efendim baba." "Her ölüme karşı böyle metin ol, tamam mı yavrum?" *** Üşüdüm ama buz gibi suyu defalarca yüzüme çarparak abdest aldım. Yüzü yıkamakta sünnet olan üçtü, bense bir yangınla baş etmeye çalışıyordum. Aynaya baktım, hazır değildi Nehar. Kapısının önündeki çiçeğin bile ölümüne hazır değildi. Okuduklarım geçti gözümün önünden. Ölüm yer değiştirmektir diyordu. Nesini kabullenemiyorduk? Biz geride kalmayı istemiyorduk. Odama geçtim, yatsı namazına durdum. Sokak lambası yetiyordu içeriyi aydınlatmaya. Işığı yakıp ağlamak için hazırda bekleyen gözlerime acı vermedim. Dört rekât sünneti kıldım. Farza niyetlendim. Dünya için ağlanmazdı namazda. Sabrı yeniden öğrendim. Rükuya gittim. Bacağımda bir sızı hissettim. Sol tarafımdakinden çok ağrımıyordu. Secdeye koydum başımı. Kramp tüm acısıyla yayıldı dizime. Öyle acıdı ki, bir ah kaçtı ağzımdan. Yerimden doğrulamadım. İradem dışında seccadeyi sıktı sağ elim. Acıyor Allah'ım. Doğrultamıyorum belimi. Tutamıyorum kendimi, dünyalık şu beden için ağlıyorum. Gitmelerden korkuyorum. Kimse de durmuyor ki durduğu yerde! Alışmak için zamanım olacak mı? Ben de mi bir gecede yola koyulacağım böyle? Çok geride kalmış gibiyim. Bu bacakla da koşup yetişemem kimseye. Kime yetişiyorum ben? Allah'ım, kaldığım yerde muhafaza et beni. Devandan yüz çevirtme kalbimi. *** Yüzümde gezinen küçük ellerle zar zor araladım gözlerimi. Kendimi yatağa zor atmış, üstümü de doğru düzgün örtmemiştim. Buz gibi olmuştu ellerim. Esila kendi kendine oynuyor, fısır fısır bir şeyler söylüyordu. Saat henüz çok erkendi. "Rüyanda mı gördün beni?" diye mırıldandım. Uyandığımı fark edince güldü. Pijamalarının içinde çok sevimli gözüküyordu. Doğrulmaya çalıştım yerimden, hareket ettikçe ağrıdı bacağım. Neyin nesiydi bu bir gecede gelen? Üstelik bu gün pazardı. "Hadi uyuyalım Esila." Zorlansam da yorganı çektim üstümüze. Oyun niyetiyle gelmişti ama bu saatte istediğini yapacak halde değildim. "Teyze çok yorgun" dedim. Muhtemelen beni anlamıyordu. Biraz daha bakındı etrafa. Elinde küçük yeşil bir araba vardı, onunla oyalandı. Benim gözlerim kapanıyordu. Ne zaman uyudum bilemedim. Uyandığımda Melisa da yatağın üstündeydi. Yeni uyandığı belli olan Esila ile oyuncak fincanlarla oyun oynuyorlardı. Gülmeden edemedim bu hallerine. Koca evde benim yatağımın üstünde oyun oynanmasından şeref duymayıp ne yapacaktım? Elimi yanağımın altına koyup çocukları seyrettim. İnanarak oynadıkları oyunlardan keyif alıyorlardı. Bir zamanlar abim, ben, Şule de böyleydik. Ne çabuk geçmişti zaman. "Uyandın mı hala?" Yüzüme doğrultulan oyuncak fincandaki çayı içmemi istiyorlardı. Sersem bir halde uzanıp fincanı alacakken elimden düşürdüm. Madem oyundaydık, benim de yanmam gerekirdi. "Ah, çok fena yandım!" Çocuklarda garip bir özellik vardı. Biri düşse, bir şeyi düşürse ve tepki verse buna çok gülüyorlardı. Esila yaşının küçüklüğü itibarıyla kahkaha atarken cenazeden sonra ilk kez bu kadar sesli gülündü evde. Mercan duymuştu sesimizi. Aralık olduğunu fark etmediğim kapıdan başını sokup baktı yatağın üstündeki yumurcaklara. O da neşelendi fakat beni görünce belli etmedi. "Toplamışsın çocukları?" "Gelmişler ben uyurken." Kapının kenarındaki duvara geçip sırtını yasladığında ben de çektiğim acıya rağmen doğruldum. Bir bel ağrısı kadar kötü, karın ağrısı kadar rahatsız ediciydi. "Çocuklar seviyor seni." Bunu öyle farklı bir tınıda söyledi ki verecek bir cevap bulamadım. İyi mi niyeti kötü mü, anlayamadım. "Sen kimi ziyarete gittin hastaneye?" Hale'nin söylediğini yazmıştı aklına, sabah sabah sorması çok normalmiş gibi davranıyordu bir de. Günlerdir benimle konuşmayışını yok sayıyordu. "Tanımazsın" dedim kısaca. Doktorumu tanımıyordu. "Kaç senedir burada yaşıyorum, tanırım muhakkak." Israrı rahatsız ediciydi, şüpheciydi. Bunu dillendirmekten de çekinmedi. "Seni bilmesem diyeceğim ki; hamilesin de muayene için gittin." "Öyle olsa bile..." dedim tavrına karşı. Ama bu sefer sakin kalmaya gayret ettim. Beni kışkırtıyordu ve yine çocukların yanındaydık. Yuttum diyeceklerimi. Çevirdim mevzunun seyrini. "Henüz yüzümü bile yıkamadım Mercan." Konu değişince asıldı yüzü. Tekrar konuşacaktı ki Şule girdi içeriye. "Sen yine mi kaçtın?" Rahatlamış bir halde gelip yatağa oturdu. Çocuklar hallerinden memnunlardı. "Gözümü bir açtım, yanımdaydı." Kollarından hafifçe tutup sarsmakla karışık sevdi kızını. Bu görüntü, bir bebeği kucağına almak için sabırsızlandırıyordu insanı. "Oda da senin gibi yumuşacık kokuyor. Gelinmeyecek yer değil ki. Ben de yatayım bari şuraya." Kızların yanına kıvrıldı gülerek. Hâlâ çıkartmamıştı pijamalarını. Anne olacağım diye mi benim odama da güzel kokular sinmişti? "Ben kahvaltı hazırlamaya gidiyorum" diyen Mercan'ın arkasından baktım. Kendini öyle uzaklaştırmıştı ki benden, ona güvenip bebek müjdesi bile veremiyordum. Ne diyeceğini, nasıl tepki vereceğini kestirmek zordu. Beni istemiyorken, çocuğum için can yakıcı sözler kullanması da muhtemeldi zaten. Kalan bir parça güzellik bende saklı kalsa daha iyiydi. *** "Bazen okuduklarımı anlamakta zorluk çekiyorum Nehar. Anlasam bile, nasıl yapacağım diyorum, yaşamak okumaktan daha zor. İnsanın duyguları öyle evirilip çevrilir türden değil." "Esasında öyleler Eyüp." "Ama olmuyor. Bedenimle bir ibadet yapsam bile, içimden başka düşünüyorum bazen." "Oluyor fakat bir anda değil. Zamanla... Bizim imtihanımız da bu sanırım. İçimizi de dışımızı da okuduklarımıza boyun eğdirmek." |
0% |