Yeni Üyelik
1.
Bölüm

KULUN EYÜP'Ü SORUYORUM SENDEN

@yesilkutuphane61

Bir kâbus uykusuna yattım. Eyüp kayıp, ben onun ardından rotasız yollara düştüm. Elim dizim yaralandı, canım bir kor alevde yandı. Göğün altında nefesimi arıyorum. Bu bulut muydu yağmura gebe? Şimdi suallerime suskun, neden? Ağaçlar yaprak döküyor, o gidiyor. Eyüp yok, gitmiş mi? Peki ya neden? Geç olmadan kaldırsam ya başımı...

Rahatsız edici bir mide bulantısıyla gözlerimi araladım. Terlediğim için bana fazlalık gelen saçlarımı sertçe alnımdan çektim. Günlerdir kesintiye uğruyordu uykularım. Yalnızca dinlenmek istiyordum. En azından gözlerimi kapattığımda huzurlu olabilseydim, gündüzlerin üstesinden gelebilirdim. Üstümden yorganı atıp dizlerimi karnıma çektim. Bu bir süre rahatlatıyordu midemdeki bulantıyı. Yemek borum yanmaya başlamıştı. Uykulu gözlerime, kapalıyken bile yaşlar doldu.

Yerimden kalkmadan bir gece de olsa rahat uyuyabilmek istiyordum. Elimi ağzıma bastırdım inatla. Başımı yastığa gömdüm. Yastık kılıfından gelen deterjan kokusu beni odadan kovar nitelikteydi. Oysa hep aynı markayı alır, severek kullanırdım. Şimdi yabancıydı, eziyetti. Daha fazla karşı koyamadım. Elimi biraz daha bastırdım ağzıma ve hızlıca kalktım yerimden. Odadan çıkınca hemen soldaydı banyo. Dizlerimde kalan son güçle kendimi içeriye attım.

Perişandım işte. Her yer dağınıktı. Ben darmaduman haldeydim. Boğazım tahriş olmuştu, mideme giren krampların yanında bu da bana acı veriyordu. Başım dönüyordu, doğrulamıyordum yerimden. Zorla kalkıp elimi yüzümü yıkadığımda aynadaki yansımamdan yanaklarıma süzülen yaşları gördüm. En mutlu olmam gereken zamanda harap, güçlü durmam gereken zamanda ise bitaptım. Lavabodan güç alarak, duvarlara tutunarak banyodan çıktım. Tüylü halımın üzerine bıraktım kendimi, sırtımı yeniden duvara yasladım.

Şimdilerde yalnız olmamalıydım. Bir canın emanetini taşırken, soğuk duvarlara dayamamalıydım sırtımı. Acıyla yutkunup gözyaşlarımın müsaade ettiği kadarıyla odama baktım. Çatıldı kaşlarım, acım öfkeye büründü. Günlerdir merakın, endişenin pençesinde kıvranıyordum. Üç haftadır her gün karakola gidiyordum. Her Allah'ın kuluna soruyordum. Sonunda sonuç alamadan elim boş eve dönüyordum.

Aniden ortadan kaybolan ve hayatta olup olmadığını bile bilmediğim Eyüp, nikâh günümüzden kalan bir fotoğrafta gülümsüyordu sadece. Bilseydi evimize bir neşe kaynağı geleceğini daha fazla gülerdi, eminim. Sevinirdi, hem de çok. Ama söyleyememiştim, öğrenememişti. Neredeydi? Her şey hâlâ belirsizdi. Sorularım cevapsızdı. Yetmezdi özlem gidermeye ama biraz daha seyrettim uzağımdaki fotoğrafı.

Çekinceleri def etmek ister gibi başımı yaslamışım omzuna. Güzel olmuşum, sade. Öncesinin kırgınlıklarını unutmayı diliyorum sanki. Bir an var, bu an. Tebessüm ettirecek kadar coşkulu heyecanım. Boyumdan büyük kararlarım ve ben yanımdaki adam için göze almışım büyükçe yaşamayı. Birlikte yaşlanmak nasip olursa bize, bu çerçeveye bakıp da diyeceğiz ki “ne kadar gençmişiz!” Fakat öyle mesuduz, kırgın ve eksik olsak da hevesliyiz.

Eyüp damat olmuş ama simasından çocukluk akıyor. Sakalsız yüzü, benimki gibi kızarmış yanakları, siyahıyla alnına dağılmış saçları, beyaz dişlerini göstererek gülse de kısılmamış kahve gözleriyle bir fotoğrafta insana neşeli bir huzur vadediyor. Uzun benden, ben beyaz tenli o kumral. Güneş vursa yüzümüze bir farkımız yok sevmekten yana. İçindeki beyefendiyi taşıyor omuzları, şimdiki kadar halsiz ve bitkin değilim. Dudağımda mırıldandığım dualar yer etmiş. Fidanlar büyüyormuş içimde. Fırtınalara tutulmuşum bu günlerde.

Gece saatin kaç olduğu umurumda değildi. Ağlarım da sesim duyulur diye endişe etmedim. Dilediğim gibi akıttım gözümdeki yaşı. Özlem, merak, endişe, yalnızlık… İçinde bulunduğum duruma başka türlü karşı koymak zordu. Bir canım, bir içimdeki can, bir de Eyüp'ün meçhul canını yük etmiştim kalbimin omuzlarına. Güçlü olmalıydı. Gözyaşı kalbin kirini pasını atmalıydı, öfkem bu duvarların arasında kalmalıydı ve ben yeni güne güçlü uyanmalıydım. Öyle ya sabırlı kimselerin kuvvetine erişebilmeliydim. Nasibime yürütüyordu Allah beni.

Kendimi böyle teselli edebilmeyi ancak ağlamaktan yorulduğumda akıl edebiliyordum. Çabucak yıpranan kalbimden Eyüp mü, yokluğu mu sorumluydu? Buz gibi olmuş bedenimi teselli eder gibi kaldırıp salona yürüdüm. Geçti denilse de koskoca iki hafta bu evde yalnız kalmıştım. Zilin çalmasını beklemiştim, telefonların başında uyuyakalmıştım. Esasında Eyüp ve yokluğu tüm kızgınlığımı hak ediyordu.

Koltuğa uzandım. Midemdeki sancı geçiyordu ağır ağır. Kollarımı kendime sardım. Koridorun hiç söndürmediğim ışığı gözlerimi acıtıyordu. Üstümü örtecek bir şey de almamıştım yanıma. Dizlerimi karnıma çektim yeniden. Perdenin ucundan süzülen sokak lambasının ışığı duvarlara gölgeler yansıtıyordu. Ağaçların dalları sanki bizim evin tavanında salınıyordu. Eşyalarım karanlıkta bir kat daha yabancıydı bana. Vazonun içindeki solmuş çiçek, soğuk kış akşamlarının kederli yalnızlığını hatırlatıyordu.

Korkularımı büyütmemek için düşünmeyebilirdim, onları dillendirmeyebilirdim. Ama bir tanesi vardı ki hiç susmuyordu. Eyüp yüzündendi. Karabasan gibiydi boğazımda yumru oluşu. Gölgelerden, karanlıklardan, kışın şiddetli fırtınalarından daha beterdi. "Yaşıyorsun" diye mırıldandım gözlerim kapanmadan önce. Bir gün zile basıp, merdivenlerden çıkıp geleceksin. Sarılacağım sana sıkıca. Endişeli öfkelerimi sonraya saklayacağım. Belki de yarın sabaha kavuşacağız, kulağım kapıda. Uykularım hafiftir benim. Adım seslerine bile uyanırım. Beni rahatsız edip uyandırmaktan çekinme olur mu Eyüp? Gel her neredeysen.

***

Bir sokak ötemizde küçük bir cami vardı. Sabah ezanı çok net bir şekilde duyulabiliyordu evimizden. Az olsa da uyumanın verdiği dinçlikle namazımı kıldım. Seccadenin üzerinden kalkmadım hemen. Kendimi dinledim, dinlendim. İğneler batar gibi olduğunda avuç içlerimi bastırdım gözlerime. Başım son günlerde olduğundan daha fazla ağrıyordu bu sabah. Elim ağrı kesicilere uzanmıyordu. İhmalkârlığımdan hastaneye de gitmemiştim. Bebeğimin kontrollerini düzenli bir şekilde yapacak doktorum bile yoktu.

Bitkin bir şekilde hastane odasında yatarken ve yine dilimde bir isim sayıklanırken başımda yapmam gerekenleri anlatan bir hemşire vardı. Bedenimin sağlıklı olduğunu ve kendimi yıpratmazsam sıkıntısız bir süreç geçirebileceğimi söylemişti. Düzenli kontroller, vitaminler, stressiz günler ve… Mutlu anne, mutlu bebek diyordu kısaca. O günden sonra kendime daha iyi bakmam gerekirken, ben dağılmıştım. Elimdeki telefonla randevu almak yerine Eyüp’ü görme ihtimali olan kişileri arıyordum. Sorumluluklarını başından savan birisi olmasam da her şey bir anda değişmişti. Dengemi kaybedişimin şahidiydi aynalar.

Namazdan sonra çaresizliğin samimiyetine sığınarak ellerimi açtım Allah'a. Dua değil miydi namaz? Dua ile tamam olmaz mıydı? Bize kaybolanların yerini bildirenden istedim yollarımızın birleşmesini. Dualarımda sebepler yoktu artık, insanlar küçücük güçlerini de kaybetmişlerdi. Direkt Allah'a yönelmiştim. Kelimelerin bile aradan çekildiği noktada, dilimi susturup kalbime müsaade veriyordum. Gözyaşlarıyla yıkanmış ve odacıklarının duvarları şeffaflaşan bir kalp, insan kelamından daha iyi konuşuyordu.

"Ya Rab! Kulun Eyüp'ü soruyorum senden. Bilen sensin, bize de bildir. Güzel bir vakitte yolumuzu kesiştir. Dürüsttür Eyüp, söz verdi dünya yolculuğunda yanımda kalmaya. Vazife bitimine dek sana layık olmaya söz verdi. Onu yuvasına döndür Allah'ım. Görünür görünmez kazalardan muhafaza eyle. Karanlık müstakbeli ilminle aydınlık et bizlere."

Seccademi katlayıp öylece bir yere koydum. Her şeyi öylesine yaptığım, evin halinden belli oluyordu zaten. Eyüp aniden gelse alay ederdi benimle. Evime karşı hep özenli oluşumu görmezden gelir, dağınıklığıma gülerdi. Fakat vazonun içindeki çiçeği de tazesiyle değiştirirdi. Derin bir nefes aldım. Hayallere kalmıştık. Perdeyi çekip pencereyi açtım. Gün yeni aydınlanırken evi toplamaya başladım. Vakit önemini yitirmişti şu sıralar. Her şey her an yapılabilirdi. Her an kavuşabilirdi insanlar.

Nasıl geçtiğini anlamadığım iki saatin ardından memnun bir ifadeyle eve baktım. Hep olduğu gibiydi. Eyüp varken nasılsa öyleydi. Dua sebebiyleydi belki, bir huzur hissediyordum. Dün gece ağlayan ben değilmişim gibi sakindim. Bu gün bir şey olacaktı sanki. Eskisi gibi olacaktık belki de, Eyüp dönecekti.

Mutfağa geçip yiyecek bir şeyler hazırladım kendime. Sayılıydı lokmalarım. Ama lazımdı. Ayakta kalmam için bir parça ekmek bile bana lazımdı. Henüz öğle vaktine bile yaklaşmamışken zil çalana kadar oyalandım. Ya Eyüp'tü gelen ya da ondan bir haber. Hızlıca koştum, kapıyı açtım. Merdivenleri tırmanan her kimse o gelene kadar başörtümü de düzelttim.

Karnımı ağrıtan heyecanın yarısı Eyüp'ü göremeyince uçup gitti. Tanımadığım bir polis memuruydu gelen. Elinde bir dosya vardı. Eyüp yine yoktu. Biraz geriye çekilip ev görünmeyecek şekilde kapıyı araladım. Memur beni beklerken görünce, doğru yere gelmiş olduğundan emin oldu. "Nehar Bayazıt?"

"Benim buyurun." Başıyla onaylayıp duvar tarafına geçti. Elindeki dosyanın kapağını açtı. Merakım suskunluğu nispetinde artıyordu. "Eyüp için geldiniz değil mi? Bir haber mi var?"

"Eşinizin son görüntülerde bindiği aracın sahibini tespit ettik. Araç İsmet Çamcı'nın dükkânında satılık gözüküyor. Araç incelendi, eşinize dair bir bulguya rastlanmadı. Babanız da sorguya alındı. Özel bir meseleyi görüşmek için buluştuklarını sonra da yollarını ayırdıklarını söyledi."

"Bir dakika, babamla da mı görüştünüz?"

"Babanızla eşinizin bir husumeti var mıydı?" Kafam karmakarışık olmuştu bir anda. Babam sorguya alınmıştı, Eyüp'ün görüldüğü araç babama aitti. Ve benim bunlardan yeni haberim oluyordu. Memurun ima ettiği şeyi ise düşünmek bile istemiyordum. Eyüp gece eve gelmeyince, sabahı beklemiştim. O gün başlamıştı arayışlarım. Yakın bildiğim kim varsa arıyordum, huyu değildi ama belki de onlardan birine gitmişti. Bolu'da yaşayan ailemi de aradım sonra. Sakin kalmaya çalışarak sordum, bensiz gitme ihtimali binde bir olsa da değerlendirilmeliydi. Haberleri olmadığını söylediler. "Nehar hanım?"

"Hayır" dedim düşüncelerimden sıyrılıp. "Bir husumetleri yoktu."

"Babanız damadı hakkında pekiyi konuşmuyordu ama." Omuzlarım düştü. Babamın ne dediğini bilmiyordum. Beni ne diye arayıp haber vermemişti ki? Bizim yüzümüzden sorguya çekildiğine sinirlenmişti belki de. Çevresinde tanınan, namusuyla işini yapan bir adamdı. Karakolla, polisle işi olmazdı. Dudağımı ısırdım endişeyle. Eyüp her neredeyse, ailemin de bundan habersiz olduğunu biliyordum.

"Bu evliliği pek istemiyordu."

"Zarar vermiş olabilir mi Eyüp beye?" Bu kötü ihtimal karşısında hızla başımı salladım. "Bakın günlerdir arıyoruz ama Eyüp beye canlı ya da cansız ulaşamadık. Daha fazla isme ihtiyacımız var. Düşmanı yok demiştiniz, gerçekten onu çok seven bir çevresi var. Ama gözden kaçırdığınız bir isim olmalı. Bu babanız olabilir. En son onunla görüldü ve eşiniz kayıp." Benim düşünmek istemediğim her şeyi bir çırpıda söyleyen memur, elindeki poşet dosyayı kapattı. Gözlerim doldu hızla. Neredeyse bir buçuk senedir evliydik ve babam bir anda damadına zarar vermiş olamazdı. İnançlı adamdı, merhametliydi bir kere. Yapmazdı…

"Başka bir şey olmalı" diye fısıldadım. Sabırsızca yerinde kıpırdanan memurun ayakkabılarına takıldı gözlerim.

"Dinleyebileceğimiz herkesi dinledik. Elimizde başka delil yok. Dosya açık kalacak ama neredeyse buharlaşıp yok oldu diyebileceğimiz eşinizden ne zaman haber alırız bilmiyorum. Yine de her şeye hazırlıklı olun." Hiçbir şeye hazırlıklı olmayacaktım. Tek hazırlığım Eyüp'ün gelişineydi. "Ve..." gitmeden önce söze girdi yeniden "Eyüp beyin kendi rızasıyla ortadan kaybolma ihtimalini tekrar gözden geçirin lütfen. Belki de onu bulmanızı istemiyordur. Bu tip vakalara çok rastlıyoruz." Çatılan kaşlarımın muhatabı olmak istemez gibi arkasını döndü ve merdivenlerden indi.

O benim gibilerle defalarca uğraşmıştı ama ben ilk kez Eyüp'ü kaybediyordum. İlk kez ellerim bomboştu, teselliye hiç olmadığım kadar muhtaçtım, karanlıktı her yanım. Acımın sebebini bir dosyaya sığdıran memur gibi kabullenemezdim hiçbir şeyi. O cansız bir beden bulsa da, Eyüp bu evi terk etmiş olsa da şaşırmayacaktı. Peki, aklıma sığmayan bu ihtimaller gerçek olursa ben ne yapacaktım?

Sıkıca kavradığım kapıyı sertçe kapattım. Apartmanda yankılandı bir gürültü. Bu saatte uyuyan kim varsa uyandırmış olabilirdim. Başörtümü gevşetip salona geçtim. "Eğer ölmüşsen Eyüp" diye bağırdım boşluğa "eğer ölmüşsen mahşere kavuşturur Allah bizi." Kendimi halının üzerine bıraktım sonra. "Eğer gitmişsen benden habersiz..."

Aileme ilk ısrarımdı bu adam. İlk karşı gelişim. Rızaları için ilk diretişimdi. Olmaz dedikleri ne varsa olacak gibi emin ayrılmıştım evimden. Annemin dilediği gibi bir düğün bile yapamamıştık. Çok yağmur yağmıştı. Evden çıkar çıkmaz çamura bulanmıştı gelinliğim. Gülümsemelerini istediğim insanları en başından beri kargaşaya sürüklemiştim. Sade bir nikâhla uğurlanmıştım kentimden. Annem ağlarken ben de ağlamıştım. Sevinç ya da tatlı bir hüzün değildi bizimkisi. Düpedüz kederdi. Yalancı bir kabullenişle sarılmalarına kanmıştım. Eyüp'e olduğu kadar, inanmak istemiştim rızalarına.

***

"Nehar."

"Efendim Eyüp."

"Beğendin değil mi salonu? Eşyalar içine sindi yani?"

"Niye sinmesin ki? Çok güzel oldu evimiz."

"Hani fazla bir şey almadık ya..."

"Allah bana çok fazla şey verdi Eyüp."

 

Loading...
0%