Yeni Üyelik
25.
Bölüm

NİYE NEHAR? YOKTU BİR GÜNAHIN

@yesilkutuphane61

Elindeki poşeti bacağına çarpa çarpa yürürken, düşünceliydi Eyüp. Ondan en fazla bir adım uzakta, önüme bakarak ilerliyordum ben de. Çarşı kalabalık değildi. Arabaların geçişinden sonra, ayakkabımızın ezdiği ıslak zeminin sesini duyabiliyorduk. "Nehar" dedi Eyüp. O zaten konuşmaya devam edeceğinden cevap vermedim ama dinledim. "Bu gün ben seninle doktorun odasına giremedim. Ne konuştuğunuzu anlatacak mısın bana?"

"Havadan sudan." Doktor yine kızgın karşılamıştı beni. Aksattığımı sandığı tedavim yüzünde mesafeli durmaya çalışıyordu. Annemin tavırlarını görüyordum onda, kızmıyordum o yüzden. Yine uzun uzun söylenmişti. Kontrol bitip de şaibeyle kâğıtları inceleyene dek. "Sen ne yaptın, ne kullandın Nehar?" demişti. "Tedavi olumlu cevap veriyor." Dua etmiştim, tek ilacım buydu. İnanmak ve sığınmak kurtarırdı ancak beni.

"Biliyorum, bu sakin mesafeli hallerin beni affettiğinden değil. Sanıyorum, merhametinden. Ona da razıyım. Bir çıkar yol arıyor gözlerin, farkındayım. Ama merak ediyorum hiç bahsetmeyecek misin bana bebeğimden? Nasıl, sağlıklı mı? Bilmem bir dahaki sefere belki ben de görürdüm." Bir eli cebinde yine yüzüme bakmadan sorularını sıraladı. Yavaşça aramızdaki mesafeyi de azaltıyordu.

"Bilmem" dedim onun gibi "belki." Israr etmeden onayladı beni. Ah Eyüp, senin şu kendini geri çekmelerin yüzünden geliyor başımıza ne geliyorsa. Eksikliklerini saklamaya çabalıyorsun ve öyle karanlıklara saklanıyorsun ki bulamıyorum seni. Oysa insan fıtratı hata ve eksiklikle yaratılmış. Anlarım eksiklerini. Mümkünse, olursa tamamlarım, olmazsa alışırım. Fakat hep saklanmayı tercih edersen, her seferinde seni bulamam. Suçlu hissediyorsun diye bebeğinle bile tanışamadın. Sen de benim gibi geç kaldın. Ah benim çocuğum, ah senin bu annen baban!

Sokağın karşısına geçme zamanı gelince arabaların bize yol vermesini bekledik. Bizimle birlikte iki teyze daha vardı kaldırımda duran. Ben tanımasam da onlar beni tanımışlardı ki duyup duymadığımı umursamadan kendi aralarında konuşmaya başladılar.

"Nehar değil mi bu?"

"O evet. Tanımayacaktım nerdeyse. Böyle çok farklı olmuş." Peçe öyle rahmet olmuştu ki bana, hem tesettürdü hem muhafazaydı. Arada çok dikkatli gözlere yakalanmadıkça yabancılaştığım insanlardan sıyrılıp kaçıyordum.

"Yanındaki kim, kocası mı?"

"Odur, başka kim olacak? Dönmüş diyorlardı ya, hastaymış çocuk. Yüzünden de belli rengi gitmiş." Gözü ışıkta olan Eyüp, kıpırdandı yerinde. Teyzeler, biraz daha sabretseniz de yollarımız ayrılınca konuşmaya devam etseniz. Kolay değil hastalıklar. Onlardan kalan derin izlerle yaşamak, sandığınız kadar kolay değil. Eyüp'ün hâlâ baş ağrısı çektiğini biliyorum. Kan çanağına dönmüş gözlerine bakmak kolay değil.

"O kadar şey söylendi arkalarından, gerçek başkaymış. Ama bu devirde dikkatli olacaksın. Ne sebeple olursa olsun, evini bırakmayacaksın. Sen karını arkada bırakırsan kapına başkaları gelir." Sona doğru alçaldı sesleri. Nefesimi tuttum. Yol boşaldı, Eyüp'ün fal taşı gibi açılmış gözleri iki kadına çevrildi. Hepimiz kendi yolumuza dağılacağımız yerde, anlık bir afallamayla kalakaldık.

"Ne demek bu?" Önümden geçen Eyüp, başörtüsünün üstüne astığı çanta sapını düzeltmekle oyalanan kadının önünde durdu. "Kim gelmiş kapıya?" Kimsenin kapıya geldiği yok Eyüp. Bir dedikoduyu kınarken diğerine inanıyor bu insanlar. Pervasızca konuşmayı kendilerine hak görüyorlar. "Söylesenize!" Sokağın sonundaki esnafın dikkatini çeken ses tonunu nadiren kullanırdı Eyüp. Çalıştığının karşılığını vermeyen ve bir anda işsiz kalmasına sebep olan patronuyla böyle konuşmuştu en son.

"Biz... Duyduk öyle istemeye gelmişler diye. Suzan gelmiş sizin eve, oğlan da gelip gidiyormuş. Komşuları söyledi. Seni de Fatih'in dükkânından çıkarken görmüşler Nehar. Allah affetsin bu konuşanları eğer iftiraysa." Kadın yaptığı ayıbın bedelini mahcubiyetle öderken Eyüp başını bana çevirdi hızlıca. Onların komşulardan duymuş olduklarını sorgularcasına baktı. Ben şaşkınlığımdan sıyrılıp olumsuz anlamda başımı sallayana dek baktı. Bu sefer baş ağrısından değildi gözlerinin kızarıklığı. Suzan teyze cenazeden sonra da gelmişti ama on dakikadan fazla oturmamıştım yanında. Annemle arkadaştı onlar, her gelişe farklı anlam yüklenemezdi. Fatih'in dükkânından çıkışım ise bu güne taşınan, gafletle atılmış bir adımdı.

"Allah sizi yuvanızda mutlu etsin oğlum, millet konuşuyor işte öyle. Bizi de bağışla kızım, ayıp ettik." Diğer kadın arkadaşını çekiştirirken pişman haldeydi. Mahallemizin insanları biraz sesli ve aklına geldiği gibi konuşuyordu. Sanıyorlardı ki konuştukları sadece ikisi arasında kalıyordu. Değildi işte. Nehar alışmıştı halk dilinde tahminle yazılmış hikâyeleri duymazdan gelmeye. Eyüp alışanlardan değildi. Kadınlar özür dilercesine baktılar bize. Bir an önce gitmelerini istedi Eyüp. Diğerlerinin aksine benimle konuştuklarını kimsenin duymasını istemezdi.

"Niye öyle dediler?" Lafı çevirmeden sordu sorusunu. Ah biz bir karşıya geçebilseydik. "Nehar, kim o Fatih?"

"Duymadın mı? Kendi ağızlarıyla söylediler, iftira dediler." Eyüp'ün bakışları yüzük parmağıma kaydı. Daha rahat görsün diye havaya kaldırdım ben de. Ne arıyordu? Sakın Eyüp, şüphelenmiş olmayasın. Gidişine bile bahane bulurum ama kafandan yanlış şeyler geçerse ben affetmem seni.

"Hep konuştular mı Nehar? Hep üzdüler mi seni?" İçim bile senin yüzünden diyemezken Eyüp, sen her şeyin sebebi olduğunu bildin. Suçuna suç ekledin. Buğulu gözlerinin ardındaki hüzne, yüreğimdekiyle bile yetişemedim.

"Hep" diyebildim. "Susmadı kimse" çenem titredi.

"Niye Nehar? Yoktu bir günahın." Dünya işte Eyüp, bizim taze boyanmış duvarların ardındaki dünyamız, ayakları sağlam basmayana inat dönüyor. Sert kasırgalarla dövüyor, gürültülü ırmaklarda titretiyor, zelzelelerle çelme takıyor. Ve Eyüp, insan öğreniyor insanı. Dünyaya suç atmayı bırakıp, içinde yaşadığı küreyi tazip edeni tanıyor.

"Yüzleştin mi Eyüp?" Eyüp'ün karşısında, onunkine eşlik edecek bir yaş süzüldü gözümden. Yüzleşti Eyüp insanların onun kadar merhametli olmayan kalpleriyle. İyi niyetli gidişinin sebebini saklamasıyla, arkasında bıraktığı Nehar'ın ağlayan adıyla yüzleşti. Takati kalmadı Eyüp'ün yüreğinin. Sokağın ortasında dizlerinin üstüne çöküp haykırmak istedi. Fakat tuttum kollarından. Yine bizi korumaya niyetliydim.

"Her yüzleşme böyle ağır mı olacak Nehar?" Acı çekermiş gibi buruşturduğu yüzünden yaşlar süzülüyordu. Elini sertçe vurdu kalbine. Sadece duydun Eyüp, yaşadıklarımı sadece duydun.

***                                                                                                                       

"Delikanlıya da çay verin." Dedemin talimatıyla tepsinin üstündeki çayı almamış Eyüp'ün önüne bardağı koydum. Belli belirsiz bir teşekkür duydum ağzından. Salondaki tek boş yer onun yanıydı, oturdum. Arkama bir yastık koydu çabucak. Sonra dönüp dedeme baktı. Birlikte yaşamaktan olsa gerek, anlaşıyorlardı. Eyüp geçimsiz biri değildi zaten, hürmetliydi bir kere. Dedemin yalnızlığına arkadaş olmuştu bir nebze. Yine onun söyleyecekleriyle dağıtmak istedi kafasını. Eve geldiğimizden beri konuşmamıştık hiç. Kendine gelememişti doğru düzgün. Belki merak ediyordu tüm olanları detaylarıyla. Ama anlatsam daha da karışacaktı kafası, ortada dolaşan gerçekten bir hikâyeydi. Hikâyenin kahramanlarının bile haberi yoktu.

"Vallahi soracağım çekiniyorum, malum ailemizin fertleri hastanelere sürekli gidip gelir oldu. Hepiniz iyisiniz değil mi?" Babamın ciddi sorusuna karşın yaşadıklarımızın sinir bozukluğundan olsa gerek güldüm. Bizi kötü yapan hastalıklar değildi. Fakat hepimizin reçeteyle dolaşması komiğime gitmişti. Kimseden bir şikâyet duyulmadı. Şükür, herkes iyiydi.

"Benim hanım benden evvel göçtü" dedi dedem. Silindi gülüşüm. "Allah razı olsun çocuklarımdan, benimle ilgileniyorlar." Hepimize bakındı müteşekkir halde. "Bu delikanlının hanımı öyle uzakta değil ama." Konunun çabucak bana gelmesiyle tüm gözler üstüme çevrildiğinde rahatsızca kıpırdandım yerimde. "Babaannenizle ne sınavlardan geçtik bir bilseniz. Yine bir gün olsun ayrılmadık. Fakat bu şans yaşarken verilir bize. Sonra ya pişman olursunuz, ya arkadaşlığınıza kaldığınız yerden devam edeceğiniz günü beklersiniz."

Bu sözlerden sonra Eyüp baktı bana. Bu sefer ben sorguluyordum, biz ne yapacağız Eyüp? Onun cevabı netti, belli belirsiz güldü yüzü. Yeniden yürümeye var gibiydi. Fakat nereden çıkacağı belli olmayan korkuları, yüzleşmediklerimiz ve benim henüz kabullenmemiş kalbim varken biz olmazdık. Çevirdim başımı, elimdeki bardakla oynamaya başladım.

“Bir kez daha pişman olmak istemiyorum dede.” Eyüp’ün söylediği dedemi memnun etti. Başındaki takkeyi düzeltip tebessüm yerleştirdi yüzüne. İyi yaptı Eyüp, yaşlı bir adamı memnun etti. Biz ulaşamıyorduk belki birbirimize, başka gülümsemelerin üstüne toprak atmasaydık bari.

“İnşallah bu saatten sonra, yanlış adımlar atmamaya dikkat edeceğiz değil mi çocuklar? İki günlük dünya, hastalık da gördük sıkıntı da. Artık bir arada üzülmeden yaşayalım.” Babam evlatlarına tembih eder gibi konuştuysa da dua ediyordu aslında. Annemin iç geçirerek amin demesinden anlıyordum. Açık çayımdan bir yudum aldım. Demek eksikler tamamlandığında, güzel hayaller kurulabiliyordu. Boşluğa dalıp gittim. Simsiyahtı zihnimin içi. Geleceği düşünemiyordum. Ya yoktu yolun sonu, ya karanlıktı bana.

***

Odadan gelen sesle gülümsedim. Eyüp Kur'an okuyordu. Unutmak şöyle dursun, daha da güzelleşmişti kıraati. Aralık kapıdan, bana dönük hafif salınan sırtını görüyordum. Elimdeki katlanmış kıyafetleri yerine bırakmayı erteleyerek dinlemeye devam ettim.

Kur'an; insanlara hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet, hem bir kitab-ı emir ve davet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir, hem insanın bütün hâcat-ı maneviyesine merci olacak çok kitapları tazammun eden tek, câmi' bir kitab-ı mukaddestir.

Sonra Allah doğru söyledi. Sayfalar kapanmamış gibi seyretmeye devam ettim. Dalıp gitmiştim işte. Eyüp arkasını döndü. Yüzündeki berrak ifadeyle gülümsediğinde her şeyi unutup karşılık verdim ona. "Gelseydin de burada dinleseydin." Yatakla kapı arasındaki mesafeyi bir çırpıda kat edip karşıma dikildiğinde kendime gelebildim ancak. “Ayakta bekleyip de yorma kendini.”

"Ben... Kıyafetleri bırakacaktım, Kur'an okununca da bölemedim. Ondan dolayı…"

"Peki, bu odaya mı bırakacaktın?" Sanırım, unutuvermiştim bir anda her şeyi. Başımı salladım öylesine. "Dedenin de bu kıyafetler, ondan söyledim." Muzır bir gülüş yayıldı dudaklarına. Bir de dalga geçiyordu, hiç utanmıyorsun Eyüp! Çattım kaşlarımı döndüm arkamı. "Tamam, kızma. Gülelim diye söylüyorum."

"Gülüyor muyum Eyüp?"

"Az önce güldün ama."

"Hıh ben mi? Ne münasebet? Yanlış görmüş olmayasın?"

"Aylardır hasretini çektiği şeyi, insan yanlış görür mü Nehar?"

"İnsan bu Eyüp, yanlışı çok olur! Tutma beni de şunları bırakıp gideyim."

"Orası mutfak Nehar, dedenin odası solda!"

"Biliyorum... Tabi ki biliyorum. Su... Alacaktım ben." Su içeceğim falan yoktu. Elimden bırakmadığım kıyafetlerle mutfağa girdiğimde, dalgınlığımın üstünde tepinmek istedim. Ne ara kafam bu kadar karışır olmuştu?

"Ben vereyim sana, ellerin dolu." Şu sakin hallerin, hafiften gülüşlerin beni çileden çıkartıyor Eyüp. Beni bu hale getirmemiş gibi oturup seyrediyorsun. Ver bari bir bardak su içeyim de kan gitsin beynime.

"Aman İsmet geç kalma müşteriye." Merdivenden inen annemin sesini duyduğumda içtiğim su boğazımda kalacaktı neredeyse. Eyüp kollarını bağlayıp mutfak tezgâhına yaslanmış halde her hareketimi izlerken ben onun kadar rahat değildim. Günler boyu anneme kararlılıkla Eyüp'ü istemediğimi söylemiştim. Şimdi gelse mutfağa, kızının sözlerinin havada bulut olduğunu görse ona da rezil olurdum. Gerçi o barışmamızı herkesten çok isterdi. Elimde bardak, işaret parmağımı kaldırıp dudağıma bastırdım. Sessiz olması gerektiğini anlayan Eyüp daha fazla sırıttı.

"Çantanı aldın mı? Odanda mı?" Odası bu katta, mutfağın kapısı açık! Aynı anda salona giren var mı diye baktık.

"Kıyafetleri ben alayım da sen babana çantasını ver Nehar."

"Eyüp! Sırası değil!" Fısıltıyla da olsa beni çileden çıkartmayı başarıyordu. Ne vardı gülünecek?

"Çantamı ofiste bıraktım dün, geç kalmam merak etme. Fatih de gelir iki dakikaya. Kapının önündeyim ben." Kulak misafiri olduğumuz konuşma, Eyüp'ün muzip neşesini alıp götürdü. Konuşulmaması gereken Fatih konusu yeniden açılacaktı. Eyüp tezgâhın yanından ayrılıp yanıma geldi. Adı hoş olmayan muhabbetlere karışan ve kapımızın önünden babamı arabayla almaya gelen genci sormaya hazırlandı.

***

"Yanlış anlaşılmaya sebebiyet veriyor madem, İsmet amca ne diye bu herifi kapının önüne yaklaştırıyor?"

"Çünkü ortalığı karıştırmak isteyenler yüzünden babam ne Fatih'e haksızlık eder ne de işleri için kurduğu düzeni bozar. Fatih öyle biri değil, haberi bile yok olanlardan. Bak bizim bu konuyu konuşmamız bile ayıp Eyüp." Onca anlattığımdan sonra salonun ortasında volta atmaya devam ederken onu durmaya ikna etmeye çalışıyordum.

"Ayıp olan bizim konuşmamız mı gerçekten?" Ellerini beline koyup ofladı. "Kadınların bahsettiği dükkâna gitme mevzusu ne peki? Gittin mi dükkâna?" Bakışları çok baskıcıydı. Hayır dememi istiyordu. "Gitmedin değil mi Nehar?" Ve bir soru böyle soruluyorsa ardından mutlaka hayal kırıklığı gelirdi.

"Gittim Eyüp" dedim. Belki bir hata gibi gözüküyordu ama benim emin olmam gerekiyordu. Gerekirse ailem yerine özür dilemeye gitmiştim oraya. Fakat Fatih de benim kadar uzaktı konuya. Sonraları böyle konuşmalara sebebiyet verildiği için defalarca özür iletmişti bana. O da mahcuptu. Biz bu dedikoduyu yayanların kurbanıydık. "Gitmek zorundaydım." Olabildiğince çatıldı Eyüp'ün kaşları. Karşımda kendini zapt edemez halde yeniden yürümeye başladı.

"Niye Nehar? Niye? Sordum sana değil mi? İftira dedin."

"Kendimce sebeplerim vardı, gitmek zorundaydım. İftira dedim çünkü kimsenin sandığı gibi değildi. Son kez söylüyorum, kapatalım şu konuyu."

"Konuştukça yeni şeyler öğreniyorum. Ne diye kapatıyorsun ki?" Sanıyordum ki kırılmadık yer kalmamış içimde. Varmış, Eyüp konuştukça öğrendim. Sonra harlandı göğüs kafesimdeki suskunluklar. Dolup taştı, dilimden döküldü. Kendimi savunmadığım her an için bir adım atıp Eyüp'ün üstüne, haykırdım.

"Kapatmayalım Eyüp! Konuşayım istiyorsun, konuşalım. Sen gittiğinde yokluğuna alışayım istedin, varlığın silinsin istedin adımın yanından. Yanıma gelen giden ilgilendirmeyecekti artık seni. Değil mi? Ben tek başıma bir Nehar olarak, ister yeni anılar biriktirirdim ister eskilerin peşinde divane olurdum. Seni alakadar etmezdi, değil mi Eyüp?" Günler önce yapmadığımı yapıp yakasına yapıştım Eyüp'ün. Soru soruyordum ama cevap verip de öfkemi gölgelesin istemiyordum. "Sen arkanda, benden sonra mutlu ol, yazılı not bırakmamış bir adamsın. Yokluğunda neler olduğunu mu öğrenmek istiyorsun? Eğme başını Eyüp! Dik dur karşımda."

"Yavaş ol biraz, zarar göreceksiniz."

"Bizi mi düşünüyorsun? Oynama benimle Eyüp, yapma Allah aşkına! Benimle konuşmak istiyorsan eğer, ağlamayacaksın. Yaşadım ben her şeyi, senin gibi korkup kaçmadım hiç! Gecelerce karakolda, tanımadığım insanların yanında sabahladım. Meğer korkumun sebebi olan adam benden daha fazla korkuyormuş!" Yakalarından tutup sarstım Eyüp'ü son bir güçle. "Ben senden sonra..." sinirden sıktığım çenemin arasından çıkan sözler daha sarsıcıydı. "İstediğimi yapma özgürlüğüne sahiptim Eyüp. Tek başımaydım, bıraktığın yerde durmadım. Beni sorgulamaya hakkın yoktu."

"Özür..." Burnundan dudağına süzülen kırmızı sıvı onu da beni de kendimize getirir nitelikteydi. Eyüp cümlesini tamamlayamadan, yakasını sıkıca kavramış ellerimin kuvvetinin üstünde bir yıkılışla kendini yere bıraktı. Koca adam yıkılmıştı karşımda, onunla beraber babaannemin eski halısının üstündeydim ben de.

"Eyüp..." Bir kekeleyişle adını söylemek kısacık an gözlerimizi buluşturdu. "Eyüp, Eyüp bana bak!" Fazlası işe yaramadı ama. Eyüp başı kucağımda kapattı gözlerini. Yine sarstım, seslendim, bağırdım. Ellerime kanı bulaştı ama Eyüp uyanmadı.

***

Yorulmuş Eyüp, bünyesine ağır gelen şeyler olmuş, vitaminleri de düşükmüş zaten. Büyük ameliyatlara giren hastalar böyle bayılabilirmiş, daha dikkatli olmalıymışız. Daha sabah bağıra çağıra sarstığım adam için ağlarken dinlemiştim doktoru. Eyüp odadaydı şimdi, uyuyordu. İlaç vermişlerdi, yoksa konuştuklarımız insanı uyutacak cinsten değildi.

"Bırakma kendini. Güçlü ol kızım" dedi annem.

"Güçlü olmak istemiyorum anne, bırak da bileyim acizliğimi. Ancak böyle samimi olur dualarım." Elimin tersiyle sildim yanaklarımdaki ıslaklığı. Dizlerimde derman kalmamıştı. Bir ağırlık çöküyordu gözlerime hüzünle birlikte.

"İyiymiş Nehar, sakinleş biraz." Babamın omzu destek oldu başıma. Kavgalar bize iyi gelmiyordu, içine atmak kadar fenaydı.

"Kavga ettik baba. Benim yüzümden düştü bayıldı."

"Herife bak ya, annenle o kadar kavga ettik bir kere bayılmadım. Bizi hastane kapılarında süründürüyor. Ulan damat!" Güleyim diye söylediği annemin ters bakışlarına sebep oldu.

"Sen onunla bir misin İsmet? Çocuk ağır hastalık geçirdi."

"Benim de kalbim var!" Taze kavgaları, şiddetlenen ağlamamla yarıda kesildi. Bisikletinden düşmüş çocuk da değildim ki! Ben niye tutamıyordum kendimi? Yağmurlu, bulutlu, güneşli, rüzgârlı tüm hava durumlarını barındırıyordum gözlerimde. Ne vakitleri belliydi, ne geldiklerinde gidecekleri zaman.

"Kalbin de benim yüzümden baba." Yarım yamalak anlaşılan kelimeleri hıçkırıklar arasında söyleyebildim.

"Nehar Allah'ın kalp vermediği kul mu var yavrum?" Baba, bırak dalga geçmeyi. Ciddi adamsın sen, kendin bile gülemiyorsun söylediklerine.

"Onu demiyorum ben."

"Kalbim senin gibi bir kızım olduğu için yumuşacık. Bahar'ım, Hamit'im gibi hayırlı evlatlarım sayesinde pamuk gibi. Babalığı öğrendim sizinle, bazen merhameti öğrendim. Benim Nehar'ım çok da merhametlidir, babasına benzemiş." Tevazu sahibi bir insan olmasına gözlerimi kapatıp güldüm. "Sanırım içerdeki delikanlının da biraz merhamete, dinlenilmeye ihtiyacı var. Yeter kendinize çektirdiğiniz. Hadi babasının güzel kızı, Allah seni pişman olanlardan etmesin."

***

"Böyle ağır konuşmamalıydık Eyüp. Öfke bulutları sert rüzgârlarla süpürüldüğünde, geriye kalan kırgınlıklara yenisi eklendiğinde aldım bu kararı. Babamın duasına amin diyorum, Allah kimseyi pişman olanlardan etmesin. Tüm hıncımı senden çıkarttım. Çocukluğuna ve yaralı yüreğine sahip çıkacak kuvveti bulamadım kendimde. Haklılığımın arkasına sığındım. Haklı olmak zevkli değil Eyüp, onca şey yaşanmasaydı da varsın haklı olmasaydım." İğneler batan gözlerimi yumup yüzümü avuçlarımın arasına aldım. İlacın etkisiyle uyuyan Eyüp'ün yanına çektiğim yumuşak sandalyede ona içimi döküyordum. Kollarımda bilincini kaybetmişti, eski yeni fark etmez hiçbir hissin bana galip olmasına izin vermeden içimden geldiği gibi davranıyordum.

"Sırlarım seninkilerden büyük değildi. Kalabalığın dilinden konuştun diye öfkelendim. Sen de yitip gidenlere üzülüyorsun biliyorum. İnsan çıldıracak gibi oluyor, içinden çıkamıyor. Biz öfkesini sevdiklerinden çıkartanlardan olduk."

"Hak etmiştim." Kaldırdım başımı, cılız sesin sahibi bitkin adam gözlerini aralıyordu elinden geldiğince çabuk. İçten içe kendine benden uzak olmayı yasakladığını hissettiriyordu bu çabasıyla. Ah nasıl da solgundu. Merhamet lazımdı bu adama. Yanında olsa sarıp sarmalayacak annesi yerine, kendi gönül yaralarını sarmaya uğraşan karısı duruyordu karşısında.

"Eyüp!"

"Nehar!" Sesini duyma sevinciyle kocaman gülümseyerek söyleyivermiştim adını. Eskiden olduğu gibi karşılık vermişti. Ah şu eskiler, iyi misiniz kötü mü bilemiyorum ki!

"Nasıl hissediyorsun? Doktor çağırayım mı?"

"Gitme." Senin gitmeyeceğine dair garantin olsa, ben hiç ayrılır mıyım yanından? "Korktun mu çok?" Sorduğu da soru olsa bari. Ömür gitti ömrümden. "Seni hiç korkutmak istemedim." Bu yüzden gittin. "Bana hak vermeni çok isterdim." Çok beklersin. "O zaman affedilmek için bir şansım olurdu." Biz böyle sakince de konuşabiliyormuşuz. "Yeniden başlardık hayata, evimizde çocuğumuzla çok güzel bir aile olurduk. Üstelik bir kere affetsen beni..." Elimin üstüne koyduğunda elini, kıpırdamadım. "Ben bir kez daha yapmam aynı hatayı. Ölene kadar." Sen ölümle verdin mücadeleni, ben yaşamla. Bir gün ölene kadar sen kazandın, yeniden yaşayana dek ben kaybettim.

"Sen... Dinlen şimdi." Sana tamam diyemem Eyüp. Yumuşasa da kalbim, gardımızı indirdiğimiz bir anda iyileşmemiş yaralarımızla yürüyelim diyemem. Ayakta kalmak için tutunduğum birkaç dalım var, kıramam. Saklandığım duvarlar arasından bir anda çıksam gün yüzüne, neye uğradığımı şaşırırım. Uzattığın elini bile tutamam, yanında kalamam. Mazur gör çekincelerimi Eyüp. İyi ol çabucak.

"Cesaret alıyorum, gözlerindeki erimiş buzların ardından çıkıp gelen sevginden. Evimize dönelim Nehar. Bu kalabalıkların arasında duyuramayız sesimizi birbirimize." Beni kalabalıkların ortasına sen attın Eyüp.

"Bizim bir evimiz yok Eyüp." Eli düştü elimden. "Doldu iddetimiz." Seni üzmek şimdi bile üzüyor beni. Bu seni hâlâ önemsediğimin işareti. Bu bize yeter mi Eyüp?

***

"Dünya Eyüp, iyi niyetler çalkalanıyor içinde."

Loading...
0%