Yeni Üyelik
19.
Bölüm

ÖNCE HAYAL SONRA KOCAMAN BOŞLUK

@yesilkutuphane61

Odam günlerime mesken oldu. Bir sıra kitapla geçirdim zamanı. Haftada bir iki kez derse gittim. Anlamadıklarım çoktu, anlatanlardan dinledim. Kimseyle konuşmadım uzun uzun. Kaldırımlardaki çatlakları saya saya yürüdüm hep. Kulaklarımı tıkadım. Gözlerimi yumdum. Aksi halde arada sırada uğrayan sıcak gülümsemeleri de unutmuş olurdum. Öyle ya, kapıları kapatıp küçük bir odanın içinde nefes almalıydım.

Nehar, diyenlerin hiç biri tanımıyor beni. Halk dilinde dolaşan bir hikâye olarak kalma ihtimalim var. Ve hikâyenin seyrini değiştirmeye uğraştıkça tepetaklak ettim her şeyi. Bıraktım bu yüzden. Nefes nefese değilim artık, koşturmuyorum, ağlamıyorum uzun uzun. Dolu kahkahalarla gülmüyorum. Her şeyin en azıyla temkinli hareket ediyorum.

Doktor kontrollerinden memnun ayrılıyorum. Ağrılarım var ama bebeğim sağlıklı ve benim durumumda gözle görülür bir kötüleşme yok. Birkaç tane yeni elbise aldım, lazımdı. Büyüyoruz. Açık renkli cıvıl cıvıl değiller. Ağır bir depresyon değil koyu tercihlerimin sebebi, daha iyi hissettiriyor sade ve göz yormayan renkler. Cafcaflı dünya etrafımda döndükçe benim de başım dönüyor sanki. Çarşaf giydim, yüzümü sakladım örtülerin arkasına. Ani bir karardı, nasip edene şükrüm sonsuz. Dışarıya çıksam, baştan ayağa siyahım. Evimiz hiç olmadığı kadar sessiz, köşemizdeyiz, içimizdeyiz. Yengemi bile görmedim uzun zamandır. En son tartışmamızdan sonra bir ikidir karşılaştığımız.

Yine erken kalkıp kahvaltıyı hazırladığımda oturuyoruz babamla. Öyle önemli bir şey de konuşmuyoruz. O uzun uzun susuyor, ben şimdilerde sessiz kalbimle pencerenin ardını seyrediyorum. Aklıma sorulacak bir soru gelmeyişi bile, benim adımlarımı sağlam basışımın işareti. Bahçe, oturulmayacak kadar soğuk. Çocuklar odalarında, bazen salonun ortasında oynuyorlar. Aldığım oyuncaklar hâlâ dolabımda. Korkmuşum hediye vermekten.

Annem çok çabaladı eskisi gibi olayım diye. Sonra istifimi bozmamakla ikna ettim onu. Biz zamanla değişen, büyüyen ve olgunlaşan insanlardık. Eski, artık her neyse, aklımıza geldikçe özlem duyulan günler olarak kalacaktı. Sevdiğim, gülümsediğim, bir adamın gözlerine korkmadan baktığım, bende bir devir kapatan mazi… Artık geleceğe bakmalı, üstümüze düşen sorumluluklar her neyse onları yapmalıydık. Bu ağır bir depresyon değil, bu kendine dönüş.

Dönüşler bana hep yakınımızda olan ölümü hatırlattı. Babaannemin gittiği yeri düşündüm çokça. Yattığı yerde sorular soracaklar ona. Önce Rabbin kim diyecekler. Dilin sustuğu bir günde insanın yaşayışı, defterindeki amelleri cevap verecek bu soruya. Rabbi Allah bilerek yaşayanların dili dönecek. Bakıyorum eskiye, şimdiye. Günlük meşgaleler, işler, vazifelerle geçen yıllarım Allah'ı ne kadar tanımış? Cevapların derinlerine indikçe, yüzeysel yaşadığımı anladım.

İnsan korktuğunda, hastalandığında, elinden gelmeyenlerin karşısında ezildiğinde arıyor en çok da Allah'ı. Bu merhalelerin hepsinden geçtim. İmtihan dediler buna, dört yanımı sardı. Daha fazla okumaya ve bilmeye ihtiyacım var. Ben ne yaptım da bunlar başıma geldi gibi hadsiz isyan cümleleri kurdurtan şeytana karşı koymam gerekir. Beşer zulmeder, kader adalet eder. Kimsenin görmediği gizli bir günahı işlemişim, cezasını dünyada farklı bir şekilde çekmişim belki de.

Yirmi Altıncı Söz'de denildiği gibi mesela gayet zengin, gayet mahir bir sanatkâr; güzel sanatını, kıymettar servetini göstermek için miskin bir adama modellik vazifesini gördürmek maksadıyla, bir ücrete mukabil, bir saatçik zamanda, murassa ve gayet sanatlı diktiği bir gömleği, bir hulleyi o fakire giydirir. Onun üstünde işler ve vaziyetler verir. Hârika enva-ı sanatını göstermek için keser, değiştirir, uzaltır, kısaltır. Acaba şu ücretli miskin adam, o zata dese: "Bana zahmet veriyorsun, eğilip kalkmakla verdiğin vaziyetten bana sıkıntı veriyorsun, beni güzelleştiren bu gömleği kesip kısaltmakla güzelliğimi bozuyorsun." demeye hak kazanabilir mi? Merhametsizlik, insafsızlık ettin diyebilir mi?

Şeytan demişti ya; Eyyub'e her türlü rızkı verdin de o yüzden sana iyi kulluk ediyor diye. Allah da ağır bir imtihanla öyle olmadığını göstermişti. HZ. Eyyub sabretmişti. Ben şükredilecek onca şeyin içindeyim. Elimden her şey alınmış gibi nankörce davranamam. Ezip geçmiş biri kalbimi, Hastalar Risalesi okurum. Mü'mine deva mı yok? İyileşirim, toparlarım. Biraz suskunca yaparım bunu, kabuğuma çekilirim ama hep Allah'tan isterim. Başka yolum yok. Risaleler de öyle diyor.

Her dertlinin âhını, her muhtacın duasını işiten ve dinleyen bir Semî'-i Mücîb perde arkasında var, bakar ki en küçük bir zîhayatın en küçük bir ihtiyacını görür ve en gizli bir âhını işitir, şefkat eder, fiilen cevap verir, memnun eder.

***

Babaannemin dolabında bir sürü kumaş varmış. Annem düzgünce katlanmış naftalin kokulu kumaşları getirip yatağımın üstüne bıraktı. Unutulmuş becerilerimden ümitliydi. Bir şeyler dikerim diye belki, aylardır dokunulmamış dikiş makinemde gezdirdi gözlerini. Otura otura eskiteceğim koltuğumdan kalktım. Belki küçük, ufak birkaç şey dikerdim. Önce makineyi kurdum, sonra kumaş seçtim.

İnsan, önce ne yapacağını bilmeliydi. Hedef lazımdı, tıpkı hayatta olduğu gibi. Küçük bir kız çocuğu için elbise yapmaya karar verdim. Güzel olursa Melisa'ya verirdim. Fakat bu fikri aklıma getiren tatlı bir kızımın olması ihtimaliydi. Yatağın üstüne serdiğim kumaştan lazım olacak kadar parça kestim. Makasım sağlamdı ama ben paslanmıştım. Kursa giderken ne de hızlıydı elim.

Bazı kısımları yamuk kestim, çatıldı kaşlarım. Yapamadıklarım için öfkelendim diyebilirim. Geceleri susadığımda ve yataktan kalkmak zor olduğunda yalnız olduğum için de böyle öfkeleniyordum bazen. Bir bardak su uzatacak, ağrılarımdan hal hatır soracak birini arıyordum uykunun gafletiyle. Yine mantıklı olmaya zorladım kendimi. Bu ilk sayılırdı, elbette hatalar olurdu, dünyanın sonu değildi ve her şeyin bir kolay yolu mutlaka vardı.

Bahar'ın kapısını tıklatıp içeriye girdim. Beni görünce şaşırdı. Geldim geleli fazla girdiğim yoktu bu odaya. Elindeki kalemi kitabın üstüne bırakıp ayağa kalktı ve oturmam için kıyafet yığınının altında kalmış koltuğu boşaltmaya başladı. Bu dağınıklıkta ders çalışmak başlı başına marifetti zaten. Bir de bilgisayarından kısık sesli bir şarkı açmış dinliyordu. Belli belirsiz güldüm haline. Bu evin kızları odalarındaki dünyalarında mutluydu anlaşılan.

Havadan sudan, iki dakikayı geçmeyen bir sohbet ettik. Onu bile unutacakmışım neredeyse. Sonra bilgisayarını kullanmak için izin istedim. Birkaç dikim videosu izleyince hafızamdaki bilgiler tazelenir diye umut ediyordum. Müziği bir süreliğine kapatmam gerekiyordu ve buna kardeşimin müsaadesi vardı. Bana her an kırılacakmışım gibi davranıyordu o da diğerleri gibi. Oysa kırılacak bir tarafım kalmamıştı, yaşıyordum ben de işte, diğerleri gibi.

"Seninle tanışma hikâyemi anlattım gönlüme

Daha da bigâne oldu kendime, yabancı kalıverdi bana.

Artık kalbime anlatmıyorum efsane olmuş aşkları,

Artık inanmaz çünkü sevgi ve vefa hikâyelerine..."

Gözüm akıp giden şarkının sözlerine takılı kaldı. Hikâyeler hep yalandı. Fakat bir yabancıyı kalbe anlatmak, insanın kendi gurbetini hazırlaması demekti. Omzumda hissettiğim elle dönüp Bahar'a baktım. "Sen de beğendin değil mi?" Gözlerini kapatmış, yalancı bir hülyaya dalmak üzereyken bir çırpıda kapattım şarkıyı. Bir yerlerde acısını söylemişlerin nağmeleri ağır geliyordu bana. Hızlıca işimi yapıp odama geçtim.

İlk elbise beni epey oyalasa da istediğim gibi olmadı. Fakat kumaşlar öylece yatağımın üstünde duruyordu kullanılmak üzere. Kitaplardan sonra dikiş makinem de hayatımın bir parçası oldu. Öyle ki anneme diktiğim eteği çok beğenen komşuları birer tane de kendilerine istediklerini söylemişlerdi. Annem, mutlu olurum diye bunu bana söylediğinde biraz da tedirgindi aslında. Kendime hazırladığım bu yoğun programda odamda olsam da yoruluyordum.

"Kafan dağılsın diye dikiş yap dedim ama kendini yoracaksan bırak kızım." Sorun olmadığını söyledim, gücüm yettiği kadarını yapıyordum zaten. Dikiyordum, anneme veriyordum ve sonrasına karışmıyordum. Bir süre sonra para vermeye başladı bana. Diktiklerimi alanlar, terzi ücreti yollamış. Kimseden para istememiştim ben, üstelik ihtiyacım da yoktu. Bu insanlar, niyetleri iyi de olsa, odama kadar sızmayı başarıyorlardı. Paraları almadım, Kerim ve Melisa için harçlık olsunlar diyerek annemle geri gönderdim. Yalnız, kendi aldığım kumaştan dikilen kıyafetlerin ücretini bir kenara koydum. Bir nevi bebeğime iade etmiş oldum.

"Nehar, emeğinin karşılığı bu, almanda bir beis yok ki. Hem yanında bulunsun ne olacak? Bizden de almıyorsun. Baban çok kızıyor bu laf dinlemeyen hallerine." Aynı evde kalıyorduk, bu yaştan sonra bir de harçlık mı alacaktım? Eyüp'ün tazminat parası karttaydı, bebek için onu kullanacaktım. Hiç dokunmamak, hepsini yakıp atmak vardı aslında. Ama şu an çalışmak benim için zordu. Tekrar ayaklandığımda yerine koyardım o parayı. Biriktirdiğimiz miktar ise, annemler fark etmeden onların cüzdanındaki yerini alıyordu. Günlük ne kadar yiyeceksem belki de biraz daha fazlasını çaktırmadan ceplerine koyuyordum. Bahsettikleri gibi çoluk çocuğun hakkını yemiyordum.

Yine ağır gelmiyor değildi. Kesemiz ortak olsa da Eyüp çalışmıştı onca zaman. Giderken de benden başka her şeyi yerli yerinde bırakmıştı. Allah rızıksız bırakmıyordu insanı. İnsan biriktirme hırsına girdiği zaman, böyle günler çıkıyordu sanki karşısına. Eyüp'le de hesaplaşırdık elbette. Vardı birbirimizden helallik alacağımız. Fakat şimdilerde ben kendini çoktan belli etmiş bir yaramazla meşgul olmak durumundaydım.

***

Bir sahil kenarındayım. Dalgaların hafif sesi, bir nefes gibi göğüs kafesimde. Onlar hareket ettikçe ben de salınıyorum sanki olduğum yerde. Ayağımın altında kum, üşümüş ellerimi ısıtacak kadar sıcak. İnsan burada rahatlar işte. Başımı çeviriyorum. Kayaların üstünde oturmuş birini görür gibiyim. Bir yabancı, daha önce çıkmadı karşıma. Ama öylesine tanıdık, mahremim gibi yanına gidiyorum. Ayağım ıslanıyor yer yer, karşımdaki delikanlının gülümsediğini fark edebiliyorum. Munis bir sima, Eyüp’ü andırıyor fakat bana daha çok benziyor.

Sabaha yakın araladım gözlerimi. Ellerimi yumruk yapmadığıma sevindim bu rüyadan sonra. Geneli kâbustu gecelerin çünkü. Bazı rüyalar anlamsız gelse bile iyi hisler bırakıyor insanların yüreğinde. Tevil edemedim bir yabancıya uyandığımda bile gülümsüyor oluşumu. Kimdi bu gördüğüm? Yüzünü de hatırlamıyordum. Garipti rüyalar, onca şey görürdük ama anlamları hep başka olurdu. Hayrolsun.

Öğlene doğru hastaneye kaldırdık dedemi. Nefes alamadığından şikâyet etti, göğsü daralıyormuş. Bekletmedik, acile götürdük. Yine aynı korku yerleşti herkesin gözlerine. Evin bir büyüğünü daha toprağa vermek istemiyorlardı. Sürekli doktora soruyor, durumunu kontrol ediyorlardı. Saatler geçti, hava karardı. Oturduğumuz bankların önüne gelen doktor, durumun ağırlaştığını söyleyip gitti.

Babamın yine gözleri doldu, annem dua etmeye başladı. Amcam oradan oraya yürüyüp kendini sakinleştirmeye çalışırken abim çaresizce etrafa bakındı. Ben... Ne yapayım? Ateşin buza dönüştüğü yerde duran kalbim hem yandı hem söndü. Hiçbir tıkırtı işlemedi sanki bana. İfadesizce oturmaya devam ettim. Sanırım alışıyordum şu hayat kanununa. Dudaklarımda sükûnetli dualar vardı yalnızca.

"Nehar." İsmim telaffuz edilince babam tarafından, şaşırdım biraz. Dönüp baktım, kıpkırmızıydı gözleri. "Babam da ölüyor Nehar!" Bir çeşit şokta mıydı? Aramızda oturan annemin kucağının üstünden elimi uzatıp babamın koluna ulaştım.

"Dedem hâlâ içerde baba, hiçbir şey bitmiş değil." Çıkmamış candan umut kesilmezdi. Bir kez daha konuşurlardı, belki dedem yeniden iyileşirdi. Üzgünlerdi farkındaydım ama dedem ölmüş gibi davranırlarsa adamın hayatta olduğu dakikaların tadını çıkartamayacaklardı. Ne tat ama? Kandırma kendini Nehar, yakın vedalardan haberdarken insanlar hangi iki kelimeyi bir araya getirebilirlerdi ki? Bir de habersiz vedalar var... Tamam Nehar... "Bırakmayın kendinizi, uyanınca girin dedemin yanına. Sizi görünce toparlar kendini."

"Bize böyle bir şans verildi, doğru ya." Başparmağıyla gözündeki yaşı bastırarak sildi babam. Babasını da kaybederse toparlanamazdı, halinden belliydi. Ah dedem, bizi babasız bırakma. "Sana da o şansı vereceğim." Derin derin baktı gözlerime. Anlamamış olmayı dilerdim.

"Ben de girip görürüm dedemi" dedim biraz tedirgin.

"Hadi, peşimden gel." Kalktı yerinden. Babasına gitmek yerine koridorun sonundaki asansöre yöneldi. Annem de sıvazladı sırtımı, omuzları düşmüş adamın peşinden gönderdi beni. Diğerlerini geride bıraktık, ben ve babam adımlarımızı sürüyerek yürüdük. "Hâlâ hayattayken, hep bir şansımız var Nehar'ım." Arkasından yetişmeye çalışmasam duyamayacaktım konuştuklarını. Sırtı dönüktü bana ama gözyaşlarını sildiğini görebiliyordum. Gidiyorduk beni götürdüğü şansa. Ne anlam verebiliyordum ne de aklıma gelenlerde bir mantık oluyordu. Durdurmak istiyordum babamı, nefes nefeseydim uzun zaman sonra. Yüküm ağırdı, ağrılarım vardı.

Üst katlardan birinde, bir koridor sonundaki odanın önünde durduk. Boyası silinmiş mavi kapının ardı bana açılacaktı. "Ben yeminimi bozmadım Nehar, sen peşimden geldin." Uzun uzun baktım gözlerine, yüreğime yerleşen korkudan saklanabileceğim en güvenli liman, babamın ağır bir emanet taşımış gözleriydi. "Hadi, aç kapıyı da bitsin her şey." Ağır ağır çevirdim başımı sol tarafıma. Eyüp, bu kapının arkasındaydı. Yakınlarımda, bir hastane odasındaydı. Defalarca gelip gittiğim bu binada, benzettim sandığım adamdı. Yutkundum, nefes almaya çalıştım. Titreyen ellerimle peçemi indirdim.

"Gidelim baba" diyebildim. Yalvarır gibi çıktı sesim. Korkuyordum. Diğerleri gibi bir rüyanın içindeydim muhakkak. Çünkü... Böyle bir anda olması saçma geliyordu işte. Ben arkamı dönemeden tuttu babam kolumdan. Rica minnet baktı gözlerime. Evlat, bükerdi insanın boynunu. Zayıf yüzündeki keder, yaktı canımı. Aylar öncesinde sıkılası yanakları vardı.

"Kurtar beni Nehar." Eyüp yaptı bize ne yaptıysa, ben kendimi kurtaramıyorum bu adamdan. Seni nasıl kurtarayım? Hem sen benim babamsın, beni bu hale getiren adamın kapısına bırakıyorsun kızını. Yakışıyor mu sana? Dönerse çıkmasın karşıma demiştim, beni ayağına getirdin. Yakışıyor mu sana? Zar zor toparladım, Eyüp'ü bir hastane odasında görünce dizlerim beni taşıyacak mı bilmiyorum. Yükünü bana veriyorsun. Yakışıyor mu sana?

Elini kapı kulpuna attı. Hafif bir baskıyla kapıyı araladı. İradem dışında hareket ediyordu. Bağıra çağıra yapma demeliydim. Öylece seyrettim girmem için açılan kapıyı. Cesaret vermek ister gibi omzuma vurdu babam. Sonra ayrıldı yanımdan. O da babasını görmeye gitti. Hayatta kalan zamanlarımızı değerlendirmek için fırsatımız vardı artık. Değerlendirmek veya aksini yapmak bizim elimizdeydi.

Bir adım ötemdeydi Eyüp. Eyüp, önce hayal sonra kocaman boşluk. Eyüp gülümseten sonra ağlamayı bile unutturan. Eyüp, terk eden ve beni ayağına getiren. Arkamı dönmek benim elimde, gidebilirim. Hatta gitmeliyim. Aynı şehirdeymişiz bunca zaman. Benden kaçıp benim şehrime gelen adam, Eyüp.

***

Nasıl açılır kapılar Eyüp?”

Loading...
0%