Yeni Üyelik
16.
Bölüm

SAKLAYALIM YARALARIMIZI; YASAKLANMASIN SEVMELER

@yesilkutuphane61

Dedemin kahvaltısını hazırlayıp karşısına oturdum. Yukarıya çıkmayı reddediyordu. Babaannemden sonra tek sığınağı hatıraların sindiği duvarlarıyla bu evdi. Elini ağır ağır çatalına götürdü. Sürekli iç çekiyordu, her nefeste yeniden acıyordu kalbi. Donuk bakışlarını saklamaya çalışmasından anlıyordum. Demek yaş kaç olursa olsun, sevdiklerimiz gidince eksik hissediyorduk. Gizlice bizden birkaç parça götürüyor olabilirler miydi? Geride kalanlar kadar özlüyorlar mıydı?

Yalnız hissettirmemek için, ortada kalmış yüreğimle dedemin yanındaydım. Fakat ne söylenirdi? Ben ki ondan daha uzun zamandır bir hasret büyütüyordum içimde. Üstelik büyük hayal kırıklıklarıyla harmanlıydı toprağım. Buna rağmen dedeme bir tesellim yoktu. Hızlıca bitirip, babaannemden yenisini doldurmasını istediği çayı soğuyacaktı. Sorsam, zeytinin bile tuzsuz olduğunu söylerdi.

"Yemiyorsun dede."

"Tadım tuzum yok ki kızım." Acı acı güldüm dürüstlüğüne.

"Bazen..." ellerimi masanın üstünde birleştirdim. "Erkenden gidiyor sevdiklerimiz. Haber bile vermiyorlar üstelik." Başını salladı ağır ağır. "Tadımız tuzumuz da onlarla beraber çekip gidiyor, değil mi dede?" Yaşlılık çillerinin kapladığı eliyle gözünün yaşını sildi. Geride kalanlar, buğulu manzaralara çabucak alışırdı.

"Şakalaşır, konuşurduk. Ölürüm belki derdi ama... Gerçekten gittiğinde gülemez hale geleceğimi nereden bilebilirdim ki?" Sözler ağzının içinden boğuk çıksa da, acının en saf haliydi. Tanıdım.

"Yeniden güleceksiniz dede. Karşılaştığında çatarsın kaşlarını, kavuştuk ya hanım dersin. Alacaklısın babaannemden." Söylediğime garipçe baksa da demek istediğimi anlayınca, işaret parmağını havaya kaldırıp salladı.

"Onu doğru dedin. Hele bir karşılaşalım soracağım hesabını." Aniden canlanmak komiğine gitmiş olacak ki kesik kesik güldü. "Tövbe estağfurullah! Vakti bitmiş, gitmiş. Hikmetinden sual olunmaz rabbim!" Kendi kendine tövbe ederken ben de onun haline güldüm. İnsan bunca hasretten sonra bir hesaplaşmayı hak görüyordu kendine. "İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır! Kıyamet 36" Sonra unuttuğu ne varsa hatırlatılıyordu ona. Ne gelen amaçsız, ne giden başıboş kalıyordu. Peki Eyüp? Ah Nehar, sormayacaktın!

***

Odamın kapısı aniden açılınca yerimde sıçradım. Kucağımdaki kitabı sıktım istemsiz. Bahar hızla bana doğru gelirken birine bir şey olmuş olabileceği geçti aklımdan. Açık kapıdan koridora baktım korkuyla. Nehar hiç böyle korkak olmamıştı.

"Abla sana inanamıyorum, nasıl söylemezsin ya?" Öyle çok şey vardı ki sustuğum, anlık bir kafa karışıklığıyla hangisinden bahsettiğini anlayamadım bile. "Teyze olacakmışım ben. Çocuk doğunca mı haber verecektin?" Kardeşlerime geç haber vermenin bu sitem kadar cezası olmalıydı zaten. Öğrenmişlerdi sonunda. Şirin gözükmeye çalışarak kaşlarımı kaldırdım, gülümsemeye zorladım kendimi. Bahar ise gerçek bir sevinçle boynuma atıldı. Sırtımı sıvazlarken bir yandan da konuşuyordu. "Annemle babamdan duydum. Önce inanamadım. Öyle bir şey olsa söylerdin diye düşündüm. Saklamışsın ama gerçekmiş. Abla bak hakikaten çok sevindim. İnşallah sana benzer. Şöyle tatlı bir kız, mini mini…" Sonra aniden geriye çekildi. "Yani biz seninle anlaşıyoruz diye öyle söyledim. Şefkatlisin, yumuşak huylusun. Aslında bana benzese daha iyi değil mi? Daha güzel anlaşırız böylece."

"Nefes alsan biraz..." Yavaşça yanağını sıktım. "Hayırlı biri olsun, kalbi güzel yetişsin. İman terbiyesinde büyüsün, sağlıkla yaşasın inşallah." Doğmamış çocuğum için hep ettiğim duayı bir de dillendirdim bu gün. Bahar yine bilmiş ifadesini takındı.

"Yani bana benzemesini istiyorsun abla. Saydığın özelliklerin hepsine sahibim."

"Bak sen! Bir de mütevazi olması için dua edeyim. Bak bu sende yok." Yerinde kıpırdanıp ayağa kalktı.

"Boş ver sen benim içimi dışımı. Teyze oluyorum. Sana da kırgınım biraz. Ama şimdilik bunu unutacağım. Üstüne gelemem. Hassas olabiliyorsunuz bu dönemlerde. Öyle misin?" Kendi kendine konuştuğu o kadar belliydi ki. Cevap vermeyeceğimi bile bile soruyordu. "Tamam, şimdi gidiyorum. Bir şeye ihtiyacın olursa söyle." Döndü arkasını kapıyı bile kapatmadan gitti. İhtiyacım var bir şeylere. Fakat unutmaya çalışıyorum. Hatırlatma Bahar, sorma bana ihtiyaçlarımı.

Kitabı bırakıp yerimden kalktım. Teyze adayımızın arkasından gülmeden edemedim. Üstüne bastıkça sızlayan bacağım da dün geceden sonra unutmaya çalıştıklarımdandı. Gördüklerimin azabıyla cesaret edemedim hastaneye gitmeye. Duyduklarımdan sonra konuşmaya çekindim. Hiçbir şey olmamış gibi bir sabaha uyandım. Gidenden önce nasılsam öyle açtım gözümü yeni güne. İzler böyle silinirdi ne de olsa. Görmezden gelirdik, kaybolurdu derinlikleri. Ki görmezden gelmek çok değer verdiğim biri tarafından öğretilmişti bana.

Kapıyı kapatacakken Mercan dikildi karşıma. Belli belirsiz güldü. Samimiyet mi rahatsızlık mı hissettirmeye çalıştı anlamadım. Fakat sakindi. "Sana sorduğumda niye cevap vermedin ki?" dedi. Bebek konusundan bahsediyorsa, cevap alamayışının sebebini de biliyor olmalıydı. "Elbet ortaya çıkacaktı zaten."

"Üslubunun farkında mısın Mercan?" Şu anki konuşmamız için sormamıştım bu soruyu. Bir önceki, önceki ve ondan önceki...

"Ne varmış?" dedi bir anda öncekiler gibi başını dikleştirerek.

"Hesap sorar gibisin. Nasıl oldu bilmiyorum ama benden nefret eder gibisin. Sana zarar vermişim de intikam alıyor gibisin. Soru sormuyorsun, iğneler batırıyorsun sanki. Yıllarca aynı evde yaşadık seninle, bu gelişimde ne değişti ben anlayamıyorum ki?" Her an kavga edecek gibi değildi yüz hatlarımız. O içinde ne yaşıyorsa, bir savaştaydı belli ki. Mercan'la uğraşacak halde değildim. Aynı evde yaşarken her köşeden çıkıp beni rahatsız etmesine de müsaade etmeyecektim aynı zamanda. Susmayı eziklik olarak algılıyorsa, anladığı dilden konuşmak lazımdı.

"Bu sefer..." Sinirimi bozan sesi duyduğumuzda ikimiz de başımızı yengeme çevirdik. "Bu sefer evlisin Nehar. Kocan seni terk etti ve tüm derdini toplayıp eve döndün. Hâlâ soruyor olman bile hata. Bir de çocuğun olacakmış, iyice yerleşirsin artık buraya. Hiç düşünmüyorsun değil mi şu kızın halini? İki çocuk bir de ev bakıyor. Bir de başına ikinci görümce çıktı. Abin hepinizi beslemek zorunda mı canım?" Söyleyeceklerini sıraladığında, dönüp önümü kapatan Mercan'a baktım. Beni bakılacak biri olarak görüp, yengemle mi dertleşiyordu? Biliyordum, bu evin küçük kızı değildim artık. Fakat nefes almam için biraz müsaade etseler, kimseye yük olmayacağımı göreceklerdi. Geçmek için sertçe ittirdim Mercan’ın kolundan. Bu gün onun aksine ben sinirliydim.

"Ben kimim biliyor musun yenge?" Karşısına dikilince gülümsemesi silindi. Bir kez daha sordum aynı soruyu. Daha yüksek sesle ve elimi kalbimin üstüne vurarak. "Ben Nehar'ım Nehar! Bu evin kızıyım. Şu anda bulunduğun katta hakkım var benim! O çok sevmediğin kaynanan var ya..." Olmadığım gibi, acımasızca konuşuyordum. Bakalım onlarınki kadar etkili olacak mıydı sözlerim? "Evini kime bıraktı biliyor musun? Dört torununa dağıttı. Nehar'ın da hakkı var orada! Yedi sülalen gelse ben istemezsem çıkartamazsınız beni buradan! " Üstüne gittikçe geriye çekildi.

"Çekil be!"

"Niye? Kavga istemiyor muydun?" Döndüm Mercan'a. "Cevap istemiyor muydun Mercan? Veriyorum işte ne cevap istiyorsanız!" Sesimin yüksekliğine açılan kapılardan çıkan herkes şaşkındı. Yeni bir Nehar vardı karşılarında. Babaannesinin taze ölümünden sonra mirastan bahsedecek kadar mide bulandırıcı sözler sarf etmişti.

"Niye geldiğin anlaşıldı senin! Ben de bundan bahsediyorum işte. Çoluk çocuğun rızkına ortak olmaya gelmişsin sen! Utan be, evli kadınsın." Yine durmadı, üstelik kimse de onu durdurmadı. Annem bile. Zaten... İstemiyordum da kimsenin beni savunmasını. Ben söyleyeceğimi söylemiştim. Aşağılayıcı sözlere yeterince tahammül etmiştim ve bu sözleri de dik duruşuma kılıf olarak kullanmıştım. Gözümde mal mülk sevdası yoktu. Hatta gece boyu uyumayıp nereye gitsem de izimi kaybettirsem diye düşünmüştüm.

“Senin haddine değil evimi barkımı düşünmek. Lokmamı sofraya sen koymuyorsun. Bu evde utanacak biri varsa, inan o ben değilim!” Tane tane, mesafeleri kat kat arttırarak telaffuz ettim kelimeleri. Karşısında durmamın, lafının üstüne laf söyleyişimin şaşkınlığı vardı üzerinde. Alışkın değildi İsmet beyin çocuklarından söz işitmeye. Fakat her gün, her adet, her insan aynı kalamazdı. Değişirdi, değişti, değiştim.

Dönüp odamın kapısına yürüdüm. Babama baktım üstümdeki öfkeyle. Eyüp'ün sırrını taşıyordu gözlerinde. Daha fazla duramadım karşısında. Mercan da artık haklıydı, mutlu olabilirdi. Ben huzur bozan, mirası diline dolayan bir görümceydim. Bahar'ın kısacıktı sevinci, yeniden hüzünlendi. Yeğen hayali uçup gitti. Şefkatli mi demişti benim için? Kardeşimi yalancı çıkartmayı istemezdim. Girdim odaya, kapattım kapıyı. Ben ki evvelinde ailesinin yüzüne kapı kapatmamış biriydim. Fakat bir öfke ateşi vardı içimde. Fısıltılar harlıyordu alevlerini.

"Onlar konuşuyor, ben susacak mıyım? Güzel cevap verdin Nehar, savundun kendini. Aferin!" Haklıysam niye huzursuz hissediyorum peki? Alışık değilim kavgalara. Böyle bağırarak hak iddia edecek kadar açgözlü değilim. Ben demek öyle göğsünü gere gere... Acizliğimden kapısında yalvardığım bir Allah varken ne de anlamsız.

Fakat öylece durmak, fesat çıkartana susmak mı gerekir? Eyüp benden habersiz gitti diye yediğim lokmaları saymak, beni yük olarak görmek mi gerekir? Doğmamış bir çocuğu tebrik etmek yerine, fazlalıkmış gibi davranmak mı gerekir?

Kitabım ilişti gözüme. Yeni gelmiş külliyatımdandı. Sükûnetle okumaya niyetlenmiştim oysa. Bir kavganın içine düştüğümü, şu kapının arkasında huzursuzluk çıkartan insanlar olduğunu unutmuştum. Karşılarında yalandan, başı dik sözler sarf etmiştim. Yüzümü döndürmeye çalışırken kandırmacalardan, koridorda bağıra bağıra yalanlar söylemiştim. En acısı da öfkemin hâlâ dinmemiş olmasıydı. Bunca kavgadan sonra şu güzelim kırmızı kitapları okuyacak kadar temiz değildi aklım fikrim. Bir hata daha yaptım, yine tabipten uzak kaldım

***

Bahçede otururken soğuk hava, kıyafetlerimden yol bulup içime işliyordu. Bu havada bahçede oturulmazdı ya. Fakat ben, şu sıralar nefes almakta zorlanan biriydim. Merak ediyordum dört duvarın ardındaki dünyaya sığıp sığmayacağımı. Gerçi yukarda uçsuz gök varken, gözünü bahçe duvarına diken insanın hakkı mıdır nefes almak?

Ben şimdi, ne yana dönersem döneyim öfke dağlarına çarpıyorum. Diğer tüm hislerimin boynuna kement vurulmuş sanki. Ne sevinebiliyorum, ne üzülebiliyorum. Tanıdık duygulardan uzağım. Farklı ama tek bir Nehar'ım. Kaşlarım çatık, dudaklarım mühürlü, kalbim susmaya zorlanmış. Soru sormak yasak, özellikle Eyüp hakkında olanlar. Zaten sonra pek bir soru kalmıyor geriye. Eyüp büyük adam olduğundan mı yokluğunda oluşan bu koca çukur? Ne çok yerleştirmişim onu içime, farkında olmadan, geçen zamanı anlamadan. Dedemi çok iyi anlıyorum. İnsan ısınamıyor bir türlü.

Ama ortada kocaman bir ayıp var, kocaman! İnsan böyle bırakılmaz. Sırtından ittirilip yere atılmaz. Sebep, şu benim sormadığım ve sormayacağım, ne olursa olsun aynı yola çıktığının eli böyle bırakılmaz. Karşıma çıksa Eyüp "kimse sana öğretmedi mi?" diye sormak gelir içimden. Fakat Eyüp'ün yalnızlığına bu ayıbı yapamam. Yine de öfkeliyim, harlı bir öfke. Bana dokunan yanıyor, beni gören yolunu değiştirdiğinde canım da acımıyor üstelik. Belki de öyle acıyor ki ben artık bütünüyle acıdan ibaret olan şu kalbin içinde dönüp duranları fark edemiyorum.

Artık iyice üşüdüğümde kalktım yerimden. Yeniden hasta olmak bir yana, ayağımın tökezlemesini bile istemiyordum. Herkes biliyordu Eyüp'ün gittiğini. Yalvardım hepsine fakat kimse ağzını açmadı. Her seferinde kızgınlıkla baktığım yengem söyleyecekti doğruları. Ona da izin vermediler. Annem de dahil kimsenin yardımı iyi gelmezdi artık bana. Zaten şu halimle çekilmez ve huysuzken bir de hastalık yükleyemezdim omuzlarına.

Kapıdan çıkan abim içeriye girmemi engelleyince durdum. Elinde kalınca bir hırka vardı. Gülmüyordu ama öfkeli de değildi. Bir şey söylemeden uzattığı hırkayı alıp giydim. Taşlar oturuyordu yerine. O gün cevapsızdı sorularım fakat bu gün biliyordum. Döneceğimi bildikleri için odamı Melisa'ya vermekten vazgeçmişlerdi. Eyüp’ün yokluğundan haberdardılar. İfadesiz yüzüm yine gerildi.

"Konuşalım mı Nehar?" Başımı salladım. Bir sahiplenme eki ya da samimiyet ifadesi kullanmamıştı. Ne düşünüyordu acaba? Babaannemin ardından mirastan söz edişim mi, yoksa sakladıkları sırrı öğrenişim miydi aklını kurcalayan? Karısına da bağırmıştım. Çocukları korkmuş muydu benim yüzümden? "Konuşmuşsunuz babamla, anlatmış sana bildiklerini."

"Hayır, anlatmadı. İstediklerini anlattı."

"Bize de sana ne söylediyse onu söyledi Nehar. Bilmiyoruz Eyüp’ün nerede olduğunu. Sorduk defalarca. Karakola gittiğinde de aynısını anlatmış. Polis, rızasıyla gitti diye kocaman adamın peşine düşmemiş. Babam yemin etmiş, bir daha da bu konuyu açmayın dedi." Yanıma gelip kollarımı tuttu nazikçe. Ona bakmamı sağlamaktı niyeti. Öylesine göz gezdirdim yüzünde. Ben ki güvenini taze kaybetmiş biriydim. "Duyduğumuzda çok üzüldük, şaşırdık. Elimizden gelen tek şey senin yanımızda olmandı. Evine dönene dek bekledik seni kardeşim." Görmüyor muydu bakışlarımı? Farkında değil miydi anlattıklarının anlamsız olduğunun?

"Artık bunların bir önemi yok" dedim. Sesimdeki hayal kırıklığı, soğuk gülümsemem bir şeyler ifade ederdi belki de abim için. Nehar'ın ne denli kırıldığını görürdü belki. Kendimi kurtardım kollarından.

"Söylemiştim biliyor musun?" Alnını ovalayıp bekledi. "Nehar, Eyüp'ün peşini bırakmaz demiştim. O herifin ne sebeple gittiğini bilmiyorum ama kesinlikle akılsızın teki!" Öfkesini sezdim sesinde. "Sen kaybol ortadan, seni çok seven birini arkanda bırak ama kimseye tek bir sebep söyleme!" Son kelimelerini yüksek sesle ve vurgulu söylemeye başlamıştı. "Derdi neydi ben bir bilsem! Suç mu işledi, para mı lazım oldu, vebaya mı yakalandı, depresyona mı girdi, intihar mı etti?" İhtimalleri sıralarken sinirle arkasını dönüp masaya sert bir yumruk attı.

Yutkunamadım, donup kaldım öylece. İnsan düşünmez miydi onca zaman derdim hep. Düşünüyormuş demek, öyle ki çıldıracak hale geliyormuş. Fakat yine ölümden bahsederken dili dönmüyormuş. Türlü ihtimaller geçiyormuş gözünün önünden de bilinmezliğin karanlığında düşmemek için tutunacak yer arıyormuş.

"Nehar ben..." Az önce öfkeli olan abimin gözleri doldu. Karşıma geçti titreyen sesiyle. "O gece sen o hale geldiğinde, bir yeminin bedeli her neyse ödemeye hazırdım. Ama bilmek hakkındı. Bunu isteyenin Eyüp olduğunu bilmen gerekiyordu. Şimdi ister unut o herifi, ister yapış babamın yakasına al cevaplarını." Abimde şefkat, babamda mantık vardı. Bense önümdeki iki seçeneğe karşı çoktan tercihimi yapmıştım. Gurur çizgisinden sapmayacaktım.

"Kimsenin yakasına yapışmayacağım abi. Herkesin de dediği gibi; Nehar kendi tercihlerini yaptı ve bedelini ödüyor. Kimseye bedel ödetmeyeceğim."

"Ama şu halin" derken elini yanağıma koydu. Bu merhamet buzlaşmış gözlerimi acıtıyordu. Hemen koy vermek istemedim. Eyüp’ten söz etmek dermanımı alıp götürüyordu benden. Her duyduğum azap veriyordu. Tamam, kendi rızasıyla gitmişti, kabullenmiştim. Fakat alışamamıştım.

"Sen kendi haline bak" dedim yalancı bir sitemle. Konu Eyüp’ten uzağa, nereye giderse gitsin. "Ne diye ağlıyorsun kocaman adam!" Yumruk yaptığı elleriyle gözlerini ovuşturdu. Geride iki çift kızarıklık bıraktı. Buna rağmen bir canlılıkla gülümsedi.

"Sanki sen, benim çocuğum olacağını öğrendiğinde ağlamamıştın!" Ne de olsa saklanmayacaktı daha fazla.

"Şimdi de dayı olacaksın diye mi ağlasam?" Sözlerimin aksine hafif bir tebessüm vardı yüzümde.

"Aman, ağlama. Kardeşini ağlatana abi mi denirmiş?" Abiden fazlasıydı benim için. Arkadaştı, sırdaştı, baba gibiydi bazen. Fakat ben beyhude çırpınışlarımın taze yorgunluğunu taşırken eskisi gibi sıkıca sarılamazdım kimseye. Uzak halimi görmüş olacak ki sustu. Öylece durup etrafa bakındı. Bir anda sakinleşti etraf. İyi ki yüreklerimizin sesi bizde saklıydı. Boğazını temizleyişini işittim. Oysa daha fazla konuşmamalıydık. "Şu bahçenin bir dili olsa da her köşesinde koşturduklarımızı anlatsa. Şu ağacın altında bisiklet sürerdik, hatırlıyorsun değil mi? Bazen düşerdik, yaralanırdık ama saklardık annemizden. Yaralar yüzünden bisiklet sürmek yasaklanacak zannederdik."

O halde saklayalım yaralarımızı, yasaklanmasın sevmeler.

***

"Söndür ışıkları Eyüp uyuyacağım. Konuşmuyorum seninle."

Loading...
0%