Yeni Üyelik
6.
Bölüm

UZAK ZAMANIN NİNNİLERİ

@yesilkutuphane61

Orta yaşlı, çatık kaşlı doktorun söylenirken muayene etmesinin hemen ardından geciken tahlillerim yapıldı. Yirmi beş günlük bebeğinin kontrollerini yaptırmamış sorumsuz bir anneye söylenecek ne varsa söyledi içinden geldiği gibi. Kısa saçları yüzünün kenarından salınırken, sık sık ters bakışlar atıyordu bana. İçim bir tutam perçemi de geriye atma isteğiyle doldu. Daha fazla kızgınlığı ve azarı hak ediyordum. Hiçbir şey bu anı gölgelememeliydi.

Şikâyetlerimi sordu, anlattım bir şeyler. "Ölmek için mi yaşıyorsun sen?" diye yapıştırdı cevabı. Evet, bir gün ölmek için. "Oysa yaşamın içinde bir yaşam var. Her şeyi zamanında yap. Yaşamak zamanında yaşa." Vermediğim cevabıma karşın konuşuyordu. Başımı sallamakla yetindim. Sonra bir şeyler yazdığı kâğıdı bana uzattı. "Bulantıların için ilaç. Uyku ve beslenme düzenin yok anladığım kadarıyla, baş ağrıları da normal. Tahlillerin çıkınca yine gel." Elime aldığım reçeteyi okumama imkân yoktu, eczacı değildim. Ayağa kalkıp teşekkür ettim. "Aksatma artık. Tamam mı?" Bu sefer azarlamadıysa da ciddi bir şekilde uyardı.

Koca hastanenin en ciddi ve agresif doktorunu bulduğuma göre aksatmazdım zaten. Hep böyle miydi bilmiyorum. Ama bu gün beni iyice silkelemişti. Elimdeki kâğıdı sıkıca tutarken çıktım odadan. İlaç kokulu koridoru geçtim. Gündüz vakti yanan ışığın yerdeki yansımasını seyrederek etrafa odaklanmamaya çalıştım. Annelerinin kucaklarında ağlayan bebeklerin sesiyle dolu koridor, cesaretimi kırıyordu. Klimanın insan bedenini fazla sıcağa boğan ısısı terlememe neden olurken hızlandım.

"Nehar değil mi bu?" Adım telaffuz edilmişti. Bu poliklinikte tanınmak daha da çöktürdü omuzlarımı. Gitmek istiyordum, kimseyle konuşmak değil. "Nehar!" Hitap direkt bana olunca istemeyerek de olsa mecburen durdum. Yeni doğmuş bebeğini pusetin içinde sallarken uykusuzlukla cebelleşen kadının yanından geçip bana doğru gelen kıza baktım. Gözlerimi kırpıştırdım, hastane tonları küçük gölgelerin havada uçuşmasına neden oluyordu. Gelip de tam karşımda duran beyaz tenli yuvarlak yüzlü kız kocaman bir gülümsemeyle kollarını boynuma doladı. Tanıyacak gibi olmuşken fazla samimiyet yine zararını göstermişti.

"E sen tanımadın beni!" Yabancılığım ve sorgulayan bakışlarımı geç de olsa fark ettiğinde, biraz da mahcuptum.

"Kusura bakma" diyebildim.

"Fatih'in kardeşi ben, Hale." Eksilen neşesiyle tanıyıp tanımayacağıma baktı. Tırnağımın ucuyla alnımı kaşırken terlediğimi fark ettim. Parmak uçlarım titriyordu.

"Tabi ya" dedim, beklediği kadar olmasa da heyecanla "Hale!"

"Hatırladın değil mi? Oh çok şükür! Tavan arasında birlikte yaramazlık yaptığın bir arkadaşa göre geç oldu hatırlaman ama olsun."

"Çok değişmişsin, kendini hatırlatmasan yine de tanıyamazdım herhalde." Dürüstlükle gülüp omzundan aşağıya sarkan hoş kahve tonlu başörtüsünü düzelttim. "Çok güzel olmuşsun" dedim, değişimin iyi yönde olduğunu belirterek. Okul zamanı sık görüşemezdik, sonrasında üniversite, şehir değişiklikleri derken uzun kelimesinin içini dolduracak kadar ayrı kalmıştık. Birkaç sokak ötemizde otururlardı, taşınmadılarsa hâlâ oradaydılar muhtemelen. Fatih, arabalara hayran olan bir çocuktu. Ayrılmazdı babamın yanından. Büyüdükçe yolu bizim eve değil de galeriye düşer olmuştu. Terbiyeli ve güvenilirdi, ailesi gibi.

"Gönlümü aldın" dedi tatlı tatlı. "Ama sen niye buradasın? Pek de iyi gözükmüyorsun, hayırdır?" İkimizin gözü de aynı anda poliklinikteki yazıya gidince gerginleştim. Saklanma isteğiyle doldu içim.

"Ben... İyiyim. Birini görmeye geldim de..." Yutkunup boşluğa doğru havalandırdım elimi. Doktor da birisiydi, durumu kurtaracak birisi.

"Aslında sandım ki... Belki sen de..." Parmağımdaki yüzüğü işaret edince ve bulunduğumuz konuma bakınca tüm sanrılar koca birer gerçeğe dönüşüyordu.

"Dedim ya birini görmeye geldim" diye üsteledim. Yumuşak ses tonu benim de içime işlemiş gibiydi. Tedirginliğime rağmen gayet sakin gözüküyordum. "Esas sen niye buradasın, hayırdır?" Soruma karşın duraksasa da kaldığı yerden devam etti.

"Akrabamız..." uzun koridorun dönemecindeki tabelayı gösterdi. "Bebeği oldu da ziyarete geldik."

"Hayırlı olsun" diye mırıldandım. "Anne de bebek de sağlıklıdır inşallah?" Kendimi onun yerine koymuştum hızlıca, sesimdeki tereddüt bundandı.

"Çok şükür, anne de iyi bebek de iyi. Akşama eve giderler." Göz devirip güldü. "Ama bizimkiler hastanede de ziyaret edeceğiz diye tutturdular. Bebek gözünü açıyor ve hiç tanımadığı akrabaların geleneklerinin içinde buluyor kendini düşünsene." Elini ağzına kapatıp güldü. Düşündüm, en azından seviliyor olmasına sevindim. Onu karşılayan insanlar, yüreğine cesaret olurdu belki. Genç anneler, destek alırdı yanındaki kalabalıktan.

"Babası da çok mutludur." Ağzımdan dökülenler kimsenin beni üzemeyeceği kadar üzdüğünde kaşlarım çatıldı. Bunu kendime niye yapıyordum ben? Çok mu arıyordum bu soruları? Kendimi ağlatmaya mı uğraşıyordum? Hale bıraktı gülmeyi. Bu gün kendime hakaret etmek için elime geçen hiçbir fırsatı kaçırmamak üzere, yine düştüğüm hale söylenmeye başladım. Durumu kurtarmak için bir şeyler geveledim ağzımda. "Allah analı babalı büyütsün inşallah, çok sevindim." Toparlamıştım herhalde. Hale beni uzaktan tanımıştı, yalnızca uzağımı bilseydi yeterdi o an için.

***

Bahar elinde tansiyon aletiyle annemin odasına girecekken, kendim yapmak istediğimi söyledim. Annem için endişeleniyor olsa da bana güveni tamdı. Omzunu sıvazlayıp ders çalışmak üzere odasına gönderdim. Arkasından bakmayı bırakıp kapı koluna attım elimi. Sırtımdan, beni cesaretlendiren bir el ittirmiş gibi girdim odaya.

Sırtını yatak başlığına dayamış annemin öylece uyuduğunu zannettiysem de yalnızca gözlerini dinlendiriyordu. Beni fark edince hafifçe kıpırdandı yerinde. Evde herkes için aynı deterjan kullanılırdı ama annemin odası hep bir başka kokardı. Gizlice içime çektim huzuru. "Tansiyonunu kontrol etmek için gelmiştim." Yatağın başına öylece dikilince, geliş sebebim olan tansiyon aletini havaya kaldırdım.

"Şimdi iyiyim" dedi. Kolunu hafifçe karnına çekti. Çekincelerime aynaydı sanki. Bana cevap hakkı doğmayınca ilk çareyi etrafa bakınmakta buldum. Belli kuralları olan net insanlardı anne babam. Sevecenlerdi ama karakterlerinden ödün vermeyen bir yanları da vardı. Oda dizaynı da onları yansıtıyordu sanki. Evlenirken aldığı yatak odası takımı, temiz ve dikkatli kullanılarak bu güne kadar gelmişti. Koca dolap, odanın ışığını kapatmayacak şekilde yerli yerindeydi. Komodinler yatağın iki kenarında, el yapımı dantelleriyle duruyordu. Birinin üstünde de meyve tabağı vardı. Babamın tespihlere olan aşırı ilgisi, annemin kremlerini koyduğu aynalı şifonyerin üstündeki düzenli stantta da kendini gösteriyordu. Açık renk ahşabın hâkim olduğu oda bıraktığım gibiydi hâlâ.

Sonra yine başımı çevirip anneme baktım. Gitmeyeyim diye yolumu kesen kadın, şimdi benimle konuşmuyordu. Tansiyon aletini komodinin üzerine bırakıp yavaşça yatağın yanındaki boşluğa oturdum. "Küs müyüz?" dedim, tansiyonuna sebep olduğum kadına.

"Küseceğiz. İnsan bu saate kadar annesini ziyarete gelmez mi?" Ağlamaklı sesindeki siteme güldüm belli belirsiz. Elini avuçladım rahatlatmak için.

"Sabah geldim birkaç kez, uyuyordun."

"Saat üç buçuk oldu."

"İşim vardı biraz, dışarı çıktım." Meşgalemden söz etmedim, o da sormadı zaten.

"Ama bu yüzden değil küseceğimiz."

"E neden ya?"

"Bir daha gidersen küseceğiz." Böyle diyordu ama yanından hiç ayrılmayayım diye beklentiyle bakıyordu bana. Küsmeye şefkati yetmezdi sanki. Dün akşam etmiş olduğu yemin olmasa, bu ciddiyetinin altındaki yumuşaklık durduramazdı beni. Giderdim sineye çekmeden hiçbir lafı. Başımı önüme eğip avuçlarım arasındaki eline baktım. Allah bir çocuk emanet ediyordu annelere. Bu ellerle onlar için uğraşıp duruyorlardı. Kaldırıp hafifçe öptüm. Biraz çamaşır suyu kokuyordu, istemsiz burnumu kırıştırdım. Güldü bu halime, hissettim.

Sonra komodinin üzerindeki meyve tabağından bir elma dilimi uzattı yemem için. Meyveye ihtiyacım yoktu, ruhum gıdadan eksikti. Başımı salladım iki yana, kaşlarını çattı reddime. Sonra elmayı bırakıp elini peçeteyle sildi. Tansiyonunu ölçmeyi unutmuştum fakat iyi olmasından faydalanıp sığınıyordum eteğine.

"Ah benim Nehar'ım." Yalnızca adımı telaffuz ediyordu ama içimin yangınına ah ediyordu sanki. Söylenmemiş her şeyi bir isme sıkıştırıyordu, Nehar'a yüklüyordu. "Güzel kızım." Saçımı okşamaya başlayınca, uzattığı dizlerinin üstüne yasladım başımı. Bir keder tınısıyla başka kelimeler de telaffuz etti. Uzak zamanın ninnilerini taşıdı kulağıma. Gözlerim kapandı halledilmemiş mevzular varken.

***

Bir viranenin içindeyim. Gözümü açıyorum üstte gök, kapkara dehliz sanki. Yüzüm toprağa bulanmış. Her başımı çevirişimde bir duvar yıkılıyor. Birer birer kayboluyor arkamı yaslayacağım her parça. Böyle gece ortasında yalnız bırakılmaz insan. Kalbimi arıyorum, tutayım da sakinleşsin. Çamurlaşıyor sert zemin. Yüzüğümü kaybetmişim, bu karanlıkta yana döne arıyorum. "Biri var mı?" Ses yok, parmağım boş. "Kayboldum ben!" Kalkıp nedensizce koşmaya başlıyorum, bir şeyden kaçar gibi. "Kaybettim!"

Sıçrayarak yerimden kalktığımda birkaç saniye idrak edemedim nerede olduğumu. Annemin yatağının üstünde, ince bir pikeyleydim. Korkuyla hızlanmış kalp atışlarımla birlikte nefesimi de düzene koymak isterken aklıma gelenle kocaman açıldı gözlerim. Ellerim yerleri belirsizmiş gibi kısa bir an bana panik yaşatsalar da, titrer halde bulup ikisini de göz hizama getirdim. "Yüzük... Burada." Sadece berbat bir kâbustu. Yüreğimi ağzıma getiren, kayıplarımla yoğrulmuş bir kâbus.

Tülün arkasına gizlenmiş akşam, merhamet edercesine ay ışığıyla donatılmıştı. Ayağıma dolanmasın diye beceriksiz hareketlerle çekiştirdiğim pikeden kurtulup yerimden kalktım. Saç diplerim ıslaktı. Bu mevsimde bu kadar terliyor olmam fazlasıyla rahatsız ediciydi. Hasta olacaktım, havalar soğuyordu. Kendim için korkmuyordum da emanete sahip çıkmak istiyordum. Kapının altından odaya süzülen ışık ve konuşma sesleri ev halkının bir arada olduğuna işaretti. Babam da gelmişti, beni odasında görmüştü muhakkak.

İkindi vaktini geçirmiştim. Bu uyku hastalık gibi yapışmıştı üstüme. Kimse de, kalk Nehar demiyordu. Namaz geçiren ve kerahette uyuyan insanın uykusundan hayır beklenir miydi? Müstahaktım ben bu huzursuzluğa. Bu gün hak ettiğim diğer şeyler gibi. Üstümü başımı düzeltip çıktım odadan. Işığın acıttığı gözlerimi kırpıştırdığım sırada, ev halkı ayakta bana odaklanmıştı.

"Hayırdır?" diye mırıldandım. Susuzluktan kuruyunca, boğazım acımıştı. Bu boğazdan yiyecek içecek girmedikçe acı çekecektim.

"Odanı hazırladık da Nehar'ım." Abim bir heyecanla gelip kolumdan tuttu. Annemin babamın önünden geçip kapısı açık odaya soktu beni. Eşyalar boşaltılmış, eski haline getirilmişti. Dikiş kursuna giderken hevesle aldırdığım dikiş makinemin de üstüne konulan kumaşlar kalkmıştı. Tertemiz ve düzenli olmuştu oda.

"Ama abi..." Özlemin büyüsüne kaptırmadan kendimi, koridorda bizi seyreden Mercan'ı hatırladım. "Melisa'nın odası olacaktı burası?" Tereddütle araladığı ağzını kapatıp, alnında oluşan çizgileri yok etmek istercesine gülümsedi.

"Melisa'ya oda mı yok Nehar'ım? Yaparız yan tarafı da ona. Hem görsün halasının odasına çöreklenemeyeceğini, cimcime." Şakayla karışık konuşurken beni kolunun altına almış hole çıkartmıştı.

"Ayıp ayıp, kızın o senin!" Hissetmeyeceği küçük darbemle daha çok güldü. Onun aksine ben o kadar rahat değildim. Mercan'ın memnun olmadığı, hatta kendini susmaya zorladığı aşikârdı. Babam halletmesi gereken bir işi yapmış gibi rahat, ellerini cebine koydu ve dönüp geniş koltuklardan birine oturdu. Tüm odaları ve ailesini görebileceği bir açıyı seçmesinde bir kasıt vardı tabi.

"Güzel olmuş değil mi?" Annem hevesle yanımıza yaklaştı. Ayaklandığı için sevinmiştim.

"Çok güzel" dedim "eskisi gibi olmuş."

"Bir de erkeklere laf edersiniz. Abim hepinizden maharetli gibi geliyor bana." Bahar kıkırdayarak abimin diğer kolunun altına girince neşe dolmuştu ortama. Bir yanılsama olmadığını biliyordum, babam bile gülümsemişti.

"Maşallah benim evlatlarıma." Annem de kendine yer bulmaya çalıştı aramızda. Bir Mercan kalmıştı köşede. Benim mutluluğum onda iyi bir etki bırakmıyorsa da öylece bakması içime oturmuştu. Tekrar dürttüm abimi. Anlamamıştı amacımı, fısıldadım kulağına. Yavaşça gevşedi kolu.

"Ben abdest alayım o zaman" diyerek ayrıldım yanlarından. Yalnızca olduğum yerde, zamanı kadar kalmak istemiştim. Ne birine ait olanı almak, ne de birine mahrum etmekti amacım. Benimle girmeyeceği mutlu tabloda Mercan için de yer vardı artık. Var olmak ya da olmamak onun meselesiydi.

***

"Al bu da son konserve. Bittiğine çok sevindim açıkçası."

"Allah ağız tadıyla yemeyi nasip etsin."

"Amin, yoksa çekilecek dert değil biliyorsun değil mi?"

"Bizimkilerin her seneki telaşesi. Bu yaptığımız onlarınkinin yanında hiç sayılır."

"Kalabalık olunca biz de çok yaparız."

"Sen daha bu kadarında zorlandın ama."

"O zamana kadar ben de alışmış olacağım. Bizim de her seneki telaşemiz olur bu iş."

"Gönüllüysen..."

"Öyleyim..."

Loading...
0%