@yesilkutuphane61
|
Bodur ağacın altındaki bankta oturuyordum yaklaşık on beş dakikadır. Eve dönmeye takatim yoktu. Boş bulduğum bir yere bırakmıştım bedenimi. Kendime sardığım kollarım değil de dalgınlığım soğuğa karşı muhafaza ediyordu beni. Net bir cevap vermeden çıkmıştım doktorun odasından. Fakat kısa zamanda bir karar vermem gerekiyordu. İçimde doktorun tavsiyesinin aksine konuşan birisi vardı. Ve ben mevcut riskten bebeğimi korumak için kaynağını bilmediğim o sesi dinlemek istiyordum. Belki ilaç almaya devam ettikçe iyileşirdim. Nice insanlar şifa buluyordu. Hem bebek iyiydi, sağlıklıydı. O siyah beyaz ekrandaki görüntüsü bile içimi kıpır kıpır ediyordu. Ondan bu kadar erken ayrılmak istemiyordum. Bir ölüm varsa kaderde mevcut, yine sabrı Allah'tan isterdim. Ama hissediyorum, acıdan çok ağrılar saplanıyor kalbime. Korkuyorum nefesimi tüketen şu yorgunluktan. "Nehar." Yine duydum adımı çekingen fakat özlenmiş sesten. Dönüp heyecanla Eyüp demek de vardı. Fakat ben rüyalara alışmış birisi olarak gerçeğe güvenmeyen bir haldeydim şimdilerde. Ağır ağır çevirdim başımı yanıma oturan adama. Oturmak da değil esasında, bankın ucuna ilişti Eyüp. Solumda fazla yer yoktu ama hareketlenip kenara kaydım. Gönlümün yabancısıydı artık. Parmağında yüzük yoktu, ben de bir gece ansızın çıkartıvermiştim. Öfkelenmiştim yalnız başıma ağrıyla kıvranırken onu hatırlatan her şeye. Evimiz, eşyalarımız, paylaştıklarımız da yabancılarındı. Eş değildik bu saatten sonra. Adımı bile çekinerek söylüyordu, ben söyleyemiyordum. "Pencereden gördüm seni." Sanki yanıma gelmesi yasaktı, sanki bir sebebe ihtiyacı vardı da böyle yeni tanışmışız gibi konuşuyordu. Öyle ya makine başında fotokopi çeken o gence daha yakın hissetmiştim kendimi. "Hava da epey serin, üşümedin mi?" Gerektiği kadar üşüdüm Eyüp. "Nehar... Konuşmayacak mısın benimle?" Niye böyle sabırsızsın Eyüp? Konuşmayacağım tabi. Ne konuşmalıyız? Havalardan mı, senin bahçeye bakan odanda beni defalarca görüp hiç sesini çıkartmamış olmandan mı? Ah Eyüp, biz konuşmasak daha iyi! "Haklısın, ben... Tüm yapacaklarını hak ettiğim bir karar aldım." Ben sana ne yapayım be adam? Hâl mi bıraktın bende? Şimdi kalkıp yakana yapışmak, bunları bağıra bağıra söylemek var. Keşke hasta olmamış, kıyafetlerinin içinde kaybolmamış olsan da ben sarsıp seni, kızsam sana. Morarmış gözaltlarına bile bakamıyorum. Adil değil şimdiki halimiz. Şartlar eşit değil. Hem biliyor musun? Ben de hastayım Eyüp. İyileşmem için oğlumuzu riske atmam lazım. Sen henüz bunlardan habersizsin. Aldığın şu karar var ya Eyüp, çıkmaz sokaklarda bizi yalnız bıraktı. "Doktor beynimde hızlı ilerleyen ve tedavi edilmesi gereken bir tümör olduğunu söylediğinde..." Sormadan anlatmaya başlamasıyla rahatsızca yerimde kıpırdandım. Dört ay önce neredeydin Eyüp? Şimdi merak mı ediyorum sanıyorsun? Bilsem şuradan koşarak uzaklaşabilecek gücümün olduğunu, bir dakika daha durmam yanında. Gücümü alıyorsun benden. "Kötü bir hastalıktı Nehar. Yetilerimi kaybedebileceğimden, unutacağımdan, kaşık bile tutamayacak hale geleceğimden bahsettiler bana." Bir kâbusunu anlatıyordu sanki. Sesindeki tını teselli arıyordu. Ya da ben öyle hissediyordum. Hakikaten tanısaydım Eyüp'ü, bir hastalıkla yaşadığını anlamaz mıydım sahi? Yutkunamadım bir an. "Annem beni unuttuğunda..." Rüzgâr sertçe esti, Eyüp'ün sesi titredi. Dişlerimi sıktım, başımı hafiften sola çevirdim. "Gözlerindeki ifadeden çok korkmuştum Nehar. Sen de korkma istedim. Şu gencecik yaşında, hasta ve ölecek bir adamla uğraşma istedim." Ah benim gencecik yaşım. Koca bir ömre sığacak hasreti doldurmuş heybesine, yanında beklediği varken uzaklara bakıp duruyor. "Ne yaptıysam senin içindi Nehar." "Keşke..." Eyüp'e döndüm ve aylar sonra ilk sözüm bu oldu. Keşke demek iyi değil derlerdi. Biz hiç iyi değildik zaten. "Keşke beni bana bıraksaydın. Ben kendi kararlarımı alma özgürlüğüne sahip olsaydım." Gerçekleri, ortaya çıkartmaya çalıştığım bir haklılık ve öfkeyle söylüyordum. Fakat Eyüp, onunla konuşmamın verdiği şaşkınlıkla peçenin ardını görmeye çalışır gibi dikkatlice beni seyrediyordu. Biraz daha sinirlenmeden edemedim. Dinlemiyor muydu beni? "Ama madem yollarımızı ayırdın." İşte o an tedirginlikle kendine geldi. "İstediğini vereceğim sana. Kendi başıma iyi olacağım. Sen de dilediğin gibi yaşa." Buz gibi olmuş metalden destek alarak ayaklandım. "Ameliyattan sonra ayağa kalkabilsem gelecektim yanına." "Alay ediyorsun benimle değil mi?" O da ayağa kalkmış, olabildiğince dik durmaya çalışarak karşıma dikilmişti. Yine çenemi kaldırdım hafiften. "Neler yaşadığımdan haberin var mı senin? Sen... Sen yaptığın şeyin nelere mal olduğunun farkında mısın?" Şöyle açıklaması varmış gibi baktıkça yüzüme içimde bir ateş harlanıyordu. Ben mahremiyle sokağın ortasında kavga edecek biri değildim. Fakat Eyüp birkaç dakika fazla konuşabilelim diye kızacağım şeyler söylüyordu. "Bir baksana etrafına! Neredeyiz biz? Aylar sonra bir hastanenin bahçesinde konuşuyoruz. Bizi getirdiğin hale baksana!" Başlarını çevirip bize bakanlar yokmuş gibi yükselen sesimle Eyüp'ün başı eğildi. Bakılacak halde değildik zira. "Telafisi olmayan binlerce özrüm birikmiş sana." "Hiçbir önemi yok." "Benim için var. Bir yerlerden hatırlamaya başladığımda, ilk sen geldin gözümün önüne. O günden beri türlü konuşmalar sıraladım kafamda. Bir şekilde özrümü diledim senden." "Affettim mi bari?" dedim alayla. Anlamsız, mantıksız, faydasız konuşuyordu şu anda. "Çok kızdın tabi, yakama yapıştın. Epey bir süründürdün beni." Ensesini kaşıdı kısa bir süre. "Beni biraz tanımışsan, asla ama asla bu yaptığını affetmeyeceğimi bilir hayalini ona göre kurarsın. Ha tanımamışsan..." Ona doğru bir adım attım. Zaman kucaklaşma hayallerini önüne katıp götürdüğündendi bizim bu uzaklığımız. Yüzüğümüz yoktu ama helaldi bakışlarımız. "Beni her şeyden habersiz terk edişini unutmam, seninle de yolumu birleştirmem." Ben ki yemin etmekten korkardım, Eyüp'e kesin bir şekilde onu affetmeyeceğimi söyledim. "Seni biraz tanıdıysam..." Tanımadın Eyüp! Böldüm sözünü hırsla. "Hastalıkta da sağlıkta olduğu gibi yanında olacağımı, tutamadığın kaşığı senin yerine tutacağımı, beni unutsan bile çabalayıp sana her şeyi hatırlatacağımı, hatırlamasan bize yeni anılar biriktireceğimi, bir gün ölsen..." Bir gözlerim gözüküyordu, onlar da dolu dolu olmuştu. Yakınlardaki camiden yükselen ezan sesi aramızdan geçip giderken yaklaştığımdan daha fazla uzaklaştım Eyüp'ten. "Sen beni hiç tanımadın Bayazıt bey." Soyadıyla hitap edişim aramızdaki kocaman mesafeyi gösterirdi. Büyük kavgalarımız yoktu ama sitem edince adını almazdım dilime. Bilirdi. "İnsan nisyandan gelir. Belki unuttum ama yabancılıkla itham edilmeyi kabul etmiyorum. Hata ettim, unuttum fakat sana dair daha fazlasını hatırlamak için çabalayacağım Bayazıt hanım." Bu özgüvenli cümleleri söylerken gözleri dolmasa daha inandırıcı olurdu. Bazen öyle şeyleri unutuyorduk ki toptan değişiyordu hayatımız. Sahi, nisyandan geliyordum da niye Eyüp kadar kolay unutamıyordum? En başta onu unutsam rahat ederdim herhalde. Kıyamamak evresini de geçmiştim ben. Yanmamış gemim kalmamıştı üstelik. Niye hâlâ kokusunu hatırlıyordum? "Nehar benim adım. Bana öyle hitap etme." Gayet ciddi ve uyarıcı tondaydı sesim. "Senin yaptığın gibi yaptım. Ben pek becerikli değilim hayatta. Yanımdakilerden ne gördümse onu yaptım Bayazıt hanım. Annem hastayken çok dua ederdi. Acısı çok olurdu, ağlardı bazen. Arkasını dönerdi bana. Odadan çıkartırdı beni." Çocukluğundan korkardım Eyüp'ün. Hakiki yara izleriyle dolu kalbini açmıştı bana ve ben bir gün bu yaraların kanamasından çok korkardım. Eyüp hasta haliyle annesiydi şimdi. Özlediği, sıcaklığını aradığı, hakarete uğradıkça içine kapanan hasta kadındı. Kalbimiz mahremken, silerdim gözündeki yaşı. Şimdi onu kucaklayamadım. "Sonra babam..." İlk kez kullandı bu kelimeyi. "O bunca hastalığı görmek istemedi. Tahammülü yoktu bize. Üstelik beni çirkin bulurdu, sevmezdi. Gitti..." Eyüp gitmiş haliyle babasıydı şimdi. Ondan gördüğü tek şey olan gitmek fiilini işlemiş, aynı günahın havasını soluyunca babasını suçlamayı bırakmıştı. Ne çocuk Eyüp'ün ne de benim oğlumun suçu vardı. Babasız kaldılar fakat teselli edemedim. "Eyüp gibi sevmek istedim. Senin yerine karar verdim. Çekeceğin acıyı düşünüp bir an önce benden kurtul istedim. Beceremedim. Senin gibi seveyim Nehar. Merhametin de şefkatin de yerini bileyim. Adımlarını takip ederim usulca. Artık hiç üzmem seni." Yalvarma böyle Eyüp. Çektiğim acılara, aldığım kararlara haksızlık edeceğim. Asla diyen Nehar yüzüme tükürecek. Dengesiz kararların kurbanı olduğumda, bir anlık gafletimin bedelini ödeyeceğim. Yine de mutlu olmayacağım Eyüp. "Kendin gibi ol. Senden bir sevmek beklemiyorum. Nehar'a da benzeme. Kalbinde pek bir şey kalmadı onun." Artık çaresizlik yerleşti gözlerine. Solgun yüzü soğuktan kızarmıştı. "Artık gitmem gerekiyor. Sen de odana git. Soğuk oldu iyice." "Yine gelecek misin?" diye atıldı. Sana niyetle çıktığım yollarda tökezledim. Niyetimi çevirdim başka yöne, sen çıktın karşıma. Allak bullak oldum Eyüp. Nereye diye sorsan cevabım yok. Konuşuyorum seninle ama aklım başka kalbim başka, hele şu dilim bambaşka. Sana gelmeyeceğim desem, kalp bu kayıveriyor bir anda. Hastalığım için geleceğim desem, sen çıkacaksın karşıma. "Seni gördüğümde, bin kez daha özledim. Bırakma beni Nehar." Buruk bir tebessüm ettim Eyüp'ün hasta gözlerine. "Elimde değil artık" dedim. "Vakit bize epey geç oldu." *** Kucağımda tuttuğum yastığı sıktığımı fark etmeden dışarıyı seyrediyordum. Ağaç dallarını yalpalatan rüzgâr benden mi Eyüp'e gidiyor, ondan mı bana geliyor? Seyirlerime karıştı Eyüp'ün ıslak bakışları. Aynı şehirde farklı yerlerdeydik. Teğet geçen sevdalar durağında bekliyor da olabilirdik. Ne gülünçtü; tutulduğumuz sevda dillerimizi lâl etmişti. Ne Eyüp açıklamalarını ikna edici bulup uzun uzun anlatıyordu, ne ben zihnimin duvarlarını döven dalga misali soruları dillendiriyordum. Yiten anlamların, saatte bir sevda geçen durağında bir sonraki seferi bekliyorduk. Başımı geriye yaslayıp yetersiz bir soluk çektim. "Gördün mü babayı? Nasıl da hasta olmuş" diye mırıldandım. Aslında içime dolanları derin bir nefesle dışarıya attım. “Zayıflamış, güçsüz kalmış. İyi bakılması lazım aslında, bir ev ortamında ilgilenilmesi gerek onunla. Yemeğini de meyvesini de düzgün yemeli. Sanki odası da soğuk biraz…” Gözlerimi kapattım. Vedadan mahrum edilişime kızıyordum ama Eyüp’ün çok fazla eksiği vardı şu hayatta. Allah’tan başka kimsesi yoktu hatta. "Baba yalnız... Biz yalnızız. Ne olacak bu halimiz oğlum?" Cevapsız kaldı sorum. En azından kendimi bir başıma hissetmedim. Konuşup, söyledim aklımdakileri. Varlığını öğrendiğim günden beri sohbet ediyordum oğlumla. Gerçi önceleri kız sanıyordum ama ne zararı var? İleride tebessüm edeceğimiz bir anı olarak anlatılır. İleride… Gel bıçağın altına yat, önce seni kurtaralım diyorlardı. Sıkıntım bilinmezliklere giriftar olmaktı. Mercan elinde bir meyve tabağıyla içeriye girene kadar oturduğum yerden kıpırdanmadım. "Zahmet etmişsin" dedim teşekkürden önce. Meyve rahatsızlık veriyordu mideme. Getiren Mercan olduğu için bir şey demedim. En son aramızda yaşanan münakaşadan sonra tavırları değişmişti. Kötü konuşmuyor, hatta şaşırtıcı biçimde yardımcı olmaya çalışıyordu. Şu sıralar bir şey konuşmak ister gibi çevremde dolanıyordu ama birilerini dinlemek yerine odamda vakit geçirmeyi tercih ediyordum. "Oturabilir miyim şuraya?" İzin verince yatağımın kenarına oturup eteğini düzeltti. Onun bu hali yeni evlendiği zamanları anımsattı bana. Ailesi uzaktaydı, özlediğinde ya da bir şeye canı sıkıldığında gelir benimle dertleşirdi. Aynen böyle karşıma oturur, biraz etrafa bakınırdı. "Nasılsın Nehar?" "Çok şükür. Sen?" Dudaklarını birbirine bastırıp başını salladı. "Seninle konuşursam iyi olurum belki. Nehar, utanıyorum ben senden." Utandığı belliydi tavrından ama birden konuya girmesiyle şaşkınlığımı gizleyemedim. "Ben dolduruşa gelip kötülük ettim sana. Saçma sapan davrandım, kalbini kırdım. Acın vardı, acımasızlık ettim. Kendi bunalımlarımı sana aksettirdim." Söylediklerinde tek bir yanlış kelime yoktu. Fakat merak ediyordum. "Neden? Aynı evin insanıydık Mercan, ne değişti birden?" "Aynı evdeydik fakat bir zaman sonra bu kalabalık, özel alanımın olmaması, yengemin durmadan müdahale etmesi... Ne bileyim saysam bitmeyecek gibi. Ne yapsam olmuyordu sanki. Sonra sen geldin. Sebep değildin ama Hamit'in yüzünü daha az görüşümü sana bağladım. Daha doğrusu dolduruşa geldim." Ben kalabalığın Mercan üzerindeki etkisini, yengemin durmadan konuşmasını çok iyi anlardım. Abimi daha çok görmek istemesi hakkıydı, evlilerdi şahsi aktiviteleri azdı. Yine de tüm hıncını çıkarttığı kişi ben olmamalıydım. Kimse olmamalıydı. "Nehar, annem benden yüz çevirdiğinde anladım hatamı. Sen derdinle boğuşurken sana dert çıkarttığımda pişman oldum. Yengem sanki burada kalmaya hakkın yokmuş gibi konuştuğunda durdum. Bir rahatsızlığın var, iki çocuğum oldu korkunu çok iyi anladım. Oysa ben çocuk gibi kıskançlık ettim. Kısa süreli bir düzenim olmuştu ve yıkılacak sandım." Ellerini sıkarak konuşurken gözünden bir iki damla yaş aktı. "Sanrılarındaki gibi kuvvetli değilim" dedim. “Yıkamam kurulmuş düzenleri.” Kucağımda gelişigüzel tuttuğum yastıktan bile hissizdim. "Kimsenin yerinde, rızkında gözüm yok Mercan. Geri adım atmana sebep olan hastalığım, ortaya çıkmış kayıp eşim ve cinsiyetini henüz öğrendiğim bebeğimle kafam meşgul. Sana dert yanmıyorum ama artık kimseyle mücadele etmeyeceğimi de bilmeni isterim. Abim tertemiz biri, içindekilerle onu üzme bana yeter." "Hakkını helal etsen bana, tövbem ah almamış bir kalbin diliyle edilse. Abinden, annenden, senden... Ailemden özür diliyorum Nehar. Başkaları sadece huzursuzluktan zevk alıyor." Dolduruşa gelmekten, hislerimizin kullanılmasından Allah'a sığındım. Ne de kaygan şu insan kalbi, fısıltıların peşinden hatalara sürükleniyor. “Ben hepinize hakkımı helal etmiştim Mercan. Sizden de helallik istedim.” *** “Aynı kentin içinde, farklı sokak lambalarının ışığında kitaplarımızı okuyoruz Eyüp. Sesli okusam da duyamıyorsun.” |
0% |