@yesilkutuphane61
|
Hazırladığı ıhlamuru karıştırarak odaya giren annem, abimden durumu öğrendiğinden beri koşturuyordu. Allah'tan bu halime fazla şahit olmamıştı. Bebeğim olacağını öğrendiğimden beri bu haldeydim. Aksi halde anneanne olacağını anlardı hemen. Yanıma oturup üstünden buhar çıkan bardağı uzattı. Yüzümün her zerresini dikkatlice izliyordu. Gerildiğimi hissettim. Üşüttüğüme inandığını düşünüyordum oysa. Yutkunup bardağı aldım. Ihlamurun hafif şekerli kokusu, iyi sinyaller vermiyordu mideme. "Biraz sıcak, masaya koyayım. Soğuyunca içerim." "Sıcak içilir o Nehar. Kaçmak için yapıyorsun, bilmiyor muyum ben seni?" İnsanın yanında annesi olunca kaçamıyordu ki. Birkaç saniyeliğine nefesimi tutup küçük bir yudum içtim. Ama annem bardaktaki ıhlamur bitene kadar gitmeyecekti. "İç bitir de konuşalım seninle biraz." Artık gerçekten kaçışım yoktu. Bu halimin nedenini de anlamış mıydı acaba? Birkaç yudum daha alıp, bardağı yanımdaki masanın üzerine bıraktım. Yorulmuş bir mideye hiçbir şey iyi gelmiyordu. "Teşekkür ederim." Sessizliği küçük bir teşekkürle böldüm. Annem başını ağır ağır sallarken, düşünceliydi hâlâ. "Sen evden giderken... Ne dedim ben sana? Ne olursa olsun biz senin anne babanız, destekçin ve yardımcın oluruz demedim mi?" Bakışlarımı ondan çekip onayladım. "Bir sıkıntın olsa gel anlat da dedim. Bu ev hâlâ senin evin, istediğin zaman gel kal da dedim." Kocaman yüreklerinin anahtarıyla uğurlamışlardı beni. İnkâr edemezdim. Ama ilk başta razı olmadıkları bir karar vererek de kendi hayatımın sorumluluğunu üstlenmiştim. Dedikleri kadar kolay değildi bu kapıyı dilediğimde çalabilmek. Ben babamın değişen bakışlarını nerede görsem tanırdım. "Niye bu kadar geç geldin Nehar'ım?" "Eyüp'ü aradım anne." Çaresiz bir çocuk gibi çıktı sesim. Tek bir bildiğim vardı, tek bir cevabım. Ne sorsalar aynısını söylerdim, insanlar benden sıkılır mıydı bilmem ama ben tek doğrumu dillendirirdim yine. Öylesine başıma attığım tülbentten süzülen saçlarımı geriye atıp yanağımı okşadı. Şefkatliydi, aynı zamanda ketum. Ben ifadeleri sürekli değişen annemin özelliklerini, bu iki kelimeye sığdırabilirdim ancak. Pembe iki belirgin çizgi halindeki dudakları tebessüm ettiğinde insanın içini ısıtırdı. Bal rengi gözlerinin üstüne düşen biçimli kaşları çatıldığında da kendimize çeki düzen verirdik. Bahar daha çok benzerdi annemin gençliğine. Ben andırırdım, yine de bu kız Enise hanımın kızı derdi görenler. Bal tonuna yakın kahverengi gözlerimin ince badem şekliydi buna sebep. Açık alnım, üstteki alttakinden biraz daha ince dudaklarım, iki parmağının arasına kıstırıp sevdiği burnum babamınki gibiydi. Abim de ona benziyordu. Dünyanın en güzelleri ya da en çirkinleri olsak da bizi aynı derecede seveceklerinden emin olduğumuz anne babaların eline emanettik. Öyle olmasa, yanan şu canımla annemin ellerinde teselli arar mıydım? Kocaman bir nefes aldı ikimizin yerine. "Onu ararken kendini kaybettin ama. Hiç baktın mı aynaya? Benim gülen gözleriyle veda ettiğim kızım değilsin sen." Doğru ya, veda etmiştik o kıza. Annem bir bayram sonrası, ben bir kayıp akşamında veda etmiştim. Niye gülüyordu gözlerim? Eyüp var diye sevinçliydi kalbim. Niye kayıptım? Eyüp yoktu ortalıkta. "Artık benim yanımdasın Nehar. Kendine bakacaksın, bakmazsan ben bakacağım sana." "Anne..." "Söz dinle. Zor şeyler yaşıyorsun biliyorum, hiç kolay değil hem de hiç ama toparlanman lazım artık. Ben, baban destek olacağız sana. Önce sen iyi ol, tamam mı? Düzelecek her şey Allah'ın izniyle. Ayakta görmek istiyorum seni. O güzel gözlerine hayat gelsin yeniden. Haydi, bitir ıhlamurunu." Yanımda olduklarını bilmek güzeldi. Ama beni tamamen anlamıyorlardı. Bu yokluğun içimde bir ur misali büyüyeceğini idrak edemiyorlardı. Bunca cevapsız soru varken zihnimde, uyuyamıyordum bile. Nasıl ayağa dikilecektim? Ve annem bebeği anlamamıştı. Bir şey sezmiş olsaydı sorardı, tepki verirdi. Bu konuşmayı, torun haberini kendim vereyim diye yapmış olma ihtimali de vardı tabi. "Uyusam olur mu?" Zihnim yorgundu, karanlıkta uğrayan hayalleri seyretmek istiyordum. Midem de kötüydü zaten. Uzattım ıhlamuru. Derin bir nefes verip bardağı eline aldı. "Ah be yavrum, ne anlatıyorum ben sana? Ama anladım ben seni. Kocaman olduğuna bakmadan naz yapıyorsun anneye. Ben içireyim ister misin?" Bana bebekmişim gibi davranan kendisi değildi sanki. Güldüm bu haline. Birkaç defa daha nefesimi tutmam gerekecekti. Kaçış yoktu anlaşılan. *** Yerleştirmeye fırsat bulamadığım küçük valizimin içinde kıyafetlerim karman çorman olmuştu. Hepsini halının üstüne koyup tekrar katlamaya başladım. Misafir geldiğinde ve hava soğuk olduğunda, erkekler holde kadınlar da bu odada otururdu. Benim odam Melisa için hazırlandığından, geceleri burada yatıyordum. Çocukluğumun, gençliğimin taze hatıralarının olduğu odamın habersizce, benden koparılışına içerlemiştim. Ama kimseye tek söz söylemedim bunun hakkında. Yokluğumda boş kalacak değildi ya. Elbet biri kullanacaktı. Ben de Eyüp'ü bulduğumda evime gidecektim. Sonra onunla birlikte ziyarete gelecektik buraya. Birkaç gecelik bir oda hazırlasalar bize yeterdi. Gönüller bir olunca uyku da rahat uyunuyordu. "Hala" açıldığını fark etmediğim kapıdan iki yeğenim girince gülümsedim. "Gelin bakalım, küçüklerim benim." Zıplaya zıplaya yanıma gelip oturdular. Küçük kalpleri neyi yapmak istiyorsa ona yapıyordular. Büyükler önlerine yemek koyuyordu yiyordular. Gözlerinde hep merak vardı. Hareketleri heyecanlıydı. Bu çocuklar âlemi garip ama çok sevimliydi. "Gidiyor musun hala?" Üzgünce valize baktı ikisi de. "Kıyafetlerim dağılmış da, onları toparladım." "Annem dedi ki gidecekmişsin." Mercan'ın arkamdan bir şeyler söylemesine şaşırmamıştım ama bunu çocukların yanında yapması iyi değildi. "Doğru söylemiş annen. Biraz daha kalıp, evime gideceğim." Kafaları karışsın istemiyordum. Kerim göz ucuyla kenara çektiğim valize bakıyordu sohbetimiz esnasında. Her gelişimde küçük de olsa hoşuna gidecek bir şey getirirdim. Bu sefer evden kendimi nasıl dışarıya attığımı bilmiyordum bile. Çocuklar için elim boş gelmiştim. "E söyleyin bakalım. Var mı almak istediğiniz bir oyuncak?" Sanki bunu sormamı bekliyorlarmış gibi hevesle konuşmaya başladılar. Kendilerince bir şeyler anlatıyorlardı ama bahsettikleri şeyleri bilmiyordum. Bir sürü çizgi film karakteri ve onlara ait oyuncaklar vardı. Yeğenlerim kendimi yaşlı hissetmeme neden olduğunda ikisini de durdurdum. "Annenizden izin alın da çarşıya gidelim. Kendiniz seçin oyuncaklarınızı." Sevinçle yerlerinden kalkıp annelerinin yanına koştular. Heyecanlarına gülerken ben de yerimden kalktım. Oturmaktan ayağım uyuşmuştu. Üstüne basmamaya çalışarak topalladım. Babaannem görse aksak yürüdüğümü, ben sizin yaşınızdayken diye kıyaslamaya başlardı. Neslim erken yaşlanıyordu. Hole çıktığımda Mercan'ın sesini duydum. Net bir dille çocukların ısrarını reddediyordu. Odanın kapısına gidip içeriye girmeden annelerinin peşinde koşturan çocuklara baktım. "Yarım saat çarşıya götürmek istiyorum çocukları, müsaade edersen." Beni fark edince katladığı çamaşırları bir kenara koyup yanıma geldi. Çocukla anne arasına girmenin iyi bir fikir olmadığını biliyordum. Yine de küçük bir çarşı gezisine izin verebilirdi Mercan. Kerim doğduğundan beri, sayısız kez bana emanet edilmişti. Bayramda da Eyüp’le dondurma yemeye götürmüştük. Yine ilgilenebilirdim onunla, endişeye gerek yoktu. "İhtiyaç olursa abinle ben dışarıya çıkartırız çocukları." "Biraz vakit geçirmek istiyorum onlarla. Gönülleri hoş olsun maksadım. Yarım saat için hevesleri kırılmasın." Soğuk ve minnetsiz tavrına karşı yine de sakinliğimi korumaya çalıştığımda üstüme doğru bir adım attı. "Çocuğun her hevesini gözetirsen önünü alamazsın. Büyüdükçe hevesleri de büyür. Sonra istekleri için ısrar eder. Ardından yanlış kararının bedelini ödeyip annesinin dizinin dibinde ağlar." Küçücük bir çarşı ziyareti üstünden, benim hakkımda gelişigüzel ithamlar yapması ne katlanılacak şeydi, ne de Mercan'ın haddineydi. Ne ben şımarık bir çocuktum, ne Eyüp ortadan kayboldu diye alınan yanlış karardı. Yaşım kaç olursa olsun, annemin dizinin dibinde ağlamaktan da utanmayacaktım. "Sözlerine dikkat et Mercan!" Sinirim gibi sesime de hâkim olamayışım çocukları korkutmuştu. Kaldırıp da burnuna doğrulttuğum başparmağımı indirdim. Evimize aldığımız insanların, zayıf anımızda bizi ezmek için büyük bir çaba sarf ediyor olmaları ne acayipti, ne iğrençti! Bir anlık sessizliğin ardından merdiven başından bizi izleyen yengeme takıldı gözüm. Orada durmaya devam edip laf taşıyacağını bilmesem konuşmaya devam ederdim. Mercan'la büyük bir kavgamız olmamıştı hiç. Çünkü hayatımın sınırlarına aşağılayıcı sözlerle girmeye çalışmamıştı daha önce. Bir yanımda yengem, diğer yanımda ikinci Ayfer olma yolunda ilerleyen Mercan varken tartışmayı uzatmayacaktım. Hayal kırıklığıyla odaya geçip kapıyı kapattım. Babam arkamdayken, kalbimi kırmak konusunda bu kadar cesur değildi kimse. Eyüp olsaydı, bu sözlerin muhatabı olmazdım. Şimdi ikisi de yoktu. Ben yüreğinde yetimlik taşıyan bir anne olacaktım muhakkak. *** Tüm dükkânların yan yana sıralandığı büyükçe sokağı baştan sona bir kez yürüdükten sonra, vitrinlerde aynı türden oyuncakları gördüğümde çocuklara alabileceğim hediyeler kafamda netleşmişti. Sokağın ortasında, sürekli alışveriş yaptığımız dükkâna girdim. Ayların geçip gitmesinin önemi yoktu, bu şehrin her karışı avucumun içindeydi. İçerde benden başka üç dört kişi daha vardı. Dükkân sahibi onlarla ilgilenirken ben de rahatça raflara bakınıp yeğenlerime oyuncak seçtim. İki elimde birer poşet çarşıdan çıkıp, dizlerimde derman bırakmayan yokuşu tırmandım. Sonrası eve kadar düzlüktü. Hayatım gibiydi yollarım. Ve ben yine de nefesimi kesen yokuşları çıkmaya çalışıyordum. Eve vardığımda bahçede dedemle babaannem oturuyordu. Hâlâ varlığıma alışamamış gibiydiler. Kapıdan her girişimde ufak bir şaşkınlık dalgası oluşturuyordu yüzlerinde, anlayabiliyordum. "Neredeydin Nehar?" Babaannem öne doğru eğilip elimdeki büyükçe kutulara bakındı. Hafifçe havaya kaldırdım alt dudağımı büzüp. "Çocuklar için bir şeyler işte..." Kısa bir açıklamadan sonra üstümü değiştirmek istediğimi söyleyip içeriye geçtim. Bahaneydi ama yalan değildi, rüzgârlı havada bile terlemeyi başarmıştım. Etrafta kimseler yoktu. Henüz hava kararmamıştı, çocuklar uyumuş olamazlardı. Yine de evin boş olmasından yararlanıp odama girdim ve biraz soluklandım. Dilim damağım kurumuştu. Neden ilk önce mutfağa uğramamıştım ki? *** Koridorda ayak sesleri duyduğumda ev halime bürünmüştüm çoktan. Bizim küçük canavarlar da ortaya çıkmıştı. Kapıyı açıp baktığımda Melisa'yı gördüm. Amaçsızca bir duvardan diğerine koşturuyordu. Kendince bir oyundu belki de. Yavaş adımlarla odadan çıkıp beni fark etmesini bekledim. Duvarın dibinde tekrar koşmaya niyetlendiğinde yan bakışlarını yakaladım ama bir tepki vermeden tekrar koşturmaya başladı. "Melisa" dedim yumuşak bir sesle. Beni duyduğunu duraksamasından anladım. Sonra hiçbir şey olmamış gibi devam etti. "Melisa, bakar mısın canım?" Durmayışını aramızda kuvvetli bir bağ olmamasına verebilirdim, oyununu bölmek istemiyor olabilirdi. Ya da sabah annesiyle yaptığımız münakaşadan etkilenmişti ki bu olmasını istemeyeceğim bir seçenekti. Yavaşça eğilip boy hizasına geldim. Hızına yetişemezdim ama onu yakalayabilirdim. Bu da bizim küçük oyunumuz olurdu. Bir kez daha önümden geçecekken acıtmamaya gayret ederek zayıf kollarından tuttum ve gülerek kucağıma aldım yeğenimi. "Gel bakalım buraya seni atom karınca." "Bırak beni!" O benim aksime gülmüyordu ve çatık kaşları öfkesini bariz belli ediyordu. Beklemediğim bir anda sertçe omuzlarımdan ittirdiğinde dengemi kaybettim. Arkamdaki duvara sertçe toslamaktan son anda kurtuldum. Kucağımdaki ağırlığı kaybolurken şaşkınca baktım karşıma dikilen küçüğe. "İstemiyorum seni!" Ellerimle halıdan destek alıp dengemi sağlasam da hâlâ boyu hizasındaydım. "Anneme bağırdın sen! Git buradan, istemiyorum seni!" Duyduklarım beynime küçük tokmaklar vuruyormuş gibi hissettirirken, elim istemsiz karnıma gitti. Birkaç saniyeliğine unuttuğum nefesimi titrekçe alıp, tamamen iyi olduğumuzdan emin oldum. "Melisa sen..." Yanlış anladın deyip doğrusunu mu anlatacaktım kendisi küçük, öfkesi büyük çocuğa. Suçsuzluğumu ispatlayamayacağım biriydi karşımdaki. Sadece gördüğü yer ederdi aklında. Ve gördüğü kadarıyla öfkesine hâkim olamayan bendim. Sözlerin tesirsiz kaldığı noktadaydık. Sesler yüzünden odaların kapıları açılmıştı. Mercan başını çıkarttı önce. Kızı bağırıyordu, koşa koşa gelseydi ya! İkimize de bakıp öylece durdu. Yüzündeki memnuniyet ifadesini bir ben görebiliyordum. "Ne oluyor yavrum? Ne bu ses?" Annem yanımıza gelip dizlerini tutarak eğildi. Bu ses değişen dengelerin sesi anne, ilk taşı ben oynattım. "Nehar sen iyi misin? Bembeyaz olmuş yüzün. Yerde ne işin var kızım, kalksana." Elini yüzüme uzatmıştı ki geriye çekilip duvara tutunarak ayağa kalktım. İyi değilim, hakikaten kanım çekilmiş gibi hissediyorum. "Nehar!" Annem korkuyla bakıyordu bana. Mercan'ın gözü üstümdeydi, girmek istemediğim bir düellonun zaferini taşıyordu yüzünde. Kerim elleri arkada, başı önde halıyı seyrediyordu. Sırtımı yasladığım duvardan yana kayarak kendimi odaya attım. Gözümden akan yaşı sertçe sildim. Biri bu halimi görse, küçücük çocuktan mı alınmış diye kınardı beni. Oysa bu sözler benim kâbuslarımın baş karakterleriydi. Çoğu zaman babamdan duyardım, kararırdı duvarlar. Bahçeden çıkardım ve hiç bilmediğim sokaklara açılırdı yolum. Kan ter içinde uyandığımda yanımda beni sakinleştiren bir Eyüp olurdu. Su verirdi bana, kana kana içerdim. Hissediyordum ki bir kez daha aynı kâbusu görsem, bunu söyleyen babam olmayacaktı. Uyandığımda kırgınlıkla çırpınan kalbimi teselli edecek de, kuruyan boğazımı ıslatacak suyu verecek de, yanımda olmayacaktı. Kapıyı kilitleyip arkadakileri umursamadan kendimi koltuğa bıraktım. Pembesi huzur kaçıran anlara bulanmış oyuncak kutusu tam karşımdaydı, ellerimle yüzümü kapattım. İçimde bir keder... İçimde bir öfke... Ama muhatap bulamıyorum karşımda. Bir kâbusun içindeyim Eyüp, dilim damağım kurumuş halde. *** "Geçti Nehar." "Geçti, sadece kötü bir rüyaydı." "Bu böyle olmayacak, yarın bilet alacağım." "Beni tek mi göndereceksin?" "Aileni gör ve geri gel diye." "Anladım ben seni, uykuların bölünüyor diye yolluyorsun beni." "Ben öyle biri miyim Nehar?" "Peki ben gidecek biri miyim Eyüp?" "İkisine de hayır." "İyi tamam, yat öyleyse." "İyi niyetimden söylemiştim." "Biliyorum." |
0% |