Yeni Üyelik
24.
Bölüm

VİSALE GÜCÜMÜZ KALMAMIŞ

@yesilkutuphane61

Yaklaşık on beş dakikadır seyrediyordum bahçeyi. Küçük plastik topun peşinden koşturan Eyüp ve Kerim, kıpkırmızı olsa da yüzleri durmaya niyetli gözükmüyorlardı. Yorgunlukları oyunun keyfini bölemiyordu. Gayr-ı ihtiyari onların yerine de nefes alma ihtiyacı hissediyordum. O yok diye Cuma vakitlerini hüzünle geçirdiğim adam, bahçede yeğenimle oynuyordu.

Belki de büyükler bu yüzden garip dünya diyorlardı. Bir günü diğerini tutmayan, akşamdan sabaha bambaşka günler yaşanan bir yerdi burası. İnsan koşturmayı bırakıp bir an etrafına baksa, savrulmak yerine sağlam bir kaleye sığınmak isterdi ki korunsun fırtınalardan. Fakat insan bu, güçsüzlüğünü anlayana kadar, kibirle başı dik geziyor. Boran kış görmemiş bir kalbin cahilliğini temsil ediyor.

Kerim tökezledi, sıçradım olduğum yerde müdahale edebilecekmişim gibi. Ben uzaktım fakat Eyüp yetişti. Önce kolundan, sonra karnından tutup düşmesini engelledi. Anlık bir endişe dalgası geçti yüzlerinden, sonra güldüler. "Oh" dedim rahatlayarak. Oyunlarda düşmek de vardı, yaralanmak da. Fakat kendimi öyle kaptırmıştım ki, Kerim'in yerine tökezleyen bendim sanki.

Alt dudağımı ısırmış, tülü sıkmış vaziyette dinlenmek için eve yönelişlerini seyrettim. İsabetli bir karardı kazasız belasız oyunu bitirmeleri. Kerim de terlemişti epey. Hasta olmadan kıyafetlerini değiştirse iyi olacaktı. Eyüp de aynı şekilde. Sanki ameliyat olan o değil de bendim. Çok dikkatli olması gerekiyordu. Küçük bir çocuk gibi topun peşinden koşturması yanlıştı aslında. Başını kaldırıp benimle göz göze gelinceye dek sitem ettim ona.

Birkaç an önceden kalmış taze gülümsemesi daha da yayıldı yüzüne. Bahçedeki boşluk doldu, karanlık ormanlar anılarımı iade etti. Eyüp kaldırıp elini, salladı yavaşça. Bense yakalanmanın verdiği utançla anlık şaşkınlığıma yenilip kıpırdayamadım. Önce tersleyip, sonra pencerelerden seyrediyordum. Gülüşü de ondandı, biliyordum. Gerçi bu ilk değildi, az mıydı benim pencere pervazlarına başımı yasladığım?

Önce ağaçlara, sonra semaya baktım. Gözüm yine Eyüp'e kayınca kaşlarımı çatıp geriye çekildim. Tülü iyice çektim. "Ah Nehar" dedim "ah! Ne bakıyorsun öyle uzun uzun acaba? Neye bakıyorsun!" Eyüp'ün evde olması bu yüzden tehlikeliydi işte. Baktığım yerde olacaktı, fark etmeden türlü bahanelerle seyrine dalacaktım. Kimi zaman ibret diyecektim, kimi zaman imtihan fakat fazlasıyla ve kabulü zor bir özlemle dolacaktı gözlerim.

***                                                                                                

Dedem Eyüp’ü almış yanına, fotoğraf albümlerine bakıyordu. İkisi de aşağıda yalnız başınaydı. Belki sıkılıyordular, belki dinleniyordular. Annem meyve doğramıştı, elma portakal… Vitamin olsun diye. Götürmek de bana düşmüştü. Aslında elimi bir şeye sürmeme izin vermediklerinden, ufak tefek işlere ben talip oluyordum. Varılacak yerde bir Eyüp olunca, teklifim itirazsız kabul edildi bu sefer.

“Nehar, tertemiz kalbin var kızım. Gel otur, seni anlatıyordum ben de.” Kalbimi bilemiyorum ama dedemin tatlı söylemi hatırına oturdum yanına. Bir yanında ben, bir yanında Eyüp vardı. Ufacık, saçları küt kesilmiş, haylazca gülümsemiş bir kıza bakıyorduk. “Sen hatırlamazsın, burada köydeydik. Elindeki oyuncağı çarşıdan almıştım sana. Çok sevmiştin.” Çocukluğum, sevdiklerim. Ah, ben ne çabuk büyümüşüm! Parmaklarım gezindi fotoğrafın üzerinde. Neşemi özledim.

“Bak burada da abinlesin. Aynı renk kazak giymişsiniz.”

“Çok tatlıymışsınız” dedi Eyüp eğilip bana bakarken. Başımı salladım hafifçe. Gözüm albümdeydi. Dedem yaşlı parmaklarıyla çevirdi sayfayı. Babaannemin de olduğu bir karede kaldı yüreği. Küçüğüz, taze heyecanlarımız, minicik ellerimiz var. Şimdi yaşlılıktan yakınanlar genç, dinç gülüşler yerleşmiş yüzlerine. Kıyafetleri bambaşka, çok da yakışmış. Hele annemle babam, bakan bir daha bakarmış.

“Büyümüşüz” diye mırıldandım. “Çok zaman geçmiş biz fark etmeden.”

“Öyle… Allah ömür verdi, torunlarımın çocuklarını görecek zamanım oldu. Hanımın nasibi de bu kadarmış.” Sesi titredi dedemin, gözleri doldu. Masaya bıraktı albümü. “Size afiyet olsun” dedi meyveleri gösterip. “Ben biraz gezineceğim. Camiye giderim belki.” Kalktı yerinden, ceketini giyip gitti. Sessizce izledik onu, afiyet olmazdı artık.

“İnsan sevince, yaş kaç olursa olsun…” Duraksadı Eyüp. Aramızdaki boşluğu doldurmak için yanıma kaydı. “Sevdiğinin yokluğu daima hüzün katıyor anılarına. İnsan istiyor ki biraz daha vakti olsun, şöyle yan yana oturma fırsatı bulsun, gözlerine bakabilsin…”

“Babaannemin dünyadaki zamanı dolmuştu Eyüp. Gitmesi gerekmişti. Dedem onu tatlı anılarıyla, özlemin hüznüyle hatırlıyor hep. Son anına kadar el eleydiler. Helalleşebildiler birbirleriyle. Mahrum kalmadılar hiç sevmekten.” Dizlerinin üstünde duran ellerine bakıp derin bir nefes aldım. “Ya habersiz bir veda olsaydı? Helalleşemeselerdi birbirleriyle. İnsanda hiç dolmayacak boşluklar açmaz mıydı bu ayrılık?”

“Peki, yeniden yan yana oturabilenler için güzel bir nasip değil midir bu kavuşma?” Neden bilmem, belki kavuşmak kelimesini Eyüp’ten duydum diye, güldüm gözlerine. Kısacık an ellerime uzanışına direnmeyecektim. Çekilmeyecektim geriye. Fakat babaannem çağırıldı, müsaade edilseydi dedemin yanında kalırdı. Eyüp gitti, vakti varken kapıları kapattı. Aramızdaki umut kırıntılarını süpürür gibi kalktım yerimden. Öfkemi teskin edişim bir af değildi.

“Meyvelerden ye Eyüp. Annem sıkı sıkı tembihledi, bitirecekmişsin. İlaç saatin yaklaşıyor, unutma. Tedavini aksatma.”

“Bunları da mı annen söyledi?” Annemin arkasına sığınıp düşünüyorum seni. Laf alamayacaksın ağzımdan. “Nehar, yine de seviyorsun beni değil mi?” Afalladım sorusu karşısında. Salonun ortasında durdum. Cevabım yeni kapılar açardı veya yolun sonundaki ışıkları söndürürdü. Oysa bizim tedavi olmamız, dinlenmemiz, dinlememiz lazımdı. Konuşmak için erkendi. Hele benim mahrem sırlarıyla sakladığım, ne bulduysam içine atıp karman çorman ettiğim kalbimden bu gün bahis açmak hiç akıllıca değildi. Dönüp bakmadan geriye, çıktım evden.

***

Abim yine kesip biçiyordu. Eyüp'ün varlığıydı onu bu denli işine veren. Marangozların kullandığı gözlüğü ve kulaklığı düşünceli olduğunda takardı genelde. Yüzündeki gergin ifade, büyük konuşmalardan kendini sakındığına işaretti. Ya karşısına çıkıp silkeleyecekti Eyüp'ü, kovacaktı. Ya da aklı dağılsın da olaylardan uzak kalsın diye oyalanacaktı. Şimdilik ikincisini yapıyordu.

Küçük tamirhanenin sarı ışığı yanarken, testerenin dışarıya yaydığı gürültü içimizdeki tüm sesleri bastırdığından kimse bu durumdan şikâyet etmiyordu. Elim çenemde, dirseğimi bahçe masasına yaslamış oturuyordum. Küçük talaş parçalarının sağa sola savruluşunu izliyordum. Biz yontulurken küçük parçalar çıkıp gidiyordu hayatımızdan. Nihayetinde fayda buluyorduk.

Öyle dalmıştım ki, masa sarsıldığında fark ettim Eyüp'ün geldiğini. Bir zamanlar yerde gökte bulamadığım adam, her an karşıma çıkmaya hazırdı artık. Aynı binada, aynı bahçede yaşıyorduk. Bir de istemek vardı ki o bütün uzakları yakın ederdi. İsteyince buluşurdu insanlar. "Nasılsın?" Burada oturup seninle hal hatır muhabbeti yapmayacağım Eyüp. İstemediğin zamanlar geldi aklıma, öfkelendim.

"Abim orada." Arkası bize dönük abimi bahane ettim kalkması için.

"Olsun" dedi Eyüp de "evliyiz biz."

"Şimdi mi geldi aklına acaba?" deyiverdim kendimi tutamayarak. Komik değildi ama gülmüştü verdiğim tepkiye. "Niye gülüyorsun? Komik bir şey mi söylüyorum ben?" Ateşi barutu bilemem ama Eyüp'le yan yana geldiğimizde harekete geçiyordu sinirlerim.

"Komik olduğundan gülmedim ki Nehar. Kızarmış ya yanakların, çok tatlı olmuşsun." O kadar yemeğin gideceği bir yer vardı değil mi Nehar? Canım istiyor bahanesiyle mideye çalışırsan, bu duruma düşersin işte. Ama Eyüp, sen de hiç utanmıyorsun! "Sinirlendin mi sen?" Evet, anlıyorum dalga geçiyorsun. Vakit ilerlerse ve ben kilo almaya devam edersem, diline düşeceğim. Senin yanında da peçe takacağım o zaman. Mahrum edeceğim seni yüzümü görmekten.

"Ne yapmalıyım Eyüp? Sen her şey normalmiş gibi davranırken, evde herkes gergin sinirliyken, biz burada oturmuş konuşuyorken ne yapmalıyım?"

"Senden bir şey yapmanı isteyemem. Hiçbir şeyin normal olmadığının da farkındayım, öyle olsa biz burada değil evimizde oturuyor olurduk. Fakat birkaç dakika da olsa nefes almak istiyorum böyle."

"Bizim isteklerimiz bizi bu hale getirmedi mi zaten?"

"Yeniden düzelmesini isteyelim şimdi de."

"Eyüp" dedim derin bir nefes alıp. Testerenin sesi kesildi, bağırmak zorunda kalmadım. "Eyyub (as.) zarar bana dokundu demişti rabbine. Bize de zarar dokunmuş Eyüp. Esas zarar, biz sabrımızı küçük şeylere harcarken dokunmuş. Visale gücümüz kalmamış."

"Dua edelim öyleyse. Peygambere yeni bir yaşam bağışlayan Allah bize de güç verir." Umutlu gözlerindeki yaşlar aktı akacaktı. Sesinde dua tınısı vardı.

"Yaralar lisana ilişti Eyüp, bu duaya dönmez artık dilim." Biraz kırgın ama fazlasıyla hak etmiş bakışları yüzümde gezindi uzun uzun. Yanlış bir şey söyleyenin dilini ısırdığı gibi huzursuzdu yüzü. O yeniden doğmuş gibi hissediyordu belki, fakat ben mücadele etmek istemiyordum artık. Boğulmamak için çabalayıp dibe batanlardandım ben, niyetli değildim aynı hatalara.

"Çifte kumrular!" Yengemin neredeyse bağırarak konuşmasıyla çevirdik gözlerimizi başka tarafa. Hitabın üstümüzde eğreti durduğu kadar hızlı geldi yanımıza. Müsaade istemeden oturdu karşımıza. Geç bile kalmıştı esasında, yaşlanıyordu belki de. "Ne konuşuyordunuz bakayım?" Dinle yenge, hemen anlatıyorum… Baygın bir bakış attım masanın üstündeki desenleri parmağımla takip ederken.

"Havalar..." dedi Eyüp karşısındaki kadını pek tanımadığından kabalık etmek istemedi. "Şu sıralar güzel."

"Ne güzeli? Kışın ortasındayız. Ha anladım siz kendinizden bahsediyorsunuz." Dilini ağzının içinde şaklatıp ki konuyu istediği yöne çekeceği zaman bunu çok yapardı, kollarını esnetti. "Zaten yüzlerinizden belli oluyor. Bak karının yüzüne renk gelmiş, sen yokken ayılıp bayılıyordu." Ne Eyüp güldü ne ben. Bayıldığım da yoktu üstelik. "İşe bak, bunca zaman yanımızdaymışsın da haberimiz yokmuş senden. Ama kendi rızanla gittiğini biliyordum. Anlamıştım İsmet abimin bir şeyler sakladığını. Böyle söyleyince Nehar hanım çemkiriyordu bize. Yok Eyüp gitmez, yok o beni bırakmaz. Al yüzü burada, demedin mi Nehar?" Dedim, öyle bir savundum ki Eyüp'ü büyük lokmalar gibi kursağıma tıkandı güvenim. Eyüp de duydu ona olan inancımı, yengem gibi samimiyetine güvenilmez birinin ağzından hem de. Fakat diyecek bir şeyi yoktu. Benimle konuşacak bir ömrü vardı gözlerinden taşan. Yabancılara ketumdu. Sol yanında kanat çırpanların sesi ilişiyordu kulağıma.

"Olan oldu yenge, burası konuşulacak yer değil. Bizim meselemiz, biz hallederiz.” Eyüp’ün yapmadığını yapıp, sert bir tonda kapatmak istedim konuyu. “Hem öyle çemkirmedim kimseye."

"Üstüme yürüdün kız!" Yakasını tutup çekiştirdi.

"Mevzu farklıydı."

"Yine haklıydım, gelmişsin baba evinde kalıyorsun. Küçücük çocukların rızkına ortak oluyorsun. Şimdi de kocanı..."

"Yenge!" Yengemin pervasız sözlerini gür bir sesle bölen abim yüzünden yerimde sıçradığımda, masaya inen sert bir yumruk sinirleri iyice germişti. "Sen ne biçim konuşuyorsun kardeşimle! Utanmıyor musun hiç? Bunları bir kez daha söylemiştin, yuttum öfkemi. Büyüktür, kapatalım dedim mevzuyu. Şimdi ne hadle tekrarlıyorsun ha? Ne hadle!" Bu öfkenin sonu iyi yerlere gitmeyecekti. Kalktım yerimden, abimin yanına gittim. Karşısındaki kadının titrediğini umursamadan yeniden bağırmaya hazırlanıyordu.

"Abi, sakin ol ne olur." Fakat abim kurtardı kolunu elimden. Eyüp yanıma geldi, çevredeki öfkenin bana vereceği zarardan korktu.

"Niye sakin olayım? Bunca zaman olduk da ne oldu? Saygı dedik, sevgi dedik halimize bak! Kafandakilerle insanları zehirliyorsun sadece." İşaret parmağını yengemin burnuna doğru uzattı. "Ben, kardeşlerim, hep bu evde doğduk. Babam, amcam, hepsinin evi burasıydı. Bir Allah'ın kulu..." Kendini tutamayıp masaya vurdu tekrar. "Bir Allah'ın kulu diğerinin lokmasını sayma saygısızlığında bulunmadı. Sen sırf canın sıkıldı diye, benim kardeşime laf edemezsin. Senin kızın ne kadar kalabilirse benim kardeşim de o kadar kalabilir. Anladın mı? Anladın mı yenge!"

Ağlamaktan beter haliyle başını sallayan yengem can havliyle kendini içeriye attı. İçi dolmuş taşmış olan abimin arkasındaydım fakat yaklaşmaya cesaretim yoktu. "Ben anlamıyorum Nehar!" Bir anda bana dönünce irkildim. Bir adım geriye attığımda elim Eyüp'ün kazağına değdi, yanımdaydı. "Sen niye susturmuyorsun bunları?" En son susturmaya çalıştığımda pek de iyi şeyler çıkmamıştı ağzımdan. Ve biz istesek de kötüler kadar can yakamıyorduk. Olan yıpranmasın diye uğraştığımız kalbimize oluyordu.

"Sen de görüyor musun eserini?" Sıradaki hedef Eyüp'tü. Esas hedef oydu aslında, birikmişleri patlatan bir iğne gibiydi. "Kardeşime ne yaptığını, onu kimlerle uğraştırdığını görüyor musun?" Bıraktım, bıraktık abim de konuşsun. Camların ardından seyretti annem. O da bıraktı. Evin yüküne ortak olan ve söylediklerinde tek bir yanlış olmayan abimin de şöyle rahatça bağırmaya hakkı vardı. "Ulan çok mu zordu ben hastayım demek? İki adım ötendeyim, tedavi oluyorum demek çok mu zordu?"

"Zordu abi." Eyüp bozdu sessizliğini. Kimse milim kıpırdamadı yerinden. "Hasta olduğumu öğrenince, hayat kursağımda kalmıştı zaten. Nehar’ın girip de güzelleştirdiği şu ömrümün elimden kayıp gidecek olması çekti aldı tüm gücümü. En sonunda bayılıp düştüm, uyandığımda hatırlamıyordum kimseyi. İsmet amcayı gördüm, Nehar'ı ona emanet ettiğimi bile unutmuştum. Annemin henüz yaşadığı yaştaydım. Savunmasız bir çocuk ruhunu saklamışım farkında olmadan." Benim merhametli abimin gözleri doldu. İki kardeşi, kanayan yaralarıyla karşısında duruyordu. Öfkeli hali bize sarılmasını engelliyordu. Öyle olmasaydı ikimizi de sığdırırdı talaş dolu kıyafetinin kolları arasına.

"Bu insanlar seninle olurdu hep." Biz geçmişi konuşup sürekli pişman olmak için çok genç olsak da, aflara dilimiz varmıyordu. Sanki Eyüp'ü suçlamak bizi rahatlatıyordu. Eyüp'se gözümün içine bakıyordu. Ve ben tarafları eşit olmayan bu tartışmada dilimin ucuna gelmek isteyen hiçbir kelimeye izin veremiyordum.

"Yine olun abi." Tanıştıkları günden beri abi derdi Eyüp. Araları iyiydi, kısacık sohbetleri güzeldi. Eyüp, benim olmaz dediğimi abimden istedi. Abim bir şey söylemeden koşar adım eve girdi. Bahçede suçlanmaya da savunmaya da takati olmayan Eyüp kaldı. Ne olacak der gibi baktı bana. Öyle işe yaramaz duruyordum ki şu an, herkes etrafına kızarken ben kendimle kavgaya tutuşmak üzereydim.

Parmaklarım kazağının koluna değiyordu yine. Varlığımın korkunç bir işe yaramazlık kuyusuna atıldığını hissettiğimde irkildim. Yutkunup, kaldırdım başımı. “Eyüp” dedim o, yaralı çocukluğunu teselli etmeye çalışırken. “Bir kere sarılalım.” Bu bir adım değildi belki, o an avutacaktı yüreğimizi. Kavuştuğumuzda yapılması gerekeni, böyle kelimelerin tükendiği bir ana saklamıştık sanki. Müsaade alır gibi yavaşça kaldırdı kollarını. Ben de yaklaştım, kanat seslerini duydum.

***

"Şimdi sen karşımda duruyorsun. İçimde zapt edemediğim bir ağlama isteği var. Haklı sebeplerinden bahsediyorsun. Tüm haklı sebeplerimi yüksekçe bir köprüden itmeye niyetlisin. Karanlık, titriyorum. Yaş akmadan kuruyor gözümde. Sebeplerinden büyük acım öfkemi harlıyor. Kalbim buz kristallerinin ablukası altında nefes almaya çalışıyor."

Loading...
0%