22. Bölüm

22- HUZURSUZLUĞUN PENÇESİ

Zehra
yesilkutuphane61

Dakikalar sessiz geçti. İçeri girmek istemiyorduk. Dinleniyorduk gecenin karanlığında, pervanelerin ışığında. Annemin güzel dilekleri, içimdeki karmaşık ateşe biraz olsun su serptiğinde yoğun ve korkunç düşüncelerden kurtulmak için çabalayacağıma dair bir inanca kapılmıştım. Yanmaktan, yaralanmaktan başka ihtimaller de vardı. Bunu sesli bir şekilde söyleyebilmek, ne istediğimi bilmek beni rahatlatmıştı. Belki de melisa çayı etkisini gösteriyordu. Her yudumda zihnimi yatıştırıyordu. Ama benim sürekli bir teselliye ihtiyacım vardı. Yarın uyandığımda, sonrasında… O yüzden sesli bir şekilde dile getirdiğim gerçeklerin içimdeki ateşe su serpmesi ihtimaline sarılıyordum sıkıca.

Görmezden gelmek, kalbime konduramamak, duygularımın yabancısı olmak beni bu his düğümüne sürüklemişti. Bundan sonra iyice düşünerek hareket etmeliydim. Sıkıntılarımı karşıma almalı, kendimi dinlemeli ve olmayacak şeylerin toprağımda kök salmasını engellemeliydim. Yoksa yüzleştiğim her yeni duygu yüzünden ya afallar ya da yıkılırdım. Tam da her şey yoluna girmişken buna müsaade edemezdim. Göktepe’de Osman’dan kaçamazdım. Ona yakın olma ihtimali, dürüstçe bir itirafta bulunacaksam, hoşuma gidiyordu. Fakat ona yakın olmak demek, daha fazla bağlanmak demekti. Öğretmenden kopamayacak hale gelirsem… İşte o zaman taşlar yerinden oynardı. Altında kalırdık.

Farkındalık kazanarak ilk adımı atmıştım. Bu yüzden geç kalmadan önce gözlerini açmalısın. Kimi neden sevdiğini bilerek yola devam etmelisin. Oğuz Bakırcıoğlu’nun sözleri zihnimde yankılandı yine. Bundan sonra ne yapacağımı, nasıl davranacağımı bilmiyordum. Ama en azından kalbimin sesini duyabiliyordum artık. Derin bir nefes alıp, dalıp gittiğim karanlıktan gözlerimi çektim. Zihnim yorgundu. Sol tarafa başımı çevirince annemin bana baktığını gördüm. Ne zamandır beni seyrediyordu ve neden? Ufak bir tebessüm ettim. Sağ bacağımı dizimin altına kırıp anneme döndürdüm bedenimi.

“Ne oldu?” dedim kısık ama tatlı bir sesle.

“Dalgınsın?” İki seçenek vardı. Biri inkâr edip yalan söylemek, biri kabullenip dalgınlığımın sebebini anlatmak. Fazla düşünmeden ilkini seçtim.

“Hayır, değilim… Yorgunum biraz.” Tek kaşını kaldırdı inanmadığını belli etmek için. Gözlerinde ruh okuma özelliği vardı bence ve her geçen gün buna daha çok inanıyordum. Baskı altında hissedince bakışlarımı havada uçuşan birkaç sineğe kaydırdım.

“Yanımda olduğun müddetçe” dedi şefkatli bir sesle. “Her hareketini, her halini izledim. Seni tanımak için gülüşünü bile takip ettim. Gözden sakınılası bir evlatsın. Gözümü üstünden ayırmadım. Öyle ya, geç bulduk birbirimizi. Zamanla bilmem gerekenleri, kısa bir sürede öğrenmek için acele ettim. Neyi seversin, neye üzülürsün, niye küsersin… Hep bu sorularla doldu aklım. Ve hep cevap aradım. Güzel kızım benim…” Yine parmakları saçlarımda gezindi. Eğer çok sevilsem, bir kedi gibi insana sokulacağımı düşünürdüm önceden. Çok seviliyordum ve son dönemde bir kediden farkım yoktu. Gülümsedim annemin bana yaklaşmak için sarf ettiği çabaya. İnsanın yanında bir anne olması öyle tarifsiz bir duyguydu ki, senelerce uğraşsam güzel ve süslü cümlelerle anlatamazdım.

“Senin iyi niyetini, heyecanlarını, çocuksu yanını, olgun tavırlarını, sevincini, üzüntünü görme fırsatım oldu. Yorgunluğunu da tanıdım. Ama şimdiki halin…” Duraksayıp alt dudağını ısırdı. “Aslında son günlerdeki halin demeliyim, bu; dalgınlık Yağmur. Zihninde dönüp duran, işin içinden çıkamadığın meseleler var belli ki. Gelip anlatmanı beklemem daha doğru olurdu belki. Ama merak ediyorum aynı zamanda. Gülümsemeni solduran, bakışlarını kaçırmana sebep olan ne? Bir sorun mu? Yeni bir hayat planı mı? Korku mu? Ne bileyim… Benim aklıma gelmeyen herhangi bir şey mi?”

Derin bir nefes aldı. Ulaşmak isteyip de sınırları aşmaya çabalarken yorulanları temsil ediyordu sanki. Anneminki yorgunluktan çok çaresizlikti. Yanımda olabilmek, sıkıntım her neyse giderebilmek için her şeyi yapardı. Ama bahsettiği gibi günler süren bir dalgınlığın, bir girdabın içindeydim. Ne kendim anlam verebiliyordum, ne itiraf edebiliyordum ne de biriyle paylaşabiliyordum. Sanki kabullensem içimdekileri, suçlu olacaktım. Her şeyi dağıtacaktım. Aras’a nasıl kızdıysam, Osman ve tüm Göktepe de bana kızacaktı.

“Birini sevsen, bana söyler misin?” Artık bu sorunun cevabını biliyordum. Söyleyemezdim. Genç kızlar anneleriyle böyle sırları paylaşabilirdi. Ben anlatsam annem de beni dinlerdi. Ama korkuyordum. Ya sevdiğim kişi yanlışsa? Ya ben kalbimdekileri ortaya saçınca, dağılacaksak? Ben yokken Osman vardı. Annemin hem tesellisi hem dayanağıydı. Gonca Saraç evladı ve en güvendiği insan arasında kalır mıydı? Bana ne kadar yanlış bir yolda olduğumu, kibar bir soğuklukla anlatır mıydı? Ve bir gün, yine bu günkü gibi bir farkındalıkla dolsa yüreğim, her şeyi söylesem ve reddedilsem Göktepe’de kalabilir miydim?

Sol yanımdan yükselen bir haykırış boğazımda tıkandı. Yutkunamadım, nefes alamadım. Gözlerim acıdı. Keşke uykusuzluktan olduğuna dair bahaneler sunduğumda annem inansaydı. Başımı iki yana sallayacaktım, vazgeçtim. Görüşüm bulanıklaşmaya başlıyordu. Fazla sarsıntı bulutları rahatsız ederdi. Dağılmaları gerekiyordu. Bu konuyu kapatmamız gerekiyordu. Sesim titremesin diye zorla da olsa yutkundum. Boğazımı temizledim.

“Böyle ince düşündüğün, hep benim yanımda olduğun için teşekkürler canım annem…” Canın bir parçası annem… “Ama sandığın gibi bir durum yok. Gerçekten iyiyim.” Bunu söylerken yüzüme sahici olmaya zorladığım bir gülümseme kondurdum. “Gece güzel bir uyku çekerim. Bir de yarın gör sen beni. Çakı gibi olurum…” Bana inanıyor muydu? Gözlerine baktım bunu anlamak için. İnanmıyordu, hayır. Yalnızca anlatmak istemediğimi görüyordu ve merak etse de sormamak için kendine telkinler veriyordu. Ona güvenmediğimi, yeterince yakın olmadığımızı, eğer hiç yanından ayrılmasaydım aşmamız gereken mesafelerin aramıza giremeyeceğini… Bu ve bunun gibi birçok zincirleme düşünceyi defalarca aklından geçiriyordu. Bu, bizim için bir ilk değildi.

Hem yüz ifademle, hem sözlerimle bir yalanı sürdürmek ağır geldiğinde az önce topladığım bacağımı aşağı sarkıttım ve yönümü bahçeye döndürdüm. Annemin bu suskunluğu, farkındalığı bakışlarına yansıyordu. Ben müsaade etmedikçe sınırları zorlamıyor oluşu, vicdanımdaki kıpırtıları görmezden gelmeme engel olamıyordu. Ama söyleyemezdim hiçbir şeyi. Anlatılamayacak kadar yeni, gerçek ve büyüktü içimdekiler. Ya bir bahçeyi talan etmeliydim. Ya da o bahçeyi yeni sahibiyle tanıştırmalıydım. Zordu her iki türlüsü de. Ve en azından bu akşam susmak istiyordum.

“Peki” dedi sadece. Sesindeki sıcaklığın kaybolduğunu hissettim. Küsmemişti, hayır. Çizdiğim sınırı geçmeyeceğini belli etmişti yalnızca. Omuzlarımı düşürdüm. İstifimi bozmadan, sahte bir gülümsemeyle annemin gönlünü alacağımı sanmam hataydı. Bir arada olduğumuz zaman boyunca, her şeyin yoluna gireceğine inandırmıştım hem onu hem kendimi. Birbirimizde teselli bulacaktık, birbirimizi tanıyacaktık ve çalıntı hayatımızı yeniden inşa edecektik. Fakat şimdi sahiden köşeye sıkışmıştım ve sert rüzgârların ortasındaydım. Güneşli günlerde korkuları saklamak, unutmak kolaydı. Bahar havalarında anneme yaklaşmam, hayatın gerçeklerini göz ardı etmem kolaydı.

Sağlıklı bir anne kız ilişkisinin temelinde güven yattığını biliyordum. Biz bu konuda epey yol kat etmiştik. Geçmişimizi birbirimize anlatıyor, düşüncelerimizi paylaşıyor, kızlar için ortak kararlar alabiliyorduk. Fakat yirmi üç yıl az zaman olmadığı gibi, kalbimi tamamen açmam için de beş altı ay gibi bir süre yeterli değildi. Ne anneme, ne Osman’a… Belki yanımdaki kadın anne kız dertleşmenin hayalini kuruyordu. Genelde sıkıntımı anlatmazdım, düşüncelerimi ve hayallerimi paylaşırdım. Bir şeye bunalmışsam o fark eder, ne olduğunu sorardı. Ki bu sık yaşanmazdı. Yaşandığında, eminim ki dürüst cevaplar almayı istiyordu. Ama benim dürüst olmam demek, çoğu zaman dengelerin değişmesi demekti.

Nil, Fırat bey hakkındaki düşüncelerini annesiyle paylaşıyor muydu? Osman birini sevse kendini tutamazdı, bundan eminim. Yüzünden okunurdu. Annesi de hemen anlardı. Sanırım benim annem de böyle bir bağ kurmak isterdi benimle. Fakat zorlamıyordu. Hâlâ gelişimin bir nimet olduğunu söyleyip varlığımla yetiniyordu. Ufak adımları, ben ona koşmak istediğimde tüm mesafeleri aşıyordu. Peki, annem anneanneme sırlarını anlatır mıydı? Böyle yıldızların altında otururken aklından geçenleri söyler miydi? Babamdan ilk bahsedişi nasıl olmuştu?

Aniden sol tarafıma döndüm. Gökteki yıldızlardan bir kaçı gözlerime takılıp kalmıştı. Bakışlarımdaki merak pırıltıları annemi de meraklandırdı. Yine az önceki gibi oturdum. “Babamla nasıl tanıştınız?” diye sordum birden. Aslında anneanneme nasıl anlattığını da merak ediyordum ama sırayla gitmenin daha uygun olacağını düşündüm. Hem dikkat çekmemiş olurdum. Bir anne kız ilişkisini kıyaslamış gibi gözükmek istemiyordum. Annemin, annesiyle nasıl bir ilişkisi olduğunu da bilmiyordum. Anlatmaya başladığında, hassas bir mesele varsa o nasıl konuşacağını bilirdi.

“Merkezde yaşıyordu baban” dedi sesi tatlı bir hayali anımsatırken. “Ben de babama vergi işlerinde yardımcı olmak için merkeze giderdim nadiren. Öyle bir günde tanıştık işte. Elimde tuttuğum evrakları önüne koydum. Eksikleri söyledi, güzelce ilgilendi. Kibardı, güler yüzlüydü.” Annemin gözlerinden özlem akıyordu. “Sonra ben ne zaman gitsem babanın olduğu masayı tercih ederdim işlemleri yaptırmak için.” Tebessüm etti. “İlk zamanlar evrak işlerinden hoşlanmazdım, memurlardan da biraz çekinirdim. Babanın yanında rahat hissettiğimden onu bulurdum. Tabi sonra değişti bir şeyler…”

Muzır bir heyecan doldu kalbime. “Yanakların mı kızardı senin?” Ufak bir şaşkınlıkla ellerini yanaklarına götürdü, kendini kontrol ediyordu. Yüzümdeki kocaman sırıtma, kadını ilk günkü gibi utandırıyordu işte. Ama bu itiraf, iki nahif insanın temiz ve kalp çarpıtan hikâyesinin ilk günkü kadar taze olduğunun işaretiydi. Annem dikkat dağıtmak için etrafa bakınırken ben de haylazlık etmeyi bıraktım. İçime, hiç görmediğim bir adamın özlemi doldu. Keşke burada olsaydı, keşke yaşasaydı. Onu tanımayı öyle çok istiyordum ki. Güzel ve tertemiz kalbini başkalarından işittikçe, onunla geçirdikleri zamanı kıskanıyordum.

“Peki, anneanneme nasıl söyledin birini sevdiğini?” diye sordum içimi saran hüznün yayılıp annemin radarına girmesini engelleyerek. Yüzünde ufak, manidar bir gülümseme belirdi. Onu gençliğine götürüp heyecanlarını hatırlattığımı düşündüm ama hayır. Bakışlarındaki ima, bana başka şeyleri anlatmak istiyordu. Suskunluğu uzayınca, ne oldu der gibi baktım. Yanlış bir şey söyleyip onu üzmediğime emindim ama doğru olmayan bir şeyler de seziyordum.

“Anneme bu soruyu sordum” dedi tek kaşını kaldırarak. “O da birini sevdiğimi anladı.”

“Hangi soruyu?” Ufak bir düşünme süresi verdi bana. Sağa sola bakındığımda zihnim nazik parmağını az önceki cümlemin üstüne koydu. Peki, anneanneme nasıl söyledin birini sevdiğini? Annem de aynısını sormuştu annesine. İrkilip omuzlarımı dikleştirdiğimde gözlerim far görmüş tavşan gibi açıldı. “Ben kimseyi sevmiyorum ama” diye saçmaladım birden. Bunu mu ima etmişti? Dizinin dibinde oturduğum kadının ruhumu okur gibi bakması telaşlanmama neden oldu. “Yani…” Güldüm belli belirsiz. “Bu her kızın annesine sorduğu bir şeydir. Ya annen çok zeki bir kadındı, ya sen kendini açık etmişsin. O şekilde anlamıştır… Yoksa… Böyle bir çıkarım yapmak her an için mantıklı değildir.” Gözlerimi kaçırdım. Yanaklarımın kızardığına emindim. Yerin dibi yakınlarda bir yerde olsaydı keşke.

Benim kıpır kıpır halimin aksine annem sakindi. Gözlerindeki ışıltı yerini terk etmiyor, dudağını çekiştiren o manidar tebessüm de bir türlü gitmek bilmiyordu. “Ben belli etmiştim herhalde” dedi. “Dalgın ve düşünceliydim. Anneler anlar tabi, tanırlar kızlarını. Sonra…” Düşünmek için kısa bir an durdu. “Bazen umutlu ve hayalperestti gülüşlerim, bazen de durgun bir deniz gibiydi hareketlerim. E biraz da çekimser yaklaşınca koynunda büyüdüğüm kadına, anladı tabi…” Sıcak gözleri yüzümde dolaştı. “Ben pek çok açıdan babama benzerdim Yağmur ama sen de pek çok açıdan bana benziyorsun evladım. Biri kilitli kapılarını açmaya talip olmadıkça, gözlerinden taşsa da sevdan… Susup içine atıyorsun. Belki de birini sevdiğini söylemen lazım, en azından annene…”

Elini nazikçe kaldırıp yanağıma koyduğunda afallamış bir haldeydim. Tek kelime edemiyordum. Yüzleştiğim hisleri dillendirmek için zamana ihtiyacım vardı. Belki de onları yok etmeliydim. Şimdiyse annem karşıma geçmiş, gözlerinden sevda taşıyor diyordu. Geri çekildim sert bir rüzgâr yemiş gibi titreyerek. “Hayır…” dedim. Bunu birkaç defa daha tekrar ettiğimi hatırlayacaktım sonra. Annem havadaki elini indirdi. “Söyleyecek bir şeyim yok benim” diye direndim çaresizce. Bu kadın kalbimdekileri öyle şefkatli bir tavırla söküp alıyordu ki saklanacak yerim kalmıyordu. Kızıyor muydum? Hayır, korktukça onun kucağına sığınacağımı iyi biliyordum. “Sevmiyorum ben kimseyi…” Kararlı gözükmek için çenemi azıcık havaya kaldırdım. Sesim bana ihanet ediyordu. “Öyle olsa bilirdin” diye yalan söyledim.

“Ben bilirdim ama sen söylediğin için değil, gördüğüm için bilirdim” dedi acı bir gülüşle. Korkum kadar büyüktü dinginliği. Kaçmak istedikçe telaşa düşen bendim. Bir gün onun gibi olgun biri olur muydum? “Bazı duygular, yaramaz çocuk gibi Yağmur. Ne saklayabiliyorsun, ne susturabiliyorsun. Yüzleşmedikçe tüketiyor ruhu. Ben kızımı sessiz savaşların içinde tükenirken görmek istemiyorum. Arafta, huzursuzluğun pençesine günlerini ve gençliğini teslim etmesine şahit olmak istemiyorum.”

“Anne, gerçekten…”

“Geldiğinde” diye böldü sözümü. “Osman sana mesafeli davranıyordu. Sen güler yüzünle, fedakârlığınla aştın onun sınırlarını. Hem de çok kısa bir sürede. Sonra o senin, benim kızım olduğunu öğrendi. Birlikte sır paylaştınız, zaman geçirdiniz, yürüyüşe çıktınız. Biz sanıyorduk ki… Birbirinizi sevdiniz.” Geçmişe dair birkaç konuşma, Gonca Saraç’ın imayla sorduğu soruları hatırlayınca yanaklarım kızardı. Demek böyle düşünüyorlardı. Ve annem sözümü bölüp Osman’dan bahsettiyse, hislerimin hedefinde olan kişinin öğretmen olduğunu biliyordu. “Açıkçası Firuze teyzen, böyle kısa bir zamanda birbirinize alışmanızdan hiç rahatsız değildi. Onu biliyorsun… Ben yine, sormak lazım, diyordum. Sonuçta yabancıydın, buralı değildin. Osman da gönül eğlendirecek bir genç değildi. Meselenin ciddiyetinin farkındaydık. Ortaya bir laf atamazdık. İki tarafa da haksızlık olurdu.”

“Bana bunları neden anlatıyorsun anne?”

“O zamanlar sizin teminatınızla ve düşüncelerimizden habersiz oluşunuzla yalnızca bir dostluk, sırdaşlık sandığımız… Sandığınız şey bu gün bambaşka bir evrede. Senin bakışların, gülüşün, güvenin ve sevgin de bambaşka Yağmur’um. Kalabalıkta önce Osman’ı bulan gözlerin şimdi kaçacak yer arıyor. Onun yanında neşe doluyken, son günlerde dilinin ucundaki kelimeleri yutuyorsun. Ondan nefret ettiğinden değil, kalbin haykıracak noktaya geldiğinden dolayı uzak duruyorsun. Ne kabulleniyorsun, ne reddediyorsun. Yanında başka birini görünce kalbin bin parçaya ayrılmış gibi bakıyorsun. Bunca zaman görmedim değil. Susmayı bilenlerdenim ben. Ama bu belirsizlik seni yakacaksa, böylesine sarsacaksa konuşmak zorundayım. Ve artık dillendirmeliyiz; sen seviyorsun onu.”

Başımı önüme eğdim. Dizlerimde güç yoktu kalkıp gitmek için. Kulaklarım uğulduyordu. Annem bunca zaman görmüştü her şeyi. Ben bile henüz ismini koymuşken, o dostluğun hırkasını giymiş sevgimin ne anlama geldiğinin farkındaydı. Nefesim boğazıma tıkanıyordu. Gözlerim yanıyordu. Dışarıdan bakan birinin daha iyi görebileceğini söylemişti bir keresinde. Aras’tan söz ettiğimizde ve ben anneme sığındığımda… Bu sefer ilişkileri alt üst edecek olan bendim.

“İstemeden oldu” dedim cılız bir sesle. “Anlayamadım nasıl bu hale geldiğini.” Sevgi çok güzel bir şeydi. Ilık ılık akıyordu yüreğime. Fakat bir yanım suçlu bir çocuk gibi boynunu büküyordu. Osman’ı, bu güzel günler kaybetmek ihtimali büsbütün ateşti. Birkaç damla yaş aktı avuçlarıma. Annem bunu fark edince hızla yanıma yaklaştı. Eğilip yüzümü görmeye çalıştı ama ben hem başımı eğiyor, hem de küçüklükten kalma bir alışkanlıkla gözlerimi yumuyordum. Şimdi ağlamak yerine dik durup kendimi ifade edebilmeyi çok isterdim. Yüzüm ıslanıyor, omuzlarım sarsılıyordu. Dalgalanmıştı yüreğim. Dakikalar önce dindiğini sanarak yanılmıştım.

“Yağmur’um, yüzüme bak bir tanem.” Başımı iki yana sallayıp geri çekilmeye çalıştım. Ama beni durdurdu. Önce elimi tuttu, sonra yaklaşıp sarıldı şefkatle. Sırtımı sıvazlarken saçıma bir öpücük kondurdu. Sıcaklığı içimdeki buz dağlarını eritiyordu. Bense ağlıyordum. “Kabahat değil” dedi yumuşak ve kısık bir sesle. “Bu kabahat değil Yağmur’um…” Sırtımdaki eli ahenkli hareketlerini sürdürüyordu. “Ağlama, sil gözündeki yaşı.” Kısa süreyle toplanan yağmur bulutlarını elimin tersiyle kovsam da ıslaklıkları kaldı kirpiklerimde. Annemin kollarından ayrılırken geriye çekilmek yerine başımı omzuna yasladım.

Biliyordu artık, çok öncesinden de görmüştü zaten. Peki, bundan sonra ne olacağını biliyor muydu? “Osman’ı gerçekten tanıdığımda…” dedim boğuk sesimle. “Merhametli, dürüst ve güvenilir biri gördüm karşımda. Sevdikleri için yapamayacağı şey yoktu. Önce Gonca ablasının kızı oldum, sonra mesai arkadaşı oldum. Desteğini, dostluğunu gördüm. Onu sizin gibi, Osman öğretmen olduğu için sevdiğimi sanıyordum.” Annemin saçımda gezinen parmakları aynı yavaşlıktaydı dakikalardır. “Kalbim ne zaman bu hale geldi, kaçamayacağı kadar büyüttü hislerini ben anlamadım… Anlasaydım…”

“Engelleyecek miydin? Nasıl engel olacaktın ki?” Sonra sanki yanlış bir şey sormuş gibi duraksadı. “Aslında… Engel olmayı neden istiyordun?” Bunun cevabı belliydi.

“Kardeş gibi büyüdüğüm Aras, bir gün karşıma geçip esas niyetini söylediğinde bir müddet kendime gelemediğimi biliyorsun. Ama ayrı yerlerdeydik, o Amerika’ya gitti. Peki, ben Osman’a aynısını yapsam nereye giderim anne? Göktepe’de bir çatı altında huzurla yaşayan sizlerin hali ne olur? Kimseye bunu yapamam…”

“Böyle bir şey olmayacak” dedi hiç beklemeden. Nasıl bu kadar emin olabiliyordu?

“Evet, susarsak hiçbir huzursuzluk çıkmayacak.” Doğruldum yerimde. Artık bu konuşmayı sonlandırmamız gerekiyordu. Kaşlarını çattı. Benimle aynı fikirde değildi. Ama ısrar etmenin bir anlamı yoktu. Yalnızca canımı yakıyordu.

“Düşüncelerini korkularınla yönlendiriyorsun Yağmur. Halledilebilir şeyleri öylece toprağa gömemezsin. Zarar verir bu sana. Görmezden gelme yüreğini. En hassas dönemleri, anne kız konuşarak atlatabiliriz. ”

“Yaparım” dedim kararlılıkla ellerini tutarak. “Hem görmezden gelirim, hem toprağa gömerim. Çünkü ben hâlâ böyle bir yerde, gerçek annemin yanında olduğumu her gün kendime hatırlatıyorum. Birinize bir şey olur, bu mutlu günler elimden kayar gider diye korkuyorum. Bana her baktığında içindeki acılı anneyi görüyorum. Benim sevgim…” Yutkundum en çok sahip çıkılması gereken ama benim vazgeçebileceğim o hissi söyledikten sonra. “Benim hislerim bize zarar verecekse evet, toprağın en derinine gömebilirim. Ve bunu seni, kızları…” Derin bir nefes aldım. “Osman’ı sevdiğim için yapabilirim…” Bir gün birini sevsen, bana söyler misin? İşte, söyledim.

“Ya o da seni…” Annem kararsız kalıp cümlesini tamamlayamayınca buruk bir gülümseme yerleşti dudağıma. Umut da veremiyordu, kötü düşüncelerin esiri olmamı da istemiyordu. Başımı salladım olumsuz anlamda.

“Osman beni bir dost gibi, Gonca ve Yalçın Saraç’ın kayıp kızı olarak seviyor. Nil veya Göktepe’deki herhangi bir yakınını sever gibi…” Ben bunu kabullenebilirdim. Annem de aklının bir köşesine yazsa iyi olurdu sözlerimi. Böylece meseleyi daha çabuk kapatırdık. Ağzından çıkanların gerçek olmaması için pek çok şeyi feda edersin. Keşke Osman herkes gibi sevmese seni. Dilin kuvvetli bir kırbaç gibi kalbini dövüyor. Bir terbiye metodu mu bu? Yoksa korkutup kaçırmak mı istiyorsun sevgiyi? Nasıl da merhametsizsin kendine karşı!

Kalkıp içeri geçtim ve doğruca odama gittim. Işığı yakmadan yerini bildiğim yatağa yattım ve yorganı alnıma kadar çektim. Boyumdan büyük kararlar altında eziliyordu omuzlarım. Yaşaran gözlerimin önüne pervaneler uçuşuyor, bülbüller gülün dikeniyle can yakıyordu. Dağdan kopup gelen bir çığın felaketine kendimi hazırlamalıydım. İlk kartopunu yuvarlayan bendim. Büyüdükçe gözümü kapatan, telaştan uzak gülümseyen bendim. Bilmeliydim böyle olacağını. Nereden bilebilirdim? İlk kez tanışıyordum böylesiyle. Kaygısız arkadaşlıklar gibi değildi. Yabancıydım, bir tren garında kaybolmanın korkusu vardı ruhumun derinliklerinde.

Bir müddet sonra kapının açıldığını duydum. Annemdi muhakkak. Hareket etmedim, uyuduğumu sanıp giderdi. Yalnız kalmak istiyordum. Bu günkü kadar afalladığımı hiç hatırlamıyordum. Ama annem gitmedi. Alnıma kadar çektiğim yorganı kaldırıp yanıma yattı. Duvara doğru kaydım sessizce. Şu dünyada birbirinden başka kimsesi olmayan iki kişiydik. Aynı sessizliği de paylaşabilirdik elbette. Tek kişilik olsa da yatağım, sığardık. Yüreklerimizdekilerden bahis açmadıkça gülümseyebilirdik bile…

“Sen benim bir tanemsin” dedi fısıltıyla. “Canımdan bir parçasın. Kıymetlimsin…” Ben üzülsem, o kahrolacağından söylüyordu bunları.

“Sen de benim için öylesin” diye cevap verdim aynı tonda. Sanki karanlığın perdesini yırtmak istemiyorduk ikimiz de.

“Hiç korkma olur mu? Birlikte olunca üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir şey yok.” Sustu bir müddet. Cevap vermedim. “İnanıyor musun bana?”

“Evet” dedim. Ateşi tanımayan, dokununca eli yanıp ağlayan bir çocuk gibi davranmıştım bu gün. Belki tüm zamanın birikimiydi bu, bilemezdim. Ama mantığımı bir kenara bırakmış, çevremdekilerin nasıl insanlar olduğunu göz ardı ederek kendimi korkutmuştum. Bir bakıma tedbirdi bu, Göktepe’de hoyrat davranamazdım. Bir bakıma da gürültülü bir kaçıştı. Bir gün sarsmıştı şu toy kalbimi. Yarın daha dik duracaktım. Her şeyin üstesinden gelecektik elbette. Ağır yüzleşmeler, dünyanın sonu değildi ne de olsa. “Yarın güzel bir gün olacak.” Sesimde beliren inanç, annemi memnun etti.

Elini yanağıma koydu usulca. “Güzel ve neşeli günler hep senin olsun.” Gülümsedim kısaca.

“Birlikte olalım yeter” dedim. “Bunun için ne yapmam gerekirse yaparım.”

“İradenin duygularına hâkim olamadığı zamanlarda durmayı bil, olur mu? Ezileceğin yüklerin altına koyma omuzlarını. Paylaş… Kiminle istersen. Ama gür akan bir nehri tersine çevirmeye de uğraşma.” Aklım karışık olmasa, annemin Osman’a her şeyi söylememi istediğini düşünürdüm. Teşvik mi ediyordu, içime atıp da bir ömür can sıkıntısıyla yaşayacağımdan mı korkuyordu? Hadi beni içimdekilerle birlikte görmüştü. Osman’ı da mı görmüştü?

Ben çoğu zaman kendime geç kaldığımı, hayata yeni başlayan toy bir yüreğe sahip olduğumu kabullenebilirdim. Sırların ve yalanların içinde büyümüş bir çocuktum. Güvensizliğim, sırrımı paylaşacağım insanı dikkatlice seçmem, hemen her şeyi anlatamayışım bundandı. Bir de Osman’a bakıyordum. Açık kitap gibiydi. İki gün sır tutamıyordu. Yüzünden okunuyordu her hissi. Yalanı sevmediği gibi, birinin arkasından iş çevirmekten de hoşlanmıyordu.

Yani benim olağan akışına bıraktığım ve sınırlarını çizemeyip başka boyutlara taşıdığım dostluk süresinde, Osman da hislerimi paylaşmış olsa muhakkak anlaşılırdı. Dayanamaz söylerdi. Bir şey gizlemeye kalksa huzursuz olacağından, huysuz bir tavır sergileyerek kendini ele verirdi. O beyaz kâğıdı andıran yüreğinde adım yazılsaydı eğer… Anlardım. Beni anlayan kadın da bunu görürdü. Osman benim için çok kıymetliydi her şeyden önce. İyi bir öğretmen, abi, evlat, dosttu Göktepe’de. En keyifli, güven dolu, telaşsız sohbetleri hediye etmişti bana. Arı hanım olarak kalmıştım aklında. Bunun karşılığında, üzmeyecektim onu.

“Uyuyalım mı?” dedim anneme.

“İyi geceler” derken üşümeyeyim diye sırtımla duvar arasına yorganı sıkıştırıyordu.

Bölüm : 15.12.2024 22:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...