28. Bölüm

28- OSMAN VE YAĞMUR

Zehra
yesilkutuphane61

Ağacın altındaki sandalyelerde karşılıklı oturuyorduk. Osman’ı beklerken gözlerim otlarda, gökte, bulutlarda geziniyordu. O ise gerçek olup olmadığımı anlamak istercesine yüzüme bakıyordu. Ben annemden alışkındım bu bakışlara. Ama onun yanında yüreğim ağzımda dolaşmadığımı da itiraf etmeliydim. Öğretmene has bir heyecan yüzünden içim coşkun bir nehir gibi kabarıyordu. Buna rağmen sükûnetimi koruyabiliyor, Osman’ı bekliyordum. Gerçi kocaman bir adım atmıştım. Eksik duyduğu cümleyi tamamlamıştım. Yine de onun sesinden duymak istiyordum bazı şeyleri.

“Sen bu toprağa düştüğünde, yüreğimi karman çorman edeceğini bilmiyordum Yağmur.” Güldüm bu sözlerine. “Ama çoktan girmiştin hayatımıza. Artık keskin bakışlı, inatçı ve kararlı bir kızla aynı çatı altındaydık. Bu kız bu kadar uzakken nasıl da yakınımızda, diye sorguluyorduk. Kopmaz bağların vefasını taşıyordun sıcak bakışlarında. İkindi güneşinin dinginliğiydi sendeki; güvenilir. Ama güneşti, bir milim şaşırsa dengemiz kül olurduk. Ne yaklaşabilirdik, ne uzağında yaşayabilirdik.” Bir iç geçirdim kalbim dolup taşarken pek çok güzel hisle.

“Bu güneşi sen de taşıyorsun Osman. Gidemeyişim de kalamayışım da bundan. Artık kimseye inancım kalmamışken, omzuna başımı yaslayıp ağlamam bundan. Tek başıma yalnızca bir yağmurdum ben. Sıcak bakışlı bir kadının kızı olduğumu öğrendim. O, boynu bükülmüş fidanlar gibi yağmur bekliyormuş. Geldim… Ama ceplerim fırtına doluydu. Yorulmuştum savrulmaktan. Dindim burada, güvendim, sevdim. Güneş doğdu ömrüme.” Bir kere sınırları kaldırdığımda ne de güzel döküyordum içimi. Eşiklerden atlamak, düşme pahasına uçurum kenarında beklemek gibiydi benim için. Yine de akıllanmayacağımı, Firuze teyzeyi duymamış olsaydım Osman’la konuşamayacağımı biliyordum. Ve bu beni utandırıyordu.

“Bırak güneş yerinde dursun” dedi müsaade ister gibi bakarken ellerime uzanan öğretmen. “Yakınlığı yakan, uzaklığı donduran güneşin sıcaklığını taşısan da yüreğinde, yağmursun sen. Neşenle, heyecanınla, özleminle, merhametinle ve fedakârlığınla her gün gönlüme yağdın. Önce ıslandım, sonra korktum. Kaçtım senden, kapattım kapıyı pencereyi. Gözüm kaldıysa da sana doyan toprakta, direnmek zorundaydım.” Dağ gibi adam demiştim ona bir gün. Öyleydi. Korktuğunu itiraf ediyordu hatta kaçtığını. Ama anlardım öğretmenin halini. Sevdiği için yaptığını söyleyecekti.

“Annelerimiz olmasaydı boşuna kaçıp duracaktık” diye mırıldandım. Bu gerçek tüylerimi ürpertti. Osman’ın parmakları arasındaki ellerim halinden memnun bir teslimiyetle dinleniyorlardı.

“Annelerimiz derken? Bu işte bir parmakları mı var yoksa?” Osman’ın şaşkınlığına karşın ben kapı dinledim diye biraz mahcuptum. Ama pişman değildim tabi ki.

“Aslında… Ben onları konuşurlarken duydum. Senin sıkıntın var diye üzülmüş Firuze teyze. Annemle dertleşmek istemiş. Birini sevdiğini ama kızın da başkasını sevdiğini anlatırken, bir anda nasıl bir durumun içinde olduğumuzu fark ettim.” Güldüm yanlış anlaşılmanın verdiği sinir bozukluğuyla. “Ben aptalım ama sen de çok şapşalsın Osman. Göktepe’de bir avuç insanla yaşarken başka kimi sevdiğim ihtimali gelebilir akla?”

“Ben tabi” dedi ona yakıştırdığım şapşal sıfatına uygun bir sırıtmayla. “Bir tek beni sevdiğin gelmeliydi akla.” Sonra bir anda ciddileşti. “Annesini yeni bulmuş, kalbi kırık bir kıza gönlümü kaptırırken bunun sonuçlarını hiç düşünememiştim. Kızların yanında seninle gülmek, yürüyüş yapmak, seni babamla tanıştırmak, çocukluğumun eksiklerini gidermek, birlikte sevinmek, birlikte ağlamak ve yağmurunda ıslanmak bambaşka bir mevsimdi.” Her hissime bir karşılık bulduğumu öğrenmek kadar güzeli yoktu şu anda. Kötülerine bile. “Ama Aras sana başka şeylerden söz ettiğinde nasıl dağıldığını gördüm.” Kaşları çatıldı. Aras’ı da getirdiği çiçekler kadar sevmiyordu. “Sana aynı hayal kırıklığını nasıl yaşatacaktım ki? Güvenini zedeleyecek adımlar atamazdım. Bazen coşkun bir cesaretle uyanıyordum. Söylesem, diyordum. Sonra seni annenin yanında, kızlarla gülerken görünce bunun bencillik olacağını anlayıp kenardan seyretmekle yetiniyordum. Gelsem, bozsam huzurunu haksızlık edecektim sana.”

“O zaman gözlerine bile bakmayışıma kızmazsın. Beni anlarsın. Çünkü bir farkım yoktu senden.”

“Ben sana hiç kızmam” dedi sakin bir sesle. Gülerek başımı iki yana salladım.

“Yalan söyleme. Günlerdir kaşlarını çatıyorsun bana bakarken.”

“Kendime kızıyordum. İsteyerek düşmüştüm yoluna. İstediklerime öfkeleniyordum. Kızın gönlünde başkası varken nasıl gözlerine bakacaksın Osman, diyordum.”

“Peki şimdi?” Gerçeği biliyordu artık. Dünya umurunda değilmiş gibi omuz silkti.

“Şimdi ellerini tutuyorum işte. Ve inan bana günler sonra nefes alabildiğimi hissediyorum.” Bir iç geçirdi. “Duralım burada Yağmur. Gönlümüzü açmanın özgürlüğünü tadalım. Gerçek mi tüm bunlar? Boğazımızı sıkan tereddütlü kelimeleri kovduk mu hayatımızdan? Cevap arayalım. Huzur bulalım birlikte.”

“Yolumuz birse ben varım Osman. Giderilecek bir merakım var. Eğer avcuma el değmemiş bir sevgi bırakacaksan, dinleneceğim seninle.” Derin bir nefes aldım. “Korkmadan yaşamayı öğrenmek istiyorum artık. Sanırım berbat edebileceğim başka bir şey kalmadı.” Tek kaşını kaldırıp onaylamaz bir ifadeyle baktı yüzüme.

“Ya kabahatli olduğunu söylüyorsun, ya kendin için kötü ifadeler kullanıyorsun. Kendini tanımıyorsun sen belli ki. Ben bambaşka bir kız görüyorum karşımda. Ve onu çok seviyorum.” Coşkun bir nehir diyordum sol yanımdaki. Dövüp durdu göğüs kafesimi. Sevilmek kadar güzel, Osman’ın kalbinden fısıldanan ismim. Saf, temiz bir ev orası. Geç eriştiğim aile sıcaklığı, şöminedeki bir ateş gibi. Ne kanatlarımı yakacak, ne yüreğimi. Yüzümden hiç silinmeyecek tebessümle, saatlerce bu sözleri düşünebilirdim. Osman’ı seyredebilir, aniden değişen hayatımızın seyrine şükredebilirdim.

Ama bahar da sevinmiş olacak ki halimize, ufak bir rüzgâr esti. Dallardaki yapraklar salındı, polenler aramıza girdi. Ne olacağını idrak edince hemen çekilip sağ tarafa döndüm. Üç kere üst üste hapşırdım. Kendime geldiğimde Osman’ı halime gülerken buldum. “İlacını içmedin mi sen?” dedi.

“Senin yüzünden” diye sızlandım. Cebimden bir peçete çıkardım. Daha önce bunu karşısında defalarca yaptıysam da yine başımı çevirip burnumu sildim. "Eğer hislerini annene anlatmak yerine gelip benimle konuşsaydın, ilacımı içmeden evden çıkıp gitmeyecektim.” Kesinlikle suçu üstüne alınmıyordu ve keyifliydi. Arkasına yaslanıp kollarını göğsünde bağladı.

“Bu da dedikodu yapmanızın bedeli o zaman.” Tam itiraz edecektim ki, bir kere daha hapşırdım. Gözlerim sulanmıştı. “Annelere sır verilmeyeceğini de öğrenmiş olduk. Allah’tan isim söylememişim. Yoksa gelir, direkt sana anlatırdı.”

“Kadın endişelenmiş Osman. Halini iyi görmemiş. Hem dedikodu değil, dertleşmek bu. Gelip anneme anlattı. Kadınlar böyle destek olurlar birbirlerine.” Sahiden Osman’ın sırrı konuşulmuştu, hoş değildi tabi. Neticesi itibarıyla yumuşatmaya çalışıyordum işte. “Hem birkaç gün önce annen bana da sordu bir sıkıntısı mı var diye. Eve gelmiyormuşsun, alışveriş yapıyormuşsun ama aldıkların ortada yokmuş…” Sahiden, soracak o kadar sorum vardı ki. Tüm parçalar yerine oturuyordu cevap bulduğumda. Gözlerimi kıstım anlamaya çalışırken. “Var mı bir cevabın?” Güldü istifini bozmadan.

“Çok kıymetli bir hanımefendinin gönlünü hoş etmek için Elmalı Sur’u kullanılabilir hale getirmekle meşguldüm.” Önceleri mesafemi koruyabilsem de böyle samimiyetler karşısında bir buz misali erime kabiliyetim vardı. Gizlemeye çalıştığım tebessümümün iznimle ilgilendiği yoktu. Coşuyordu prangalarından kurtulmuşçasına.

“Kim bu hanımefendi? Adını bahşeder misiniz Osman bey?” Unuttuğu bir şeyi hatırlamak ister gibi gözlerini etrafta dolaştırınca ayakkabımın ucuyla ayağını dürttüm. “Yağmur hanım olabilir mi?”

“Evet” dedi sahte bir heyecanla. “Hatırlattığınız için müteşekkirim. Yağmur hanım içindi tüm bu çaba. İnşallah memnun olmuştur.”

“Sormak lazım kendisine…” Bu ufak şakayı sürdürebilirdik gerçi ama son olarak “bence üçüncü şahıslarla konuşmayalım, biz işleri karman çorman etmeye epey müsaidiz” diye bir uyarıda bulundum. Bu acı gerçeğe karşın ufak bir kahkaha attı. “Yarım cümleler, başka isimler ve en önemlisi kendimize koyduğumuz engeller can sıkıcı bir boyuttaydı. Böyle sürüp gitseydi ne olacaktı hiç bilmiyorum.” Birden karamsarlaşan sesim, Osman’ı da durgunlaştırdı. Hapşırdığım için yönüm ona dönük değildi. Yüzüme bakmak için eğildi.

“Sonrası düşünemeyeceğim kadar karanlıktı Yağmur. Seni nasıl içimden atacaktım, sevilmeye layık bir kalbe bunu yapmak isteyecek miydim, zorunluluklarıma, imkânlara daha ne kadar kızıp duracaktım? Hiçbir sorunun cevabı yoktu bende. Şükür ki nasipte bu anı yaşamak da varmış. Gördük; bizim yolumuz ışıklarla bezenmiş.” Umudu şimdi akşam güneşiydi. Bir günün sonu, dingin rüzgârların saç okşayan şefkatiydi. Yıldızların yarına hevesiydi.

“Işığı gözleri görmeyen bir kadın tarif etti bana” dedim. Önce meraklandı, sonra Rukiye teyzeden bahsettiğimi anladı. “Ona su verdiğimde, büyük yangınlardan bahsetti. Öyle kolay sönmeyeceklerdi. Ama hep yanamazdık ya. Sabır, şükür, tevekkül dedi. Toprak tohumu sinesine alır ve bekler, vazifesini yapar. Sonra yağmur gelir. Ne telaşı, ne öfkeyi, ne korkuyu mazur gösterdi. Sanki her şeyin bir çaresi vardı.” Dostluğundan sonra bambaşka bir sevgiyle beni sarmalayan gözlere baktım. “Seni bütünüyle kaybettiğimi düşünüyordum. Kabullenmiş, teslim olmuştum. İnan, kendime karşı bile bir öfkem yoktu. Kısacık bir öğreti kısacık bir zamanda huzur vermişti bana. Meğer yağmur kapıdaymış, toprağın sakinleşmesini bekliyormuş. Tohumların yeşermesini gözlüyormuş.”

“Sonra gelip yağmış…” Hoş bir masaldı. Ve artık masalları seviyordum. Yağmur ve toprağın mı? Yağmur ve Osman’ın…

***

Eve yaklaştığımızda bahçede oynayan kızların sesini duyduk. Öğretmenle birlikte geçirdiğimiz kıymetli zamanı beş dakika sonra güzel hatıralar arasında bırakacaktık. Herkes için aynı dönecekti dünya. Ama yüreği buluşmuş iki insanın heyecanı bambaşka olacaktı. Sözcüklerin büyüsü vardı. Yıldız gibi asılmışlardı göğe. Osman’ın söylediği hiçbir şeyi unutmak istemiyordum. Zihnimi süslemeleri ve daima gülümsetmeleri için durmadan onları düşünebilirdim. Yüksek ölçüde odaklanma problemi yaşadığın yetmezmiş gibi, bir de bu sebeple mi dünyadan kopacaksın? Her aklına eseni düşünüp yeni anıları beklettiğin için her şeye geç kalıyorsun.

Kısmen haklı bu sese itiraz ettiğim noktalar da vardı. Osman, her aklıma esen şey değildi bir kere. İlla bir şey düşüneceksem öğretmeni düşünür, gülümserdim. Kocaman bir savaştan çıkmıştım ve bu kadarına hakkım vardı. Yine de iç sesimin, beni yargılayarak bilgelik makamına eriştiğini kabul etmeliydim. Kapının önüne geldiğimizde bir adım öne geçen Osman’ın içeri girmesini beklemek için durdum.

Öğretmen bir elini cebine koyup derin bir nefes aldı. “Çok mutluyum” dedi beklemediğim bir anda.

“Ben de” diye karşılık verdim.

“İçeri girdiğimizde hep gülesim gelecek. Sana bakmak isteyeceğim ve kalbim de çok hızlı attığı için nefes nefese kalmış gibi görüneceğim.” Hislerini böyle özetlemesi komik geldi. Ondan farklı değildim. Saklamak konusunda daha becerikliydim sadece. Osman kendini ele veriyordu. Ben annemden başkasına yakalanmıyordum. “Annem içeride midir sence? Elmalı Sur’a gelirken kızların yanındaydı da. Ona yakalanmak istemiyorum.” Kendimi tutamadan ufak bir kahkaha attım.

“Utanıyor musun yoksa?” Parmağımı burnuna doğrulttum.

“Hayır” dedi parmağımı nazikçe tutarken. “Sabah evden beş karış suratla çıkmıştım. Şimdi ağzım kulaklarıma varıyor. Görürse bir sürü soru sorar.” Bir heyecan parıltısı yayıldı yüzüne. “Ben bile henüz inanıyorken bunun bir rüya olmadığına, başkalarına ne derim bilemiyorum…”

“O senin bileceğin iş öğretmen.” Elimi çekip bahçe kapısının önüne geçtim. Yanaklarımın kızaracağından çekiniyordum biraz. Osman’a gülüyordum ama sahiden başkasına anlatmak kolay değildi. “Ben seninki kadar sıkı bir sorguya çekilmeyeceğim ne de olsa.” Rahatlığıma karşın huysuz bir çocuk gibi omuz silkti.

“Benim annem seni bağrına basar. Öyle sevinir ki tüm Göktepe’ye ilan eder. Ama…” Bir pürüz çıkması ihtimaline karşın yarım kalan cümleye dikkat kesildim. Firuze teyzeden şüphem yoktu. Ama… Neydi? “Gonca abla ne der bilmiyorum.” Osman’ın da günlerce endişeyle gözlerini kapattığını, durumun ne olacağını düşündüğünü ve bir çıkar yol bulamadığını unutuyordum. Ben nasıl Osman’ı annemin yakını görüp araları bozulmasın diye yaklaşmaktan çekindiysem o da aynısını yapmıştı. Annem, öğretmenin hislerini öğrense en çok ben sevindim diye mutlu olurdu. Olumsuz bir tepki vermeyecekti, bundan emindim.

“Şimdiye kadar olumsuz bir şey söylemedi” diyerek güldüm. Osman şaşkınlıkla baktı bana.

“Nasıl yani? Sen… Bahsettin mi?”

“Tek başıma acı çekeceğimi düşünmedin herhalde. Biz kızlar olarak güçlü bir takımız. Birbirimizin sırtını sıvazlarız her problemde.” Öğretmen, birliğimizin gücünden hem etkilenmiş hem de ürkmüşe benziyordu. Başını önüne eğdi anlamlandırmaya çalışır gibi.

“Babam bir sıkıntım olduğunu sezince, mangal yapalım geçer, demişti geçen gün.” Güldürdü beni verdiği tepki. İçeri girmek için kapıyı açtım.

“Tarzımız farklı ama muhakkak mangalın da işe yarar bir yanı vardır.” Son birkaç şaka daha yapıp zile bastık. Osman bir adım uzağımda, yüzünde bastırmaya çalıştığı aydınlık gülümsemesiyle dururken ben daha sakindim. Kapıyı annem açtı. İçeri buyur etmeden önce neler olduğunu anlamaya çalıştı, bakışları yüzümüzde gezindi. Normalde bunu daha gizli, belli etmeden yapardı ama son günlerde her şey fazla karışıktı. “Selam” diyerek boynuna sarıldım. Sesime takılmış çiçeklerin kokusunu almıştı muhakkak. Sırtımı sıvazladıktan sonra geri çekildi. Sormak istediği onca şeye rağmen kibarca gülümsedi.

“Hoş geldiniz.”

“Hoş bulduk annem.”

“Hoş bulduk Gonca abla.” Arkamdan gelen Osman’ın sesi kısık ve mahcup çıkınca elimde olmadan dönüp ufak bir şaşkınlıkla ona baktım. Gerçekten utanıyordu ve bunu öyle komik buluyordum ki sıranın bana geleceğini veya bu hislerden payımı alacağımı unutuyordum. “Ben elimi yüzümü yıkayayım…” Doğrudan banyoya geçti. Annem öğretmeni izlemeyi bırakıp bir adımda yanıma yaklaştı.

“Ne oldu?” diye sordu fısıltıyla. Endişeli değildi. Aksine heyecanımın farkındaydı. “Tahmin ettiğim şey mi?” Başımı salladım. Ne diyeceğini bilemedi bir an. Hislerimi paylaşmam konusunda söylediklerinde haklı olduğunu da yüzüme vurabilirdi, kaygılarıma gülebilirdi ama sadece omzumu sıvazladı. “Hayırlısı olsun…” Benim kadar heyecanlı ve coşkulu değildi. Birinin temkini elden bırakmaması gerektiğinin farkındaydım ve tebessümüyle yetindim.

“İyi ki yanımdasın” dedim. Kollarımı boynuna doladım. Mutfaktan tencere gürültüsü gelene dek bırakmadım annemi. “Kim?”

“Firuze teyzen.” Geri çekildim. Her şey yeni başlıyordu ve büyük değişimlerin ayak seslerini duyabiliyordum. “Sonra mutlaka konuşacağız” dedi annem. Kaçmamı istemediğini bakışlarıyla ifade ediyordu. Başımı salladım. “Gel, bir şeyler ye. Öğle yemeğinde yoktunuz, acıkmışsınızdır.”

“Yukarı çıksam?”

“Söz dinle” diyerek koluma girdi. Kaçmaya çalıştığım açıktı. Osman’a mı gülmüştüm az önce?

“Hiç de aç değilim aslında.” Annemle dertleşmek Firuze teyzeyle yüzleşmekten bin kat daha kolaydı ve bu gün olmamasını tercih ederdim. Osman uzayan el yüz yıkama işini bitirince banyodan çıkabildi nihayet. Ve tebessümün yerleştiği yüzünde saklanmak gibi bir niyet yoktu. Annem de itiraz kabul etmiyordu. Mutfağa girip tencereyi rafa yerleştirmek için çıktığı sandalyeden inen Firuze teyzeye selam verdim. Meşgul değilmiş gibi kollarını açarak boynuma sarıldı. Bu onun karşılama tarzıydı. Sevgisini gösterirdi ve Elmalı Sur’da konuşulanlara dair bir şey bilmiyordu hâlâ.

Arkamdan mutfağa giren oğluna, sevecen tavırlarına rağmen öyle üzgün bir bakış attı ki tasalanacak bir durum olmadığını anlatmak istedim. “Kolay gelsin anacım” diyen Osman, kenara çekildiğimde annesine sıkıca sarıldı. Firuze teyzenin şaşırdığını görebiliyordum. Bariz bir tavır değişikliği vardı öğretmende. Neşeli ve canlıydı. Dilinin arkasında tek kelime saklayacak halde değildi sanki. Sıcak bastı birden. Bu adam bir gün olsun içinde tutmayacaktı sırrını. Ben de güldüğümün başıma gelişini seyredecektim. Gidip sandalyeye oturdum. Annem raftan indirdiği iki kâseye çorba doldurup masaya koydu. Hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu.

“Osman, geç otur sen de” dedi her zamanki abla tavrıyla. Öğretmen karşımdaki sandalyeye oturduğunda annesi aceleyle yanına geldi. Çorbamı karıştırdım ilgilenmiyormuş gibi gözükmek için. Çünkü Firuze teyze kaş göz işaretiyle anneme bir sürü soru sorduktan sonra bana da bakacaktı. Çünkü Osman’la aynı anda eve gelmiştik. Çünkü beraberdik. Çünkü bende de cevaplarını bulabilirdi! “Limon ister misiniz?” Tat alacak halimin olmadığını elbette gören annem, dikkat dağıtmaya çalışıyor olabilir miydi? Ama Firuze teyze oğlunu incelemekten bir an olsun geri durmuyordu.

Karşımdaki diğer sandalyeye oturduğunda annem de derin bir nefes alarak yanıma geldi. “Neredeydiniz bakayım siz?” diye sordu Firuze teyze. Gözlerini kısmıştı ve başlangıç için iyi bir soruydu. Osman’a baktım, ne cevap vermeliyiz, dercesine. Dışarıda utanmasına güldüğüm adamın keyiflenmeye başladığını görebiliyordum ve bu hoşuma gitmiyordu.

“Bizim elma bahçesinde.” Firuze teyze kaşlarını çatıp oğlunun ne demek istediğini düşündü bir an. “Babaannemin bana bıraktığı ama uğramadığımız şu küçük bahçe var ya, oradaydık.” Şimdi şaşırma sırası bendeydi. Öne doğru eğildim şu an tek meselemiz buymuş gibi.

“Elmalı Sur senin bahçen mi?” Öğretmen başını salladı keyifle gülerken. “Niye daha önce söylemedin? Sahibi yok sanıyordum.”

“Huysuz bir ihtiyarın kapıya dayanması ihtimali seni hep heyecanlandırıyor, bahçeyi gizemli kılıyordu. Bozmak istemedim.” Yüksek ölçüde haklıydı. Gizlice girmek keyfini arttırıyordu oturmanın. Osman’ın mülkünü istila ettiğimi bilmiyordum. Daha önceden haberim olsaydı belki de bu kadar rahat girip çıkmazdım. Bıraksalar saatlerce konuşurduk da Firuze teyze yalandan öksürünce gülümsemeyi bırakıp toparlandık.

“Ben teker teker mi sorayım, siz ne olduğunu baştan sona anlatır mısınız? İki türlü de cevabımı alırım. Ama ikincisi daha az zahmetli olur.” Elini masaya koydu. Ciddi gözüküyordu ve bu halini pek tanıdığımı söyleyemezdim. Anneme baktım göz ucuyla. Kollarını göğsünde bağlamış, düşünceli gözlerle masayı seyrediyordu. Bir anne olarak Firuze teyzenin de her şeyi bilmeye hakkı olduğunu düşünüyordu belki de. Bir yandan da konuşma iradesini bize bırakıyordu. Çünkü zor da olsa ben ona içimi dökmeye başlamıştım. Çocuğu hakkında sevince ve endişeye sebebiyet verecek kadar bilgi sahibiydi. Aynısının arkadaşı için de geçerli olmasını istiyordu.

“Baştan sona anlatmak hepsinden daha zahmetli olur anne” diyerek söze girdi Osman. Güven veren gözleriyle, sorumluluğu üstlendiğini söylüyordu. Uygun bir dille durumu izah edecekti annesine. Hazırdım sanırım. Kaçışı olmayan bir şeydi ve erken yüzleşmeliydik. Yüzleşme konusunda ihtisas sahibiydim aslında. Mevzu başkalaştıkça telaşlanıyor olsam da daha olgun davranabileceğimi hissediyordum. Osman boğazını temizledi. Hafifçe annesine döndürdü bedenini. Bir yanlış anlaşılmanın aydınlatıldığını anlatmasını bekliyordum. Bunu münasip kelimelerle, birkaç giriş cümlesiyle karşı tarafa aktarabilirdi. Neticede bir öğretmendi ve giriş, gelişme, sonuçtan oluşan kısa bir kompozisyon yazabileceğine inanıyordum. Birden “ben Yağmur’u seviyorum” dedi.

Yüzüme bir kova su atılmış gibi irkildim. Lafı dolandırmaması tam da Firuze teyzenin istediği şeydi. Ama kadın bile şaşkınlıktan dolayı bir müddet konuşamadı. “Yağmur da beni seviyor.” Bunu anneme bakarak söylemişti. Firuze teyze durumu idrak edince avcunu ağzına kapattı. Boğuk bir çığlık duyuldu mutfakta.

“Ne! Yemin et!” Kimsede şaka yapar gibi bir hal yoktu. Firuze teyze de bunu anlamış olacak ki birden ayağa kalktı. Yüzü kıpkırmızıydı. Sanki saatlerce kahkaha atmak istiyordu ama kimseler duymasın diye kendini tutuyordu. Önce oturan oğluna sarıldı sıkıca. Saçlarının arasına sert bir öpücük kondurup yanaklarını sıktı. Bir sürü şey söylüyordu. Sevincini dolu dolu yaşarken sıranın bana gelmesinden çekiniyordum. Aynılarını bana yapsa bayılırdım herhalde.

Bakışlarını bana çevirdiğinde yüzleşme sıramın geldiğini anladım. Ani bir refleksle ayağa kalktım. Asker gibi görünmüş olmalıydım. Firuze teyze çevik bir hamleyle karşıma geçip sevinçle yüzüme baktı. Beni Gonca Saraç’ın kızı olarak seviyordu elbette. Fakat şu an başka anlamlar da yüklüyordu varlığıma. Halimden memnundum. Yalnızca fazla utanıyordum. Kadın, kollarını boynuma dolayınca rahatladım. Sürekli yüz yüze gelmeye, manalı bakışları konuk etmeye alışkın değildim.

“Beni ne kadar mutlu ettiniz bir bilseniz” dedi sırtımı sıvazlarken. Oğluna davrandığından daha kibardı şimdi. Yine de içindeki coşku bitmiş değildi. Geri çekildiğinde hem güldüğünü, hem de gözlerinin dolduğunu fark ettik. “Adağım var, kurban keseceğim. Ama şimdi oğlumun birini sevdiğine değil, o kızın Yağmur olmasına daha çok seviniyorum vallahi! Hep diyordum kendi kendime, şu çocuk gözünün önündekini nasıl görmüyor diye.” Ufak bir sitem etti oğluna. “Şükür Allah’ıma.”

Osman ayağa kalktı. “Görmedim değil, ulaşamadım anne.” Yanımdaki kadın Osman’ın hislerinden en başından haberdar olsaydı bu kadar gecikmeyeceğimiz kesindi.

“Bana söyleseydin ya!” dedi kısık sesli bir kızgınlıkla. “Ne demek ulaşamadım! Ben bilseydim bir gün daha bekletmezdim vallahi.” Öğretmen derin bir nefes aldı. Firuze teyzenin sevincini sakince izleyen annemin yanına yaklaştı.

“Önceleri Gonca ablaya ve Yağmur’un mutluluğuna zarar geleceğini düşünmüştüm.” Annem de sandalyesini geri çekip kalktı ve muhatabıyla göz teması kurdu. Bu haliyle gayet otoriter gözüküyordu. Dinlemeye hazırdı. “Ama sanrılarımızın aksine, birlikteyken daha mutlu olduğumuzu gördük. Gonca abla ben hislerimde samimiyim. Müsaade edersen Yağmur’la bir yola girmek istiyorum…” Nefesini tuttu öğretmen. Firuze teyzenin oğluna gururla baktığını gördüm. Böylesine kibar ve düşünceli bir evlat yetiştirdiği için memnundu anlaşılan.

Annem bir müddet düşündükten sonra bir elini diğerinin avcuna koydu nazikçe. “Yağmur benim kıymetlim, biricik evladım. O mutlu olsun diye pek çok şey yapacağım gibi, üzülmesin diye de çok çabalarım. Onu sevecek, kırmayacak, anlayışlı biriyle de yolunu birleştirmesini çok isterim.” Hepimiz sessizce annemi dinliyorduk. Kimseye bir kabalığı, üstünlüğü olmamasına rağmen herkes ona saygı duyuyordu. Ben de dahil. Ve vereceği kararlar elbette çok önemliydi. “Bu ciddi bir mesele” dedi. “Düşünmek için bize zaman vermeni isteyeceğim senden.”

Osman ilk andaki tedirginliği üstünden attıysa da hâlâ gergindi. Uslu bir çocuk gibi başını salladı. “Tabi, nasıl istersen Gonca abla.” Dönüp bize baktı kısa bir an. “Uzun sürer mi düşünmeniz? Bir gün mü iki gün mü?” Havaya kaldırdığı iki parmağı yüzünden kahkaha atmamak için dudağımı ısırdım.

“Çocuğum sorulmaz” diyerek uyardı onu Firuze teyze. “Kız annesi Gonca ablan. Kararını bildirir sana.” Sonra heyecanla annemin yanına gitti. “Dünür olacağımız için ne kadar sevinçliyim bilemezsin” dedi. Anlaşılan o alacağı cevabı biliyordu.

“Ama siz kadınlar kendi aranızda her şeyi yapıyorsunuz” diye sızlandı Osman. “Biz erkekler de kenarda kalıyoruz ve bekliyoruz.” Cevap alamadı çünkü iki eski dost biraz duygusaldı. Sonra öğretmen, fırsattan istifade “biz de sarılsak mı?” dedi bana. Kaşlarımı kaldırıp başımı olumsuz anlamda salladım masanın arkasından.

“Sen de babana sarıl Osman” diye alay ettim onunla. Omuzlarını düşürdü.

Bölüm : 31.12.2024 23:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...