31. Bölüm

31- YILDIZ SÜSÜ

Zehra
yesilkutuphane61

Araba gelmeden yarım saat önce, kızlar bahçeye çıktılar dondurma yemek için. Annem ve Seher anne ne yapılsa solan bir saksı çiçeğinin başında fikir yürütüyorlardı. Aras’la yalnız kalmıştık. “Ne kadar kalacaksın?” diye sordum.

“Belli değil. Şu sıralar pek planlı yaşamıyorum. Canım nasıl isterse.”

“Hayatın tadı da biraz öyle çıkıyor aslında.” Güldüğünde gerginliğim azaldı. Eskisi gibi değildik, imkânsızdı. Ama iki tanıdık gibi karşılıklı oturmamız beni rahatlatmıştı. Bunu Aras’ın kendine has dik duruşuna borçluydum. Bazı şeyler hiç yaşanmamışçasına kaygısızdı.

“İstanbul’a gelmeye nasıl karar verdin?” Bu soru biraz da hayret içeriyordu aslında. Sofradan kalkıp yarım saat uzaklıktaki merkeze gitmeyişimin ardından İstanbul’daydım.

“Göktepe’ye yerleşip kendimi tamamen bulduğumda, yeniden ufak yolculuklara çıkmak zor olmadı. Hem kızlara da iyi geldi. Çok güzel zaman geçirdiler. Efe’yle de eski günleri yâd etme fırsatım oldu.”

“Sanırım görüşmek istediğin kişiler listesinde ben yoktum?” Arkasına yaslanıp kollarını göğsünde bağladı. Beni şaşırttığına mı gülüyordu, hayal kırıklığını gizlemek için mi yapıyordu? Kaşlarımı çatıp başımı olumsuz anlamda salladım.

“Seni görmeyi beklemiyordum ama buraya gelirken sana dair herhangi bir kaygı geçmedi aklımdan” dedim kararlılıkla. “Benim kızgınlıklarım, içimde büyüttüğüm öfkelerim yok. Çok şey gördüm, çok insan tanıdım. Artık bir nebze anlayışla yaklaşabiliyorum karşımdakine.”

“Beni de mi anlıyorsun yani?”

“Farklı bir tecrübeyle anlama fırsatı buldum.” Neyi kastettiğimi biliyordu. Sevmemem gereken birine kapılmıştım, demekti bu.

“Kim gitti peki? Kalpler açıldığında taraflardan biri gider genelde.”

“İkimiz de kaldık” dedim. “Giden olmadı.” Bu Aras’ın deneyimlemediği bir mutlu son hikâyesiydi. Onun için en güzellerini diliyordum. Ne öfke, ne nispet vardı sesimde. Yine de bir an bakışlarında istek gördüm. Kavuşmak, mutlu olmak ve eksikleri tamamlamak için. Bu bana ağır gelirdi. Gözlerimi kaçırdım.

“Sevindim Yağmur.” Benim için sevindiğini hiçbir zaman yalanlamazdım. “Hep mutlu olmanı istediğimi biliyorsun. Ne şekilde olacaksa…”

“Aynısını senin için istiyorum” dedim samimiyetle. “Belki bu gün farklı noktadayız ama çocukluğumuz birlikte geçti Aras. Benim iyiliğim için çabaladın hep. Ben de senin üzülmeni hiç istemedim. Yine istemem. Sen mutlu ol, ne şekilde olacaksa…” Gülümseyip başını salladı ağır ağır.

“Peki, deniyorum zaten.” Kendimi halden anlamaz bir bencillikle konuşmakla suçlayabilirdim elimden başka bir şey gelseydi. Ama yoktu. “Ben kalkayım o halde. Sizin de yolunuz uzun. Belki yine gelirsiniz. Kızlarla daha fazla zaman geçirmek isterim.” Onunla birlikte ayağa kalktım.

“Seninle tanışmayı çok istiyorlardı.”

“Beş küçük hanımdan ilgi görmek güzel” dedi gururlu bir edayla. Sonra derin bir nefes alıp elini uzattı. Yine veda zamanıydı.

***

Göktepe’ye vardığımızda saat on bir buçuktu. Çekirge sesleri, yıldızlar, hoş rüzgârlar karşıladı bizi. Bir de Osman. Vakti umursamadan bahçede oturup bizi beklemişti. Kızlar arabadan indiğinde koşup öğretmene sarıldılar. Ben ve annem çantaları indirip bahçe kapısının yanına koyduk. “Oh, yeniden şenlendi Göktepe!” Öğretmenin neşesi yüzümüzü güldürdü.

“Epey özlemişsin bizi Osman” diye söylendi annem. Sonra sarılmak için kollarını açan genç adamın yanına gitti.

“Bir gün daha kalmadığınıza çok sevindim.”

“Belli oluyor” dedim. Kızlar eve doğru koşturunca biz de dışarıda beklemek istemedik. Yol yorgunuyduk bir nebze. Annem girdi bahçeye, ben de arkalarından gidecektim. Öğretmen birden önüme geçti. Gözlerine bakmayı özlemiştim. “Merhaba” diye fısıldadım. Kalabalığın içinde selamlaşamamıştık. Etrafına bakındı cevap vermek yerine. Sonra müdahale edecek kimse görmeyince bir anda beni kendine çekip sarıldı. “Osman…” Başka bir şey diyemedim.

“Hoş geldin Yağmur’um. Annem yokken şu anın tadını çıkartabilir miyiz? Özledim de seni…”

“Ben de.” Sesim kısık çıkmıştı ama halimden şikâyetçi değildim.

***

Hâkim amca defalarca yapacağını söylediği mangalı yaktı nihayet. Ağaçların gölgelediği, yakınlarından çeşme akan bir arazideydik. İki tane salıncak kurduk. Firuze teyze, Nil, babası, Ruşen teyze, Melek abla da geldi. Tabi Fırat Bey de kendini davet ettirdi pikniğe. Ali amca doktora bir kere bile güler yüz göstermiyordu. İkisi için süreç biraz zorlu ilerleyecekti.

Bu ufak pürüzü görmezden gelirsek güzel bir günde piknik yapmak epey eğlenceliydi. Mangalı erkeklere bıraktık. Anneler temiz havanın tadını çıkardı. Nil ve ben kızların her türlü oyununa dahil olduk. Saklambaç bile oynadık ağaçların arkasına sığmayan cüssemizle. Yakar top, yakalamaca, voleybol ve mendil kapmaca. Hepimizin yüzü kıpkırmızıydı ve terlemiştik. Annem müdahale etmese durmayacaktık. Önce bizi çeşmeye gönderdi. Elimizi yüzümüzü yıkattırdı. Sonra da dinlenmemiz için yere serilen örtüye oturttu.

Bu sırada köfteler ve tavuklar hazırdı. Tabaklara servis edildi. Osman ufak bir hileyle yanıma oturmayı başardı. Fırat Bey iki amcanın arasında kalmıştı. Çekiniyordu ve bakışlarını önündeki tabaktan çekmiyordu. “Fırat beyi yalnız bırakmasaydın keşke” diye fısıldadım Osman’a. Gülümsemesi soldu. Yanımda olmaktan mutluydu ve benden duyduğu ilk cümle buydu. “Osman…”

“Ben iki tane bıyıklı kale muhafızını, hatta annemi bile kandırıp yanına geliyorum. Ettiğin laf mı şimdi?”

“Af edersin” dedim mahcup bir gülümsemeyle. “İyi ki gelmişsin.” Bunu duyduğuna memnun oldu. Gözlerini hiç ayırmak istemez gibi bakıyordu. Yardımcı oldum dikkatini yemeğe vermesine. “Hadi yemeğini ye.” Şu sofrada birbirimize gülümserken kalplerimizin titrediğini bilmeyen yoktu. Dizginliyorduk sohbetlerimizi, sınırları aşmıyorduk. Neredeyse hep kalabalığın içindeydik. Ama bazen başımı Osman’ın omzuna yaslayıp yıldızları seyretmek istiyordum kaygısızca. Hâkim amca adını koyalım şu işin, dediğinde bu isteğimin gerçekleşmesine yardımcı oluyordu aslında.

Sohbet arasında Zümra Aras’la tanıştıklarını söyledi. Bu detayı anlatmamıştım Osman’a. Eski iki dostun yarım saat aynı yerde bulunması ve yeniden vedalaşması detayını iki gündür erteliyordum zihnimde. Belki yalnız kalsak bahsederdim. Açıkçası bir araya gelebildiğimiz kısa zamanlarda Aras’ın döndüğü bilgisini vermek aklımın ucundan bile geçmemişti. Annemle de konuşmamıştık. Bir sorun olsa anlatacağımı biliyordu çünkü.

Osman ufak sorularla hiç zorlanmadan ne duymak istiyorsa öğrendi kızlardan. Bu sürede yüzüme bakmamaya özen göstermişti ama ben her ifadesini takip ediyordum. Huzursuz olduğunu söyleyemezdim. Ama her fırsatta fısıltıyla şaka yapan adamın durgunlaştığının farkındaydım. Yemek bittiğinde, bulaşıkları kaldırdığımızda ve herkes kendi sohbet köşesine çekildiğinde Osman’ın yanına gittim. Yerde bağdaş kurmuş, Fırat beyle oturuyordu. Aralarında hararetli bir muhabbet dönmüyordu anlaşılan. Eğilip “benimle gelebilir misiniz acaba Osman bey?” diye sordum tatlı bir sesle. “Doktor bey için bir mahsuru yoksa tabi?”

“Estağfurullah, bana söz düşmez.” Kibar doktora gülümseyip öğretmene baktım yeniden. Çevik bir hareketle kalkıp rahat pantolonunu temizledi. “Şey…” diye mırıldanan Fırat beyin yüzüne bakan sıkıntısını anlardı.

“Ali amca balık tutmayı çok sever, bu mevzudan yaklaşabilirsiniz ona. Hatta şu anda tam da bu konu hakkında konuşuyorlar. Pazar günü için plan yapıyorlar Hâkim amcayla.” Mesajı almıştı. Heyecanla ayağa kalkıp amcaların yanına gitmeden önce teşekkür etti.

“Sevenleri kavuşturma şebekesi misin sen?” Osman’ın imasına omuz silktim.

“Ufacık bir şeydi, arkadaşımız için bu kadarı geliyor elimizden. Ne yapalım?” Başını salladı. Güneşin altındaydık. Saçlarımın renk tonu iyice açılmış olmalıydı. Osman’ın siyah saçları bile ton değiştirmişti. “Yürüyelim mi biraz?”

“Olur, severim seninle yürüyüşü.” Ufak adımlar attığımızda tebessüm ettim.

“Sadece benimle olanı sev ama.” Zaten öyle söylemişti. Bir kez daha üstünde durmama gerek var mıydı sanki? Aynı şeyi düşünmüş olmalıyız ki bir müddet başını hiç çevirmeden bana baktı. Manidar gülümsemesine karşın mahcup oldum. “Düşeceksin” dedim önüne dönsün diye.

“Beni kıskandın mı hiç?” diye sordu birden. “Dürüst ol ama!”

“Nereden çıktı şimdi bu?” Omuz silkti elini cebine koyarken. Sessizliği bir cevap beklediğinin işaretiydi. Kısa bir an düşündüm. “Evet” dedim derin bir nefes aldıktan sonra. Açık olmama şaşırmıştı. Ama meraklandı. Konunun kapanacağını sanmıştı belki de. Bir ay önceki Yağmur kapatırdı. Bu gün başka biriydim. “Ama seni mi, yanındakini mi kıskandım o tartışılır.” Güldüm kendi sözüme. “Gözlerine bakarken kendine hiçbir yasak koymadan gülen Gamze’yi, çocukluğunu seninle geçirmesini, güzel günlerinizi…” Bir iç geçirdim. “Kıskanmak kadar sert değildi içimdeki. İmrenmek de değildi çünkü sol yanım sızlıyordu. Oralarda gezinip durdum işte” dedim sesimi alçaltarak.

Osman durdu birden. Uzaklaşmıştık kalabalıktan. Çeşmeyi geçmiştik. Sırayla dizilen ağaçların gölgesinde, yeşil çimlerin bir halı gibi göğe uzandığı yoldaydık. Bir rüzgâr esti, dağıldı saçlarımız. Bunu itiraf etmekten utanmıyordum. Gamze’ye kastım da yoktu. “Seninle büyüseydim nasıl olurdu diye düşünüyordum bazen. Aynı okula giderdik herhalde. Sen benden büyük olduğun için arkadaşların da başka olurdu tabi. Onlarla vakit geçirirdin. Belki bisikletten düştüm diye Nil’e olduğu gibi bana da gülerdin. Ben de sana çok kızardım. O zaman kesinlikle kıskanırdım. Evet, kıskanmak kadar sert olurdu hislerim.” Bu olası senaryo güldürdü ikimizi de.

Bir iç geçirdim. “Bu gün en yakınlarından biriyim Osman. Ama sen beni en yakın bir dost, olarak tanıttığında, karşında kalbim açık bir şekilde durabileceğim aklımın ucundan bile geçmiyordu.”

“Seni tarif etmek, hayatımda bir yerlere koymak öyle zordu ki Yağmur. Yalan söyleyemez, dürüst olamazdım. Dost kadar yakın, samimiydin. Bu sıfata sarıldım. Ve biz bir şekilde bir araya gelemeseydik, senden sonra en çok dostluğunu sevecektim.”

“Senin gibi yoldaş lazım insana. Hem eş, hem dost, hem sevgili, hem arkadaş…”

“Kabul edersen hepsi olurum.” Gülümsedim hevesli sesine. Ama benim de sorularım vardı.

“Dur bakalım öğretmen. Şimdi aynı soruyu ben sana soruyorum. Beni kıskandın mı hiç?” Öyle bir baktı ki, sanki bunun olmaması mümkün değildi. Hatta soruyu sorma sebebinin kendi duygularını paylaşmak olduğunu da o an anladım.

“Tabi ki” dedi. “İlk seferi bile hatırlıyorum. Seni kucağında bir çiçekle Aras’ın yanında gördüğüm gün adını koyamıyordum ama öyle huzursuzdum ki. Nereden çıktı bu adam diye gece boyunca içim içimi yedi. Hem kızdım kendime, beni ilgilendirmezdi. Hem de merak ettim.”

“Bekleseydin kuzenim olduğunu söyleyecektim. Çattın kaşlarını gittin.” Omuz silkti bir şey fark etmezmiş gibi. O zaman bana güvenmediğini zannedip ne kadar üzülmüştüm.

“Neticede yanılmadım” diye mırıldandı. Bu konuyu ilk kez konuşuyorduk Osman’la. Ve iyi hissettiğimi söyleyemezdim. “Ben bencil bir adam değilim Yağmur.” Kaşlarım çatıldı. Böyle bir şey ima etmemiştim ki. “O kafede sen güvenini kaybederken kıskanç bir adam gibi zehirlemedim kendimi. Sadece seni teselli etmek istedim. Üzüntün nasıl geçerdi, bunu düşündüm. İstanbul’da Aras’la karşılaştığını duyduğumda…” Evet, esas meseleye geliyorduk. “Hoşuma gitmedi hayır. Seni gözümden sakınmak isterken, elini tutmaya bile çekinirken niyetini açık etmiş birinin sevdiğim kadının karşına çıkmasını sevmedim.”

Derin bir nefes alıp kıstığı gözlerini yeşil çimlerin üstünde gezdirdi. “Zaten bu meselenin seni üzdüğünü biliyorum. Konuşmaktaki niyetim kötü değil. Sadece, düşüncelerimden haberdar olmanı istedim.”

“Teşekkürler” dedim “açık olduğun için.” Yürüyüşe çıkmamızın amacı buydu. Konuşup halletmek. Ben yeniden kendini saklayan, ketum ve sırları olan kız olmak istemiyordum. Osman’ın Aras’ı sevmemesi ve tepki göstermesi normaldi. Yan yana gelmeyecek bir ikiliydiler ve bu konuda konuşmak şöyle dursun, düşünmek bile hâlâ canımı sıkıyordu. Neticede bu olay da içimizde bir şüphe olarak kalmamıştı.

“Sen de öyleydin, bana cesaret verdin konuşmam için. Seni sevmek, yanında olmak tertemiz hisler. Ama bu süreçte endişelerle, korkularla, öfkelerle de yüzleştik. Onları geride bırakıp başlamak isterim yeni güne. Ve en çok da bu yüzden aklımdakileri paylaşıyorum seninle. Susmak bize sıkıntı getirdi Yağmur.” Bu ortak kabahati geride bırakmıştık.

“Bir ömür başının etini yiyebilirim Osman.”

“Hey, bu görev benimdi.” Ufak bir kahkaha attım.

“Gürültücü bir ikili olacağız” dedim.

***

Melek abla izinliydi. Annem ve ben yuvada kalıyorduk. Gonca anne olarak kızlarıyla daha özverili ilgileniyordu annem. Hatta yatırmadan önce masal bile anlatmıştı. Bu konuda pek maharetli değildi. Birbirimize bakıp ufak bir kahkaha atmıştık. Çocuklar uyuyana kadar da yanlarından ayrılmadı. Yaz, tatil nedeniyle program esniyordu. Bu yüzden geç uyusalar da problem olmuyordu.

Aşağı indiğimde bir bardak su almak için mutfağa girdim. Hava sıcaktı. Sık sık su içiyorduk. Dolaba su koymam pek onaylanmıyordu sağlık açısından. Ama bu hararetli havada huysuzlaşmaktansa zararlı bir şeyi tüketmeyi tercih ederdim. Tam dolabın kapağını açmıştım ki cama vurdu biri. Yerimde sıçradım. Demir korkuluklar vardı, pencereler kapalıydı. Dışarıdaki her kimse bu saatte gelmesini de zile basmamış olmasını da onaylamıyordum. Aklıma birden Elif’in babası geldi. Hapisten çıkmış olabilir miydi? Bu kadar kibar davranmazdı, hayır. Bu fikri rafa kaldırdıysam da tedirgindim.

Tülün arkasındaki gölgeyi görebiliyordum. Ama kim olduğunu anlamam imkânsızdı. Korkudan hızlanmıştı kalp atışlarım. Dışarıdaki ısrarcıydı. Şimdi hemen yukarı çıkıp annemi çağırsam, korkutacaktım. Biraz cesur davranıp ufak adımlarla cama doğru yürümeye başladım. Karanlıktı mutfak, koridorun ışığı yanıyordu. Dışarıdakinin beni bir gölge olarak gördüğünü tahmin ediyordum. Perdeyi azıcık kenara çektim işaret parmağımla. Gördüğüm yüz hem rahatlattı hem de kızdırdı.

Hızla pencereyi açtım. “Osman!” Fısıldamaya çalışmıştım ama korkum yüzünden pek becerememiştim. “Ne yapıyorsun bu saatte burada?” Yüzündeki heyecan bir an yerini endişeye bıraktı.

“Korkuttum mu?”

“E tabi! Gecenin bir vakti pencereden ses geliyor, sen korkmaz mısın?” Haklı olduğumu anlayınca bir an başını öne eğdi. Sonra ortamı yumuşatmaya çalıştı. Tatlı bir tebessüm yayıldı dudağına.

“Yağmur’um gelmiş, bana serenat yapacakmış diye düşünürdüm ve korkmazdım.” Derin bir nefes aldım. Ellerim pencerenin kenarında, kafam demir korkulukların arasındaydı.

“Senin kadar romantik değilim, bunu düşünemedim kusura bakma.”

“Af edersin. Ama sabahı bekleyemezdim.”

“Bir şey mi oldu?”

“Hem de çok önemli. Az gelsene dışarı…” Meraklandım birden. Kapıyı da kilitlemiştik ama Osman çağırdıysa mesele hakikaten önemli olmalıydı. Yoksa bu saatte ne işi vardı pencere önünde? Tam geri çekilmiştim ki gözlerimi kıstım.

“Nereden biliyordun mutfakta olduğumu?” Bir gölge gibi gezindiğimi zannediyordum karanlıkta.

“E perdeyi çekmemişsiniz. Koridorun ışığı içeriyi gösteriyor.” Alayla güldü. “Su mu içecektin?”

“Öyleydi ama boğazıma dizdin” diye söylendim ama bir yandan da gülüyordum. Hızlıca dışarı çıktım. Köpekten kaçmak için tırmandığım odunluğun yanına götürdü beni Osman. “Ne oluyor söylesene artık.” Bastıramadığı bir heyecanı vardı farkındaydım ama hiçbir şey bilmediğim için ona katılamıyordum.

“Tamam” dedi derin bir nefes alarak. “Sana bir sürpriz yaptım ve bunu yalnızca geceleri görebilirsin.” Güldüm sözlerine.

“Yıldız mı topladın gökten?” Bir an hayretle açıldı gözleri. Sonra zekâmı tebrik eder gibi baktı.

“Nereden anladın?”

“Şaka yapıyordum Osman.” Etrafıma bakındım. Elinde hiçbir şey yoktu. Beraber yıldızları mı izleyecektik? Ah, en çok istediğim şeydi. Başımı göğe kaldırdım. Yine doluydu gök. Birkaç bulut geçiyordu bazen. Sıcak bir yaz gecesiydi. Öğretmen yıldızlar yüzümdeymiş gibi yalnızca bana bakıyordu. “Söyleyecek misin artık?” Boğazını temizledi. Sonra birden dönüp odunluğun yanına gitti ve hemen geri geldi. Kesinlikle anlayamıyordum. Ellerini arkasına saklamıştı. “Ne var orada?” diye sordum muzip bir gülümsemeyle.

“Gökten bir parça huzur olarak düştün hayatıma.” İstemsizce gözlerim odunluğa kaydı. Hikâye burada başlamıştı. “Gündüzün güneşi, akşamın yıldızı güzel hayalleri süsledi. Biz içimizdeki karanlığa boğulduğumuzda hep başımızı göğe kaldırdık. Işık, umut ve yağmur bekledik. Hepsi verildi, hepsi düştü avuçlarımıza. Bilmek de aydınlıktır Yağmur. Seni bilmek, kalbimi sana bildirmek en büyük aydınlığımızdı bizim.” Bu güzel sözleriyle mest ediyordu beni. Dünya dursun, Osman konuşsun dinlerdim.

Arkasında sakladığı şeyi gösterdi sonra. Bir kavanozun içinde uçuşan ateşböceklerini gördüm. Hiç bu kadar yakından şahit olmamıştım yaydıkları ışıklara. Bu sürpriz benim içindi ama o kadar şaşkın ve heyecanlıydım ki uzanıp da ellerimin arasına alamadım. “Ben sana hiç çiçek veremedim. Onun yerine yerdeki yıldızları toplamak istedim. Çiçeklerin dilleri vardır, her biri başka bir şeyi ifade eder. Ateşböceklerinin de konuştuğunu duyabiliyorum.” Evet, artık duygulanıyordum ve buğulanan gözlerim kavanozun içindeki ufak sarı ışıkları uzaktaki yıldızlar gibi görmeme neden oluyordu.

“Diyorlar ki…” Kulağını kavanoza yaklaştırdı biraz. “Yağmur ve Osman’ın yolu hep aydınlık olsun. Yıldızlarla süslensin. Güneş gibi sıcak bir yuvaları olsun…” Bu usul temenniyi öyle benimsedim ki her kelimesini aklıma kazıdım o an. Osman başını kaldırıp gözlerime baktı tekrar. “Yağmur, benimle güneş kadar sıcak, yıldızlar gibi parlak bir yuva kurar mısın?”

“Evet” dedim hiç beklemeden. Coşkuyla gülmem gerekirken yanaklarım ıslanıyordu. Bir evlilik teklifi hayali kurmamıştım kafamda. Bu denli etkileyici olacağını da tahmin etmemiştim. Osman’ın heyecanlı gözleri, yıldızları tutan parmakları gibi titredi. Bu sefer o sormadan ben sarıldım boynuna.

***

Şeftali ağacının gölgesine oturup soluklandım. Annem de elindeki sepeti bırakıp karşıma geçti. Temiz toprağın üstüne oturdu. Yüzüne düşen bir perçemi elinin tersiyle ittikten sonra gözlerini kısıp topladığımız şeftalinin miktarının yeterli olup olmadığını kontrol etti. Bence tüm Göktepe’ye yeterdi. Hem yerdik, hem reçel yapardık. Güneş altında yanaklarımız kızarmıştı. Bu yaz ten rengim de koyulaşmıştı. Birkaç yıl öncesine nazaran artık bu tip şeyleri dert etmediğim için halimden memnundum.

“Bence topladığımız miktar yeterli” dedim anneme. “Eve nasıl taşıyacağız onu düşünüyorum şimdi de…” Kollarımın sızlamasının yanında benim sesimdeki ufak sızlanma bir hiç sayılırdı. Annem ufak bir tebessüm etti.

“Bu günlük yeter” diye cevap verdi. “Yıkayıp reçel yapmak için hazırlamak kaldı geriye.” Derin bir nefes aldı, gülümsedi. Osman, güneş yerinde dursun demişti. Aslında güneş annemin gözlerinde bir yerlerdeydi. Güzel bir kadın olmasının yanı sıra sıcacık güvenli bir limandı benim için. Bahçeye uygun kıyafetler içinde, en çok da ben reçel seviyorum diye çabalarken, elleri dalların sivri uçlarıyla çizilmiş, toprağa bulanmışken baktıkça bağlanıyordum ona. Yüzüne dalıp gittiğimi fark edince öne eğilip dizimi dürttü. “Niye öyle bakıyorsun Yağmur’um?” dedi yorgun ama neşeli bir sesle.

Pek çok şey vardı aklımda, kalbimde. Sadece “seni çok seviyorum anne” demekle yetindim. Bunu beklemiyor olacak ki şaşırdı.

“Ben de güzel kızım, ben de seni seviyorum.” Samimiyetle karşılık verdi bana. “Bir şey mi oldu Yağmur'um?” diye sordu sonra. Başımı iki yana salladım hızla.

“Kötü bir şey yok. İçimden geldi söylemek. Sana baktıkça, sürekli tekrarlamak istediğim şeyler bunlar.” Elleri temiz olsa saçlarımı okşayacağını bildiğim kadın gülen gözlerle baktı yüzüme. Tabi benim sürekli konuşan ve huzurumu sarsacak sorular üreten bir iç sesim de vardı. Mutlu, sakin anlarımı kollar, neşemi bastırırdı. Çoğu zaman düşünmeye sevk ederek hayatımı düzene koyardı ve ben de çoğu zaman çocukluk edip onu sustururdum. Geçen zaman içinde epey dersimi almıştım elbette. O yüzden dürüst ve açık olmayı uygun gördüm bahçedeki sessizlikten faydalanarak. “Aslında konuşmak istediğim bir şey de vardı seninle.”

“Dinliyorum” dedi ciddileşerek. Bir sorundan bahsetmeyecektim. Ama cevap almam gerekiyordu.

“Nişan için tarih belirledik ama tüm bu süreç sona erdiğinde sen ve ben yeniden ayrılacağız…” Sesimdeki ufak üzüntü kırıntıları büyümeyecek veya korkuya dönüşmeyecekti. Ama defalarca kez seyri değişen bir hayata sahiptim. Yeniden değişecekti. Bütünüyle iyi yönde ve kendi isteğimle olsa da annemin yeniden yalnız kalma ihtimali zihnimde önemli bir yer işgal ediyordu. Bu konuda ne düşünüyordu? Kızının mutluluğunu göz önünde bulundururken kendi hisleri ne durumdaydı? Onu dinlemem gerekiyordu.

Biraz daha yaklaşıp pek de temiz olmayan elimi tuttu. Bir müddet buruk bir tebessümle parmaklarımızın buluştuğu noktayı seyretti. Rüzgâr, çekirgeler, şeftali kokusu ve güneş sırlarımızı dinliyordu. “Babanı çok seviyordum Yağmur” dedi saniyeler sonra. Bunu babama ilk kez nasıl söylemişti bilemezdim ama sesinde aynı tatlı heyecanı sezdim. “Hayallerimi süsledi onunla birlikte olmak. Ama…” Bakışlarını kaldırıp gözlerime sabitledi. “Ama doğup büyüdüğüm evi, annemi bırakmak benim için zordu. Tıpkı senin gibi ne olacağını düşündüm, mutluluğa yürürken dönüp anneme baktım.”

Kısacık bir mutluluk serüveni geçiyordu belki de gözlerinin önünden. Kısacık ama hiçbir şeye değişmeyeceği günleri anımsıyordu. Ondandı ufak cümleleri söylemek için bile beklemesi. “Seni anlıyorum” dedi sonra aceleyle. Geçmişi açmak istemediğini anladım. “Her genç kızın yaşayacağı türden telaşlar bunlar. Ama Yağmur, bunlar en güzel dönemlerin. Seni anlayan, gerçekten seven ve güvendiğin biriyle evlenmek üzeresin. İnşallah çok mutlu bir yuvanız olur, sesli ve sessiz dualarımdasınız. Senin yüzün gülünce, ben daha çok seviniyorum. Elbet bir gün biriyle tanışacaktın, o kişi Osman’ken kaygılarım azalıyor. Uzağa gitmeyeceğini biliyorum. Yine hep birlikte, Göktepe’de kızlarımızla yaşayacağız. Bunları düşünüyorum. Her anne kadar hüzünleniyorum.”

Durdu ve biraz daha dürüst olması gerektiğine karar verdi. “Hayır, ben evladını çok geç bulmuş bir anne olarak daha fazla hüzünleniyorum. Ama kötü bir yere gitmediğinin, ayrılmadığımızın ve yüzündeki gülümsemenin solmadığının farkına vardığımda heyecanına ortak oluyorum. Eh... Kız annesi olmanın da en zor yönü bu herhalde; bir sürü his karmaşası yaşamak” dedi biraz neşelenerek. “Güzel kızımı evlendirirken hem mutlu olacağım, hem hüzünleneceğim.”

“Yani normal bütün bunlar?”

“Fazlasıyla normal… Güzel gönlüne sıkıntı düşürme. Biz ayrılmayacağız artık. Daha sıkı bağlarla, daha mutlu yaşayacağız.” Derin bir nefes aldı ve omzumu sıvazladı. “Ama madem şimdi birlikteyiz, daha nişan günü de gelmedi. Tadını çıkartalım değil mi? Hazır yalnızken; kızlar Nil’le oynuyor, Osman mesaj atıp durmuyorken birlikte vakit geçirebiliriz.” Son söylediğine güldüm elimde olmadan. Osman ihtimallerin üçüncüsü ve en hareketlisiydi. Hayatımdan eksildiğini düşündüğüm heyecan, onunla birlikte geri gelmişti. Anlaşılan o ki o sevgisiyle beni teselli edecekti. Ben zihnimde tasarladığım pek çok aktiviteyi onunla yapacaktım.

Bölüm : 06.01.2025 17:54 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...