Elif’le birlikte ben de eve döndüm. Elimi bırakmıyordu. Sürekli söz verdiğimi hatırlatıyordu. Bunu inkâr etmiyordum ama hâlâ minik bir çocuk tarafından böylesine sevildiğim için şaşırıyordum. Kızlar odayı süslemişlerdi. Melek abla da bisküvili pasta yapmıştı. Yeniden bir arada oldukları için mutlu gözüküyorlardı. Nil ve Osman kutlamaya katıldı. Ben biraz geride durdum çünkü Gonca Saraç’ın pek de gizleme gereği duymadan sürekli bana baktığını biliyordum. Birkaç kez göz göze geldik. O başını eğene dek geri adım atmadım. Nefret görmedim yüreğinde, kaşları çatılmadı. Aradı yalnızca. Bundan haberi de yoktu üstelik.
Elif dinlensin diye eğlenceyi erken bitirdiler. Küçük kızı yatağa yatırdılar. O yine kapıda bekleyen Yağmur’dan söz almak için uykuyu erteledi. Gülümsedim yalnızca. Yaslandığım kapı eşiğinden el salladım ona. Vedalar gülümsemelerde, kavuşmalar kapı eşiklerinde gizliydi. Şimdilik Elif’in iyi olması önceliğimizdi. Alt kata indik. Gonca Saraç Nil, Melek abla ve Osman’la toplantı yapacağını söyledi. Sonra da alışveriş için merkeze gidecekti. Bir kenarda sığıntı gibi durduğum dakikalar arttıkça gerginleşiyordum. Bir iki kere karşısına çıktım ama ne ortam müsaitti ne eli boştu. Geri çekilmek zorunda kaldım.
Odaya girip konuşmaya başladılar. Ben mutfakta kendime doldurduğum çayı içiyordum. Yaklaşık on beş dakika sonra telefon çaldı. Yerimden kıpırdamadım. Zaten kapının açıldığını, Melek ablanın aramayı cevapladığını duydum. Çığlık benzeri bir ses çıkartınca irkildim. Parmağımla oynayıp durduğum çay kaşığını yere düşürdüm. “Abo!” Bir kez daha böyle bağırınca kalktım yerimden. Toplantı yapanlar da koridora çıkmıştı zaten. “Gonca hanım, iki saate müfettiş gelecekmiş” dedi. “Denetleyecekmiş her yeri, sana haber vermek için aramışlar!”
Melek abla gibi bağırmasalar da hepsi telaşlandı. Sık sık denetleme oluyormuş ama bu sefer hazırlıksız yakalanacaklarından yakındı Nil. Osman sakin kalmalarını söyledi. Gonca Saraç hemen etrafa bakındı. “Çabuk toparlanın” diyerek direktif vermeye başladı. Bence ev yeterince temizdi ama baştan sona yeniden temizledik el birliğiyle. Ben üst kattaki sınıfı ve oyuncakları toparladım. Kızları hazırladık. Melek abla yemek yaptı. Osman bahçedeki birkaç dağınıklığı topladıktan sonra alt katta, genelde kapısı kilitli olan idari odaya girdi. Evrakları düzenleyecekti. Tüm bu hazırlığın içinde hiç göze batmadım hatta fazlasıyla işe yaradım.
Gonca Saraç, Nil ve Osman evlerine gidip hazırlanınca her şey tamamlandı. Hepsi hoş gözüküyordu. Osman beyaz gömlekle kumaş pantolon, Nil dizlerinin altında biten kiremit rengi bir etekle krem boğazlı bir kazak, Gonca Saraç da siyah uzun bol bir elbise giymişti. Hanımlar saçlarını toplamışlar, resmi bir havaya bürünmüşlerdi. Merdivenin tırabzanına yaslanarak hepsini tek tek süzdüm. Gülümsemek geldi içimden. “İyi olmuşsunuz” dedim. Gerginlerdi ve bu iltifatımın gerçek olmasını diledikleri her hallerinden belliydi. “Denetimler sık sık oluyor dediniz, gerilmeyin bu kadar.”
“Hiç denetim görmedin herhalde” diye sitem etti Nil.
“Aksine, koca bir şirkette elinde dosyalarla dolaşan adamların arasında gezinip dururdum.” Göz kırptım heyecanlı, güzel hemşireye.
“Asistan mıydın?” dedi Osman.
“Yöneticinin kızıydım.” Bu cevabı beklemiyor olacak ki yakalarını düzeltmeyi bırakıp ciddiyetimi ölçmek için yüzüme baktı dik dik. Alaycı bir gülümseme ikamet ediyordu dudaklarımda. Bir zamanlar ben bir yöneticinin kızıydım.
“Tamam, bırakın konuşmayı. Gelirler birazdan.” Gonca Saraç bana inanmamış olmalıydı ki elbisesinin kollarını düzeltip gevezelik ettiğimizi ima eden bir sıkıntıyla söyledi bunları.
“Sen niye hazırlanmadın?” dedi Nil. Eğilip kıyafetlerime baktım. Lacivert bol bir pantolonun üstüne siyah kazak giyiyordum. Dolabın kendime ayırdığım, Seher teyzenin elinin değmediği kısmında hemen hemen aynı renkler ve kıyafetler vardı. Ve ben pek azını sırt çantama koymuştum. O yüzden başka bir şey giyme seçeneğim yoktu. Zaten müfettişleri karşılayacak kişi ben değildim. Onlar gibi resmi kıyafetlere ihtiyacım yoktu.
“Ben burada olmayacağım ki. Dışarıda dolaşırım biraz. Siz de işinizi halledersiniz.” Bence makuldü sözlerim. Hemen harekete geçtim zaten. Askılıkta asılan deri ceketimi aldım. Ayrı kalmıştık bir müddet. Kavuştuğumuz için mutluydum.
“Dışarıda dolaşma, hava soğuk.” Bu itirazı Gonca Saraç’ın sesinden duymayı beklemiyordum. Başımı çevirip arkama baktım. “Anahtarı vereyim, evime git” dedi. İçinde kocaman şüpheleri, güvensizlik gibi bir hastalığı taşıyan bir kadına göre fazla cömertti. Ama ben nasıl bir titizlikle karşılaşacağımı, onun doğrusunu ve yanlışını bilmediğim için kabul etmedim teklifini.
“Gerek yok. Ben bakarım başımın çaresine.”
“Gonca abla doğru söylüyor Yağmur. Bir de sen hasta olma Elif’ten sonra. Zaten epey yorgun gözüküyorsun. Geceyi ayakta geçirdin sayılır. Sabahtan beri de bize yardım ediyorsun.” Nil’e bunları dert etmemesini söyledim. Gece sabahlara kadar film seyrettiğim olmuştu. Uykusuzluk ve kızlar için ufak iyilikler yapmak beni yıpratmazdı. Dikkatli ve rahat olsalar yeterdi. Bu günü mutlu bir şekilde sonlandıracaklarına emindim. Şu birkaç saati kolaylıkla atlatabileceklerdi. Fakat benim için aynı şey geçerli olmadığını kapıyı açar açmaz karşımda gördüğüm iki takım elbiseli adam ve arkalarında duran gözlüklü hanımefendiyi görünce anladım.
“İyi günler.” Kibar bir şekilde selam verip kapının önünde dikilen şaşkın kızın geri çekilmesini beklediler.
“Buyur buradan yak” diye fısıldayan Osman’dı. Hemen arkamda durduğunu fark edince rahatlayarak bir adım sola kaydım. Böylece gelenleri içeri buyur edebildiler. Bu ufak afallama evdekilerin hanesine eksi puan yazmazdı elbette. Ama titizdiler ve yeni bir hesaplaşma istemiyordum. “Hoş geldiniz, buyurun lütfen.” Gonca Saraç ve Nil de kibar bir gülümsemeyle karşıladı misafirleri. Konuşmak ve soluklanmak için idari odaya gireceklerini düşündüğüm için hemen çıkmadım evden. Hâlâ aynı konumda bekliyordum. Herkes birbirinin elini sıktı.
Kahverengi ceketli, orta boylu, tombul bir adam gelip karşımda durdu. Elini uzattı beklemediğim bir anda. Daha fazla şaşkın gözükmemek için karşılık verdim. “Sen Oğuz’un kızı Yağmur değil misin?” Tüm gözler üstüme çevrildi birden. Bu beyefendiyle nerede tanıştığımızı hatırlamaya çalıştım. Hafızam kısa süre içinde raftan bir isim indirdi.
“Yaşar amca” dedim ufak bir heyecanla.
“Bildin!” Sakalsız yanağını kaşıdı. “Ne arıyorsun sen burada?” Bunun için net bir açıklamam yoktu. Neyse ki diğer adam yanımıza geldi.
“Siz tanışıyor musunuz Yaşar müdürüm?” Yaşar amca güldü. Dikkatsizlikle hemen tanıyamadığım adam aslında tatlı biriydi. Şirkete gelip giderdi. Birkaç kez eve yemeğe davet etmiştik. Tatlı getirmeyi ihmal etmezdi ve bunu çok kibar bir davranış olarak görürdüm. Ama belki de üç senedir görüşmüyorduk. Saçları dökülmüş, yüzündeki çizgiler derinleşmişti. Ve büyük, kahverengi çerçeveli bir gözlük takıyordu.
“Yağmur kızımızın babasıyla bir dostluğumuz var. Dünya küçük işte. Seneler sonra burada bulduk birbirimizi.” Bu karşılaşma yüzümüzü gülümsetmişti. Gergin hissetmiyordum artık. Ve Yaşar amcanın yumuşak huylu bir adam olduğunu bildiğimden teftiş esnasında evdekilere zorluk çıkartmayacağını düşünüyordum. Gonca Saraç bu sohbet ortamından memnun gözüküyordu.
“Ayakta kaldınız. Buyurun içeri geçelim, bir çay ikram edelim size.” Teklifi en çok gözlüklü kadının hoşuna gitmiş olacak ki hemen onayladı. Ben evden çıkamayacaktım bu dakikadan sonra. En arkada kalarak idare odasına girdim. Dosyaların, sandalyelerin ve karşılıklı iki çekyatın olduğu sade bir odaydı burası. Köşede bir çalışma masası vardı. Birkaç saksı çiçek, Gonca Saraç’ın elinin değdiğini gösteriyordu.
Melek abla bize çay getirirken, görevliler Osman ve Gonca Saraç’a soru sorarken, Nil gibi ben de sessizce bekliyordum. Açıkçası yerimi yadırgadığım anlardan birindeydim. Yine de hemşireye göz kırptım. Dizini sallamamak için büyük bir mücadele veriyordu. Biraz rahatlamalıydı. Yaşar amca iş üstünde ciddiydi. Fakat arada sırada ufak sorular soruyordu bana. Kısa cevaplar veriyordum. Sonra hiç istifini bozmadan dosyaları inceleyen kadına bakıyordum.
“Yangın merdiveni yapıldı mı? Bir önceki raporda eksik listesine yazıldığını görüyorum.” Bence bu sorunun cevabını biliyordu. Osman’ın faaliyetleri anlatırken kurulan güzel cümleleri yerini sessizliğe bıraktı.
“Maddi imkânlardan dolayı bu ay içinde mümkün değil” dedi Gonca Saraç. Kadın bir şey söylemeden deftere not aldı.
“Burada bir çalışanın ismi yazılı; Meltem hanım. Kendisi şu anda nerede?”
“Dün istifa ettiğini bildirdi bize.” Bu istifanın Gonca Saraç’ı sinirlendirdiği belliydi. Belki de bu gün yapacakları toplantının konusu buydu.
“Çocuklarla ilgilenen resmi bir görevli olması gerektiğini biliyorsunuz değil mi? Burada kalan bir gözetmenden bahsediyorum.” Derin bir nefes aldı. Sürekli kınıyormuş gibi bakıyordu insana. Burnunun ucuna kayan gözlüğü düzeltti. “Gözetmenin olmaması rapora yazılacak en büyük eksik Gonca hanım. Resmi işlemlere pek alışamadığınızı görebiliyorum ama geçiştirilemez mevzularda kusurlar var. Ev açmakla bu işin yürümeyeceğini size daha önce söylediğimi hatırlıyorum.” Kadının tavırları hiç hoşuma gitmemişti. Çocukların başından bir an bile ayrılmayan Gonca Saraç, böyle bir muameleyi hak etmiyordu. Burası tertemiz, sıcak bir yuvaydı. Meltem hanım istifa etmişse yerine biri bulunurdu. Hatta belki de bulunmuştu bile.
“Müsaadenizle” dedim araya girerek. Farkında olmadan sesim fazla ciddi çıkmıştı. “Bunu bir eksik olarak rapora yazmayın lütfen. Çünkü ben buraya gözetmen olmak için geldim. Henüz resmi işlemler halledilmese de çocukların yanında biri var.” Belki bu biraz kafama göre attığım bir adımdı ama Gonca Saraç’ın omuzlarının dikleştiğini görmek hoşuma gitti. Nil ve Osman da ne yapmaya çalıştığımı anlamak için yüzüme baktılar. Ben not defterine bir şeyler yazmakla meşgul olan kadına odaklanmıştım.
“Çok gençsiniz…” Düşünmek için durdu bir an. “Yağmur hanım. Bu işin üstesinden gelebilecek misiniz?”
“Elimden geleni yapacağım.”
“Yanınızda getirdiyseniz özgeçmişinizi görebilir miyiz?” Bir zamanlar adıma düzenlenmiş sahte kimliğimden başka hiçbir resmi evrak taşımıyordum yanımda. Kararlı duruşum yıkılmadı ama cevapsız kalmam da hoş olmadı. Neyse ki Yaşar amca müdahale etti olaya.
“Yağmur’u tanırım. İyi bir ailenin, donanımlı bir kızı. Eğitimini tamamlamış, mezun olmuş aynı zamanda. Özgeçmiş yerine geçer mi bilmem ama ben kefilim.” Gözlerimde teşekkürler baktım Oğuz Bakırcıoğlu’nun dostluğuna sahip çıkan adama. “Çok da takdir ettim” dedi. “Onca imkânı İstanbul’da bırakmış, burada çocukların yanına gelmiş. İnsan aslını unutmamalı.” Gözlüklü kadından çektiği bakışlarını Gonca Saraç’a çevirdi. “Oğuz yardımsever bir adamdı. Kızını da kendi gibi yetiştirmiş.” Eğer burada hiç tanımadığım çocuklarla ilgilenmek istiyorsam sebebi Oğuz Bakırcıoğlu’na değil, Gonca Saraç’a benzememdi. Kimsesiz çocukların neler hissedebileceğini bilmemdi.
“Biz de iyi niyetine şahit olduk” dedi Osman. Yaşar amca dostunun yetiştirdiği kızı övüyordu. Osman daha dün tanıştığı Yağmur’u. Öğretmenin sözlerine ufak bir tebessüm ettim. Daha samimi hissettirdi.
Gözlüklü memur daha fazla övgüye katlanamayacakmış gibi araya girme ihtiyacı duydu. “Kısa zamanda evrakları hazırlamalısınız o zaman.” Biz de yeniden ciddileştik. Etrafı gezmek istediklerini söylediler. Gonca Saraç onlara evi gösterdi. Kızlarla konuştular. Her birinden ne kadar mutlu olduklarına dair düşünceler dinlediler. Bu memurları memnun etmişti. Gözlüklü kadın bile gergin halinden sıyrılmış, çocukların başlarını okşamıştı. Elif’in gece boyu hasta yattığını öğrenmişlerdi elbette. Yüzü solgundu. Buna rağmen evden kaçmasını ve bunun sebebini bir sır gibi sakladı. Bizim ne kadar iyi insanlar olduğumuzdan bahsetti.
Teftiş bittiğinde bence memurların izlenimi gayet olumluydu. Rapora yazdıkları eksikleri giderebilirdik. Kızların evi çok sevmesi en büyük artıydı. Kapının önünde el sıkışırken gözlüklü kadının en azından kınayan bakışlarından kurtulduğunu fark etmiştik. Yaşar amca, diğerleri arabaya doğru yürüdüğünde karşıma geçti. Nil, Osman ve Gonca Saraç yan yana dizilmişlerdi. Biz onlardan bir kaç adım öndeydik. “Burayı nasıl buldun bilmiyorum. Ama seni bir gün böyle bir yerde görsem yadırgamayacağıma emindim. Sen bir aileye kavuştuysan da bu mutluluğu tadamamış çocukların varlığını unutmamanı, başlarını okşamanı takdir ettim.”
Bu sözleri babacan bir tavırla, kısık bir sesle söylemişti. Arkamdakilerin duyup duymadığından emin değildim. Ben insan içinde Seher Bakırcıoğlu’na anne demek yerine teyze dediğim için evlatlık olduğumu tüm camia biliyordu. Zaten benim gibi çocukların hakikatleri ortaya çıkardı muhakkak. Ama Yaşar amcanın burada konuyu açmasını hiç istemezdim. İyi niyetle konuştuğunu biliyordum. Gonca Saraç da yakın zamanda öğrenecekti her şeyi fakat herkes neşeliyken gerçeğimi hatırlamak yalnızca moralimi bozacaktı. Zaten gözetmenlik konusuyla ilgili tartışacaktık. Gücüm tükenecekti.
Yaşar amca birden güldü arkamdakilere bakıp. Ben de sıyrıldım yüzümü asan düşüncelerden. “Oğuz beye haber salalım da şu yangın merdivenini, tabelaları yaptırsın.” Yapma Yaşar amca… Beni zor durumda bırakma. “Kendinize iyi bakın. Çok memnun oldum. Dünya küçük, belki yine karşılaşırız. Bu sefer çaylar benden.” El salladı. Sanki misafirliğe gelmişti ve gidiyordu. Yanındaki insanlara teslim etmişti ciddiyeti. Bunda biraz da benim payım vardı. Arabaya gidene dek seyrettik onu. Sonra kapıyı kapattık.
“Oh!” Nil elini kalbine koydu. Bayılır gibi bıraktı kendini bir sandalyenin üstüne. “Sonunda bitti. O cadı kadına kalsa kapattıracak burayı. Her gelişinde aynısını yapıyor.”
“Şehir dururken burada çocuklarla ilgilenilmesinden hoşlanmıyor” dedi Osman. Sonra biraz Nil’in sızlanmalarını dinledi. Ayaktaydık hâlâ. Gonca Saraç yanıma geldi, hemşire ve öğretmen derin bir soluk verirken. Yüzüne bakıp ne diyeceğini kestirmeye çalıştım ama sakin duruşunun ne anlama geldiğini çözemedim. Onunla birebir muhatap olmanın insanı geren bir yanını keşfetmiştim. Bu, yuvayla ilgili konuları konuştuğumuzda oluyordu. Ve yine yuvayla ilgili konuşacaktık.
“Ben…” diyerek kendimi açıklamaya çalıştım. “Gözetmenlik hakkında…”
“Teşekkür ederim.”
“Ne?” Bu iki kelimeyi ilk kez duymuş gibi tepki verince Gonca Saraç gülümsedi. Yineledi teşekkürünü. Binlerce altın madalya kazanmış gibi hissettim. İnce planlar yapmıyordum, o an aklıma ne gelirse söylüyordum ama buradakileri bir zorluktan kurtarmak benim payıma düşmüşse günün en mutlu insanı ben olurdum. Elini kaldırdı. Önce kararsız kaldı ama sonra aştı mesafelerini. Omzumu sıvazladı.
***
Akşam biraz kapıda oturmak istedim. Kızlar erken uyumuştu. Sabah erken kalkmaları gerekiyordu. Ben de yorgundum ama yıldızların altında dinlenme fikri daha cazipti. Bu gün gelişen olaylar hem hızlı hem de acayipti. Oğuz Bakırcıoğlu’nun dostunun bana kefil olması, hâlâ onun gölgesi altında olduğumu hissettirdi. Gonca Saraç ise itiraz etmeden ya da kızmadan yaklaşmıştı bana. Yaşar amcanın sözüne mi güvenmişti yoksa samimiyetimi mi görmüştü? Her ne olduysa şu anda buradaydım ve içeride bir yatak verilmişti bana.
Bir zamanlar yerini yadırgamayla tanışmıştım. Bu kötü, mide bulantısı gibi hissettiriyordu. Bundan kurtulmam için anne baba bildiğim insanların çabaladığını, yanımda durduklarını hatırlıyorum. Ama olmadı, ben içime çöreklenen yetimlikten ve gerçeğe aç ruhumun çırpınışlarından kurtulamadım. Nefreti büyütmüş biri değildim. Seher teyzeyle ilişkimizi kabullenmiştim. Oğuz Bakırcıoğlu’na gerçek annemi öğrenene dek baba demiştim. Her zaman olayları yumuşatan bir tavrı vardı ve beni gerçekten kızı gibi gördüğüne inanmıştım.
Bu günse onlardan uzaktaydım. Sebebi kandırılmış hissetmemdi. Oğuz Bakırcıoğlu, nerede ve nasıl bilmiyordum ama o mezarda yatanın sadece yabancı olduğunu öğrenmişti ve bana söylememişti. Her şeyin yolunda gittiğine inanmış, geçmişin ve gerçeğimin bir önemi olmadığı fikriyle hayata devam etmişti. Bozulmasını istemediği bir düzen için hâlâ bir yerlerde yaşayan anneme kavuşmamı engellemişti. Bu düşüncelerimin hepsini, hummalı bir tartışma esnasında yüzüne söylemiştim. Kısmen kabullenmişti. İtirazları vardı elbette ve kendini savunmuştu. Ses tonunda gelip giden ve insanı yatıştıran, bazen de sinirlerini ayaklandıran bir yumuşaklık yer etmişti. Bu yüzden onunla konuşmak, gerçeğine erişmek bana hep zor gelirdi.
Seher teyze öyle değildi. Yapmadığını söylediyse ona inanırdım. Keza haberi olmadığını söylemişti ve net bir duruş sergilemişti. Hatta hesap sorarken Oğuz Bakırcıoğlu’nun karşısına dikilmişti. Evden gidiyordum ama o an yanımda bir annenin varlığını hissetmiştim. Her ağacın meyvesi farklıydı, her insanın sevgi gösterme şekli de öyle. Bunu kabullendiğimde çok daha mutlu bir hayat süreceğimi de anlamıştım. Dışarıdan bakmak, birilerine kızmak veya hak vermek bu işin en kolay kısmıydı. Fakat bazen an geliyordu ki bir kız çıkıp geliyordu geçmişten. Hiçbir şey senin gerçek bir ailen olmadığı gerçeğini değiştirmiyor, diyordu. Ve ben edilecek tüm teşekkürleri, ait olmam gereken ailenin bağlarını, üstüme yüklenen sorumlulukları, kucağında büyüdüğüm insanları bir kenara bırakıp o küçük kızın gerçeğini sayıklıyordum. Buna engel olmam mümkün değildi.
Yarın Seher teyzeyi arayacaktım. Ne konuşacağımı bilmiyordum. Kendime karşı utanç içindeydim biraz. Herkese meydan okuyarak çıkmıştım o evden. Anneme gideceğim, demiştim. Maksadıma ulaşamadığımı öğrendiğinde ne düşünecekti Seher teyze? Başarısızlıktan pek hazzetmezdi. Bu durumdan da hoşnut olmayacağından emindim. Derin bir nefes aldım. “Dinlenmek için çıkmıştım, daha çok yoruldum” diye sızlandım. Yerimden kalktım. Hava iyice soğumuştu. Birazdan da kapılar kilitlenirdi. Uykuya ihtiyacım vardı.
Bir basamak çıkmıştım ki kapı açıldı. Osman’ı görünce duraksadım. Geçmesi için kenara çekildim. O da çabucak ayakkabılarını giydi. Gitmesini bekledim ama o kalmayı seçti. “Yöneticinin kızı olduğunu söylerken alay ettiğini zannediyordum” dedi. Gülecek gibi oldu, kafasının karıştığı belliydi. “O adamın anlattığına göre iyi imkânlara sahip bir yaşantın varmış. Burada çalışacağın yalanını attın ortaya. Çocuklar da öğrendi, heveslendi. Yani… Bilmiyorum. Bu işin sonu çok muğlak geliyor bana. Şimdi, dürüst ol ve tek bir şey söyle. Gerçekten burada kalacak mısın? O küçük kızların iyiliği için fedakârlık yapacak mısın?”
“Şu hayatta en çok istediğim şey dürüst bir yaşam Osman. Ben gerçekten burada kalacağım. O küçük kızların iyiliği için elimden geleni yapacağım.” O lafı gevelemeden sordu, ben de onun gibi yaptım. Dürüst bir karşılaşmaydı. Tavırlarında, kızgın olduğunda bile koruduğu saygısı vardı yine. Ama bu akşam öfkeli, titiz bir adam değildi. Gerçekten cevap istiyordu. İnanmak için bakıyordu gözlerime. İnsanın zihnindeki savaşın dinmesine sebep olan bu güven isteğini biliyordum ben. Sallanıyordu ayakların altındaki zemin ama yine de ayakta durmaya çabalıyordu insan.
Başta sesini dinlediğim kız olmak üzere kimseyi hayal kırıklığına uğratmayacaktım. Osman öğretmenin gözü arkada kalmayacaktı. Gonca Saraç öz kızından kaçmayacaktı. Bu gün kızı olduğumu söyleyememiştim ona. Ama kocaman adımlar atmıştım. Üstelik annemle bağ kurmak için geldiğim Göktepe’de beş tane ufak arkadaş edinmiştim. İyi hissetmem için verilen hediyelerdi onlar. Yüz çeviremezdim. Nankörlük edemezdim. Arkamda bıraktığımı düşündükleri zenginlikte hiçbir payım yoktu. Olsaydı da yine Göktepe’deki bu sıcak yuvayı tercih ederdim.
“Bir şey daha var” dedi gitmeden önce. “Bu gün müdür, insan aslını unutmamalı, dedi. Sebebi neydi?” Demek Yaşar amcanın sözleri aklını kurcalamıştı öğretmenin. Üstü kapalı bir şekilde evlatlık olduğumu ima etmişti adam. Başımı kaldırıp yıldızlara baktım. Derin bir nefes aldım.
“İnsan aciz… Kaybetmek, yalnız kalmak veya düşmek var fıtratında. Kimse çelikten değil. Aksine, topraktan. Dünya malı içinde yaşamak tüm bunları unutturuyor. Bazı güzel tercihler, hisler, gönüllülükle yapılan işler var. Beni onlardan birinin içinde görünce tebrik etmek istemiştir. Halden anladığımı düşünmüştür.” Verdiğim makul cevaptan sonra sohbeti sonlandırdık.
***
Erken uyanmak, beş kızın kahvaltı etmesini beklemek, zamanında hazırlanmalarını sağlayıp eksiklerini tamamladıktan sonra kapıya gelen servise teslim etmek ilk vazifemdi. Kapıyı kapattığım an kendimi odaya attım. Sudan çıkmış balık gibiydim. İlk kez bu kadar büyük bir sorumluluk altındaydım. Ve şimdiden işimin zor olacağını görebiliyordum. Sınav sonrası arkadaşlarımla kafeye gittiğim ve bir takım zorluklardan yakındığım günlere bakıp gülebilirdim ancak. Ben istedim böyle olmasını. Fedakârlıktan bahsetti Osman. Yapabileceğimi söyledim. Vazgeçecek değilim. Fakat şaşkınlığımı atmak için zamana ihtiyacım vardı.
Melek abla mutfağı hallettikten sonra çıkıp kızların odasını topladı. Ona yardım etmek yerine bahçede zaman geçirdim. Her şeyi bir anda yaparsam sabrımı tüketirdim. Vazifem gözetmenlikti. En azından birkaç gün alışana ve bu işin püf noktalarını öğrenene kadar seyredecektim, gözlem yapacaktım. Buraya gelirken hiçbir şey düşünmediğim o kadar belliydi ki. Boş vakitlerimde zaman geçirebileceğim, kafamı dağıtacak bir şey yoktu yanımda. Birkaç parça kıyafetim vardı sadece. İlk madde annemi bulmaktı. İhtiyaçlar listesinin başına bunu koymuştum. Gerisini yazmamıştım. Şimdilik ellerim boş sayılırdı.
Saat on bire gelirken aklıma Seher teyzeyi aramak geldi. Derin bir nefes aldım ve numarasını tuşladım. Birkaç çalış sonunda açtı. Sakin bir sesle halimi hatırımı sordu. Beni merak ettiğini ve buradaki durumumu öğrenmek istediğini söyledi. Ufak tefek bilgiler verdim. Dürüst davranmadım ama yalan da söylemedim. Görüşmeyi sonlandırmadan önce bir sıkıntı sezdiğini ifade etti. Eğer dertleşmek istersem yeniden arayabilirmişim. Bana destek olacakmış.
Benim için bir şey yapamazlardı artık. Annesiyle arasında bir adım mesafe kala duran kız Yağmur’du. İnkâr etse de cesaretini toplayamayan, Aras’ın tavsiyesine uyup yaklaşacağı kadını tanımak için çabalayan birine kimse yardım edemezdi. Yağmur zamandan, gecikmekten ve kaybetmekten korkuyordu. Buna rağmen karanlıkta kalınca, çaresizliğine tutunarak onların kapısını çalıyordu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
6.45k Okunma |
552 Oy |
0 Takip |
33 Bölümlü Kitap |