Çarşamba sabahı Nil’in annesi bizi kahvaltıya davet etti. Çocukları okula gönderdikten sonra Gonca Saraç’la evden çıktık. Yan yana yürürken bana bir takım sorular sordu. Zorlanıp zorlanmadığımı, alışıp alışamadığımı merak ediyordu. Beş kızın sorumluluğunu üstlenmek ağır bir yüktü. Fakat Gonca Saraç’ın sesinde hafif bir ima tınısı sezince hiçbir problem yokmuş gibi cevap verdim. Bu işi başarabileceğime inanmıyordu belli ki. Ama sorumluluğu üstüme yüklemekten de çekinmiyordu. Birkaç güne arkama bakmadan kaçacağımı düşünüyor olmalıydı ki resmi evrak işlerini geciktireceğini söylemişti. Yine de beni büsbütün yalnız bırakmıyor her hareketimi takip ediyordu. Sessizce kitap okuyup kahvesini içerken bile göz ucuyla hareketlerimi izliyordu. Ufak bir oyun sayıyordum bunu. Fakat kızların gün geçtikçe artan sevgisi ve bağlılığı ciddi bir gerçekti.
Eve vardığımızda kapıyı Nil açtı. Güler yüzlü, sıcak bir selamlamayla bizi içeri davet etti. Gonca Saraç’a sarıldıktan sonra beni de kucakladı. “Yine mis gibi kokular geliyor” diye fısıldadım göz kırparak. Lezzetin ayak izlerini takip etmek mümkündü. Salona kurulan sofrada çeşit çeşit yiyecekler vardı. Bunun bir kahvaltıdan fazlası olduğunu savunabilirdim fakat asla şikâyet etmezdim. Gonca Saraç’la peş peşe salona girdiğimizde kendimi biraz garip hissettim. Kendi kendime evcilik oynuyor oluşum biraz acınasıydı ama yan yanayken misafirliğe gitmiş anne kız gibi duruyorduk. Ruşen teyze başının üstünde bağladığı yazmasının ucunu düzeltip sırayla bize sarıldı.
Başımı çevirip baktığımda tekli koltukta oturmuş yaşlı bir kadın gördüm. Geçen gün tanışamadığım Rukiye nine olmalıydı. Gençliğinde uzun boylu ve çok güzel bir kadın olduğu belliydi. Her ne kadar beli bükülmüş, yılların izi yüzüne çalınmışsa da ilk bakışta bunun farkına varabiliyordum. Kalın, örme bir yelek giymişti. Beyaz saçları sıkıca bağladığı yazmasından süzülüyordu. Omzuna düşen iki ufak örgüyü görünce gülümsedim. Bastonuna yasladığı yaşlı ellerini öpmek için yanına gittim. Üç parmağına da ince zarif yüzükler takmıştı. Hep etrafını dinler gibi bir hali vardı fakat bize bakmıyordu. Buğulu mavi gözlerinin artık görmediğini fark ettim.
“Ben Yağmur, elinizi öpeyim” dedim kendimi belli etmek için. Kısa bir an düşünse de üst üste koyduğu ellerinden birini uzattı. Öpmek için eğildiğimde aniden yaklaşıp diğer eliyle omzuma düşen saçıma dokundu. Korkmadım ama anlam veremedim. Geri çekilecektim, müsaade etmedi. Yavaş bir hareketle saçımı kokladı. Ne hissedeceğimi bilemedim. Bu daha önce duymadığım bir gelenek olamazdı, bir çeşit karşılama ya da… “Bir… Bir problem mi var acaba?” Hafif bir baş hareketiyle geriye dönüp bizi seyreden üçlüye baktım. Bunun bir açıklamasını yapacaklar mıydı?
Rukiye nine elimi de saçımı da bıraktı. Doğrulup geri çekildim. O beyaz sabun ve biraz da hacı yağı kokuyordu. Ben sabah erken uyanıp duş almıştım. Neyse ki… “Gonca” dedi. Kafamı karıştırıyordu. “Bu kızçe sen gibi kokar.” Bunu duymayı kimse beklemiyor olacak ki bir sessizlik anı yaşandı. Hepimiz ayaktaydık ve Gonca Saraç benden bakışlarını ayırmıyordu. Kendimi baskı altında hissettim. Bir yandan da içimde sevinç çığlıkları yankılanıyordu. Annem gibi kokmak yüz gülümsetiyordu.
“Ana, more kız kullanır aynı sabunu.” Ruşen teyze araya girdiğinde sessizlik bölündü. Yeni bir tabak almak için mutfağa gitmeden önde bize sofraya oturmamızı söyledi. Annesinin bilge hislerinin farkında bile değildi. Bu ufak gördüğü detay yüzünden pişileri soğutamazdı.
“Başka türlü” diye söylendi Rukiye nine. Ama Nil de onu dinlemek yerine çayları doldurmaya başladı.
“Anneannem çok iyi koku alır, bu konuda hafızası da güçlüdür” dedi fısıltıyla. Biz de dediğini yapıp gösterilen yerlere oturduk. Ruşen teyze geldi, kahvaltıya başladık. Rukiye nine böyle ağır şeyler yemiyordu. Bol salatalık ve peynir istediğini söylediği için Nil ona tabak hazırladı. Yoğun bir ısrar ve bol ikramla kahvaltıya devam ettik. Fazla yedim. Gonca Saraç karşımdaydı. Ara sıra gözlerini çevirip baksa da zorunda kalmadıkça konuşmadı. Ben de bu sıcak ortamın tadını çıkardım. Rukiye nine sakin duruyordu, maddeyi görmüyordu ama bilge bir kadındı. Sözleri, tavrı bunu belli ediyordu. Onunla daha çok vakit geçirmeyi istedim ve Nil’e böyle bir anneannesi olduğu için çok şanslı olduğunu söyledim. Gururla gülümsedi.
***
Çaydan sonra merkeze giden bir arabaya bindik. Nil’le yan yana oturup sohbet ederek yolculuk yaptık. Aslında Gonca Saraç alışveriş için hazırlanıyordu ama bir takım ihtiyaçlarım olduğunu söyledim. Kızların yanında durursa eksikleri alabilirdim. Kabul etti. Birkaç parça kıyafet, mont ve bot almam gerekiyordu. Hava iyice soğumuştu, yağmurda ayakkabılarım ıslanıyordu. Şapkası olmayan ceketim sonbaharda benimle vedalaşmak için can atıyordu. Belki bir kutu oyunu da bulurdum. İstanbul’da arkadaşlarımla eğlenceli vakit geçirdiğim günleri yâd ederdim. Kızlar da eğlenirdi. Yenilik olurdu.
Merkeze varınca önce Gonca Saraç’ın verdiği listeyi gözden geçirdik. Eksikleri aldık ve Nil’in tanıdığı bir esnafa bıraktık. Bildiği birkaç mağazaya götürdü beni. Kötü kıyafetler yoktu ama kolları boncuksuz, yakası nakışsız bir kazak bulmakta çok zorlandık. Nihayet biri siyah, biri kahverengi bir kazak alabildim. Kalın çoraplar ve yünlü bir hırka da ekledik sepetimize. Tek eksik ayakkabıydı. Her zaman alışveriş yaptığı bir dükkânın adını söyledi Nil. Elimizde poşetlerle oraya doğru yürürken bir ikinci el mağazasının vitrininde duran çizmeleri gördüm. Siyah deri çizmelerin sahibi olmak istiyordum ve Nil’e, başka bir yere gitmemize gerek kalmadığını belirttim.
İçeri girer girmez kasanın arkasında bekleyen adama vitrindeki çizmeleri gösterdim. Keyifle indirdi, denememi bekledi. “Senin gibi bir kızındı bunlar, iki gün oluyor satalı. Temizdir, bir iki kere giymiş. Öyle dedi, ben onun yalancısıyım. Ama baksana, gıcır gıcır. Marka bunlar. Ben de uyguna bırakırım sana. Yardımcı olurum. Uydu mu ayağına? Uydu sanki ha?” Dizimden bir karış aşağıda biten çizmenin fermuarını çekip ayağa kalktım ve birkaç adım attım.
“Uydu sahiden” dedim rahatlamış bir halde. Dediği gibi marka bir ayakkabı değildi ama güzel gözüküyorlardı. Motora binerken de işimi görürlerdi. Göktepe’de yürürken kendimi bir toprak ağası gibi hissederdim aynı zamanda. Bu fikir eğlenmeme neden oldu. Nil’in param yoksa ve çekiniyorsam sıfır bir ayakkabı alabileceğimizi söylemesine rağmen çizmeleri çıkartmadım. Farklı şeyler giymek hoşuma gidiyordu. Adam da dediği gibi uygun bir fiyata sattı. Rafta hoş, desenli bir ayna seti gördüm. Ayna ve taraktan oluşan kibar görünümlü seti de paketlemesini rica ettim. Memnun bir halde ayrıldım dükkândan. Seher teyze ikinci el bir ayakkabı giydiğimi duysa bu sefer yıkılabilirdi. Bir kez daha güldüm.
Eve iki saatte bir kalkan otobüsle döndük. Özel arabaya, elimde anahtarını tuttuğum motora çok alışmıştım. Gözüm her ikisini de aradı ama sesimi çıkartmadım. Uyumlu davranmaya çalışıyordum. Burada yaşamaya alışmalıydım. Ne de olsa Göktepe’nin bir parçasıydım. Elimizdeki yüklerle bırakıldığımız yol kenarından eve kadar, nefes nefese onca mesafeyi yürüme fikri hâlâ kafama yatmamıştı gerçi. Parmaklarım kıpkırmızı olmuştu. Son gücümü de bahçeye girerken tükettim. Kızların ufak sandalyelerinden birine oturdum.
Gonca Saraç keyifle kahvesini yudumluyordu. Perişan halimi gülümseyerek seyrediyordu. Kaşlarımı çatmamak için bir miktar çaba sarf ettim. Beni yıldırabileceğini mi düşünüyordu? Kızını hiç tanımıyordu. Ani gelen bir güçle ayağa kalktım. Poşetlerimi de aldım ve Gonca Saraç’ın yanına gittim. Önüne çektiği masanın kenarındaki sandalyeye oturdum. “Hayırlı olsun” dedi muzip bir gülümsemeyle. Çizmelerimden bahsettiğini anlayabiliyordum. Ayaklarımı öne uzatıp bir de ben baktım.
“Çok güzeller değil mi?”
“Fena değiller. Bana birini hatırlattın.”
“Kimi?” diye sordum merakla. Derin bir nefes aldı. Bakışlarını bahçe kapısına çevirdi.
“Bir gün öğrenirsin belki” dedi. “E hadi, içeri geç. Burnun kıpkırmızı olmuş. Kızlar da seni sorup duruyordu. Vazife bekler.” Aklıma takıldı Gonca Saraç’a kimi hatırlattığım. Ama sormak yerine kalkıp içeri geçtim. Söylediklerinde haklıydı. Kızlar beni görünce koşturup yanıma geldiler. Sırayla hepsine sarıldım. Sude bile uzak durmadı. Melek abla sıcak çay teklifinde bulundu. Memnuniyetle kabul ettim. Çaydan daha sıcak bir yuvanın çatısı üstümdeydi ve saatler geçtikçe buradan hiç ayrılmak istemediğime kanaat getiriyordum.
***
Kızları yatırdıktan sonra odama geçtim. Çok yorgundum ve benim de uykuya ihtiyacım vardı. Bu gün yoğun geçmişti. Kişisel ihtiyaçlarımı temin ettiğim için mutluydum. Biraz daha yerleşmiş ve ait hissediyordum. İnsan tarağını yatağının başına koyabildiği yerde yaşadığına inanabiliyordu. Diğer türlü her an kalkıp gitmek üzere olan bir misafirdi. Pijamaların varlığını önemsemeyen, bir iki parça kıyafetini çantasından çıkartmayan evsiz biriydi. Bu hissi tatmıştım ve hiç sevmemiştim. Burada değil, çok önceleri tanışmıştım evsizlikle. Çocukken de sevmemiştim. Altmış yaşında bir ihtiyar olduğumda da sevmeyecektim.
Bu gece odada yalnızdım. Melek abla evine gitmişti. Normalde akşam yemeğine kadar kalıp evden ayrılıyordu. Ama kızların başında kimse durmayınca yatılı kalmasını teklif etmişlerdi. O da bir müddet böyle yapabileceğini söylemişti. Bu gün birkaç işini halletmek için erken ayrıldı. Giderken omzumu sıvazlayıp “kızlar sana emanet” demesi, bana olan güvensizliğini aştığının işaretiydi. Yüklendiğim ağır sorumluluğun farkındaydım. Ama korkmuyordum.
Pijamalarımı giyip yatağa girdiğimde yorganı boynuma kadar çektim. “Çok yorulmuşum” diye mırıldandım. “Kemiklerim ağrımış.” Sokak lambasının sarı ışığı odaya süzülüyordu. Bahçedeki çalıların, meyve ağaçlarının gölgeleri duvarda salınıyordu. Ne acayip! Çok kısa bir zaman önce yağmurlu bir gecede girdiğim odada, şimdi rahatça uyuyabiliyordum. Hâlâ bir yabancıydım, hâlâ bana alışamamışlardı buradakiler. Ama tüm emrivaki becerilerimi kullanıp, bir şekilde Göktepe’de kalmayı başarmıştım. Tabi buna yardımcı olan başka etkenler de vardı.
Neticede anneme çok yakındım. Beni seven beş kızla yeni deneyimler yaşıyordum. Dünyaları o kadar derindi ki, onlarla konuştukça ve derinlere indikçe daha fazla dikkatli olmam gerektiğinin farkına varıyordum. Tek bir kelime bile dünyalarında yeni sahneler açıyordu. Çocuklarla ilgilenen büyüklerin bilgili, ince ve hassas olması gerektiğini şu kısacık zamanda yukarda uyuyan miniklerden öğrenmiştim. Becerikli olduğumu savunamazdım. Gonca Saraç, Osman ve hatta Nil bile onlarla öyle güzel iletişim kuruyordu ki böyle konularda becerilerimin gelişmediğini net bir şekilde görebiliyordum. Kabalıkla suçladığım Osman’ın bir gülümseme, bir güzel sözle ufak ruhlara dokunduğuna şahittim. Onun gibi olmak isterdim. Elif gibi içten sevebilmek, Gonca Saraç gibi kızları bağrıma basabilmek, Nil gibi iyi bir abla olabilmek isterdim.
Tüm bu isteklerimin yanında kızları yatırmak, uyandırmak, yemek saatlerini, etütlerini tertip etmek epey basit işlerdi. Zaten onlar disiplinli çocuklardı. Arada oyuna dalsalar da programa sadıktılar. Oyunu ceplerinde taşıyorlardı. Birlikte mutluydular. Kenetlenmişlerdi birbirlerine. Hayatlarına katmışlardı kuralları. Onların bu özellikleri sayesinde yeni bir şey gözlemlemiş oldum. Kaş çatmadan, bakışlara ve sese kar yağdırmadan da disiplin sağlanabiliyordu. Biraz gülümseyince, etüt saatinde başını okşayınca çocuk şımarmıyordu. Bana tam aksini öğretmişlerdi. Mahrumiyetlerimin sebebini disiplin sanmıştım. Belki beni yetiştirenler de başka türlüsünü bilmiyordu.
Bu gün motor üstünde gezen, evsiz bir kızım. Geride koca serveti olan bir aileyi bıraktım. İkinci el çizme giyiyorum. Beş kızın sorumluluğunu üstlendim. Mezunum ama çalışmakta gözüm yok. Dere tepe dolaşmakta aklım. Gezdiklerim yetmemiş sanki. Dünya döndükçe rotam hep hazır. Disiplin dedikleri bana ne yapmış, nasıl başarılı kılmış tarif etmek için yorulmam bile. Fakat beni eksik bıraktığını söyleyebilirim. Ruhumda boynu bükük bir kız çocuğu saklıyorum. Ve bu gün sahip olduğum imkânların hiçbirini umursamıyor. Dünya ayağına serilse saklandığı yerden çıkmaz. O güvenli bir ses duyana dek, muhafaza edilmek istiyor.
Bu yorgunlukla hemen uyurum sanmıştım ama kendimi tavanı seyrederken yakaladım. “Hadi artık yeter” diye söylendim. “Sabah erken kalkacaksın.” Sağ tarafıma dönüp yorganı kulağıma kadar çektim. Tam o sırada kapımın önünde bir tıkırtı duydum. Hızlıca yerimden doğruldum. Kızlar uyuyordu, evdeki tek büyük bendim ve tedirgin edici düşüncelere kapılmadan önce mantığımı kullanmalıydım. Hayaletler gerçek değil, hırsız giremez, Elif’in babası… Son düşünce gerilmeme neden oldu. Hiç tanımadığım bir adam yüzünden endişeleniyordum.
Yorganı kenara atıp kalktım. Tıkırtılar hiç durmadı. Neyle karşılaşacağımı bilmemek korkumu harladı. Elimi kapının koluna koydum ve derin bir nefes alarak indirdim. Kapı aralandı ve tıkırtıların sebebi beni görünce donup kaldı. Sebepleri demeliydim aslında. Kızlar mutfağın kapısında duruyorlardı. Yüzümdeki şaşkın ve endişeli ifade hemen yumuşamadı fakat bu onları tedirgin etti. “Kek yiyecektik” dedi Aysima. Çekingen sesini duyunca kendime geldim.
“Tabi… Tabi yiyin ama…” Derin bir soluk bırakıp koridorun ışığını açtım ve taburelerden birine oturdum. “E bu saatte geziyorsunuz evde. Ben de sizi yukarda uyuyor zannediyorum.” Hepsi kısa bir an birbirine baktı ama cevap vermediler. Belli ki beni uyuttuktan sonra kendi aralarında masum bir eğlence yapacaklardı. Yurtta biz de çok yapardık ve ne kadar keyifli olduğunu bilirdim. O yüzden kızların moralini bozmak istemedim. Neyse ki kötü bir şey olmamıştı, hırsız ya da Elif’in babası değildi gelen. Bunun için bile yenirdi o kek. “Ben de acıkmıştım. Hadi yiyelim” dediğimde hepsinin yüzüne tatlı bir gülümseme yayıldı.
***
Ertesi gün Melek abla geldiğinde, derin bir temizliğe girişeceğini söyledi. Ben de elimden geldiğince yardım edecektim. Önce kızların odasından başladık. Nevresimleri değiştirdik, sildik, süpürdük ve toz aldık. Banyoda koca bir kirli yığını olduğunda elimi belime koyup umutsuzca seyrettim. Bir odayı temizlemek bile bu kadar zorsa koca evi nasıl bitirecektik biz? “Sen bu işlerden anlamıyon belli” deyip durdu Melek abla. Bu biraz hevesimi kırdı. Haksız da değildi gerçi. Benim sildiğim yeri o bir kez daha siliyordu. Biraz atıştık bu yüzden ama bir şekilde üst katın temizliğini bitirdik.
Mutfağı her gün silip süpürüyordu zaten. Öyle yorgundum ki “alt katı yarın temizleyelim” diye yalvardım. Benden umudu kesmiş vaziyette kendisinin yapabileceğini söyledi. Vicdanımda sızlayacak kadar takat yoktu. Masaları, sandalyeleri kaldırmayı göze alamadım. Bahçeye çıkıp banka oturdum. Zaten çok geçmeden kızlar geldi. Osman da onlarla birlikteydi. Elif başta olmak üzere miniklerle sarıldık ve kızlar içeri geçtiler.
“Bitap görünüyorsun” dedi Osman. Gülmemek için çabalıyor gibiydi. Saçlarım dağınık, kıyafetim ıslak, ellerim kıpkırmızıydı. Parmağımla içeriyi gösterdim.
“Enerjisi bitmiyor. Lütfen durmasını söyle.” Kendini tutmayı bırakıp ufak bir kahkaha attı. Osman bile benim yanımdayken gülüyorsa buralı oluyorumdur herhalde, diye geçirdim içimden. Hoşuma gitti yüzündeki ifade. Ufak bir tebessümle ona eşlik ettim.
“Durmaz ama yardımcı olursak işi çabuk biter.”
“Ben bittim.” Ellerimi kaldırıp benden umudu kesmeleri gerektiğini belirttim. İş başa düşmüştü. Osman içeri girdi. Hiç yerimden kıpırdamamak suretiyle yarım saat oturdum. Kızların kıyafetleriyle, el yıkamasıyla, yemeğe oturmasıyla veya bu gün okullarının nasıl geçtiğiyle ilgilenemedim. Bağışlayın kuzularım, sizin için… Nihayet biraz iyi hissettiğimde kalktım. Temizlikten kaçabilirdim ama çocuklardan asla!
İçeri girdiğimde yer silme bezlerini kaldıran Melek ablayla göz göze geldik. Yorgun ve sinirli gözüküyordu. Ortamı yumuşatmak için sahte bir gülümseme kondurdum yüzüme ve hızlıca odama geçtim. Kapattığım kapıya sırtımı yasladığımda karşımda Osman’ı gördüm. Hem de elinde defterimle! Bir anlık şaşkınlıkla duraksadıktan sonra seri adımlarla yanına gidip defteri almaya çalıştım. Bu hiçbir şeyi değiştirmezdi. Kendimce bir savunma güdüsüydü işte.
Sıkıca kavradığı sayfalarda ne yazdığını okumuştu Osman. Bu yüzden kızarmış, öfkeli gözlerle bakıyordu bana. Bu yüzden ne söyleyeceğini bilmemenin getirdiği suskunluk buz gibi rüzgârlar estiriyordu odada. Bu yüzden beni anneme götüren bilgileri çekip alamıyordum avuçlarından. “Ne hakla” dedim endişeli bir sesle. “Ne hakla benden izinsiz özel eşyalarımı karıştırırsın?”
“Peki sen ne hakla bizim yuvamıza yalan sokarsın!” Kibar ve yumuşak olduğunu savunamazdım. Sesini Melek ablanın duyduğuna bile emindim. Osman’ın hassas noktasıydı buradakilerin güvenliği. Ve Göktepe’ye bir kaza sonucu geldiğimin yalan olduğunu artık biliyordu.
“Göründüğü gibi değil.” Sakin olmaya çalıştım her şeye rağmen. Panik beni dibe batırırdı.
“Bize yalan söylemiş bir kız görüyorum karşımda. Hiç de utanmamış, yüzü de kızarmamış üstelik!” İşaret parmağını burnuma doğrulttuğu için geri çekilmek zorunda kaldım.
“Yüz kızartıcı bir kabahatim yok benim.”
“Öyle mi? Bir bakalım!” Defterin sayfalarını gelişigüzel karıştırdı. Öyle sinirliydi ki nefes alış verişlerini duyabiliyordum. Bir kavgaya tutuşmak beni tedirgin ediyordu evet. Fakat korkmuyordum. Benim sırtımı yasladığım doğrularım vardı. Hakikat yıkılmazdı. Bu yüzden dikti başım. “Göktepe’deki yuvanın adresini yazmışsın. Gonca Saraç’ın adı, telefon numarası… Buradaki bilgiler bana diyor ki; Yağmur bir kazazede değildi. Buraya gelirken her şeyi planlamıştı ve bize yalan söyledi. Ayakta uyutulduk!”
“Bağırma!”
“Kimsin sen?” Beni duymadığı kesindi.
“Hiç kimse” dedim ona aradığı kadar karmaşık, içinde bulunduğumuz durum kadar muğlak bir cevap vererek. Durdu birden. Gözlerime baktı. Orada bu kelimenin ağırlığını görürdü yalnızca. “Bir kimliğim yoktu benim. Köklerim hangi toprağa bağlıydı bilmiyordum.” Elinde tutup büzüştürdüğü defteri gösterdim. “Araştırdım, öğrendim. Ne olursa olsun buraya gelecektim. Gonca Saraç’ın karşısına çıkacaktım. Kaza yalnızca süreci uzattı. Geçen saatler cesaretimi benden aldı. Tavırlarınız set çekti adımlarıma.”
“Bekle” diyerek beni durdurdu. Kafası karışmıştı, bunu yüzündeki şaşkın ifade açık ediyordu. Osman hep sorgulamıştı, güvenmemişti kısacık zamanda hayatlarına giren bu yabancıya. Ben ufak adımlarla birbirimize alışabiliriz sanmıştım. Ufak yanılgılar… Sırlar ağırdı. Omuzlarımızdaki takatten daha eziciydiler. Uzun yıllar nasıl saklanırdı bilmiyordum. Ben bir haftadır ceplerimden taşacak olan kelimeleri zapt etmek için nasıl zorlandığımı unutmayacaktım. Tek başına yüklenmek zordu. Ve madem Osman böylesine dik duruyordu karşımda, ısrarcıydı. İstediğini verecektim ona.
“Konuşmamı istiyordun Osman, niye bekle diyorsun şimdi?” Hakikatin verdiği güç ses tonuma yansıyordu. “Toprağımı buldum ben. Göktepe’ye geldim çünkü annem… Gonca Saraç burada yaşıyordu.” Karşımdaki adam beklediğim ölçüde sarsıldı. Anlamlandıramadı, idrak etmek için zamana ihtiyaç duydu. Sonra inanmasının zor olduğuna dair yüklemi olmayan devrik cümleler kurup durdu. Kendini kandırıyor, bu sır karşısında dik durmaya çalışıyordu aslında. En kolay yolu da inkârdı. Ama bu kısa vadeli bir çözümdü. Hakikat, ufak bir şüpheyle girerdi hayatımıza. Bir ipucunu tutuştururdu elimize. Sonrası kapılar ardındaki o ferah ışık…
“İnan veya inkâr et Osman. Henüz ona söyleyemesem de Gonca Saraç’ın kızıyım ben. Seneler önce kucağından alınan, sinesine yara bırakan o kızım.” Sırtımı dayadığım hakikat bana güç veriyordu. Ama o duvarın çivilerle dolu yanının canımı yaktığını inkâr edemezdim. Birkaç saniye nefes alıp buğulanan gözlerimin kurumasını bekledim.
“Bir delilin var mı?” diye sordu. Bu sefer ters değildi tavrı. Zaten Gonca ablasını seviyorsa kızıyla kavuşmasına da sevinmeliydi Osman öğretmen.
“Aylardır araştırıyorum” dedim. “Beni yetimhaneye bırakan kadın… Konuştu, anlattı her şeyi. Beni kaçıran adam, yani…” Adını söylemek dilime çivi batırmakla eş değerdi. “Reşat… Getirip kadına bırakmış bebek halimle. Köy gibi bir yer zaten, otobüs bile geçmiyor yakınlarından. Kadın bir müddet bakmış bana, sonra ilgilenemiyorum bahanesiyle yetimhaneye götürmüş.”
“Seneler sonra itiraf etti öyle mi?” Şüpheciliği elden bırakmayışı canımı sıkıyordu ama kararlı duruşumdan ödün vermedim.
“Öyle… Uzun, çok uzun bir hikâye. Ve inan seninle değil annemle konuşabilmek isterdim bütün bunları. Geciktirdim, tanımak istediğim gerekçesiyle korkuma yenildim. Haklıydınız, tanımadığınız birinden uzak duracaktınız elbette. Fakat ince bir ipin üstünde yürüyordum. Tavrınıza ancak bu kadar karşı koyabildim. İlk itiraf etmek istediğim kişi annemdi. Ama üstüne vazife olmayan işlere bulaştın.” Osman yutkundu. Bir müddet yüzüme bakıp çekildi önümden. Pencerenin yanına gidip ellerini cebine koydu. Söylediklerimin doğruluğunu tartıyordu zihninde. Bense rahatlamış hissediyordum. Bir yabancıydı o ama paylaşmak biraz olsun yükümü hafifletmişti. Bir de Gonca Saraç’la konuşabilseydim… Zaten bu saatten sonra Osman susmazdı. Kendini buradakilerin babası, Gonca Saraç’ın da sağ kolu olarak gördüğü için hemen sırları açığa çıkartırdı. Ama ben böyle özel bir meseleye aracıları dahil etmeyecektim elbette.
“Daha fazla susmama gerek yok. Sayende bunu daha iyi anladım. Hepinizi bu sıkıntıdan kurtaracağım. Gonca Saraç’la konuşacağım bu gün.” Birden arkasını döndü. Bu yaptığımı onaylar zannediyordum ama başını iki yana salladı.
“Anlattığın, kopuk bir hikâye. Belli ki bir aile arayışındasın. Anne diye kızını kaybetmiş bir kadının kapısına dayanmışsın. Ki bu bile kafamı karıştırıyor. Neden yetimhanedeydin? Sen yöneticinin kızı değil miydin? O yaşlı kadını nasıl buldun?” Yüzünü buruşturup elini salladı havada. “Bir sürü soru var. Hiçbirine açıklık getirmedin. Delil diye sunduğun şeyler birer hikâye. Hem de senin gözünden anlatılan bir hikâye. Kendine nasıl ispatladın onun kızı olduğunu? Gonca ablayı çocukluğumdan beri tanırım. Bebeği kaçırıldığında küçüktüm ama büyüdükçe hiç iyileşmediğine şahit oldum her seferinde. Kaç kere sahte ihbarlarla gelindi kapısına. Kaç kere yollarda yığılıp kaldı ben bilirim. Şimdi gelip onu yine yıkmana izin veremem.”
Zarar vermeye gelmemiştim. Gonca Saraç’ın annem olduğuna emindim. Bilerek onu kandırmak gibi bir niyetim de yoktu. Öyle olsa bile ne geçerdi elime? Benim gibi her imkâna sahip bir kız Gonca Saraç’ı niye yalanlarla kandırmak için uğraşacaktı ki? Beni kabullenmemek için saçmalayan adamın karşısına dikildim çatık kaşlarımla. “O benim annem!” Bildiğim tek doğruyu söyledim sertçe.
“Sağlam bir delille çık karşımıza.”
“Delil diye tutturdun! Kanlı canlı karşındayım işte. Benim kimliğim bile yoktu Osman. Doğum belgesi mi istiyorsun? Annemin bana koyduğu adı bile yeni öğrendim ben. Daha ne yapayım?” Boş kalan ellerime baktı. Bir an bile yumuşamadı ifadesi. Osman koca bir dağdı karşıma dikilen. Aşılmayı bekliyordu. Bileğimin kuvvetine güvendim yeniden. Aşacağım seni Osman.
“DNA testi yaptıracağız. Ve o zamana kadar sesini çıkartmayacaksın Kimseye bir şey söylemeyeceksin.”
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
6.45k Okunma |
552 Oy |
0 Takip |
33 Bölümlü Kitap |