@yesimisildak
|
Yağmur şiddetini arttırdı, saçlarım daha fazla ıslanmasın diye kapüşonu yüzüme doğru çekmiş yüzümü yapabildiğim kadarıyla gizlemiştim. Sokak lambasına doğru kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım, lambanın ışığı etrafı aydınlatmakta eksik kalmış ve yağmur damlalarının küçük ışıklar şeklinde yere serpilmesine neden oluyordu. Kısa bir süre o küçük ışıltıları izledim, sonrasında içime derince bir nefes çektim. Yağmur kokusu burnuma dolmuştu. Bakışlarımı gökyüzünden indirdim ve kaygısız adımlarla yoluma devam ettim. Ayağımın altındaki küçük taşları tekmeleyerek ilerlerken telefonumun sesi boş caddede, gürültülü bir şekilde yankılandı. Gereksiz, aceleci tavırlarla telefonumu cevapladım.
"Kızım?" Annemdi, sesi gülümsememe sebep oldu.
"Efendim anne?"
"Nasılsın, hallebildin mi okul işini?" Bugün yüksek lisans için teslim edilmesi gereken bazı evrakları okula götürmüştüm, çıkışta ise birkaç mimarlık bürosu ile iş görüşmesine gitmiştim.
"Hallettim anne, başlıyorum yüksek lisansa." Annem rahatlarcasına ses çıkardı. "Çok sevindim kızım."
"Sen nasılsın anne?" Kafamı eğip yerdeki taşları tekmelemeye devam ettim.
"İyiyim kızım." Bu dediğine inanmak istesem de başarılı olamıyordum. Annemin, babam ve kardeşimden sonra gülümsedi anlara bile çok nadir tanık olmuştum. Ben düşüncelerime dalmışken annem konuştu.
"Serin ben senin için gerçekten çok endişeleniyorum kızım, o şehir gerçekten uğursuz. Senin yanında olamadığım için de içim hiç rahat değil." Endişeli sesi moralimi bozduğunda zaten yavaş olan adımlarımı iyice yavaşlamışlardı.
"Anne, ben hiç olmadığım kadar iyiyim. Ayrıca bu şehir bize çok güzel şeylerde verdi o yüzden lütfen kendini üzme, biliyorsun bu şehirde yaşamak istiyorum." Çünkü aradığım şeyler burada, cümlemi zihnimde tamamladım.
"Peki, öyle olsun kızım." Sesi çaresizdi, derin bir nefes aldıktan sonra cümlesine devam etti. "Ağrıların ne durumda, ilaçlarını içiyorsun değil mi?."
İki yıl önce nasıl olduğunu hatırlamadığım bir trafik kazası geçirmiştim, bir süre yoğun bakımda kaldığımı söylemişti annem. Ondan sonraki süreç ise daha sancılıydı; fizik, ilaç tedavileri ve daha sayamadığım bir çok tedavi görmüştüm. Ancak şu an her şey yolundaydı, bitmek bilmeyen baş ağrım ve kulak çınlamam hariç.
Burnumun ucuna düşen yağmur damlası kaşınmama neden oldu, elimle burnumun üstünü silerken annemi daha fazla bekletmeden konuştum.
"Her şey yolunda anne, baş ağrılarım da azaldı." Bu sırada telefonumdan şarjımın azaldığına dair bir bildirim sesi geldiğinde aceleyle konuştum. "Anne, artık kapatmam lazım. Şarjım bitmek üzere, Ahu teyzeye de selam söyle." Annemle kısa bir vedalaşmadan sonra telefonu kapattım.
Annemin endişesi beni hiç bir zaman sinirlendirmiyordu. Onun bu hayatta benden ve Ahu teyzeden başka kimsesi kalmamıştı. Bu sebepten ondan ne zaman uzakta kalsam, özellikle de bu şehire gelsem beni devamlı arar yanına dönmem için ikna etmeye çalışırdı. Annemin bu şehire kırgınlığı yıllar öncesine babamla kardeşimi kaybettiğimiz zamana dayanıyordu. Tüm o yaşananların üstüne benimde bu şehirde ,iki yıl önce trafik kazası geçirmiş olmam annem için son damlaydı. Ancak annemin kızgınlığı benim bu şehre olan özlemimin üstüne çıkamayınca, annem kendi yolumu çizmem ve bu şehre gelmem için ikna olmuştu.
Bakışlarımı yerden kaldırıp etrafıma bakındım, caddenin sonuna gelmiştim. Evime giden yolu kısaltmak için nadir de olsa kullandığım ara sokağı kullanmaya karar verip oraya yöneldim. Ayağımın altına gelen taşlara vurarak ilerlemeye devam ederken gök gürültüsünün ani sesiyle olduğum yerde irkildim, yağmur şiddetini arttığında adımlarımı da hızlandırmıştım.
Şiddetli yağmurun sesi boş sokağı doldururken çıkmaz sokak olduğunu bildiğim bir sokaktan gelen belirsiz sesler adımlarımı yavaşlattı. O sokağın başına yaklaşırken sesin kaynağını sorguluyordum. Sokak hayvanları kavga mı ediyordu? Sokağa yaklaştığımda sesin kaynağının hayvanlardan değil insanlardan geldiğine çıkan seslerden ötürü, emin oldum. Bu akşam saatinde orada takılan kişilerin tekin tipler olmayacağını biliyordum, bu yüzden evime dönen sağ yola dönmeye karar verdim.
Birkaç adım atmamla birlikte kulağıma dolan sesle olduğum yerde durdum.
"Piç kurusu."
Kaba bir sesten çıkan küfür beni rahatsız etmişti, hemen ardından gelen gürültülü bir ses meraklanmama neden oldu . Ve kısa bir sürede merakıma yenik düştüm, sessiz adımlarımı çıkmaz sokağa yönelttim. Kimseye görünmek istemediğim için sırtımı sokağın soğuk ve ıslak olan duvarına yasladım. Duvarın soğukluğu tenime işledi.
Seslerin kaynağını aramak için kafamı sokağa doğru eğdim, beni ilk karşılayan görüntü uzun, çıkmaz bir sokak oldu. Tek bir sokak lambasıyla aydınlatılan bu sokağa, lambanın soluk sarı ışığı yetersiz gelmişti.
Gözlerim önce sokak lambasının hemen altında cansız gibi yatan iki bedene daha sonra da o iki bedenden uzak ama bana yakın olan diğer iki kişi üzerinde gezindi. Bu mesafeden simalarını görmek imkansız gibiydi, sokak lambasının devamlı yanıp sönen, cızırtılı ışığı da bu işi iyice zorlaştırıyordu. Neler olduğunu çözmek için onları biraz daha inceledim.
Kafasında kapüşonlusu olan birisi duvara sırtını vererek oturmuş, hayır belki de düşmüştü çünkü duruşu bunu gösteriyordu. Diğer adamın ise elinde kalın bir sopa vardı, bu durum kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Adam, yerdeki adamın üstüne doğru hafifçe eğilmiş sapından tuttuğu sopayı yerde, tehtitvari bir şekilde sallıyordu. Sokak lambası hemen çaprazlarında olması rağmen ayaktaki adamın duruşu ikisinin de yüzünü görmemi engelliyordu.
"Yolun sonuna geldik ha!" Lafını bitirdikten sonra attığı gür ve çirkin kahkahası sokakta yankılandı. İçinde bulunduğu durumdan zevk alıyor gibiydi. Elinde tuttuğu sopayı yerde sürüyerek yavaş yavaş kaldırdı ancak kaldırdığının tam tersi bir hızla kaldırıp yerde yatan adamın karnına vurduğunda çığlık atmamak için ağzımı kapattım. Titreyen ellerim buz kesti, zihnim bi anlığa düşüncelerimi toparlamak konusunda yetersiz bir işlev gösterdi.
Yerde yatan adam kafasını duvara doğru biraz daha yasladı, acı bir şekilde inledi. Bu sırada yüzünün kar maskesiyle kapalı olduğunu görebilmiştim. Önünde duran adam ani bir hareketle önce kapüşonlusunu sertçe indirdi sonra saçlarından sertçe tutup kafasını geriye çekti. Yüzünü göremesem bile canının acıdığını hissediyordum ancak hiçbir şekilde tepki vermiyordu. Adam bu seferde yüzündeki maskeyi çıkarıp bir köşeye fırlattı, gördüğü yüzle ile birkaç adım gerilemişti. Yüz ifadesini görmedeğimden ne hissettiğini anlamadım ancak onun kendisini toparlaması uzun sürmemiş olacak ki sert bir sesle konuştu.
"Yanılmamışım." Karşısından bir ses gelmediğinde sözlerine devam etti. " Her zaman burnumuzun dibindeydin, sen de o aptal arkadaşlarında..." Elindeki sopayı hırsla kaldırıp öncekisinden daha sert bir darbe vurdu, acı inleme tekrar kulaklarıma doldu. "Gizlendiğin bu ucuz maskenin ardından tanımam lazımdı seni ama şimdi ne sen ne de o aptal arkadaşların, size geç kalmış ölümden kurtulamayacaksınız."
Duyduğum laf tüylerimi diken diken ederken elim çantama gitti, telefonumu arıyordum.
Ayaktaki kısa boylu adam, diğerinin suratına doğru tekrar eğildi, bu sefer bu mesafeden duyamadığım şekilde sessizce konuşmuştu. Yerdeki genç adamın tek tepkisi kafasını kaldırıp sağa yatırarak ona bakması oldu, bakışları ruhsuzdu. Onu görme şansını ilk defa elde etmiş, bilinçsizce tüm vücudunu incelemiştim. Yüzü kanlarla kaplıydı, koyu renk saçları yağmurdan ötürü ıslanmış, alnına dökülmüştü ve yüzünü gölgeliyorlardı. Sırtının duvarla ilişkisini kesmemiş, bacaklarını iki yana açmış serpilmiş bir şekilde uzanıyordu. Onu izlemeye devam ederken ağzını yavaş hareketlerle kımıldatıp karşısındaki adama fısıldadı.
Karşısındaki adamın gözleri kocaman açıldı ve sapsarı olan yüzünün saniyeler içerisin de kıpkırmızı olmasını şahit oldum.
"Orospu çocuğu." Küfürünü tamamlamadan genç adamın saçlarından tutup kafasını sertçe tuttu ve arkadaki duvara çarptı. Kafasının duvarda çıkardığı ses tüylerimi diken diken ederken, genç adam acıyla inledi.
Ellerimi ağzımdan çekmeden kafamı eğdiğim yerden kaldırıp arkamda ki duvara yasladım. Polisi aramam lazımdı. Ellerim hızla çantamı karıştırırken, adamın vuruş sesleri hâlâ kulağımı dolduruyordu. Niye bu kadar geç kalmıştım?
Ellerim yarı karanlık sokakta telefonu bulduğunda avuçlarımın içine aldım. Telefonun açma düğmesine bastım ancak aydınlanmasını beklediğim ekran karanlığını sürdürmeye devam etti.
"Siktir."
Kafamı yavaşça duvara vurdum, aptaldım. Telefonumu şarj etmediğim ve polisleri daha erken aramadığım için tam bir aptaldım. Kendime sövmeyi kesip kafamı tekrar sokağa uzattım, sokak lambası birkaç kez cızırtılı ses çıkardı. Yağmurun sesi tekrardan sokağa hakim olan tek ses olmuş, uğursuz bir sessizlik kimsesiz caddeleri kaplamıştı.
Diğer adamlar hâlâ hareketsiz yatıyor kısa boylu adam ise diğer adamla konuşmaya devam ediyordu. Bu sırada yüzünde gördüğüm ruhsuz gülümseme tüm uvuzlarımı dondurdu. O adama acı çektirmekten zevk alıyordu.
Tam bu esnada hiç beklemediğim bir şey yaptı, elindeki sopayı onunla işi bitmiş gibi benim olduğum tarafa fırlattı. Sopa yuvarlandı, yuvarlandı ve benimle arasında birkaç metre kala durdu. Bakışlarımı bir süre sopadan ayıramadım, bu tanrıdan bir işaret filan mıydı?
Kısa boylu adam yerde yatan adamlara doğru yürüdüğünde genç adamı yalnız bırakmıştı. Ne yapacağımı bilemeyerek yerdeki sopaya bakmaya devam ederken siyah kapüşonlu adamın hareket ettiğini hissettim. Bakışlarımı sopadan kaldırıp ona yönelttim, kendisini arkasındaki duvara zorlukla sürüdü ve sağ elini duvara yasladığında bir süre o şekilde kaldı. Gözleri sokak lambasının altında öfkeyle parlıyordu ama yorgun olduğu zorla inip kalkan göğsünden belliydi. Gözlerin kısa boylu adamın üstünden ayırmadan birkaç saniye kadar adamın hareketlerini izledi. Ve o adam kendisine sırtını döndüğü anda tekrardan hareketlenmeye başladı.
Duvarda olan sağ eliyle kendisini yukarı çekmeye çalıştı, başarılı olacağını düşündüğüm zaman da gözleri aniden ben tarafına döndü. Bu hareketiyle irkilsemde hareketsiz kalmaya devam ettim çünkü bana değil sopaya bakıyordu.
Genç adam bu seferde sol eliyle yerden destek aldı ve kalkmayı başardı, sağ eliyle de duvardan destek alırken dengesini kurmakta zorlanıyor gibiydi. Neden bilmiyorum ama kalkması beni heyecanlandırmış ve sevindirmişti bu sebepten elimden olmadan, gölgelerin içinde belli belirsiz kıpırdanmıştım.
O ise kıpırdanışımı anında fark etmiş gibi, olduğum kısma döndü. Göz göze geldik, onun önce kaşları çatıldı sonra birkaç defa gözlerini kırpıştırdı. Ben ise şaşkınlığımı gizleyemeden ona bakıyordum. İfadeleri yüzünden açıkça okunuyordu, kafası karışmıştı. Ne yapacağına karar verememiş gibi bir süre daha sadece gözlerime baktı sonrasında ise yavaş hareketlerle kalktığı yere, bedenini sertçe bıraktı.
Yaptığı hareketle şaşkınlığım ikiye katlandı, neden kaçmıyordu? Bunca dayağa rağmen hala kendisini kurtarabilecek gibi duruyordu. Benim yüzümden miydi, kafamı eğip titreyen dizlerime baktım. Gerçekten bu şekilde koşmam çok zor olurdu.
Gözlerimiz tekrar buluştu, burada ne işim olduğunu sorguluyor gibiydi. Ona ne yapacağımı bilemiyor gibi baktığım da dudakları kımıldandı. Bu mesafeden okuması zor olsa da kısa ve net emrini anlamıştım.
"Kaç."
Ancak ayaklarım zincirlenmiş gibi olduğu yerde dururken emrine uymadılar. Gözlerini sıkıca yumup kafasını duvara yasladı, yüzünde ki ifadeden dolayı acı çektiğini ve benim burda olmamdan rahatsız olduğunun farkındaydım. Ancak gidemedim, bugün bu sokakta yabancısı olduğum bir adamı arkamda bırakıp gitmek istemedim. Ona yardım etmek istiyordum, onu bu belirsizliklerle bırakmak istemiyordum.
Kısa boylu, sarışın adam arkadaşları olduğunu düşündüğüm adamları uyandıramamış olacak ki yanlarından ayrılıp tekrar genç adamın yanına doğru yürüdü.
"Ee Efser, çok acıdı mı canın?" Tükürür gibi söylediği söz genç adamın yarım ağız sırıtmasına neden oldu. Bense içimden az önce ilk defa duyduğum ismi tekrar ediyordum, Efser demişti değil mi?
"Sen benim canımı acıtamazsın piç ku-." Kısa boylu adam, lafını tamamlamasına izin vermeden onun yüzüne sert bir tekme attı, çıkan ses zaten titreyen bacaklarımın daha fazla titremesine neden oldu. Kafası arkasındaki duvara sertçe çarptığında bilincinin kapanmak üzere olduğunu anlamıştım ve o tüm bu süreçte bana bir kez olsun bile bakmamış varlığımı diğer adama belli etmemişti. Bu yüzden benim için kaçmadığını tekrardan anladım.
"Bu iş fazla uzadı. Hatta yıllar oldu. Bugün burada senin de hikayeni bitirelim mi Efser? Kısa boylu adam elini beline attığında ne yapacağını anlamış olmanın verdiği hisle adımlarım ileri doğru atıldı. Onu vuracaktı, onu gerçekten öldürecekti. Şerefsiz adam, zihnimde dolaşan tek cümle buydu.
Birinin gözlerimin önünde ölmesinin tanıdık hissiyatı vücuduma yayıldı, midemden ağzıma dolan acı bir tat kendisini hissettirdi. Kulağımdaki hiç geçmeyen çınlama sesi dozunu arttırmıştı, tek elim sol kulağıma gitti. Kafamı kendime gelmek istercesine iki yana salladım, bunları düşünmenin sırası değildi. Bir karar vermeliydim, gözlerim birkaç metre ötemdeki sopanın üstünde kısa bir süre oyalandı. Zihnim kararını çabuk vermişti, bedenim zihnimin verdiği karar uydu ve sopaya doğru sessiz, yavaş adımlarla yürüdü.
Adam belinden silahı çıkarmıştı bile, genç adam ise kısık gözlerle onu izliyor hâlâ inatla ben tarafa bakmıyordu. Bu ona karşı minnettar olmamı sağladı.
Ayrıca Aanına dayanan silahtan korkmuyor gibiydi, benim aksine. Bu hayatta en korktuğum şeylerden biri silah, diğeri ise sesiydi. Ancak bugün bir yabancıya yönelik olan bu kurtarma isteğim, en büyük korkumun önüne geçti.
Derin bir nefes alıp yerdeki sopayı eğilerek, ses çıkarmaya özen göstererek avcuma aldım. Bu sırada adam da silahın tetiğini çekti, zihnim uyuşmuş gibiydi. Tek duyduğum ses sol kulağımdaki çınlama sesiydi.
Kirpiklerime dolan yağmur damlalarını sol kolumun tersiyle sildim, diğer elimle de sopayı sıkıca tutuyordum. Aramızdaki mesafeyi yavaş ve sessiz adımlarla azalttığımda tek düşündüğüm şey o silahın patlamasına izin vermemekti. Bu esnada mantıklı düşünmediğimi, belki de bu sokakta benim de öleceğimi biliyordum ancak dediğim gibi içimden gelen bu yardım etme dürtüsüne engel olamıyordum.
Sarışın adam tiksinmemi sağlayan sesiyle tekrar konuştu.
"Ölümün benim elimden olacak demiştim, Efser. Yıllar önce seni tanımadan önce vermiştim bu sözü, hatırlıyorsun değil mi?"
Birini öldürmek bu kadar kolay mıydı?
O zaman birine zarar vermekte bu kadar kolay olmalıydı değil mi? Onun için öldürmek kolaysa benim içinde yaralamak kolay olmalıydı. Kendimi şaşırtan bir hızla, titreyen bacaklarıma rağmen aramızdaki mesafeyi kısa sürede sıfıra indirdim. İki elimle kavradığım sopayı tüm gücümü kullanarak adamın ense köküne doğru vurdum, nerde okumuştum hatırlamıyorum ancak bir yerde ense köküne alınan darbe kişinin bayılmasını sağlar tarzında gereksiz bir bilgi edindime emindim. Çıkan ses beni tatmin etmişti, karşımdaki adam ise beklemediği darbe ile önce afalladı ve eli ensesine giderken bana doğru ölümcül bir yavaşlıkla döndü. Bu esnada elindeki silah yavaşça kayıp yere düştü, sabırla adamın da yere düşmesini bekledim ancak öyle olmadı. Göz göze gelmiştik, üzündeki öfke beni korkuttu. İçimden yanlış olan bilginin kaynağına sövdüm. Adam bana saldırmak için harekete geçtiğinde bu sefer daha sert bir şekilde sopayı yüzüne geçirdim, dengesini kaybettiğinde yere düştü. Düşmesi içime titrek, rahat bir nefes çekmeme neden oldu.
Elimdeki sopayı bırakmadım hatta ona sığınırcasına daha sıkı tuttum. Yerdeki adam eliyle burnunu tutarken acıyla inliyordu. Bakışlarımı adama diktim, korkuyordum ancak belli etmemeye çalışıyordum. Eğer belli edersem, bu sokaktan çıkma ihtimalim yok denecek kadar azalırdı.
Kendi düşüncelerime şaşırdım, insanların hayatta kalma güdüsünün diğer tüm hayvanlardan daha yüksek olduğunu bununla doğru orantılı olarakta zekamızın geliştiğini yine kaynağını hatırlamadığım bir yazıda okuduğumu hatırladım. Bu bilgi az önceki yanlış bilginin aksine doğru gibi hissettirdi çünkü kafamda dolaşan bunca senaryonun başka mantıklı bir açıklaması olamazdı.
"Sen kimsin lan?"
Adamın sert sesi irkilerek düşüncelerimden uzaklaşmama neden oldu. Gözleri kim olduğumu sorguluyor gibiydi ona cevap vermeden bir kaç adım geri gittim. Şimdi ne yapmalıydım? Adam daha fazla düşünmeme izin vermeden yerden aniden kalktı. Üstüme doğru bir atakta bulunduğunda, anlık korku elimdeki sopanın düşmesine neden oldu. Karşımdaki sarışın adam ise zafer kazanmış edayla üstüme doğru yürürken birkaç adım geri gitti. Bana nefretle bakan gözlere baktım, korkuyordum. Adımlarım biraz daha geriye gitmek istedi ancak buna izin vermedi. Tek eliyle kolumu tutmuştu, tutuşu o kadar sertti ki acı gözlerimi yaşarttı. Diğer eli yukarı kalktığında gelecek yeni acıyı düşünürek gözümü kapattım. Tüm bunlar bana bir asır sürmüş gibi geliyordu ancak öyle değildi her şey saniyeler içerisinde oldu.
"Seni yaptığına pişman edeceğim or..."
Adamın ağzından çıkan kelimelerle birlikte kulağımın dibinden gelen silahın ateşlenme sesi aynı anda kulaklarıma doldu. Çıkan ses çığlığımın sokağı doldurmasına sebep oldu, sesim boş sokakta yankılandı. Silahın bu ruhsuz, tiz sesi tüm dengemi alt üst etti, nefret ettiğim bu ses bendeki tüm dengeleri sarsmıştı.
Bedenim arkaya sendeledi ve başka bir bedene değdi. Vücudum bilinçsizce, destek almak istercesime ona yaslandı. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyor, bacaklarım ise geri kalan tüm uvuzlarım gibi titriyordu. Gözlerimi zorda olsa ona çevirdim, genç adam tam arkamda durmuş ifadesiz gözlerle yerde yatan adama bakıyordu. Gözleri benim az önceki halime asla benzemiyordu çünkü benim aksime acımasızca ve umursamazca bakıyordu. Eğer doğal bir habitatta yaşayan av ve avcı ikilisi olsaydık, muhakkak ki o avcı olurdu. Kendimin hangi rolü üstleneceği üzerinden çok düşünmedim, belki de o an düşünmek istemedim.
Gözlerimi yüzünden çekemezken başıma saplanan ani acıyla elimi başıma götürürken ona bakmaya devam ettim, onun verdiği hissiyat kalbimin varlığını bile unuttuğum kısımların hareketlenmesine neden olmuştu. Gözlerimi yüzünden ayıramadım, kaşlarım çatılmıştı. İçimde anlam veremediğim ama bana emirler yağdıran bir kısım vardı. Ancak emrinin ne olduğunu anlayamıyorum.
"Ölümün benim elimde olacak demiştim, piç." Kalın ve tok sesi hırıltılı çıkmıştı, nefes almakta zorlanıyordu. Gözlerimi yüzünün her noktasında gezdirdim ancak o bana değil yerdeki cesete bakıyordu.
Yakından gördüğüm yüzü bu ana ihanet ederek kalbimin sertçe çarpmasına neden oluyordu ancak bunu şu durumda umursamadım bile, zihnim olan bitenin özetini zihnime yansıtıyordu. Ona daha fazla bakmayarak kafamı yerde yatan adama çevirdim. Alnının tam ortasında ki kurşun izi ellerimi titretti. O adamı biz mi öldürmüştük? Kafama saplanan ağrı iki katına düşmüştü, iki elimi de başıma götürdüğüm an arkamdaki bedenin sendelediğini hissettim.
Hızlıca ona döndüm, az önceki bakışlarının yerine boş bakışlar almıştı. Elini kafasının arkasına atıp tekrar görüş açısına getirdi, elinin tümü kan ile kaplıydı. İçimdeki korku ve o belirsiz his arttığında ne yapacağımı bilemeyecek ona baktım, bizim buradan bir an önce çıkmamız gerekiyordu. Zihnim alarm duruma geçmiş, içimdeki korku hissi geçen her saniyede giderek artmıştı. Zihnim tüm bedenimi silkti, birisini öldürdük. İç sesimin fısıltısı, zihnimdeki duvarlara çarparak yankılandı.
Efser'in dengesi tekrar sarsıldığın da düşüncelerimi zorda olsa ona kaydırdım. Birkaç adım geri gitti ve bedeni yere düşücekken refleksle yakasından tuttum, düşmemesi için hafifçe kendime doğru çekip aramızda denge kurmaya çalıştım. Koyu gözleri gözlerime ilk defa bu kadar yakından değdi, yüzü yüzüme yakın mesafede dururken bakışlarım yüzünde dolandı. Kan ve yara kaplı bir yüzü olmasına rağmen o gerçekten yakışıklı gözüküyordu. Onun gözleri de yüzümde dolaşsa da gözlerinin odağında kimse yokmuş gibi boştu. Sanki karşısında gerçekten yokmuşum gibi, bir hiçliğe bakıyormuşcasına bakıyordu. Bu durum beni daha da endişelendirdi, canımı yakan bu endişe tohumları düzgün düşünmeme engel oluyordu. Derin bir nefes aldım. Efser çok fazla darbe almıştı bunu birazcık bedenine baktığımızda bile anlayabilirsiniz bu sebepten de iç kanama geçirme ihtimali olabilirdi.
Zihnim hızlıca plan kuruyordu, belki de ilk defa bu kadar şeyi aynı anda düşünüyor doğru bir yol bulmaya çalışıyordum.
Elinde tuttuğu silah düşmek üzereyken hafifçe eğilip elime aldım, ateş ederim korkusuyla belime de koyamamıştım. Hemen yanımızda olan sopayı da zor da olsa eğilerek aldım ve sol elime ikisini de sığdıymaya çalıştım. Burada daha fazla kalırsak tehlikeli olacağını bildiğim için bir an önce çıkmak istiyordum ama bunu yanımdaki adamla birlikte yapmak istiyordum. Onu bu sokakta tek başına bırakmayı ne kalbim ne de beynim istemiyordu. Bu iki zıt organımın aynı kararı verdikleri nadir anlardan biriydi.
Genç adamın koltuk altına destek olmak için eğilip girmiş, dar ve karanlık sokakta ilerlemeye başlamıştık. Boyum bir kıza göre uzundu ve eğer o bu kadar uzun olmasaydı yürürken sorun yaşamazdık ancak aramızdaki boy farkı, attığımız her adımda sendelememize iki dakikalık yolu on dakikada gibi bir sürede bitirmemize neden oldu.
En sonunda ikimiz de çıkmaz sokağın dibine, benim tüm olayları izlediğim ilk yere, gelebildiğimizde onun sırtını duvara yasladım ve yere yavaşça süzülerek , oturmasını sağladım. Ben de yanına çömeldim ve kaldırıma ne zaman attığımı bilmediğim çantamı alıp telefonumu tekrar elime aldım ve açmaya çalıştım. Açılmayan ekran tekrar küfür savurmama neden oldu, boşuna bir çabam vardı farkındaydım. Ancak ilk defa böyle bir durumun içerisinde kalmıştım ve doğru düşünebilmek, doğru karar verebilmek ve verilen kararı doğru uygulayabilmek şu an çok zordu. Sert bir nefes verdim, bakışlarımı Efser'in üzerine diktim, kendi bilinci kapanmaması için uğraşıyor gibiydi. Gözleri devamlı kapanıyor ancak inatla açık tutmaya çalışıyordu, boş bakışları bazen benim üstüme bazen de karşıdaki boş duvara düşüyordu.
Elimdeki silahı ve sopayı hızlıca bez çantamın içine koydum, sopanın yarısı dışarda kalmıştı ancak umursamadım. Bunu nasıl düşünebilmiştim bilmiyorum ama herhangi bir cinayet aleti bırakmak istememiştim. Az önceki şaşkınlığım bu anlarda tekrar ortaya çıkıyordu çünkü dediğim gibi bu tarz şeyleri yadırgamadan düşünebilmek hem şaşkınlık hem de dehşet vericiydi.
Bakışlarımı tekrar ona çevirdim, başını duvara yaslamıştı. Kalın bacaklarını açarak oturmuş, tek elini karnındaydı. Yüzü acı bir ifadeye bürünmüş, ıslak saçlarından, pembelenmiş kanın rengi alnına oradan da kayarak vücuduna akıyordu. Az önce açık tutmaya çalıştığı gözleri savaşını kaybetmiş gibi göz kapaklarının arkasına gizlenmişlerdi.
Hafifçe, onun canını yakmaktan korkarak koluna dokundum.
"Efser..."
Biraz daha sert dürttüm ancak tepki vermemeye devam edince avuçlarım benden bağımsız bir şekilde onun yüzünü içine aldı. Kirli sakalları avuç içime batmış yüzündeki kanlar elime bulaşmıştı. Kanın keskin kokusu burnumu sızlattı, yanaklarına hafifçe vurdum. "Efser, sakın uyuma." Sesim beklediğimden yüksek çıkmıştı, o ise gözlerini zorla kırpıştırarak açmaya çalıştı, yeşile yakın olan ela gözleri tekrar gözlerimle buluştu, rahat bir nefes verdim. Bakışlarımı canlılığını kaybetmeye başlamış gözlerinden bir süre çekemedim ancak kendimi toparlayıp konuşabilmiştim.
"Telefonun var mı?"
Aniden sorduğum soruyu önce biraz algılamaya çalıştı bakışları birkaç saniye yüzümde dolaştıktan sonra ne dediğimi daha yeni kavramış gibi sağ elini kaldırıp az önce çıktığımız sokağı gösterdi, anlamsız bir şekilde baktım ancak tam gösterdiği yerde parlayan telefon camı derin bir nefes almama neden oldu.
O sokağa tekrar girmek beni korkutsa da olabilecek en hızlı şekilde yerimden kalktım, zihnime düşünmeme emri vererek telefona doğru koştum. Bu esnada yerde yatan adamlardan birinin hareketliliği yerimde bir süre duraklamama neden oldu. Gözlerim yerdeki adamın üstündeydi ancak hareketliliği sona ermişti, bu yüzden kaldığım noktadan hızlanarak yoluma devam ettim.
Telefonu eğilip sessizce aldığım an sokağın boş duvarlarını uzaklardan gelen siren sesleri doldurdu. Çıkan ses gözlerimi yerde yatan adama kaydırmama neden oldu, aniden gördüğüm bir çift göz irkilmeme neden oldu, beni görmüştü. Hem göz göze gelmenin hem de siren seslerini duymanın verdiği korkuyla olduğum yerde kaldım, karşımdaki adam ise kafası tekrar olduğu yere gömüldü. Kafamı iki yana sallayarak kendime gelmeye çalıştım, adımlarım caddenin girişine dönmüştü ki duvarın dibinde ışığı devamlı yanıp sönen sokak lambasının hemen altında gördüğüm siyah maske adımlarımın oraya dönmesine neden oldu. Efser'e ait olan, sarışın adamın az önce zorla çekerek çıkarttığı maskeydi bu. Elim maskeye uzandı ve hiç düşünmeden onu da avuç içine hapsettim. Geldiğim hızla paralel bir şekilde caddeden çıktım, Efser'i bıraktığın köşeye geldim.
Elimdeki telefonu ve kar maskesini çantamın içine atarken Efser'in tekrar koltuk altına girdim.
"Kalkabilirsin dimi?" Koltuğunun altından destek verdim ancak onu yerden kaldırmak için yeterli değildi, eliyle duvardan tutunarak oradan da destek aldı ve bana onu kaldırmam için yardımcı oldu.
Sokağın çıkışına doğru yürürken siren sesleri acele etmeme neden oluyordu, Efser de bunun farkında olacak olmalı ki kendisini daha fazla zorluyordu. Her adımımızda yüzü acıyla buruşuyor, inlemeye benzer sessiz nefesler alıp veriyordu. Bazen onun için duraklıyor, derin bir nefes aldığına emin olduktan sonra yürüyüşümüzü devam ettiriyordum.
Adım kadar iyi bildiğim sokaklardan geçerken sonunda siren seslerini arkamızda bırakmış olmanın verdiği rahatlamayla yavaşladım. Bir eli duvardan bir eli de benden destek alan Efser, daha fazla dayanamayarak geriye doğru sendeledi. Ona yardımcı olup sırtını duvara vermesine ve yere oturmasını sağladım. Kafasını az önce de yaptığı gibi geriye atıp duvara yasladı, sert yutkunuşu ile beraber adem elması aşağı ve yukarı doğru belirgin bir şekilde hareket etti. Gözleri boş bir tavırla tekrar bana döndü, ancak göz bebeklerinin ışığı sönmüş gibiydi. Bilincinin kısa sürede kapanacağını şu halini gören herkesin anlayabileceği gibi bende anlıyordum.
Bu yüzden hızlıca hareket ettim. Çantama attığım telefonu aceleyle çıkardım, şifresi için Efser'in elini yavaşça tuttum ve parmak iziyle şifresini açabildim. Umutlu bir nefes aldım ve bakışlarımı telefondan çekip Efser'in yüzüne çıkardım.
"Kimi arayayım?"
Ancak Efser'in gözleri kapanmıştı, soruma karşılık tek bir mimik oynatmamıştı. Korkuhla yutkundum, yüzünü tekrar avuçlarımın içine aldım ve hafifçe yanağına vurdum.
"Efser." Bir kez daha yanağına vurdum, bu sefer daha kaba, daha sertti.
"Gözlerini aç, lütfen."
Ancak o sessizliğini korumaya devam etti. Tenime değen buz kesmiş, parmak uçları uğursuz bir renge bürünmüştü. Artan korkum ve endişemle birlikte yüzüne baktım, titreyen ve buz tutmuş ellerimle telefonu aldım. Ambulansı aramak için telefonu tuşladım, bu kararının mantıklı olup olmaması umrumda değildi. Eğer mantıksızsa bile sonucunda bu yabancı iyi olacaksa, mantıksız olan şıkkı tercih ederdim. Zaten bu yaptığım ilk anlamsız ve mantıksız hareket olmayacaktı, en başından o çıkmaz sokağa yönelmek bile mantık dışıydı. Bu yüzden daha fazla düşünmedim, polislere yakalanmaya neden olacak olsa da umursamadım. Önceliğim Efser'in yaşamı olmuştu.
Titreyen parmaklarımla 112'yi tuşladım, parmağım arama tuşuna gitti an elimdeki telefon titremeye başladı.
'Ekin'
Telefon ekranında çıkan yazı irkilmeme neden oldu ancak bu kısa sürdü. Bunun bir kurtuluş yolu olduğunu düşünen zihnim derin bir nefes aldı. Aceleyle telefonu açtım ve belki de bu, günün mucizesiydi. Benliğim bu şekilde olmasını umuyordu.
" Efser, kardeşim." Tok bir sese sahip olan bir erkeğin endişeli ses tonu kulaklarıma doldu.
"Kaç saattir ulaşamıyorum sana, yok..." konuşmasını titreyen sesimle kesmek zorunda kaldım.
"Merhaba, ben..." Telefonun diğer ucundaki kişi beklemediği sese ve belki de kurduğum cümleye karşılık sessizleşti. Ancak kendisini çabuk toparlamış olmalı ki az öncekinin aksine sertleşmiş olan ses tonuyla konuşarak lafımı kesti.
"Sen kimsin, Efser nerede?" Sen kimsin sorusunu es geçerek diğer sorusunu cevapladım.
"Bak o," Yutkundum, sersemlemiş benliğim doğru cümleleri seçmekte zorlanıyordu. "O birileriyle kavga etti ve şu an bilinci kapalı, bize yardım etmen lazım."
Ne dediğimi bile bilmiyor sadece birilerinin bir an önce yardım etmesini istiyordum, bunu yaparken de mantığını yitirmiş bir haldeydim. Endişeli ses tonum karşımdaki adamı iyice endişlendirmiş olacak ki aceleyle konuştu.
"Tamam, tamam geliyorum. Sen sadece konum at." Telefonu kapatıp konum atmadan önce son dediğiyle yutkundum.
"Eğer bu bir oyunsa ve onun canını yaktıysanız sizi yaşatmam."
Karşımdaki kişinin kurduğu cümleyle aklımda ilk defa bir soru belirdi, ben kimlere bulaşmıştım? Elimle başımı avuçlarımın içine aldığımda gözümden uğursuz bir damla düştü, bir adamın öldürülmesine yardım etmiştim ve şimdi gerçekten korkuyordum.
Bunu düşünmenin sırası olmadığını kendime zorda olsa hatırlatarak genç adamın önüne doğru çömeldim, duvara yaslı kafasını hafifçe kaldırdım ve bana bakmasını sağladım.
Sesim onu ikna etmeye çalışırcası çıktı. "Efser, benimle konuşmalısın." Efser bayık bir şekilde kısaca gözlerini açtı ancak birkaç saniye sonra hemen geri kapattı.
"Uyumak istiyorum." Kısık ve acı çeken sesi kulaklarıma doldu, içimde tekrardan o anlam veremediğim his gün yüzüne çıktı. Ancak bu hisse illa bir isim koymak istersem bu merhamet olurdu ya da hayır merhamet duygusu bu belirsiz hissin yanında az kalıyordu.
Kulağım çınlamaya devam ediyor, zihnimin uğultulu olmasına neden oluyordu. Önceliğim Efser'i düşünmek bile olsa, kendime bile yabancı gelen hislerin üstesinden gelemiyordum. Zihnimin kontrolünü kaybetmiş gibiydim, devamlı az önce öldürdüğümüz adamın görüntüüs gözlerimin önüne getiriyordu. Ancak garip olan şuydu ki o adamın ölümünden çok, karşımdaki adamın acı çeken görünütüs beni daha çok rahatsız ediyordu. Ellerim kan ve yara kaplı yüzünde dolaştı, kirpiklerine dolan yağmur damlalarını ve artık rengini kaybeden kan damlalarını temizledim.
"Uyumanı istemiyorum." Sesim içine kaçmış gibi çıkmıştı, duyup duymadığından emin olamadım. Yağmurluğumun içindeki ince tişörtümü elimle yırttıktan sonra Efser'in duvara yaslı olan kafasını hafifçe kaldırıp kucağıma yerleştirdim. Elimdeki yırtık parça ile beceriksiz bir şekilde yaranın üstünü sarmaya çalıştım. Canını acıtmamak için elimden geleni yapıyordum, ellerime ise kanı bulaşmıştı.
"Gerçekten sen misin?" Efser'in sorduğu soruyla bakışlarımı yarasından çekip kucağımdaki gözlerine yönelttim, gözlerini zorlukla açmış beni izliyordu.
Sorusunun yanlışlığını ve anlamsızlığını umursamadım kafasına yediği onca darbeden sonra benliğinin kapanmamış olması bile mucizeydi bence. "Evet, benim." diye cevapladım onu. Efser de başka soru sormadı, gözlerini tekrar yumdu.
Sargısına son bir düğüm attıktan sonra bakışlarım kucağımdaki yüzünde dolandı, yağmurdan dolayı ıslanmış saçları yüzüne düşmüştü. Gözleri tekrardan kapanmıştı ve yağmurun ıslattığı kirpiklerinden dudaklarına doğru su damlacıkları, yüzünde ki kanın pembemsi rengini de içine katarak akıyordu. Yaralarının üzerindeki kan lekeleri yağmur sayesinde temizlenmişti ve artık açık yaraları tamamen bell oluyordu. Yüzündeki yaraları çatık bir kaşla inceledim ancak sadece bir tanesi kaşlarımın daha fazla çatılmasına neden oldu. Sağ dudağının hemen üstünde, dikey bir yaraydı bu. Ama diğer yaraların aksine yeni oluşan bir yaradan daha çok, yıllardır güzel yüzünün bir parçası olmuşa benzer bir yaraydı.
Yüzünü izlemeyi bıraktım ve yapılı vücuduna, sadece gözlerimi kullanarak kısa bir hasar kontrolü yaptım. Her yerinde büyüklü küçüklü yaralar vardı. Eğer bir an önce tedavi edilmezse enfeksiyon kapabilirdi, sol eli karnının üstündeydi. Başı kucağımdayken zor da olsa eğilerek avcunun altındaki yaraya baktım, derin bir kesik izi verdi. Ne zaman olduğunu bile bilmiyordum ancak yara çok kötü bir durumdaydı, sol elini tekrar yarasının üstüne bastırdım. Kendi elimi de elinin üstünden çekmedim. Diğer elim ise istemsizce kucağımdaki saçlarına gitmişti. Yumuşak tutamların ıslaklığı elime bulaştı, bazı tutamlarında kan kurumuş ve bu tutamlar sertleşmişti. Ancak bu tutamlarda az önce tekrar yağmaya başlayan yağmur sayesinde, kuruluklarını kaybediyorlardı
"Duyuyor musun beni?" Kısık sesime karşılık sadece kafasını hafifçe hareket ettirdi.
"Uyuma olur mu?" Sesimi olabildiğince sakin tutmaya çalışıp hem onu hem de kendimi rahatlatmaya çalışıyordum. Efser soruma cevap vermese de uyanık olduğunu arada bir çıkardığı acı dolu, sessiz inlemeleri sayesinde anlayabiliyordum.
Uzun bir süre sessizce olduğumuz şekilde kaldık, belki de ona bir şeyler anlatmalıydım ama tek yaptığım şey susmak oldu. Zihnim artık tamamen susmuş, hızlanmaya başlayan yağmurun sesiyle ve fısıldadığı tek bir cümle ile bizi yalnız bırakmıştı.
Kucağında bir katili uyutuyorsun, Serin.
Bu cümle zihnimde sayısız kez tekrarlanıp durdu.
Diğer bölümde görüşmek üzere...
|
0% |