@yether
|
BÖLÜM 5; “Karanlık suçlar yani Özgürlüğü anlayıp sonra kusmak yani Kararlı cümlelerle asfalta basmak yani”
1hafta sonra 13 Ekim Aidiyet. Kime, nereye, neye aitse ona sadık kalırdı insan. Ona inanır, onun için savaşır ve onun için nefes alırdı. Peki ait olmayanlar? Unutulanlar? Onlar ya savaşırdı ya da kaybolup giderdi. Çünkü aidiyet varlık mücadelesi demekti. Kapıya vurulan iki yumrukla beraber Arden yattığı yataktan çıktı. Kapıyı açıp gelenin kim olduğuna bakmadan yatağına geri döndü. Gelen ya Barlas’tı ya da Şükrü, başka gelen olmazdı. “Sen hâlâ yatıyor musun?” Barlas’ın yargılayıcı bakışlarına göz devirmek istese bile hareketsiz bir şekilde yatmaya devam etti. “Uğraşma kızla.” Şükrü, Barlas’ı omzundan itip yatağa ilerledi. “Aldın mı ilaçlarını?” “Evet.” “Yemek yedin mi?” “Evet.” Şükrü’nün donuk bakışları Arden’in donuk gözlerinde kaldı. İlk çeken kaybeden oynuyor gibi gözükseler de Arden sorgunun bitmesini bekliyor Şükrü ise uzun cümlelerle cevap almak istiyordu. “Hadi hazırlan devriyeye çıkıyoruz.” Dirseklerini yastığa bastırıp onlardan güç alarak gövdesini az bir şey kaldırdı. Tek kaşı havada Barlas’ı sorguluyordu. “Bakma lan öyle. Bir haftadır ortalık çok sessiz kim bilir ne planlıyorlar.” “Tuhaf gerçekten. Bıçak satmak için harika bir sessizlik ama.” Şükrü elinin tersiyle Arden’in alnına vurdu. “Farkındaysan bir çeteye aitsin.” “Unutturmuyorsunuz ki!” Arden’in isyankâr sesi karşısındaki ikiliyi güldürürken Arden kendini yatağa bıraktı. “Çıkın hadi. Giyinip geliyorum.” İkili başka bir şey demeden odadan ayrıldığında odadaki dolaba yöneldi. İçinde üçer parça kıyafet vardı onları da Barlas alıp getirmişti. Üç alt, üç üst iki eşofman ve iki kapüşonlusu ile dolabı bundan oluşuyordu. Paraşüt kumaştan olan gri pantolonu belinden geçirmiş üstüne ise kalın askılı dar atlet giymişti. Saçlarını eliyle düzeltip kapının kenarında duran deri postalları da giyip kapıyı açtı. Yürürken fermuarlarını çektiği için salona bakamamıştı ama çok umursamadı. Kollarında ve sol omzunda yerini koruyan sargıları meydana çıksa da kafaya taktığı söylenemezdi. Kimden neyi saklayacaktı ki? Tüm ekibin ayakta bir şeyler konuştuğunu gördüğünde adımları yavaşladı. Ait değildi. Buraya, bu insanlara ve bu düşüncelere ait değildi. Olamayacaktı. Konuşmalarını dinlemek istemedi ama kendi varlığını gizlemek için de uğraşmadı. Mutfağa ilerleyip raftan bardak aldı. Ada tezgâhın üzerindeki sürahiden doldurduğu suyu içerken gözleri karşısında duran ekipteydi. Boş bardağını masaya bıraktı. İki yana genişçe açtığı elleri ile tezgâha dayanmış konuşmalarının bitmesini bekledi. Bu esnada Ozan yukarıda telsiz sinyalleriyle ilgileniyordu. Herhangi bir sorun başlarını çok ağrıtırdı ve o en azından kendi kısmını düzgün yapmak istiyordu. Eğilmekten ağrıyan boynunu iki yana yatırarak esnetmiş ardından arkasına yaslanmıştı. Monitörden kalabalığı izliyordu. “Haftaya tırlar çıkıyor, dağıtımını düzgün yapmalıyız.” “Dağıtım sırası bizde mi?” Hilal’i başıyla onayladı Gurur. “Geçen sefer B-1 bölgesinde yağma çıktı, oraya biraz daha önlemli gideriz.” Dedi Gurur düşünceli sesiyle. “O Yakut’un geri zekalılığıydı. Zaten 7 tır çıkıyor niye tekini kendi bölgene saklıyorsun. Kudurdu millet.” Barlas’ın Şükrü’ye gururla baktığını gördüğünde gülümsedi Ozan. Şükrü’nün bahsettiği ay gerçekten çok sıkıntı çıkarmıştı. Her 3 ayda bir 8 tır Sur İçi’nden dışarıya çıkardı. Bu tırların dağıtımından ise çeteler sırayla sorumluluk alır ve burada yaşayan insanlara dağıtırdı. Bu tırlar dışında çetelerin ilgilendiği başka şeyler de vardı. Mesela Hurda genel erzaklardan sorumluydu. Tıbbi olsun yiyecek olsun her şey onların sorumluluğundaydı. Çeteler arası olan sorunlar buradaki halka yansıtılamazdı, yani o erzakları dağıtmama gibi bir şey yapamazlardı. Zorunluydu. Yakut, teknolojiden sorumluydu. Gerçi sadece teknoloji demek biraz eksik kalırdı onlar daha çok mekanik kısmındaydı. Araba parçaları, motor, inşaat ve türevi her şey onların elinden geçiyordu. Eravas, ticaret ve tedarikten sorumluydu. Eğer Trakya tarafından gelen bir şey varsa ve o Sur İçi’ne girecekse sorumluluk onlara aitti. Aynı şekilde Sur İçi’nden çıkan şeyleri güvenli bir şekilde şehir dışına çıkarmakta Eravas’ın sorumluluğuydu. Bunun karşılığında ise 3 ayda bir dışarıya çıkarılan 8 tırdan biri Eravas’a verilirdi. Pusula ise kura yerine meydan okumayla kazandığı paradan sorumluydu. Sur Dışı’nın merkez bankası görevi görüyordu. Pusula’nın sokak arası çetelerinin arasından sıyrılıp tepeye oturmasının en büyük nedenlerinden biriydi bu olay. Haddinden fazla dökülen kan Pusula’nın temellerinde yatmaktaydı. Para akışını kontrol etmeleri diğer çetelerin ellerinde olan kozlardan en az zararla çıkmalarını sağlıyordu. Yükselme dönemi bitip artık çökmeye başlasalar da ayakta durmalarının ve insanların burada kalmasının nedeniydi, para. “Nerede kaldı bu kız?” Derya’nın sabırsız sesine Ozan oturduğu yerden güldü. Yaklaşık beş dakikadır Arden mutfakta onları bekliyordu zaten. Kimse fark etmemişti. Masaya yasladığı ellerini ağırca çekti Arden. “Buradayım.” Burnunu kırıştırdı kısa bir an. “Yaklaşık beş dakikadır falan. Bölmek istemedim.” “Pardon, neyi bölecekmişsin?” Yüzünde irrite eden gülümsemesiyle Hilal’e baktı bu sefer. “Bundan bahsediyorum ne aranıza ne de fikirlerinize karışmak gibi bir derdim yok.” Suratı düzleşti bir anda. Hilal’in her dediğini farklı yere çekme arzusu artık sinirlerini bozmaya başlamıştı. Geleli bir hafta olmasına rağmen yıldızlarının asla barışmayacağı her yerden belli oluyordu. “Yapamazsın zaten. Dediklerini kâle alacağımızı falan mı sanıyorsun? Üç günlüksün, dediklerini kulağın duysun.” Tıpkı bunun gibi. “Hilal.” Gurur’un uyarıcı tonu Hilal hariç herkeste işe yarıyordu. “Gözüme batma sakın.” İfadesiz tuttu ifadesini Arden. Nefes alsa Hilal için sorundu şu an. “Yeter.” dedi Gurur suratındaki bıkkınlıkla. Alışmaları için ikisine olabildiğince karışmıyordu ama ikisi de alttan alma taraftarı değildi. Sanki hayatları günlük gülistanlıktı da bunlar birbirini yemeye devam ediyordu. “Dışarda da bu şekilde atışmanızı görmek istemiyorum.” Üstünde düzgün duran ceketi tekrar düzeltti. “Başımızda yeterince akbaba var zaten.” Adımları kapıya yöneldi. Anlık olarak duvarlar üstüne üstüne geliyordu. Aceleci adımları karşısında duran arabasına yöneldi ve kimseyi beklemeden sürücü koltuğuna yerleşti. Onun arkasından tüm çete çıkarken Arden bilerek en arkadan gelme taraftarıydı. Kapıdan çıkmak için adım attığı an Barlas kolunu boynuna atmış ve Arden’in kafasını aşağıya eğmişti. Nefesi kesildi Arden’in. “Geri zekalı!” Şükrü hızla aralarına girip Arden’i oradan aldı. “Kızın kaburgası iyileşmedi geri zekalı.” Gözlerinde şaşkınlık gezinse de bunları derken Barlas’ın ensesine patlatmayı ihmal etmemişti. Yüz ifadesi söylemek istediği çok şeyi varmış gibiydi. Sertçe dudaklarını yaladı ama ağzını açıp başka bir şey demedi. Onun yerine Arden’e döndü. “İyi misin?” dedi sakince. Gözlerini yavaşça kapatıp açtı Arden. “Harikayım.” “Gördün mü? Turp gibi işte.” “Sus Barlas. Yürü Barlas.” İki araba gitmeye karar vermişlerdi. Daha doğrusu Barlas bir anda kendi arabasıyla gitmek için diretmiş üstüne Arden’i de kendiyle beraber sürüklemişti. Önde sakince ilerleyen Gurur’un arkasındaydı Barlas’ın arabası. Çok yakın değillerdi ama görüş alanlarından da çıkmamışlardı. “Sen şimdi sanıyorsun ki onlar sakin sakin gidiyorlar.” Anlık Arden’e baktı. “Hilal büyük ihtimalle Gurur’un ağzına sıçıyor. Bu yüzden Gurur’da yavaş gidiyor.” Küçük bir omuz silkmesi ile bitirdi konuşmasını. O susunca Arden’de bakışlarını Barlas’tan çekmişti. Manipüle ediliyordu şu an gaza gelip olay çıkaracak mı diye Arden’i deniyordu. Ya da bir şeyleri görmesini istiyordu. Her ikisi için de bir şey demek istemedi. Sadece aklının köşesine bir yere not etti. “A-1, 8’e uğramak istiyorum.” “Hallederiz.” Barlas önce Gurur’a iki tane selektör yaptı ardından sağa sinyal vererek arkasından ayrıldı. “Nereye?” telsizden Gurur’un sesi yükseldi. “A-1, 8’e geçiyoruz. Oradan başlayacağız.” “Tamam.” Gurur’un sorusunu yanıtlamasının ardından bardaklıkta duran telsizi Arden’e uzattı. “Taşı bunu. Sende kalsın.” dedi. “Sen peki?” Sorusunu sorarken elinden almıştı telsizi. “Ben başımın çaresine bakabilirim.” Bozuk yollar ile sarsılmaya başlayan araba Arden’in midesini bulandırırken bakışları sokaktaki küçük çocuklardaydı. Lüks arabayı görür görmez dikkat kesilmişlerdi. Herhangi bir atak gördüklerinde karşı koymak için sıkı sıkı tuttukları taşlar vardı minik ellerinde. Bir kere kornaya bastı Barlas ve arabayı kenara çekti. Sokağın sonundan onlara doğru gelen küçük bir grup vardı. “Sizinkiler mi?” “Evet. Bu bebeler güven vermedi bana şu an.” Anladığını belirtmek adına başını sallayıp arabadan indi. Hafif esen rüzgâr tenini yalayıp geçse de hissettiği tek şey karşısında duran çocukların ona attığı bakışlardı. Bu kadar pahalı duran bir arabadan ağzı yüzü kayık birinin çıkmasını beklemiyorlardı. Umursamamaya çalışarak köşedeki antikacıya takıldı gözleri. Artık Kartal’la yüzleşme zamanıydı. Kesinlikle hazır değildi ama daha fazla beklerse başına ne geleceğini bilmiyordu. Belirsizlik içerisinde kaybolmaktansa Kartal’la küsmeyi yeğlerdi. Gökyüzüne çıkardı bakışlarını. Ensesine yatırdığı başını hareket ettirmeden derince bir nefes çekti içine. Sakin kalıp her şeyi baştan sona anlatmalıydı. Defalarca tekrar etti bu cümleyi ve ilerledi. Antika dükkanının ahşap kapısını elleri titreyerek açtı. İliklerine kadar korkuyordu. Korkusu Kartal’ın bağırmasına değildi, korkusu Kartal’ın yıkılmış olduğunu görme ihtimalineydi. Ahşap kapının üstünde duran zil kapının hareketiyle içeriyi sesiyle doldurdu. Öylece masaya bakan Kartal duyduğu ses ile anında başını kaldırdı. Buradaydı. Bir haftadır her yerde aradığı biriciği buradaydı. Oturduğu sandalyenin devrilmesini umursamadan ayağa fırladı. Normalde jilet gibi olan gömleği kırış kırıştı. Gözleri kızarmış, feri sönmüştü. Arden o an korkusuyla yüzleşti. “Arden.” Dedi Kartal, gördüğüne inanmıyormuş gibi. Adımladı ardından, karşısındaki kıza ulaşabilmek için. Kartal’ın kendisine geldiğini görünce o da ilerledi. Barlas ortamın içine çökmesiyle kapıda beklemeye karar verip içeriye girmedi. “Ah, güzelim.” Beklemeden sardı kollarını Kartal. Arden’in saçlarına gitti elleri. Gecenin karanlığında adım adım dolaştığı gibi Arden’in gece karası saçlarında parmakları dolaştı. “Ah, güzelim.” Engel olamadı sesinin titremesine. Elleri ne zaman başka saç teline değse Arden daha da sıkı sarılıyordu Kartal’a. Saçlarının arasına bir buse bıraktı. Boynuna saklanan küçük kızı yavaşça çekti oradan. “Kim yaptı bunu sana?” Kimin yaptığına dair bir fikri vardı bu yüzden en merak ettiği soruya geçti hemen. “Neden bana gelmedin?” Gözleri Arden’in yüzünde dolaşırken karşısındaki gözlerin panikle titrediğini gördü. İçi gitti. Eridi tüm bedeni, kulakları ısındı ama bir şey demedi. Kollarından tutup Arden’i masanın karşısındaki sandalyelerden birine oturttu. Kendisi de hemen dizlerinin dibine çömeldi. Saniyelik Arden hiçbir şey anlatmak istemedi. Kartal’ın kendini kötü hissetmesini ya da kendini suçlamasını istemiyordu. Yaşadıkları ve yaşayacakları Kartal’ın sorumluluğunda olan şeyler değildi. Mavileri duvarlarda gezindi. Özenle asılmış süvari oymalarına, renkli çizgilerin olduğu karmaşık çizimlerde… Odanın içindeki dört duvara baktı sonra daha fazla kaçamayacağını bilerek Kartal’a döndü bakışları. “Sakin kalacaksın tamam mı?” Karşısında anlaşma yapmaya çalışan Arden’e histerik bir gülüş sundu. “Arden, ben iyi bir adam değilim.” “İyi olup olmamanı sormadım. Tamam mı değil mi, diye sordum. Anlatırken sakin kalacaksın tamam mı?” Yenilgiden daha çok kısa süreli bir boyun eğmeydi Kartal’ın yaptığı. Başını salladı usulca ve Arden olan biteni hiçbir şey atlamadan tek tek anlattı. Arden anlattı hem Kartal hem de kapının önündeki Barlas dinledi. “Sonra yargıya çıktım. Saçma saçma sorular sorulmaya devam edince ben de silah taciriyim dedim.” Ellerini iki yana açıp omuzlarını kaldırdı. “O an ne desem bilemedim. Ayağıma dolanacağını da biliyorum.” Arden en derininden gelen nefesiyle oflarken Kartal, Arden’in dizlerine koyduğu ellerini oynattı. “Dert ettiğin şeye bak. Ne zaman bu dediklerin boğazına dolanır o zaman gel bana anında çözerim.” Yavaşça kalktı çömeldiği yerden. Arden’in başına küçük bir öpücük kondurup masasına geçti. “Hangi çetedesin? Ve çetedekiler hiç sorgulamadı mı bu durumu?” “Pusula’da. Diğer sorunuzun cevabı ise unuttuk. Başta bir konu açıldı ama sonra devamı gelmedi.” Kapının üstündeki zil daha susmadan konuya damdan düşer gibi daldı Barlas. Konuyu sormadan cevap vermesi zaten onları dinlediğini gösteriyordu. “Sen?” “Pusula’nın yönetim ekibinden Barlas.” Başını salladı Kartal. Kaşlarını çatmış kafasında bir şeyleri tartıyordu. Kendi içsel mahkemesinde verdiği kararların ardından Arden’e döndü. “Çeteye girdim çıkamam gibi bir şey asla düşünme. Seni oradan çekip almam bir yoruldum demene bakar.” Sahici bir gülümseme peyda oldu Arden’in dudaklarında. “Yoruldum demesem, başka bir şey desem.” Ayağa kalktı Arden. Barlas buraya geldiğine göre artık gitme zamanıydı. “Ne istiyorsan diyebilirsin. Baban hepsini anlayacak.” Kendine çekti tekrar Arden’i. Arden’in kolları anında beline dolandığında keyiflice sırıttı. “Yapabilirsen günlük yapamazsan haftalık rapor istiyorum. Bir daha beni güçsüz biri sanma ve zorda hissettiğinde yanıma gel, ben anlarım.” Sarılmalarını sonlandırıp Arden’in alnına bir buse kondurdu. “Baba sözü.” Arden’in buruk gülümsemesi gözlerinin doluluğu Kartal’ın moralini bozsa da ses etmedi. “Hadi gidelim artık.” Barlas’a başını sallayıp Kartal’a baktı kirpiklerinin altından. “Geldiğimde görüşürüz.” “Görüşürüz.” Omuzlarından kalkan ağırlık Arden’in tüm havasını değiştirirken çoktan arabanın yanına gelmişlerdi. Barlas arabanın çevresindekilerle tokalaştı tek tek. Arden ise baş selamı vermekle yetinmişti. Temas etmek içinden gelmemişti. “Sen Pusula’nın silah taciriymişsin, doğru mu?” Aralarında ufak tefek duran sormuştu bunu. “Tekrar güçlenecek miyiz?” “Eziklediler bizi geçen tenhada. Koruyacak mısınız?” Ardı ardına gelen sorularla Barlas’a baktı Arden. Ne demeleri gerekiyordu? “Her götten sıkana darılacak mısınız?” Barlas’ın tek kaşı havalanmış hepsine bakmıştı teker teker. “Merak etmeyin kaybettiğimiz her şeyi misliyle geri alacağız.” Arden’in kendine inanan sesi bakışlarda kuşkuya neden olsa da kimse bir şey dememişti. “Ya sike sike alırız ya da döve döve.” Omuzlarını silkti Barlas. “Karşı taraf hangisini seçerse.” Elindeki kumandadan arabanın kapılarını açtı. “Haydi aslanlarım bize bir yol verin.” Dedi sakince. Arabanın etrafındaki kalabalık dağıldığında ikili koltuklarına yerleşti. Çalışan motor, inen el freninin ardından Barlas kalabalığa korna çalmış ve arabayı bozuk yolda sürmeye başlamıştı. “Söylemeden geçemeyeceğim harika bir baban var.” Arden’e hızlı bir bakış atıp önüne döndü tekrar. “En taşaklısından.” Arden’in gururlu gülümsemesi kıkırtıya döndü. Hoşuna gitmişti. “Evet, artık devriyeye başlayabiliriz.” Barlasın son sözlerinin ardından ikili sokak sokak gezmişti. Bazı yerlerde durmuş kavga ayırmış bazı yerlerde de çocuklu kadınlarla konuşmuşlardı. Her sokak üzerlerinde olan sorumluluğu göstermişti Arden’e. Hata yapmaları sadece kendilerine zarar vermezdi. Burada etkilenecek birçok insan vardı ve tek umutları bu çetelerden geçiyordu. Artık kendini o kadar kötü hissetti ki inmedi arabadan aşağıya. “Eğer biraz daha inmezsen insanlar yanlış anlayacak. Tabii senin kararın ama.” “Sorumluluk çok büyük geldi. Ne demem gerektiğini bilemiyorum.” “Onlara gerçekçi ol. Ne masal anlat ne de tüm çıplaklığıyla canlarını acıt. Dengede kaldığın sürece istediğini diyebilirsin.” Başını salladı Arden. En azından elinde ne yapması gerektiğine dair bir fikir vardı. Barlas’ın açık kapıdan çekilmesiyle o da indi arabadan. “Pusula geldi! Pusula geldi!” En fazla sekiz yaşında olan küçük çocuk tüm gücüyle sokakta bağırmaya başladı. Burası geldikleri en kötü yerdi. Betonu geç tahtadan bir baraka bile yoktu. Sağa sola çekilmiş brandalar ile kendilerine ev yapan insanlar vardı. “Burası A-1’in son sokağı, A-1, 12. Buradan sonra A-2’ye geçiyor. Orası da sürgün edilenlerin yeri. Çete kuralları geçmez, insanlık geçmez. Kimin gücü kime geçerse. Tehlikeli olduğu için buraya mal getirmek bizleri endişelendiriyor.” Etraflarını saran kalabalıktaydı gözleri Arden’in. “Abi.” Dedi kalabalığın arasından gelen erkek sesi. “Abi, kurban olayım bize erzak bir şey verin.” Her kelimede bir adım daha yaklaştı. Zayıf tahminen otuzlarında olan biriydi. Barlas’ı görünce hızla ayaklarına kapandı. “Yalvarırım kuru ekmeğe bile razıyım. Karım ölüyor.” Ayaklarına kapanan adamı kollarından tutup kaldırdı hızlıca. Karşısında ezilip büzülen birini görmek içine dikenlerin batmasına neden oluyordu. “Getireceğim. Bizzat biz geleceğiz.” Adamı omuzlarından tuttu. “İlaç için söz veremem ama onu da getirmeye çalışacağım tamam mı?” Barlas konuştukça adam ağlıyordu. Arden midesinin bulandığını hissetti. “Bir sorun, bir isteği, özel ricası olan var mı başka?” “Anne kolumu bırakır mısın?” Yine kalabalıktan bir ses yükseldi. Küçük bir çocuk sesiydi. “Siz kardeşim için oyuncak getirebilir misiniz?” Ellerini beline yerleştirmiş, çatık kaşları ve meraklı gözleriyle direkt Barlas’a bakıyordu. “Çok ağlıyor, belki susar mutlu olunca.” Karşıdan cevap alamadıkça küçük çocuk konuşmaya devam etti. “Ben oyuncak ne bilmiyorum karşı sokakta konuşulurken duydum. Çocuklar oyuncakları olunca mutlu oluyorlarmış.” Her kelime bir günahtı. Alınan ve yenen hakların kanıtı bu küçük çocuktu. Arden o an orada kafasına sıkmak ve bundan kurtulmak istedi ama kendini tuttu ve çocuğun boyuna eğildi. “Kusura bakmayın ben onun terbiyesini veremedim.” Aradan uzanıp çocuğun kolunu yakalayan ele baktı Arden. Elini kaldırdı yavaşça. “Sorun yok. Biz bir konuşalım kendisiyle.” Kadının titreyen elleri çocuğun kolunu bıraksa da hemen arkasında duruyordu. Anneydi, ne olursa olsun korumak isterdi. “Sen çocuk değil misin?” “Tabi ki değilim.” Eliyle boydan boya kendini gösterdi. “Koca adam oldum.” “Ama ben sana da oyuncak getirmek istiyorum. Almayacak mısın o zaman?” Çocuğun bakışlarındaki tereddütte karşılık gülümsedi Arden. “Büyümek bir marifet değil. Kardeşini koruyor olman senin bir çocuk olduğun gerçeğini değiştirmez. Hem sen benim gördüğüm en cesur abisin.” Başıyla yanında duran Barlas’ı işaret etti. “Hatta ondan bile cesur.” “Gerçekten mi?” “Gerçekten tabii.” Elini uzattı küçük beden. “Söz ver o zaman, kardeşime ve bana oyuncak getireceksin.” Karşısında duran küçük eli sıktı Arden. “Söz?” dedi ve durdu. Çocuğun adını bilmiyordu ki. “Efe.” “Söz, Efe.” Küçük çocukla anlaşmasının ardından çömeldiği yerden kalktı. “Eğer bir sorun çıkarsa Pusula’ya gelmekten çekinmeyin.” “Gelince almıyorsunuz ama.” Barlas’ın sözlerinin hemen peşinden atlayan adama döndü tüm bakışlar. Barlas’ın durumu anlamadığı her halinden belli olurken Arden’in bedeni dikleşti. “Geldik kapınıza bakmadınız bile.” Adam kaba bir el sallayışla Arden’i gösterdi. “Yanına da almışsın yaralı karıyı, burada maval okuyorsun.” Barlas’ın gözlerinin içine baka baka yere tükürdü adam. “İstemez.” Dedi sertçe. Adamın haklılığından ayrı bir şekilde karşısındakine olan davranışları Barlas’ın bam teline vuruyordu. Zaten sakin biri değildi bu tavırlardan sonra asla olamazdı. Kasılmış suratıyla ileriye doğru bir adım attı. Birebir konuşmak istese de Arden hızla kolundan tutmuş tüm gücüyle geri çekmişti. “Seni içeriye almayan nasıl biriydi?” “Sarı bir kadındı.” Arden elinin altındaki bedenin kasıldığını hissetti. Ne olduğunu sormayı çok istese de kendini dizginledi. “Sen de bir kadını dinledin ve içeri girmedin yani. Doğru mu anladım?” “Alakası yok yanında bir de adam vardı kafasına kapüşon geçirmiş. O durdu beni.” Sırıttı Arden. Bu tür insanlardan bilgi almak çok basitti. Arden’in ne yaptığını anlayan Barlas devam etti bu sefer. “Ne zaman oldu bu?” “Hayırdır? Sorguya mı çekiliyorum?” Adamın gevşek tavırları ile Barlas sert bir nefes çekti içine. Ağzını yüzünü kırıp siktir git dememek için direniyordu. “Lan göt lalesi!” Arden’in elinden kurtardı kolunu. O an anladı Arden, o Barlas’ı hiç durdurmamıştı. Barlas kendisi istemişti. “Adam akıllı anlat çözüm bulalım diye uğraşıyorum ama sen benim sabrımı sınıyorsun.” İri olan gözlerini açabildiği kadar açmış direkt adamın gözlerine bakıyordu. Herhangi bir kışkırtmada buradan uçacağı belliydi. Ve Arden onu tutamayacağını artık biliyordu. “Ben seni arabanın beşinci tekeri yapmadan önce ya anlat ya da karşımdan siktir olup git.” “Ay başıydı.” Adamın kısılan sesi Barlas’ın etkisini gözler önüne seriyordu. Aldığı cevapla gerisin geri döndü Barlas. Arden’e başıyla arabayı işaret edip kalabalıkla daha fazla konuşmadan ilerledi. “İlgileneceğim.” Dedi Arden onun yerine. Ardından Barlas’ın peşine takılıp arabaya geçti. Koltuklarına geçip kemerlerini takmak üzereyken telsizden Gurur’un sesi yükseldi. “Kuzey konuşuyor.” “Batı dinlemede.” Karşıdan gelen hışırtıların ardından tekrar Gurur konuştu. “İşimiz bitti dönüyoruz.” “Anlaşıldı. Dönüyoruz.” Son konuşan Barlas olduğunda telsizi tekrar Arden’e uzattı. Torpidoya attığı telsizin ardından hızlıca kemerini taktı ve araç hareketlendi. “Hilal, bunu yapmış olamazsın.” Kendi kendine konuşurcasına kısık çıkan sesine karşı koyamadı Arden. Ve aklındakini sordu. “Sizi tanıyor olması normal değil mi? Atıyor olamaz mı?” “İmkânı yok.” Direksiyonu sola kırarken sertçe yaladı dudaklarını. “Buraya ya ben ya da Gurur gelir. Hilal hiç buraya gelmedi.” _______ Naber? Aslında bölüm daha devam edecekti ama benim için fazla uzun geldi ben de kestim Nasıldı bölüm? Ben yine her paragrafa spoi koydum hehe Karakterler hakkında az çok bir fikriniz vardır diye düşünüyorum Sizce Barlas gidip hesap soracak mı? Diğer bölümde görüşürüz x (twitter): @chan_anakin Tiktok: yetherofjrs İnstagram: yeth3r
|
0% |