@yether
|
Bölüm 3;
“Aklı selim bi’ insan yok mu diyarda?
Yok.”
Şiddet neydi? Kime uygulanırdı? Eğer hak edeneyse, o kişinin hak ettiğine kim karar veriyordu? Peki, alınan kararı uygulamaya kim izin veriyordu? Şiddeti normalleştiren kimdi? Ya da neydi? Başına gelecekleri biliyor olmak ondan kaçabileceğin anlamına gelmezdi. Bazı problemlerden sana öğretilen çaresizlik yüzünden kaçamaz, karşı koyamaz veya onunla savaşamazdın. Arden de biliyordu salona geçtiğinde neler olacağını ama kimse ona burada savaşmayı öğretmemişti. Tek bildiği bu evde oluşan her kötü şeyden kendisinin sorumlu olduğuydu. Karşı koyamazdı bu yüzden. Loş ışık altında ilerledi ta ki kanepede oturan eniştesini görene kadar. Eskimiş, en ufak harekette gıcırdayan kapının yanında durdu Arden. Korkusu tüm yakıcılığıyla midesinden boğazına tırmandığında nefesi hızlandı. Suçunu bilmiyordu ama dayak yiyeceğine emindi. Eniştesinin soğuk bakışları gözlerine değdi. Odadaki sarı ışık ortamı ısıtmak yerine sadece gererken refleks olarak nefesini tuttu. Yaşadığı en uzun gece bu değildi belki ama en az onun kadar yorulmuştu. "Ne kaybettiğimizi biliyor musun?" Karşıdan gelen soğuk ton Arden'in tüm bedenini titretti. Konuşursa döverdi, susarsa da döverdi. Bir şey yapmadı Arden. "Çıkacaktık lan buradan!" Eniştesinin sesi yükselmiş ve ayağa kalkmıştı. "Gelseydin bok gibi paramız olacaktı." Eniştesinin işaret parmağı kendisine yöneldi. "İçeri gir." İkiletmedi. Adımları ilerledi, tam karşısında durdu. " Hepsi senin yüzünden." İlk darbe cümlenin sonunda geldi. Yanağına inen tokatla başı yana savruldu. Biliyordu devamı vardı, hep olmuştu. “Verecektik seni bitecekti her şey!” Konuşurken aynı zamanda vurduğu için kelimeleri tek tek ve sert çıkıyordu ağzından. Arden’in bedeni ise çoktan yere serilmişti. Karşı koyamazdı, kendini savunmayı bilmiyordu çünkü. Kollarını başına sardı aceleyle. En azından başına alacağı darbeleri önleyecekti. “Parazitsin! Seni aldığımız güne de doğduğun güne de lanet olsun.” Eniştesinin öfkeyle kalkıp inen göğsü, konuşurken ağzından kaçan tükürükleri Arden’in alıştığı şeylerdi. Bir başkası bilmezdi, görmezdi. Almasaydınız, demek istedi. Rahat bırak, demek istedi. İstemiyorsan öldür, demek istedi. Bunların arasında en çok acıyor demek istedi. Bedenim kadar ruhum da acıyor. “Benden her şeyimi aldın sen.” Üstüne doğrultulan parmağa baktı. “Bugün için besledim ben seni, gelmedin.” Üstüne çıkan iri bedenin altında cenin pozisyonuna geçerek kendini korumaya çalışıyordu ama nafileydi. Tişörtünün yakalarından tutup kaldıran adamın gözlerine bakamadı. O da bakmasını istemedi zaten. “Çıkacaktım ben buradan!” Yüzüne inen darbenin etkisi sürerken saçlarında yanma hissetti. Bugün eniştesi normalden daha sinirliydi. Ne zaman biteceğini kestiremiyordu Arden. Karşısındaki adamın sözleri bittikçe yumrukları, yumrukları bittiğinde tekmeleri geliyordu üzerine. Zaman algısı kaybolduğunda hissettiği acı da kayboldu. Gözleri belirsiz aralıklarla arkaya kayıp geri gelirken halasını duydu. “Tarık.” dedi sakince. “Tarık, ölecek. Katil olmana değmez. Bırak hadi.” O kadar normaldi ki onlar için öfkelerini Arden’den çıkarmak karşı çıktığı şey kocasının başına bela almasıydı. Dinlemedi karısını. Devam etti. Yorulmasa öldürecekti belki de. Arden’in bilinci tamamen kapandığında kanepeye oturdu Tarık. Yüzüne, bakışlarına yansıyan öfke onun için zehirdi artık. Fark edemez ve bundan geri dönemezdi. Ruhu öldükçe başka ruhlara musallat olacaktı. “Senin yüzünden.” dedi tekrar. Bu sefer muhatabı karısıydı. “Aldın bu paraziti evimize her şeyimizi kaybettik. Ne vardı abinle kalsaydı?” Gözleri yaşardı Asiye’nin. Bilemezdi işlediği günahların ilmek ilmek boğazına dolanacağını. O sadece anne olmak istemişti. “Bilemezdim.” “Bileceksin!” Hırsı devam eden adam karısına döndü. Gözleri o kadar sertti ki Asiye ilk defa Arden’in korkusunu o an anladı. “Bunu eve getiriyorsan bileceksin!” Dayanamadı içinde birikenlere. Vicdan mı yapıyordu yoksa gerçekten üzgün müydü kendisi de bilmiyor ama kendine engel olamadığı için ağlıyordu Asiye. Kaçmak istedi sorunlarından, Arden’e döndü bakışları. “Öldü mü, Tarık?” Başını kanepenin sırtına yaslayıp gözlerini kapatan kocasına baktı. Onun rahatlığı Asiye’yi daha da endişelendiriyordu. Sorusunu yinelemek için dudaklarını araladığında Tarık gözlerini açmadan konuştu. “Siktir et. Birazdan koyarım kapının önüne.” Umursamazlığı anlık olarak Asiye’yi düşündürdü. Bugün Arden’e yaptıklarını bir gün kendisine de yapar mıydı? “Şu dolaptan bana bir şeyler getir. Dilim damağım kurudu.” Kaşları çatıldı kadının. İçki mi içecekti şimdi? Önce yerde yatan bedenle ilgilenmesi gerekmez miydi? “İkiletme Asiye.” Tarık’tan gelen ikaz ile ayaklanıp dediğini yaptı. Dolapta eline gelen ilk şişe ile raftan bir bardak alarak geri geldi. Elindekileri Tarık’ın oturduğu yerin yanına bıraktı. Masaya koyamazdı çünkü Tarık onu az önce kırmıştı. Yanına bırakılan şişeyi eline alıp bardakla uğraşmayıp direkt açıp kafasına dikti Tarık. Kendini biraz daha iyi hissetmesinin ardından oturduğu yerden kalktı. “Eğer yaşamaya devam eder ve eve gelirse asla almıyorsun Asiye. Duydun mu beni?” dedi karısından tarafa bakmadan. “Duydum.” Tarık, Arden’in baygın bedenine ilerleyip sol ayak bileğini tuttu. Yerde sürüklenen bedenden damlayan kanlar yol boyunca yere damlamış Arden’in varlığını damgalamıştı o eve. Karı koca, ikisi de bakmadı yerdeki bedene. Tarık elindeki içki şişesiyle dümdüz karşıya bakarken Asiye dağılan eve bakıyordu. Artık Arden olmadığı için kim toplayacaktı bu evi? Sokak lambasının olmadığı o karanlık, kasvetli sokakta yerde sürüklediği bedeni çöp poşeti misali boş araziye bıraktı. Çöpün bile atılma adabı olurdu. O poşet taşınırken yerde sürüklenmez ve içindekiler dağılmasın diye yavaşça bırakılırdı yere. Arden, çöp kadar değerli değildi. 6 Ekim Gece yerini güne devrederken yüzünde hissettiği sıcak nefeslerle araladı gözlerini. Yeni yeni kendine gelirken boğazına tırmanan yanma ile başını yana çevirip öksürdü. Baygınken midesine dolan kanları öksürerek çıkarmıştı içinden. Nerede olduğundan emin değildi ama buğulu ve çift gördüğü Hermes evden çok uzaklaşmadığını gösteriyordu. Derin bir nefes çekti içine. Tam olarak derin olamamış acıyan göğsü ile nefesi yarım kalmıştı. Sabahın ayazını yeni yeni hisseden bedeni titredi. Yerden kalkması, kalkamasa bile en azından oturması gerekiyordu. Bir iki denemenin ardından doğrulup yattığı kaldırımın kenarına oturdu. Sırtını yasladığı Hermes olmasa tekrar devrilecekti ama şu an ona takılmadı. Bugüne kadar defalarca dayak yemişti ama hiç dışarıya atılmamıştı. Halası ve eniştesi onu tamamen bırakmıştı ve kalacak yeri artık yoktu. Bir an için Kartal’a gitmeyi düşündü ama peşine üç büyük çeteyi takmıştı. Kartal ise çetelerden nefret ederdi bu yüzden ona gitmeyi de eledi kafasından. Çetelerin Arden’i alması ise an meselesiydi. Yargılanması gerektiğini biliyordu. Kaçmak için umudu da yoktu, enerjisi de. Diğer tarafta çetelerde karmaşa hakimdi. Uzun bir aradan sonra başlarına gelen sivil saldırısı tüm mevzuların önüne geçmişti. Taraflar sırtlarında asılı duran bıçakların hesabını daha sonra soracaktı. Üç çete içerisinde en karışık olan ise Pusula’ydı. Gurur kendi kendine karar vermiş, kararı uygulamak adına yola çıktığında ise ancak ekibi bilgilendirmişti. Motor üstünde A bölgesine bu saatte gelme nedeni de buydu. Onu arıyordu. “Bulabildin mi?” “Şimdilik hayır.” Ofladı Gurur. Kızı diğerlerinden önce bulmak istiyordu. “Yargılama esnasında mı yapsan ne yapacaksan?” Telsizin diğer ucundan konuşan Barlas’ın anlık olarak dedikleri mantıklı gelse de ‘cık’ladı Gurur. “İtiraz edebilir o sırada. Riske giremem.” İkili arasında süregelen sessizlik Gurur’un kendi kendine sesli düşünmesi ile bozuldu. “Beni A-1, 6 bölgesine çıkardıysa oralarda olmalı. Ya da yakın çevresinde. Çetelerden kaçıyordu buralarda olmalı.” “İki sokak ötede A-1, 8 var. Oraya bak bir de.” Barlas görmese de başıyla onayladı onu Gurur. “Mantıklı.” Vakit kaybetmeden motoruna binip çalıştırdı. Pusula için bu hamlenin iyi olacağını düşünüyordu. Bundandı bütün çabası. Motorun tekeri bozuk asfaltta kayarken gözüne ahşap çerçeveli antikacı çarptı. Çevresinde gezindi bakışları, aradığını bulamadı. Dakikalar geçti, A-1, 8’i iki kere turlamasına rağmen bulamadı. Gurur umudunu kaybetmek üzereydi. Sonra onu gördü. A-1, 9’un başlangıcındaki boş arazide kaldırıma oturmuştu. Dizlerine sardığı kollarına başını gömmüş öylece duruyordu. Motorun hızını arttırıp sokağın sonuna, onun önüne geldi. Hareketleri seri adımları sertti. “Bu sefer iyi saklanmışsın. Bulmam zaman aldı.” Kendisinin alaylı sözlerine, çarpık gülüşüne karşın kızın başı yavaşça kalktı. Sol gözü kanlanmış, çevresi morarmıştı. Sağ kaşından ya da saçlarının dibinden gelen kan sağ şakağından çenesine yol çizmiş, burnundan akanlar ise dudaklarını kapatmıştı. Dudağının kenarı da patlamış her iki elmacık kemiğinde de morluklar bulunmaktaydı. Boynunda tişörtün açıkta bıraktığı yerlerde kollarında da yer yer yaralar ve morluklar vardı. Darmadağın ve paramparçaydı. Birkaç saatte ne olmuştu böyle? Yargı gerçekleşmiş miydi? Telsizini eline aldı hemen. “Barlas!” Gür çıkan sesiyle Barlas’tan cevap beklemeden devam etti. “Yargı gerçekleşmiş mi öğren hemen.” “Anlaşıldı.” Arden’in kapandığında uzun süre açılmayan gözlerine bakıyordu Gurur. Acımış mıydı emin değildi ama onu orada bırakmayacaktı. “Pişt?” Adını unuttuğu kıza seslenmesiyle Arden’in bakışları ona döndü. Gurur onu yerden nasıl kaldıracağını düşünürken Arden yargı zamanının geldiğini ve her şeyin bittiğini düşünüyordu. “Yargı yok. Herkes yeni toparlanıyormuş.” Telsizden ikilin arasına sızan Barlas’ın sesi dikkatlerini dağıttı. “Bak, az bir zamanımız var küçük bir teklif yapacağım.” Yanına çömeldi Arden’in. “Seni çeteye almak istiyorum. Yargıdan hızlı ve zararsız çıkarsın.” Arden’in nefes aldıkça sallanan bedeni durdu, gözleri Gurur’a döndü. “Neden?” “Sen beni neden kurtardın?” İkisi arasından akıp giden sessizlik Arden’in kendi durumunun sorgulaması için kısa bir vakit sundu. Reddetse yargıdan nasıl çıkacağını bilmiyordu. En iyi cezası sürgün edilmek olurdu o da nereye ne durumda düşeceğine göre değişirdi. Kabul etse çeteler arasında geçen her şey onu ilgilendirmiş ve bununla hareket etmiş olacaktı. Kartal’dan yardım istese o tek başına ne yapabilirdi ki? Ya hayatından ya da ideolojisinden vazgeçecekti. Seçim yapması gerekiyordu. “Tamam.” dedi sakince. Başının ağırlığını taşıyamayan bedene elini uzatıp ayağa kalktı Gurur. Kalan azıcık zamanlarında bu kızın biraz olsun toparlamasını sağlamak zorundaydı. "Pusula'ya hoş geldin o zaman." Elini tutan Arden’i ayağa kaldırmasının ardından tekrar telsizi eline aldı. " Barlas, hazırlanın geliyoruz. Şükrü'ye söyle malzemelerini de hazırlasın kız yaralı." Barlas'tan aldığı onay ile telsizi ceketinin cebine koyup Arden'e döndü. Motora binmeleri gerekiyordu ama bu kız başını zor taşıyordu ya motor seyir halindeyken motordan düşerse o zaman ne olacaktı? Gurur ne yapacağını düşünürken Arden'in bacakları titremeye başladı. Zaten güç yoktu bir de ayakta dikilince tamamen gitmişti. Yavaşça elini motora uzatıp güç almak istedi. Gurur ise ancak görmüştü Arden'in halini. Hızlıca kolundan tutup önce kendi ceketini çıkardı ardından Arden’i motora bindirdi. Beklemeden kendisi de bindiğin de elindeki ceketi Arden'in belinden başlayarak kendi beline bağladı. Bu yüzden birbirine yapışan bedenlerden Arden başını çevirip kendisine bakan köpeğe döndü. "Hermes." devamı vardı ama konuşamamıştı. Tekrar denedi. "Hermes." Git demek istiyordu devamında. Çıkmıyordu sesi, yetmiyordu nefesi. “Daha sonra alacağım onu söz veriyorum sana." Arabayla gelmediği için kendine küfreden Gurur motoru çalıştırıp gazladı. Üzerlerinden akan rüzgâr Arden'in gözlerini yakıyordu. Zaten beline bağlanan ceket yediği darbelerin varlığını yeterince belli ediyordu bir de gözleri yaşarıp acıyınca kendini iğrenç hissetti. Aciz, yetersiz, yalnız ve aykırı. Çıkamadığı kasvetli bulutlar arasında rüzgâra verdi gözyaşlarını. Verecek başka kimsesi yoktu zaten. Geri dönüş yolu Gurur'un rahat olması nedeniyle daha kısa sürmüştü. Duran motor hafif yana yattığında Arden hızlıca ıslak yanaklarını omuzlarına sildi. Yeterince acınası duruyordu, daha fazlasına gerek yoktu. Belinden çözülen ceket ve önünden kaybolan bedenle beraber o da indi motordan. İlk defa surlara bu kadar yakındı. İçini garip bir öfke kapladı. Ayrımcılığa uğramış ve bu hayata tutsak kalmış olmanın öfkesiydi. Burada doğmayı o seçmemişti, burada yaşamak istememişti. Bu hayatı o seçmemişti ama cezasını o çekiyordu. Haksızlık dedi kendi kendine. Doğdun yerin kaderini bağlaması haksızlık. Bu lağım çukurundan çıkması için fırsat sunmayı bırak çıkmak ister misin diye sormamışlardı bile. “Hoş geldiniz.” Büyük bir deponun önünde onlara seslenen Barlas’a döndü Arden. Yanlarını kazıtmış üstü biraz daha uzun kahve saçlı, normale göre biraz daha büyük kahve gözlü, sağ kaşında çizik olan tipi sevimli dursa bile iri bedeni ile sertliğini koruyan adam Barlas’tı. Üzerine giydiği geniş kalıp sıfır kollusu sağ omzundan bileğine uzanan dövmelerini gözler önüne seriyordu. Gurur’un o tarafa ilerlemesi ile Arden kendini zorlayarak peşinden ilerledi. Nefes almak dahi zor gelirken şu an hareket etmek zorundaydı. Ayakta durmakta zorlanan bedene baktı önce ardından karşısında dikilen Gurur’a. O yapmış olamazdı, dünde olmamıştı. Barlas’ın kaşları çatıldı. Bunu yapanın insan olduğunu düşünmüyordu. “Kolunu omzuma atabilir misin?” Arden’in yanına gelmiş destek olmak amaçlı kolunu tutmuştu hafifçe. Aslında ilk olarak kucağına almayı düşünse de karşıdan nasıl tepki alacağını bilmediği için boş vermişti. “Barlas ben.” Kolunu kaldırıp altına giren adama şaşkınca bakarken “Arden.” dedi. Şaşkınlığı bakışlarında kalmamış sesine de yansımıştı. İlk defa birisinden destek alıyordu. Alışık olduğu bir şey değildi. Üçü fabrikadan bozma mekâna girdiğinde Arden gözlerini kabaca etrafında gezdirdi. Duvarları tuğladan çatısının ortasında baştan sona kaplayan cam ile ortamı olduğundan geniş ve ferah göstermişlerdi. Duvarlarda bulunan yere kadar inen geniş pencereler dışarıyı gösterdiği kadar içeriyi de gösteriyordu. Girişte onları karşılayan deri L koltuk onun önünde bacakları demir cam masa ve onun da etrafına yerleştirilmiş iki deri puf vardı. Koltuk takımının çaprazında kalan kısımda üç basamaktan oluşan merdiven direkt mutfağa çıkartıyordu insanı. Ada tezgâhın çevresine yerleştirilmiş yüksek bar tabureleri ve yine tezgâhın üstünde tavandan sarkan dört avize bulunmaktaydı. Mutfak dolapları kahve rengi ahşaptan yapılmış olup tezgâhı ise beyazdı. Mutfağın solunda koltuk takımının arkasında kıvrımlı bir merdiven vardı, yukarıya uzanan. O merdivenin yanında, mutfağın arkasına açılan kapısız koridorun sadece girişi gözüküyordu. Nereye kadar gittiğinden emin değildi ama baya büyük bir yerdi. Çevreyi incelemeyi bırakıp kendisine bakan insanlara çevirdi bakışlarını. Üç kız, bir erkek vardı tam karşısında. Kızlardan biri kıvırcık saçlı diğeri omuzlarına gelen kumrala kaçan kahverengi saçları vardı en sonuncunun ise saçları sarıya boyanmıştı. Aralarındaki erkek ise katlı kesilmiş kahverengi saçları vardı. Aralarında var olan sessizlik ve karşılıklı süzme Gurur tarafından bozuldu. “Şükrü, yaralarına bir bakarsın. Sizde hazırlanın sonrasında çıkarız.” Kızların kendisine son kez bakmasının ardından Şükrü dediği çocuk yanlarına yaklaştı. “Ben Şükrü.” Diğer kolundan destek verirken kendini tanıtmasına başını sallayıp “Arden.” dedi. Girişte gördüğü deri koltuğa oturtulan bedenini üstündeki kanlar sürüşmesin diye dik tutmaya çalışıyordu. “Başının altına yastık koyup yatır. Ben de serumu hazırlayayım.” Şükrü arkalarında kalan Gurur’a döndü. “En fazla on dakika sürecek. Sonra çıkarız.” Barlas, Arden’i kanepeye yatırırken Gurur başıyla onaylayıp puflardan birine oturdu. Acele hareketleriyle çantasını açan Şükrü’deydi gözleri. “Yemek yedin mi?” Başıyla onayladı Arden sadece. Yememişti aslında ama bunu demekten utanmıştı. “Tamam o zaman. Serumun içine güçlü bir ağrı kesici ekliyorum biraz daha rahatlarsın.” Dikkatlice kanepeden sarkan kolunu tutmuş seri ama acıtmadan damar yolu açmıştı. Barlas’ın nereden getirdiğini bilmediği demire serumu takmasını izlerken Şükrü çoktan suratını temizleyip pansuman yapmaya başlamıştı. Kimsenin neden sorgulamadığını merak ediyordu. Neden burada olduğunu, kim olduğunu, bundan sonra ne olacağını... Gerçi birisi sorsa kendisi cevap veremezdi ve alacağı cevabı duymakta istemezdi. Bu yüzden meraklı çocuklar gibi sadece Şükrü’nün hareketlerini izledi. Yüzü ve kolları bittiğinde üzerindeki tişört göğüs altına kadar sıyrılmış Şükrü iki parmağını belirli yerlerde gezdiriyordu. “Kaburgaların çatlamış ya da kırılmış olabilir. Bu yüzden şimdilik elimle bakmam gerekiyor. Tomografi aletlerim burada değil.” Şükrü konuşurken elini gezdirdiği bölgelerin birinde hem kendisinin hem de Arden’in hissettiği çıtırtıyı duydu. “Tamam endişelenmeye gerek yok çatlak olabilir. Zorlamazsan kendiliğinden iyileşecektir.” Hissettiği acı sanki nefes verdikçe geçecekmiş gibi hızlı hızlı nefes alıp verirken kaşları çatıldı. Hiç iyileşecekmiş gibi bir havası yoktu. “Serumun bitmek üzere, kızları çağırayım üstünü değiştirsinler.” Soru sormuyor ya da onay vermesini beklemiyordu. Şükrü serumun bitmesini beklemiş bitince onunla beraber damar yolunu da çıkarıp gitmişti. Kendisine bakan Barlas ve Gurur’la öylece otururken içeriye ellerinde kıyafetlerle gelen kızlar girdi. “Ben arabaları getireyim o zaman.” Diyerek Barlas ayaklanmış ve salondan çıkmıştı. “Merhaba.” dedi kızlardan kıvırcık olanı. Sarışın olan ayakta dururken diğeri elindeki kıyafetleri ona uzattı. “Ben Derya bu arada.” Kıvırcık olan kendini tanıttığında başını salladı Arden. Bugün adını ömrü boyunca söylemediği kadar söylemişti. “Arden.” “Müge.” Sarışın hariç ikisi de adını söylemiş Arden’in tişörtünü çıkarmasına yardım etmişlerdi. Üstünden çıkan tişörtü ile aklına gelmişti Gurur’un burada olduğu. Başı hızlıca pufların olduğu kısma döndü ama Gurur orada değildi. Kızların getirdiği lacivert gömleği dikkatlice giymiş üstten iki düğmesini açık bırakmıştı. Müge, Arden’in isteği üzerine saçlarını taramış ve o şekilde bırakmıştı. Herkesin hazır olduğuna karar verildikten sonra dışarıya çıkıp kapıda bekleyen iki araca binmişlerdi. Sessiz geçen yolculuğun ardından geniş bir alana geldiler. Asfaltın üstünde yer yer yerleştirilmiş direkler ve yerde bulunan silik çizgiler buranın eskiden açık otopark olduğunu gösteriyordu. Diğer çeteler önceden gelmiş kendi aralarında kümelenerek bekliyorlardı. Hurda ve Yakut’un yanı sıra Eravas’ta buradaydı. Arabalar kalabalığın arkasında kalmış kalabalığın önüne ise birkaç sandalye ve masa konulmuştu. En ortada tüm gözlerin boşken bile değdiği yerde ise eski bir sandalye durmaktaydı. Arden’indi orası. Pusula’nın duran araçları ve inen üyeleri üzerlerine çektikleri ilgiyi anında yanlarında bulunan Arden’e kaptırmıştı. “Sonunda geldiniz.” Hurda’nın lideri olarak düşündüğü adam kinayeli sesiyle kalabalıkta sessizlik oluşmasını sağladı. “Biraz daha gelmeseydiniz kaybettiğinizi düşünecektim.” Alaylı gülüşüyle beraber önündeki sandalyelerden birine oturdu. “Hurda’nın lideri Buğra.” Yanında duran Barlas, Arden’e ufak bilgiler vermeye başlamıştı. “Buğra’nın en güvendiği adamı Tuğrul. Yeşil ceket giymiş olan. Arabanın kaputunda oturup buraya bakan Yakut’un lideri Savaş. Ve son olarak yerde oturup sigara içen, Eravas’ın lideri Can.” Bir şey demeden başıyla onayladı Arden. Buradan çıkmak için Gurur’un onu çetesine alması yetmezdi. Daha büyük bir şeye ihtiyacı vardı. Görmek amaçlı değil, bulmak için baktı etrafına. İçinden bir ses pürüz çıkacağını söylüyordu bu yüzden kendini garantiye almaya çalışıyordu. Yerde oturan, sarıya boyanmış 3 numara saçlı, boynunda uzaktan belli olan yaraya sahip Can ayaklandı. Otoparkın ortasına yerleştirilen sandalyelerden birine geçip oturdu. Kendi çetesinden iki erkek de yanına yerleştiğinde geri kalanlar arkasında dikiliyordu. Eravas’ın yerini almasıyla önce Hurda ardından da Yakut yerleşti. Çetelerin diğer üyeleri ise daha geniş çember oluşturup herkesin etrafını sarmıştı. Ayaklarının karıncalanıp uyuşması bedeninin gerginliğini yansıtma şekliydi Arden’in. Yargının başladığının bilincinde olan Gurur, Arden’i omzundan ittirdi. İlk adımı dengede durmak için olan Arden devamını korkmadığını belli etmek adına sert attı. Çemberin merkezindeki sandalyeye dokunmadan yavaşça oturup karşısında duranlara baktı. “Tamamsanız, başlayabiliriz.” Can’ın sağında oturan aynı Can gibi saçları üçe vurulmuş çocuk konuşmayı başlatan kişiydi. Kimse bir şey demezken kendisi devam etti. “Olayı önce Yakut’tan dinleyelim.” “Kargaşa esnasında, kendisi sivil olmasına rağmen çete üyelerimden birini bıçaklayarak öldürdü.” “Yargı sonucu olarak istediğin nedir?” Savaş’ın, Arden’in gözlerinin en derinine bakması Arden’in içini ürpertmişti. Çekmedi gözlerini meydan okumak istiyorsa, Arden buradaydı. “Üye eksiğimi doldurması.” Keyifli bir gülümseme yayıldı Savaş’ın dudaklarına. “Çeteye girecek.” Arkasından gelen kıkırtı anlık olarak dikkatini dağıtsa da dönüp bakmadı Arden. “Her zamanki gibi geç kaldın.” Arden’in omzuna attığı el ile Gurur yanına geldi. “O benim çetemde.” Göz devirmek istedi Arden ancak yapamazdı. Onun yerine içine derin bir nefes çekti. Sakin kalmalı ve Gurur’un durumu kontrol etmesini beklemesi gerekiyordu. Zira burada toplanmış insanların kendisini açıklamak için Arden’e söz hakkı vermeyeceği çok belliydi. “Espri yeteneklerini geliştirmişsin Gurur. Yargıdayız ve sen çeteme aldım diyorsun.” “Sana yalan borcum mu var? Sivil olmadığına göre yargı düşer.” Ucunu masaya sapladığı bıçağı kabzasından tutup sağa sola döndüren Can’a takıldı gözleri Arden’in. Sonra diğerlerinde tekrar gezindi; asıl üyelerde, diğerlerinde, görebildiklerinde, yakınındakilerde. “Yani dün sivil olan kişi bugün yargı esnasında senin çetende çıkıyor öyle mi? Buna inanmamızı mı bekliyorsun?” “Dün de sivil değildi.” Savaş, Arden’i tanıyordu öyle iki cümle ile kandıramazdı Gurur onu. “İtliğine yapıyorsun. Sokak sokak aradın, buldun belli ki zor da kullanmışsın şimdi de çetemdeydi diyorsun. Bu kız benim hakkım Gurur. Pes et.” Savaş’ın kendinden emin tavrına Gurur kollarını göğsünde çaprazlayarak karşılık verdi. “O zaman dün niye bana yardım etti? Madem dün sivildi, niye yapmış?” Tünellerde olanlar kulaklarına gelmişti belliydi tepkilerinden. Savaş’ın cevap vermediğini görünce Gurur’un yüzündeki gülümseme büyüdü. Bu kadardı işte, istemiş ve almıştı. “O zaman ben bir soru sorayım.” Başından beri sessizliğini koruyan Can, bıçağı döndürmeyi bırakmış yüzündeki sırıtışıyla konuya dahil olmuştu. “Madem senin çetende, niye aldın?” “Yetenekli. Görmesen bile duymuşsundur, ıskalamıyor.” Gurur’un dediğini onayladı sakince. “Peki,” dedi sonunu uzatarak. “Neden aylık alım zamanında açıklamadın?” Cevap veremedi Gurur. Aylık alımlar ay başında olurdu ve eğer birisi aylık alım ile katılmıyorsa esas kadroya dahil olduğu anlamına gelirdi. “O zaman kendisini tanımıyordum.” “Yani iki haftadır tanıdığın birini kadrona aldığını mı söylüyorsun?” Gurur’u köşeye sıkıştırmanın verdiği haz gözlerine yansıyordu. “Pusula gerçekten çöküyor sanırım. Ne dersin?” Gurur’un çenesi kasıldı, yüzüne vurulan gerçeklik canını sıkmıştı. “Gizli kalması gerekiyordu.” Kendi hayatını kurtarmak yine Arden’e kalmıştı. Can’ın tüm ilgisini kendine çekmeden önce eliyle tuttuğu bıçağı işaret etti Arden başıyla. “Eğer ellerinizde tuttuğunuz bıçakların kabzasına bakarsanız,” Gömleğinin açık olan yakasından boynunda takılı olan kolyesini çıkardı. “Kendi kuyruğunu yutan yılanı göreceksiniz.” Bu işe ilk başladığında aylarca sattıklarını geri alamamıştı şimdi ise onun nimetini yiyordu. Elinde bıçak olanlar kabzaları incelerken bazılarında yoktu ama bu önemli değildi. Önemli olan nokta Can’ın elinde tuttuğu bıçaktı. Can’ın gözleri küçük sembolü bulduğunda yüzündeki donuklaşma Arden’i keyiflendirmişti. “Çökmek üzere olan hiçbir çete silah tedariki için birini bulamaz. Doğru muyum?” Ağrı kesicilerin etkisinin geçtiğini hissediyordu ufaktan. “Birbirinizin iş ilişkisini ne zamandan beri sorguluyorsunuz? Eğer böyle bir şey varsa bende sorgulamak isterim.” Çok fena kolpa sıkıyordu ve her an faka basabilirdi. Ayaklandı bu yüzden. “Yargı düştü diye düşünüyorum.” Kalabalığa arkasını dönüp geldikleri araçlara yürüdü. Seçim yapmaktansa seçim yaptırma taraftarıydı Arden. Her ne olursa olsun. __________ Bölümle ilgili düşünceleriniz? Nasıldı bölüm? X (twitter): chan_anakin (ben bunu sürekli değişiyom karar veremedim) Tiktok: yetherofjrs İnstagram: yeth3r
|
0% |