Yeni Üyelik
5.
Bölüm

K1:Parazit (4)

@yether

BÖLÜM 4;

 

“Her umudun değişen düşleri ve de değişime aç kamburu vardır.”

 

Cesaret ve aptallık ince bir iple ayrılır derlerdi hep. Aslında cesaret ipin bir ucuyken aptallık diğer ucuydu bağlılardı birbirlerine. Koparsa korkak, düğüm olursa pervasız olurdu insan. Dengeyi ayarlayan ölçütü bulan ise insanın düşünceleri olurdu.

Arden hareketlerini anlık düşünmüştü, devamı yoktu. Mesela şimdi ne olacaktı? İşler kontrolden çıkar ve ayağına dolanırsa ne yapacaktı?

Herhangi bir karşı koyma yaşanmadan Pusula, arabalarına yerleştiğinde hepsinin üstünde Arden’in yarattığı şok etkisi vardı.

“Silah taciri derken?”

“Takılmamız gereken noktanın bu olduğunu düşünmüyorum.”

Gurur’un sorusunu yanıtlayan Şükrü ile Arden sessizliğini korudu.

“Şükrü haklı, konuşmamız gereken şey bu değil.” Adını söylemeyen sarışının sert çıkışı sonrası bir daha kimse konuşmadı arabada.

Arabadaki basık ortamdan ziyade kafasında kendine sorup ardından cevapladığı sorularla boğulan Arden, arabanın durduğunu kapılar açılınca fark etti.

İnmek için hareketlendiği sırada belinden sırtına yayılan batma hissiyle öylece durdu.

“Ağrın mı var?”

Barlas’ın uzattığı dövmeli kolu ve yönelttiği soruyla kaşları çatıldı Arden’in. Ona acıyor muydu Barlas?

“Hadi gel.”

Barlas’ın sakin çıkan sesiyle koluna uzandı yavaşça. Bedenindeki batma hissi bir an olsun geçmezken zar zor çıkmıştı arabadan.

Barlas, yanında dik durmaya çalışan kıza baktı. Buradaki herkesten küçük olduğu belliydi ayrıca zayıf bedeni onu daha da küçük gösteriyordu. Tanımadığı bir ortamdaydı, buna rağmen başı dik yürüyordu.

En son içeriye giren ikili Barlas’ın yönlendirmesi ile boşta kalan puflara oturdu. Tabii onların gelmesini ya da oturmasını beklememişlerdi tartışmak için.

“Çeteye birini almak ne demek Gurur? Eve eşya almıyorsun, sormak zorundaydın.”

Tek eliyle yüzünü sıvazlayan Gurur cebinde kendisine batan anahtarları masanın üstüne atıverdi.

“Ani gelişti. Yargıdan geliyoruz biliyorsunuz.”

Sarışın kızın öfkesi tüm bedenine yansırken ağzından şaşırma nidası çıktı.

“Ya biz mi önemliyiz o mu?”

“Kız hayatımı kurtardı Hilal. Ben de onunkini kurtardım.”

Geri kalanlar seslerini çıkarmadan otururken ikili kendi arasında kavgasına devam etti.

“Hayatını kurtardığı için teşekkür ederdik yardım da ederdik ne gerek vardı çeteye özellikle kadroya almana? Kim olduğunu bile bilmiyoruz.”

Bedenini tamamen Gurur’a döndürdü Hilal.

“Biz bu çeteyi yabancılar gelsin ve dağıtsın diye kurmadık. Bu kadar önemli bir karar için bize danışman gerekirdi ya. Niye anlamıyorsun? Yaptığın şey bize ihanet etmek, bizi yok saymak.” Gurur gözlerini kapatmış Hilal’i dinliyordu öylece. Ya da dinliyormuş gibi yapıyordu.

“Madem bize bu kadar önemli şeyleri danışmayacaktın bizi niye yanında tutuyorsun? Bizi dinlemen için ölmemiz mi lazım?”

Gurur’un kapalı olan gözleri anında açılırken Barlas hızlıca araya girdi.

“Laflarına dikkat et Hilal. Ağır konuşuyorsun.”

“Gözünü açmaya çalışıyorum ben!”

“Daha çok canını yakmaya çalışıyormuş gibisin.”

Gurur’a gösterdiği dişlerini Barlas’a göstermemiş kenara çekilmişti.

“Kız kapımıza kendi gelmiş gibi davranıyorsun sanki kendi istemiş gibi.” Eliyle boydan boya, oturan Arden’i gösterdi.

“Halini görmüyor musun? Biz aldık onu, zorla hem de.”

Kızlardan kıvırcık olan gözlerini devirdi.

“Kimse kızı suçlamadı zaten, sorun liderimizin bize danışmamış olması. Harika kararlar aldığını her seferinde gözümüze sokuyorsun ya tebrik ederim Gurur.”

“Derya.”

Sadece adını söyledi Gurur, ama yalvarıyordu sanki.

“Sen geçseydin başa o zaman.” Eliyle saçlarını karıştıran Şükrü L koltukta onlardan en uzak köşede duruyordu. “Madem mantıklı kararlar almada çok iyisiniz geçseydiniz başa. Ya da planlar yapılırken köşeye sinmek yerine fikir belirtseydiniz.”

Çatlakları geniş bir binaya depremden kaçmak için sığınmış gibi hissediyordu Arden.

“Ne ima ediyorsun sen?” dedi Derya çatık kaşlarıyla.

“Ben bir şey ima etmiyorum, direkt söylüyorum farkındaysan. Siz üçünüz alınan kararların sonuçlarını yıkmak için hep bir suçlu istediniz hala devam ediyorsunuz.” Sözlerine devam etmek için derince nefes aldı.

“Bize danışmaması hataydı evet, ama bu kadar ağır ithamları hak etmediğini siz de biliyorsunuz.”

Grubun en küçüğü olan Müge yavaşça elini kaldırdı.

“Bir şey sorabilir miyim?”

“Sor tabii çilli.”

Gurur’un naif sesinin hemen peşinden Müge devam etti.

“Savaş’ı anlarım ama Can neden saçma sapan şeyler sorarak bizi zorladı?”

“Ben de merak ediyorum bunu. Sonra aklıma o pezevengin deli olduğu aklıma geliyor.”

Barlas’ın daha çok kendi kendine konuşması ortamın gerginliğini biraz azaltırken ayağa kalktı.

“Yemek yiyelim, gidin defolun mutfağımın önünden.”

Eliyle kovaladığı kalabalık kalkarken Arden nereye gideceğini bilemediği için kalıvermişti yerinde.

Dolaptan çıkardığı malzemeleri hızlıca masaya yerleştiren Barlas’ın gözleri anlık Arden’e değdi.

Sokaktan yeni getirilmiş yavru kedi gibiydi. Koyduğu yerde kalmış meraklı gözleri etrafta dolanıyordu. Yanına yaklaşınca da minik pençelerini gösteriyordu.

Arada kasılan çenesi bedenindeki ağrıların arttığının habercisi iken Barlas bir dilim ekmeğe çikolata sürdü. Dolaptan çıkardığı meyve suyunu boş bardağa döktükten sonra Arden’e döndü tekrar.

“Pişt!”

Cam tavandan gökyüzünü izleyen Arden, Barlas’a döndü hemen.

“Buraya gel.”

Hem eliyle hem sesiyle çağıran Barlas’a kaşlarını çatsa da bir şey demeden ayaklandı. Barlas’ın ellerini dayadığı ada tezgahına yaklaştığında Barlas, Arden’in önüne tabaktaki ekmeği ve bardağı itti.

“Şimdilik bunları ye, ardından bir daha ağrı kesici içersin.”

Şüphe barındıran gözleri tabak ve Barlas arasında gidip gelse de tezgâhın önünde duran taburelerden birine oturdu. Tabaktaki ekmeği nasıl yiyeceğini düşündü bir an. Dudaklarını hareket ettirmese bile acıyan yaraları vardı.

Minik parçalara bölerek yemeye başladığı ekmeği gören Barlas alt çekmeceden aldığı pipeti de bardağa bıraktı. Aklına gelmemişti ki Arden’in yemekte zorlanacağı.

Arada sırada Kartal’ın cebinden çıkardığı çikolataları yiyerek büyümüştü ama bu kırmızı meyve suyunu ilk defa görmüştü. Ya bulması zor bir şeydi ya da Kartal sevmiyordu. Kartal’ın aklına gelmesiyle zaten dipte olan modu daha da düşmüştü. Bir ara bütün olanları anlatması gerekiyordu ona.

“Bu şey, neyli?”

İçine kaçan sesiyle anlık gözlerini kapasa da hemen geri açtı. Ya merak ettiği şey çok saçmaysa ve rezil olduysa düşüncesi beyninin içinde dönüp dururken Barlas’tan tarafa bakmıyordu.

“Vişne suyu. Ekşi olduğu için bir ben içiyorum burada.”

Barlas anlık Arden’in kendi kendine konuştuğunu sansa da cevap vermişti.

“Güzelmiş.”

“Sonunda benimle beraber vişneyi savunacak biri.” Barlas’ın içten tebessümüyle biraz daha rahatlamış hissediyordu.

“Ne yapıyorsunuz ikiniz fısır fısır?”

Şükrü’nün nemli saçları ve giyindiği rahat kıyafetler duş aldığını işaret ediyordu.

“Geldiğin iyi oldu. Arden’e ağrı kesici versene.”

“Bir şeyler yedi mi?” Sorusunun peşine gördüğü boş tabak ve bardak ile kendi kendini yanıtladı. “Yemiş. İki dakika bekle alıp geleyim.”

Şükrü mutfaktan çıktığında Barlas başka bir bardağa su koyup yeni pipetle beraber Arden’in önüne koydu.

“Getirdim. Tek ağrı kesici içmek ya da ilaç içmek iyileşmeni sağlamaz, dinlenmen de gerekiyor.”

Şükrü mutfağa girer girmez tekrar konuşmaya başlamasıyla Arden dikkatini ona vermiş Barlas ise pişen yemeklerini kontrol ediyordu.

Şükrü elinden hapı alan kıza bakıyordu, dinleneceğine dair herhangi bir şey arıyordu suratında.

“Kızı gözlerinle darlamasana oğlum.”

“Yatsın dinlensin işte. Sanki bir şey dedim.”

Şükrü’nün çatık kaşlarıyla söylediklerine Barlas gözlerini devirdi. Bazen düşünme ayarları sıfırlanıveriyordu bu çocuğun.

“Oğlum, az önce ne diye tartışma çıktı?”

Arden birisi tarafından anlaşıldığı için kendini suçlu hissederken başını önüne eğdi.

“Kız kendini dinlenecek kadar yakın mı hissediyor sanıyorsun?” Şükrü’nün düşen jetonu bakışlarının Arden’e kaymasına neden olurken Barlas onaylamaz ifadesiyle başını salladı.

“Avel.”

Barlas o kadar içten ve ağız dolusu söylemişti ki Şükrü bile kendine sövecekti.

“Sus lan.” Ama hızlı toparladı kendini.

Arden’e döndü ardından.

“Şöyle yapalım yemek hazır olana kadar kanepede uzan evdekileri çağırmadan ben seni uyandıracağım tamam mı?”

İtiraz etmek istiyordu Arden, güvenmiyordu çünkü. İtiraz etmesini engelleyen tek şey bedeninin şu an onu dinleyeceğini düşünmemesiydi. Uzatmadı, inatlaşmadı. İnatlaşırsa kimsenin ikinci defa soracağını düşünmüyordu.

Şükrü’yü başıyla onaylamasının ardından deri koltuklara ilerledi.

“Uzanamazsın, oturur pozisyonda kalman gerekiyor.”

L koltuğun merdivenlere sırtını veren kısma yastık koyup Arden’in gelmesini bekledi.

“Hem tam bakamadığımız yaralarına bakarız, aceleye gelmişti.”

Arden’e eve geldiklerinde bakacaktı ama tamamen aklından çıkmıştı. Bu yüzden kendine söverken yüzünü ifadesiz tutmaya çalışıyordu.

Kendisi için hazırlanan köşeye geçmemiş oranın ucuna oturmuştu. Tam karşısında ayakta duran Şükrü vardı.

“Gömleğini çıkarmam gerekiyor.”

Şükrü’nün neden böyle konuştuğu hakkında en ufak fikri yoktu Arden’in. Şükrü ise ancak şimdi ince düşünmeye başlamıştı.

İki erkeğin gözü önünde üstünü çıkarmak istemeye bilirdi ama kendisiyle bir odada yalnız kalmak da istemeyebilirdi. Çok seçenek vardı bunlar içinde olmayan Arden’in düğmelerini çözüp gömleğini çıkarıp katlamaya başlamasıydı.

Gömlek açılmış yaralarından akan kana yapıştığı için canını yaksa da Şükrü’nün beklemesini istememişti. Şükrü ve Barlas ise gömleğin yapıştığını gayet net görmüş Arden’in yerine suratlarını buruşturmuşlardı.

Şükrü gömleği yukarı sıvamayı düşünmüştü ama bunu Arden’e söylemeden olan olduğu için bir şey demedi. Ağrı kesiciyi aldığında yanında getirip masaya bıraktığı ilk yardım kutusuna uzandı tekrar.

Bedeninde asıl ten rengini görebildiği çok az yer vardı. Karnına yayılmış morluklara irili ufaklı kesikler eşlik ediyordu. Kollarını hareket ettirdikçe gördükleri kadarıyla sürtünmeyle oluşacak tahrişler vardı.

Arden’in dizlerinin dibine çöküp önce sağa sola bulaşmış kuru kanları temizledi. Ardından yaraların herhangi bir iltihaplanmayı önlemek amaçlı antibiyotikli pomat sürüp pansuman yaparak teker teker kapamıştı.

Bedenine değen her soğuk şeyde iliklerine kadar titrerken ağzından hiçbir şey kaçırmamaya çalışıyordu. Şükrü’de farkındaydı bu durumun, bu yüzden fazlaca uzun sürmüştü.

Karın bölgesi bittiğinde ayağa kalktı Şükrü anca o zaman hissetmişti bacaklarının uyuştuğunu. Çantanın dibine gömülmüş olan kremi eline alıp tekrar çöktü. Bu seferki hedefi yer yer soyulmuş olan kolları olmuştu.

Temizlemiş, kremlemiş ve son olarak sarmıştı. Karnına göre daha hızlı bittiğinde sırtına kaydı gözleri. Kollarından daha beter hali vardı. Morluklardan arda kalan vücut kısımlarında ise önceden kalan yara izleri vardı.

Gözleri cam tavan çıkmış, kapanmış ve tekrar açılıp Arden’in sırtına düşmüştü. Söylemek istedikleri boğazına kadar gelse de kendilerini oraya zincirlemiş gibi ne geri gitmişlerdi ne de dışarı çıkmışlardı.

Bu zamana kadar ada tezgahının ardından olan biteni izleyen Barlas usulca çıktı oradan. Alt kattaki odasına gitmiş Şükrü’nün ibneliğine aldığı kendisine bile büyük gelen tişörtü koyduğu yerden alıp salona döndü.

Barlas uzaktan bakarken Arden’in kemiklerini net görüyordu. Şükrü’nün zamanında izlediği videoları aklında tutmak için evde dolaşan iskeleti gibiydi.

İşi biten ikilinin arasındaki tuhaf havayı bozmak için araladı dudaklarını.

“Artık midi boy mumyamız var. Şirin.”

“Biraz zayıf bir mumya.”

Hakkında dönen muhabbete kaşlarını çatarak yanıt verdi Arden. Mide bulandırıcı gözüktüğünün farkındaydı ama kendisi istememişti ki.

“Espri seviyesi de biraz düşük sanki.” Barlas’ın kafasına attığı tişört suratından kayarken acele etmeden tuttu Arden. “Asmasana suratını artık. Toparlarız zamanla seni.”

Arden’in elindeki tişörtü alıp dikkatli bir şekilde kafasından geçirdi Şükrü. Özenle giydirilen Arden aynı şekilde uzanmasını sağlamışlardı. Tabii tamamen yatar pozisyonda değildi biraz daha dik duruyordu kaburgası yüzünden.

Barlas’ın ensesinden tutup mutfağa soktuğu Şükrü masayı hazırlarken Barlas pişen yemeklerin altını kapatmıştı. İkisinin sofra kurmasını izlerken gelen uyku en sıcak anıyla kollarına çekti Arden’i.

Tadını bilmiyordu daha önce hiç yememişti ama salona dolan mercimek çorbasının kokusu bile içinde tomurcuklanmaya neden olmuştu.

“Ben gidip haber vereyim.” Kurduğu sofraya gururlu bakışlar atıyordu Şükrü.

“Önce Ozi’ye götüreyim ben çağırırım gelirken.”

Başıyla onaylayıp çektiği sandalyeye oturdu Şükrü. Canına minnetti.

“Uyumuş.” Başıyla Arden’i işaret ediyordu Barlas.

Suratındaki yarım gülüşle, uyuyan kıza baktı ardından önüne döndü. Barlas’ta bir şey demeden hazırladığı tepsiyi alıp merdivene yönelmişti.

Üst kata çıkıp sola döndü. İlerlediği dar koridorun ardından cam tavanın bittiği noktayla başlayan alana girdi. Karşılıklı iki odayla beraber küçük bir banyo bulunuyordu burada. Odalardan sağda durana kapıyı çalmadan damdan düşer gibi girdi.

Evin içinde olan her şeyden haberi olduğu için buraya geleceğini bildiğini düşünüyordu Barlas.

“Ozi?” Tepside olan bakışlarını odadan ses gelmemesiyle kaldırdı.

Koyu renk perdeler dışarıyla etkileşimi sıfırlıyordu zaten Ozan’da dışarıya çıkmak istemiyordu. Aslında isteme meselesi değildi, Ozan dışarıdan tiksiniyordu.

Sıra sıra dizilmiş yedi ekranda gezindi gözleri. Her birinde farklı bir şey açıktı.

“Buradayım.”

İki klavyenin olduğu masanın altına eğildi Barlas. Ses oradan gelmişti.

“Ne yapıyorsun orada lan?” meraklı sesine engel olamamıştı Barlas.

“Ya,” masanın altından çıkıp öyle devam etti sözlerine Ozan. “Ekranın biri açılmıyordu kablosunda sorun varmış onu değiştirdim.”

Anladığını belirten seslerin ardından Barlas elindeki tepsiyi örtüsü bozuk yatağa bıraktı. Konuya nasıl gireceğini henüz bulamamıştı ama bugünün kritiğini yapmak istiyordu Ozan’la.

“Söyle söyle, içinde kalmasın.”

“Oğlum, ben anlamıyorum Gurur’u ya.”

Küçük tekerlekli deri kaplama tabureye oturdu hemencecik.

“Tutmuş kızı almış gelmiş. Niye yaptın diyorum bilmiyorum diyor.” Tavırlarına inanamadığı sesinden belli olurken kollarını iki yanına açtı.

Yüzündeki şaşkınlık bir an olsun gitmezken “Sabahın beşinde beni uyandırdı, kızı aramak için.” dedi.

Barlas’ın isyanı Ozan’a komik gelirken sırıttı sadece.

“Kız hayatını kurtarmış paşam ondan kızın hayatını kurtarmaya gitmiş. Amına koyayım kızı bi’ getirdi, birinin cesedini arakladı sandım.”

Eliyle çenesini sıvazlarken doğru kelimeleri seçmek adına odada dolaştı gözleri.

“Sıçmışlar kızın ağzına. Kim yapmış bilmiyoruz. Gurur’un dediğine göre akşam öyle değilmiş sonra olmuş ama ne bileyim ya.”

İçine derin bir nefes çekti. Çıkmazda olduğunu her hücresiyle belli ediyordu.

“Kızı o halde tuttuk diğerlerinin önüne koyduk. Bunlar demez mi kızı dövmüşler zorla çeteye almışlar. Ya bir ben mi böyle düşünüyorum anlamıyorum. Kızlar desen tavır aldılar birden. Şükrü temkinli, Gurur getirdikten sonra yüzüne bile bakmıyor.”

“Sen peki?”

Yumruk yaptığı eline yanağını dayamış ona bakan Ozan’a baktı Barlas.

“Ben,” dedi ve durdu. Düşündü bir an için. “Başta acıdım, yalan yok ama bir şey var. Ne diyordunuz siz? Aura?”

Başıyla onayladı Ozan. Devam etmesi için sessiz kaldı.

“Onun gibi hissettirdi.” İçine kaçan sesiyle başını eğip gözlerini ayaklarına indirdi Barlas.

Ozan kimden bahsettiğini anladı, oturduğu yerde dikleşti. Adının geçmesi yasaktı bu evin içinde.

“Gördüm. Kötü durumdaydı ama sanki ondan biraz farklı.” Nasıl tarif etmesi gerektiğini tarttı kafasında Ozan ardından devam etti.

“O, olsaydı sizi sikerdi. Ben yaparım la derdi, kuytuya geçer dediğini yapar geri gelirdi.”

Bir insanın sesi özlem kokamazdı. İnsanın sesi kokmazdı zaten. Ama Ozan’ın sesindeki o tını Barlas’ta buruk bir gülümsemeyle burnunun sızlamasına neden olmuştu.

“Evet, böyle deyince farklı ama aynı hava. Tarif edemem bir gün düzgünce tanışırsınız.”

Başını salladı usulca Ozan.

“Görüyorum kameradan, uyurken bile acı çekiyor. Önce iyileşsin elbet tanışırız.”

“Yeter bu kadar laklak ben gidiyorum.” Kapıyı açıp çıktı odadan. Sonra aklına gelenle sadece kafasını soktu.

Kaşlarını çatmış ona bakan Barlas’a ne var der gibi başını salladı.

“Arada odayı havalandır lan.”

“Siktir git Barlas.”

“Ha, bir de yemeğini bitir. O kadar mercimek çorbası yaptım.”

Gözünden akmayan yaşları sildi Ozan.

“O da çok severdi.”

“Aşk acısı çekiyor sanki pezevenk.” Suratını buruşturmuştu Barlas. Ağzından çıktıktan sonra bir an Ozan alınırsa diye düşündü.

“Onu da çekiyorum zaten. Efkârlı bir adamım ben.” Elleri belinde kaşlarını çatıp başını sağ omzuna yatıran Ozan’la alınmadığını anlayıp güldü.

“Seninle daha fazla muhatap olamam.”

Ozan’ın bir şey demesine bakmadan kapıyı çarpıp aşağıya indi. Aşağıya inmeden diğerlerine hitaben bağırmış ve sofraya çağırmıştı.

Evi inleten sesine kendi kendine gurur duyarken merdivenleri bitirmiş mutfağa yöneliyordu ki ensesine tokat yemişti.

“Geri zekâlı, kız uyuyor geri zekalı.” Dişleri arasından konuşan Şükrü’ye haklı olması nedeniyle bir şey demezken kötü kötü bakmakla yetinmişti.

İri gözlerini ne kadar kısarsa kıssın yine büyüktü, yine büyüktü.

Teker teker aşağıya inen üyeleri gördüklerinde sofraya geçtiler. Barlas çorbayı kaselere pay etmiş ardından teker teker dağıtmıştı. Kısa bir an gözleri Arden’e değdi. Suratını buruşturmuş acı çektiğini belli etmişti ancak koydukları pozisyonu hiç değiştirmemişti.

Nereye baktığını fark eden Şükrü masada Barlas’a doğru eğildi.

“Ağrı kesicilerin etkisi geçiyordur.”

Başıyla onaylayıp önüne döndü.

“Fazla sahiplenmiş gördüm sizi. Tişört vermeler, hakkında endişelenmeler falan.”

Sofradaki sessizliği bölen Derya olmuştu.

“İnsanlık diyoruz biz bunun adına.” Barlas çatık kaşlarıyla soğuk sesiyle cevaplamıştı Derya’yı. Kendisi mi çok vicdan yapıyordu yoksa buradakiler mi çok vicdansızdı anlayamıyordu.

“Kim olduğunu bile bilmiyoruz, hain çıkabilir bize ihanet edebilir.”

Eliyle Gurur’u gösterdi Barlas.

“Hıncını ondan çıkar. Kızı buraya zorla getirdik farkındaysan.”

Aradaki gerilim artarken Derya’nın başı dikleşti. Barlas’ın gözlerinin içine baktı.

“Kabul etmeseydi!” Kaşığını sertçe bıraktı masaya.

Barlas aldığı sesli bir nefes aldı. Gözlerine değen bezmişlik ile Derya’ya baktı sadece.

“Yemeğini ye.”

“Yemiyorum!”

“Yeme! Sanki benim mideme gidiyor.”

Barlas’ın gittikçe gerilen bam teli iştah falan bırakmamıştı kendisinde. Doymuştu.

“Nerede kalacak?” Müge’nin ortaya attığı sorudan önce Arden bağrışmalar yüzünden açmıştı gözlerini. Ne döndüğünü anlamaya çalışıyordu.

“Göz önünde olmasını istemiyorsanız Ozan’ın karşısındaki odayı verelim.”

Geldiğinden beri sessizce yemek yiyen Gurur konuşmasa daha iyiydi. Hilal’in kaşları çatıldı duyduklarıyla. Ellerini sertçe masaya vurup Gurur’a döndü.

“Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Biz odanın kapısını bile açmıyoruz kokusu gitmesin diye.” Sesindeki hayret etmişlik Gurur’un suratına çarptı.

“Sen kalkmışsın, oraya verelim diyorsun!”

“Hilal, özür dilerim.”

Gözlerine yansıyordu pişmanlığı belliydi ama Hilal görmemeyi seçmişti.

“Sevgilim, düşünemedim bir an. Onun yerini doldurmak gibi bir amacım yok.”

Gurur’a baktı uzunca Şükrü. Dudaklarını yaladı sertçe. Sonra Barlas’a döndü aynı şeyi mi hissediyor diye. Barlas’ın çatık kaşları sorusunu yanıtlarken sofradaki peçeteyle ağzını sildi.

“Barlas’ın karşısındaki odayı verecektim ben. Kaburgası iyi durumda değil merdiven çıkıp inmesini bırak yürümesini bile tavsiye etmiyorum.”

Sözleri biter bitmez Arden’e döndü bakışları.

“Ağrın var mı? Aç mısın?”

Diğerlerinin cevabını umursamamıştı. Hak ediyorlardı.

“Odaya götürelim, orda bakarız.”

Başıyla onayladı Barlas’ı. İkisi birden Arden’e yönelirken başka kimseden ses çıkmamıştı.

Ortada dönen konuyu tam olarak algılamayan Arden kendine yaklaşan iki bedenle beraber kaşlarını çattı. Üzerine örtülen battaniyeyi yavaşça aşağıya atıp doğruldu.

Üçü orada kendi halindeyken diğerleri hala masada oturmaya devam ediyordu. Gurur, deminden beri camdan baksa da daha yeni görüyordu baktığı yeri. Arabayı gelişi güzel bırakmıştı kapının önüne.

Oturduğu yerden koltuğun olduğu yere geçti. Masanın etrafında önce gözleriyle tur attı ardından tüm bedeniyle ama aradığını bulamadı.

Mutfağa döndürdü bakışlarını.

“Hilal, arabanın anahtarını gördün mü?” parmağıyla masayı gösterdi. “Buraya koymuştum.”

Hilal’in donuk bakışları Gurur’un yüzünde dolaştı. Sorduğu soru karşısında kendisine kal gelmişti çünkü.

“Oraya koymadın ki.” Ofladı sertçe. “Ya ne yapacaksın anahtarı ya!”

Sitem dolu sesiyle beraber omuzları düştü Hilal’in.

“Yolun ortasında kalmıştı.”

Gurur’a daha fazla dayanamıyor gibi ayaklanıp çıktı mutfaktan. Ne olduğunu anlamayan Gurur ise göz ucuyla tekrar masaya baktı. Sertçe yaladığı dudaklarını bırakıp Hilal’in peşinden merdivenlere yöneldi.

İkisinin gerdiği ortamda üşüdüğünü hissetti Arden ya da ateşi çıkıyordu bilememişti.

“Kalkabiliyor musun?” Üzerine uzanan kollara sonra Barlas’a baktı. “Yardım edeyim.”

“Hallederim.”

Israr etmedi Barlas ve geri çekildi. Şükrü ise yerdeki battaniyeyi almış kenara gelişi güzel atıvermişti.

Ayaklanan bedenle beraber Barlas önden Şükrü ise ikisinin arkasından ilerledi.

Camın kenarına yerleştirilmiş geniş yatak, karşısında kalan büyük gardırop ve yatağın solunda kalan çalışma masasından oluşan bir odaydı.

Gardırobun yanında kalan oda da büyük ihtimalle banyoydu, yani Arden öyle tahmin ediyordu.

“Burası yeni odan, hemen karşı çaprazında ben olacağım.”

Başını sallayıp yatağa geçti ve oturdu.

“Bir şeye ihtiyacın olursa seslen tamam mı?”

Her ne kadar Şükrü’yü onaylasa da çağırmayacaktı. İkili Arden’i az önce yattığı gibi yatırdıktan sonra odadan çıkmıştı.

Arden burada istenmediğinin farkındaydı, anlamamak için aptal olmak gerekirdi zaten. Biraz daha toparladıktan sonra hepsiyle düzgünce konuşmak istiyordu. Çete’nin herhangi bir şeyine karışmayacağını sadece yaşamak adına katıldığını net bir şekilde ifade edecekti.

En azından Arden öyle olacağını sanıyordu.

 

 

 

Loading...
0%